Pulat Tacar [mailto:[email protected]]
E. Büyükelçi – Turkish Forum Danışma Kurulu Üyesi – UNESCO Türkiye Milli Komisyonu Başkan Vekili
Sayin TF okuyuculari
İsvicre Federal Mahklemesinin Dogu Perincek’in mahkumiyet kararini onaylayan karari konusunda Haziran 2008 ‘de hazirladigim bir incelemeyi ekte sunuyorum. Bu inceleme İsvicre yargisinin hatalaini ele aliyor. Bir baska İsvicre Bidayet Mahkemesi uc Turk vatandasini daha mahkum etti. Simdi onlar da temyize gittiler. Bu ikinci karar Almanca ve yaklasik 30 sahife; terceme edecek vaktim yok. Ama bu kararin temel gerekcesi de ayni.
Ben ekteki incelememi gecen yil yayimanmak uzere tandigim bazi ciddi akademik dergilere yolladm. Ama herhalde ortam musait olmadigi icin basmadilar. Dogu Perincek Ergenekon davasindan tutuklu. Belki su sirada yanlis anlasilmasindan korktular. Oysa benim bu invelemeyi yapmaktan amacim, bazi Avrupa Mahkemelerine de sirayet edecegini dusundugum bir hukuksal mantiigi anlatmakti. İsvicre Cumhurbaskani Turkiye’ye geldigi zaman bu konu ona soruldugunda, Perincek’in su sirada tutuklu oldugunu cevabina ekledi.
Avrupa Birliginin kabul ettigi İrkcilik ve Yabanci Dusmanligi ile Mucadele Yonergesi yururluge girdi. Bu yonergenin ongordugu seceneklerden biri olan ulusal mahkemelere -uluslararasi yetkili bir mahkeme karari olmadan- bir kisiyi soykirimini inkardan mahkum etme yetkisi taninirsa , onumuzdeki guclukler daha da artacaktir.
Bu alanda Fransa Parlamentosaunda kabul edilen Accoyer raporu var. Bilimsel ve tarihsel arastiremalarin engellenmemesi, dusunce ozgurlugunun kisitlanmamasi gerektigini belirtiyor. Ama fransizca. Bu nedenle bu mesajin ekinde yollamamaktayim.
Ekte sundugum incelemem biraz uzundur. Ama son gelismeleri anlamak isteyen ve sabreden okuyuculara gelismelerin ciddiyeti konusunda bir fikir vermeye yardim edebilir dusuncesindeyim. Ozellikle, bir uluslararasi suc olan soykiriminin ogesini hukuk disina cikarip, bir kisim akademisyen ve tarihcinin bu konudaki dusuncesine baglamak son derecede hatalidir. Burada dikkat cekmek istedigim bir baska konu da 1015 olaylarina soykirimi denilemeyecegi yolunda ghorus sahibi tarihci ve akademisyenleriinin yazdiklarinin ve mahkemeye sunulan kitap ve dokumanlarin tumunun nazxari dikkate alinmamasi egilimidir. Bunu yapan yagic mahkeme tarih yazmaz gerekcesine siginmis , ama gorevinin İsvicrede var oldugunu ileri surdugu bir konsensüse dayanmistir. Bu konsensusu olusturanlar sadece yargicin sectikleridir. .
Bu konuda dusunceyi ifade ozgurlugu cercevesinde olusmus bulunan AİHM ictihatlarini iyi incelemek ve bunlardan yararlanmak gerekir.
Ama hemen ilave edeyim, goruslerine katilmamis olsam da Turkiye’de ki ozur dileyicilerin bu goruslerini ve duygularini aciklama ozgurlukleri bulunduguna inaniyorum. Bu nedenle savcinin takibata gerek bulