Abdulvahap Kara
II. Dünya Savasinda Türkiye’de bir kisim aydinlarin Almanya saflarinda savasa katilmak için çaba sarf ettigi ve bunun sonucunda 1944 Türkçülük davasinin ortaya çiktigi malum. Fakat, bu çabalarin diger bir sonucunun Türkistanli askerlerin Almanya saflarinda savasa katilmasi oldugu fazla bilinmez. Sovyet ordusundan esir düsen Türkistanli askerlerden gönüllü kitalar olusturmayi amaçlayan “Türkistan Lejyonerleri Projesi” Nazi Hükümeti’nin Dogu Bakanligi (Ostministerium) tarafindan yürütüldü. Sovyetler Birligi’nden isgal edilecek olan topraklardan sorumlu olan bu bakanligin basinda Alfred Rosenberg bulunuyordu. Rosenberg’in projesine göre, bu gönüllü kitalar egitildikten sonra Kafkasya ve Türkistan cephesine parasütle indirilerek, Sovyet ordusuna güneyden ve dogudan yeni cepheler açilacakti.
Aslinda Sovyet ordusundan esir düsen Türk asilli askerler ile Kafkasyali Müslüman askerleri Alman ordusunda veya herhangi resmi görevlerde kullanmak Nazi ideolojisine aykiriydi. Çünkü Nazilerin irk siniflandirmasina göre, Tatar ve Orta Asya’nin Türk Boylari “düsük degerli Asyaliligi” temsil ediyordu. Nazilere göre, onlar Slavlardan da asagi bir irkti. Hatta onlar insandan asagi tiksindirici bir varlik manasinda “untermensch” deniliyordu.
Naziler, özellikle Kazak, Kirgiz, Özbek ve Tatar gibi Orta Asya’nin yerli halklarina karsi asagilayici bir tutum içindeydi. Bu tutum Nazi yönetiminin en üstündeki Hitler’den baslayarak en alt kademedeki Nazi Partisi üyesine kadar her kesimden Nazi’de görülüyordu. Hitler de bu tutumu tesvik edici beyanlar vermekten de geri kalmiyordu. 11 Aralik 1941’de Reichstag’ta yaptigi bir konusmasinda Hitler, savasta Bolsevikler galip geldigi takdirde, Avrupa barisini dikte edeceklerin Mogollar ve Tatarlar olacagini ve bunun bütün Avrupa için büyük bir afet getirecegini ifade ediyordu.[1] Hitler’in bu sözleri, Nazilerin Mogol ve Tatarlari dost degil, düsman olarak gördügünü açik bir biçimde ortaya koymaktadir.
Ayrica Hitler’de, Türkistan halklarini asagilama had safhadaydi. Ona göre, Almanya Sovyet topraklarina hakim olursa, Orta Asya’nin Türk halklariyla hiçbir sekilde münasebetler tesis edilmeyecekti. Sadece tesir altinda tutmak için her yil bir grup Kirgiz Alman baskentine getirilerek gezdirilecekti. Bunun disinda onlarla hiçbir temas kurulmayacakti.[2] Bu sebeple, Alman-Sovyet savasinin baslangicinda, Almanlarda Sovyet esirlerinden faydalanma düsüncesi hiç yoktu. Bu düsünce savasin baslamasiyla birlikte sekillenmeye basladi.
Sovyet ordusundan esir düsen rejim karsiti Türkistanli esirlerden kitalar olusturmak fikrinin ortaya çikmasinda ve bu fikrin Hitler’e kabul ettirilmesinde Türk aydinlari önemli rol oynadi. Almanya Büyükelçisi Franz Papen, Türk aydinlari ile Nazi Hükümeti arasinda iletsimi sagladi. Papen, Türkiye’nin tarafsizligini Almanya lehine bozarak savasa katilmasini temine gayret ediyordu. Bu amacini gerçeklestirmek için Türk politikaci ve aydinlarinin Türkçülük duygularini harekete geçirmek amacindaydi. Papen’in yakin iliskide oldugu kisiler çogunlukla eski askerlerdi. Bunlardan biri Enver Pasa’nin kardesi Nuri Pasa (Killigil) idi. Papen Eylül ayinda Nuri Pasa’nin Berlin’de Alman Disisleri yetkilileri ile görüsmesini sagladi. Bu görüsmenin tutanaklarindan anlasildigina göre, Nuri Pasa, Müslüman ve etnik Türk savas esirlerinden özel birlikler olusturulmasini ve bu konuda yardimci olabileceklerini ifade ediyordu.[3]
Savas esirlerinden lejyonlar teskil edilmesi fikrinin Hitler’e kabul ettirilmesinde yine Türk aydinlari önemli rol oynadi. Papen uzun süredir iki Türk generali ile daha temastaydi. Bunlarin biri Istanbul Harp akademisi komutani General Ali Fuad Erden ve ikincisi “Cumhuriyet” ve “Son Posta” gazetesinin milliyetçi yazari Emekli General Hüsnü Emir Erkilet idi. Papen bunlarin 1941 Ekiminde Berlin’e seyahatini sagladi.[4] Almanya’nin Sovyetlere karsi savastan zaferle çikacagina inanan iki General, isgal edilecek Sovyet Türk bölgelerinde millî devletler kurulmasindan yanaydi. Bu maksat dogrultusunda Alman Hükümeti ile isbirligi yapmayi ve gerekirse Türkiye’nin de Alman tarafinda savasa katilmasini saglamaya çalisiyorlardi. Ayrica Sovyet Türk esirlerine iyi davranilmasini ve bunlardan bir ordu kurulmasinin faydali olacagi fikrini savunuyorlardi.[5]
Erden ve Erkilet Pasalar, Berlin’de Disisleri Bakanligi yetkilileri ile görüsmelerden sonra, savasin dogu cephesini de ziyaret ettiler. Bu sirada Hitler tarafindan kabul edildiler.[6] Bu kabulde iki Pasa, Hitler’e görüslerini ilettiler. Arastirmalar, Hitler’in bu iki Pasa’dan etkilendigini göstermektedir. Arastirmacilar Hitler’in esir askerlerden yardimci kitalar olusturulmasina bu görüsmeden sonra onay verdigi konusunda hemfikirdirler.[7]
Böylece Alman üst düzey yöneticileri arasinda dogu halklarindan yardimci birlikler teskili konusundaki tereddütler tamamen ortadan kalkti ve lejyonlarin teskili için ön çalismalar baslatildi. Rosenberg, Müslüman ve etnik Türk esirlerden yardimci birliklerin olusturulmasi yönündeki projesini Aralik ayi basinda Hitler’e arz etti. Hitler projeyi onayladi ve 22 Aralik 1941’de Alman silahli kuvvetlerinde Türkistan, Ermeni, Gürcü ve Kafkas Müslümanlari Lejyonlarinin teskili emrini verdi.[8]
Rosenberg’in Türkistan Lejyonerlerine baskomutan olarak düsündügü isim Mustafa Çokay idi. 1917-1918 yillarinda Hokand Muhtariyet Hükümeti’nin Basbakani olan Çokay, 1919-1921 yillari arasinda Rus demokratik güçleriyle Bolsevik iktidarina karsi mücadele etmisti. Bu mücadeleden Bolsevikler galip çikinca, Avrupa’ya geçerek Paris’e yerlesmisti. Burada Zeki Velidi Togan, Abdülkadir Inan, Osman Kocaoglu, Tahir Çagatay ve Abdulvahap Oktay gibi Türkistanli siyaset ve fikir adamlariyla birlikte, “Türkistan Milli Birligi” çatisi altinda Türkistan’in bagimsizligi için çalisti. Rusya’nin Ukrayna ve Kafkas halklarinin siyasi temsilcilerinin kurdugu “Promethèe Birligi”nde Türkistan’i temsil etti. “Yeni Türkistan”, “Yas Türkistan” ve “Promethèe” dergilerinde Türkistan’in Bolseviklerden bagimsizligini savundu. Ayrica, Londra, Stockholm, Paris, Berlin ve Istanbul gibi Avrupa’nin siyaset ve kültür merkezlerinde bu görüslerini dile getirdi. Bolsevik rejiminin Orta Asya’da hiçbir hukuki ve siyasi temelinin olmadigini, “Türkistan Sovyet Hakimiyeti Altinda” kitabinda Soyvet kaynaklarina dayanarak ortaya koydu. 1928’de Fransizca ve 1935’te Rusça yayinlanan bu eser, II Dünya Savasina kadar olan dönemde, SSCB’yi tenkit eden en etkili eser olarak tarihe geçti. Bütün bunlar, Çokay’in Avrupa’da yilmaz bir Sovyet muhalifi olarak tanimasina yol açmisti.[9] Bu sebeple, Rosenbger tarafindan Türkistan Lejyonerleri baskomutanligina en uygun olarak isim seçildigi muhakkakti.
Çokay, Almanya’nin 1941 Haziran’inda Sovyetler Birligi’ne savas ilan etmesinden kisa bir süre sonra, Berlin’e getirilmis bulunuyordu. Çokay, esir kamplarinda çalismaya basladigi ilk andan itibaren fasizmin soguk yüzüyle karsi karsiya geldi. Kamplarda Nazi asker ve subaylari Türkistanli esirlere alçaltici ve insanlik disi uygulamalarda bulunuyordu. Türkistanli esirlerin maruz kaldigi muamele, Çokay’a bunlara sahit olmaktansa ölmeyi yeglemeyi istetecek kadar korkunçtu. Bundan dolayi, Çokay Naziler’in Türkistan’a demokratik ve siyasi haklarini vereceginden kuskuluydu.
Çokay, bir ideoloji savasçisi degil, bir özgürlük savasçisiydi. O salt bir Bolsevik düsmani degildi. Çokay, Bolseviklere ülkesini isgal ettikleri için karsi çikiyordu. Bu sebeple, vatanina özgürlük vermeyecek bir Nazi yönetimi ile Bolseviklere karsi savasmasinin bir anlami yoktu. Nazilerden ele geçirdigi Türkistan topraklarina gelecegi hakkinda israrla bilgi almak istedi. Ancak onun bu konudaki sorularina cevap verilmedi.
Aslinda Nazi Hükümeti isgal edilen Sovyet topraklari konusunda henüz net bir politika üretmemisti. Aralik ayina gelindiginde, savasin baslamasindan yaklasik alti aydan fazla bir zaman geçmis olmasina ragmen, Nazi yönetimi isgal edilen Sovyet topraklarinin gelecegi konusundaki politikasini hala belirlememisti. Bu konuda Alman hükümet çevrelerinde iki ana görüs tartisiliyordu. Birincisi, SSCB’yi bir bütün halinde Alman sömürgesi haline getirmekti. Bu görüs Sovyet bölgelerinde yerli unsurlara yönetimde hiçbir söz hakki vermiyordu. Bütün idare Alman yöneticilerin elinde olacakti. Ikinci görüs ise, Sovyetler Birligini muhtar idarelere bölmek ve mahalli temsilcilere söz hakki vermekti. Birinci ve kati olan görüsü Dogu Bakanligi, ikinci ve ilimli görüsü ise Disisleri Bakanligi mensuplari savunuyordu. Görüldügü gibi her iki görüste de Nazi yönetiminin Türkistan’a bagimsizlik vermek gibi bir planlari yoktur. Nazilerin Türkistan için düsündügü en iyimser siyasî haklar bile Sovyetlerin tanidigi haklarin çok gerisindeydi.[10]
Nazilerin Sovyetler Birligi’ndeki Türk halklarina hiçbir siyasî hak vermeye niyetli olmadiklari o dönemde baskalarinin da dikkatinden kaçmamistir. Kirim’in demokratik millî yönetiminin kurulmasi için Berlin’de yedi ay boyunca Nazi Hükümet yetkilileriyle görüsmelerde bulunan Ülküsal, görüsmelerinin sonunda bu isbirliginin Kirim’in menfaatine olmadigini anladi. Ülküsal’a göre, Almanlar Sovyetlerde isgal ettigi Türk bölgelerine demokratik haklar vermekten yana degildir. Bolsevikler gibi Nazilerin de gayesi Türk bölgelerini sömürmektir. Almanlar bunu Ruslardan daha kaba ve hizli bir biçimde yapacaklardi. Almanlarin hakimiyeti, neticede Sovyet Türkleri için efendi degistirmekten baska bir sey olmayacakti.[11]
Bu sebeple bütün mücadelesini Türkistan bagimsizligina adayan Çokay’in Hitler’in Nazi Partisi’yle siyasî konuda herhangi bir isbirligine gitmesi mümkün degildi. Bu sebeple, Çokay Dogu Bakani Rosenberg’in Türkistan Lejyonerlerinin baskomutanligi teklifini kabul etmedi. Esir kamplarindan Paris’e dönmek üzere geldigi Berlin’de 27 Aralik 1941’de hastalanarak meçhul bir sekilde öldü.
Yard. Doç. Dr. Abdulvahap Kara
[1] Müstecip Ülküsal, Kirim Yolunda Bir Ömür Hatiralar, Kirim Türkleri Kültür ve Yardimlasma Dernegi Genel Merkezi Yayinlari No:3, Ankara, 1999, s. 300.
[2] Patrik von zur Mühlen, Gamalihaç ile Kizilyildiz Arasinda Ikinci Dünya Savasi’nda Sovyet Dogu Halklari’nin Milliyetçiligi, Mavi Yayinlar, Ankara, 1984. s. 41.
[3] Alman Disisleri Müstesari Woerman’in 26 Eylül 1941’de tuttugu tutanak metni için bkz. Documents on German Foreign Policy, 1918-1945, Series D. V. 13. The War Years,: U.S. Government Printing Office, Washington, 1964, s. 571-575; Belgenin Türkçe çevirisi için bkz. Günay Göksu Özdogan, “Turan”dan “Bozkurt”a Tek Parti Döneminde Türkçülük (1931-1946), Iletisim Yayinlari, Istanbul 2001, s. 315-319; Iskander Gilyazov, Na Drugoy Storone Kollaboratsionisti iz Povoljsko-Priural’skih Tatar v Godi Vtoroy Mirovoy Voyni, Kazan, 1998, s. 65-66.
[4] Bu seyahat hakkinda genis bilgi için bkz. H. Emir Erkilet, Sark Cephesinde Gördüklerim, Istanbul, 1943.
[5] Mühlen, a.g.e., s. 79-81; Johannes Glasneck, Türkiye’de Fasist Alman Propagandasi, Onur Yayinlari, Istanbul, tarihsiz., s. 164.
[6] Ayni yer; Erkilet, a.g.e., s. 216-228. Erkilet Pasa Hitler ile savasin gidisati ile ilgili konusmalarini ayrintilariyla aktarir, fakat esirlerle ilgili hiçbir konusmaya yer vermez.
[7] Mühlen, a.g.e., s. 81; Äbcämi Baysuvakuli, “Türkistan Legiyonu Tuvrali Sindiq”, Kazak Adebiyeti, 27 Kasim 1992, s. 10.
[8] Mühlen, a.g.e., s. 53-54; Gilyazov, a.g.e., s. 70. Kafkas Müslümanlari lejyonu daha sonra Azerbaycan ve Kuzey Kafkasya lejyonlari olarak ikiye ayrildi. Böylece ilk olarak bes lejyonun kurulmasi kararlastirildi.
[9] Çokay hakkinda genis bilgi için bkz. Abdulvahap Kara, Türkistan Atesi, Mustafa Çokay’in Hayati ve Mücadelesi, Da Yayinlari, Istanbul, 2002.
[10] Kara, a.g.e., s. 272-273.
[11] Ülküsal, a.g.e., s. 387.
Abdulvahap Kara ( 19.11.1961)
19.11.1961’de Istanbul’da doğan Yard. Doç. Dr. Abdulvahap Kara, Zeytinburnu Gazipaşa İlkokulu, Abdülhak Hamit Ortaokulu ve Yeşilköy Ticaret Lisesini bitirdikten sonra, 1982’de Boğaziçi Üniversitesi Elektronik Yüksek Teknisyenliği bölümünden mezun oldu. 1982-1985 Yeşilköy Atatürk Havalimanı Elektronik bölümünde görev yapan Kara, 1986 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih bölümünü bitirdi. 1987-1988 arasında Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğünde görev yaptıktan sonra, Almanya’nın Münih şehrinde bulunan Hürriyet Radyosu’na giderek, burada 1988-1995 yıllarında Kazak Türkçesi yayınlarda editör olarak çalıştı.1995 yılında yurda dönerek Mimar Sinan Üniversitesi Tarih Bölümünde Araştırma Görevlisi olarak çalışmaya başlayan Kara, 1997’de Mimar Sinan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde “Kazakistan’da 1986 Almatı Olaylarının İçyüzü ve Etkileri” adlı teziyle Yüksek Lisans eğitimini ve 2002’de “Mustafa Çokay’ın Hayatı ve Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin Bağımsızlığı Yolundaki Mücadelesi” adlı teziyle Doktora eğitimini tamamladı.
Doktora tezi “Türkistan Ateşi Mustafa Çokay’ın Hayatı ve Mücadelesi” adıyla kitap olarak basıldı ve Türkiye Yazarlar Birliği tarafından 2002 Biyografi dalında birincilik ödülüne layık görüldü. Türkiye’de ve Kazakistan’da yayınlanmış bir çok makalesi bulunan Kara, İngilizce, Almanca, Rusça ve Fransızca gibi batı dillerinin yanı sıra Kazakça, Özbekçe, Kırgızca gibi Orta Asya Türk lehçelerini de bilmektedir.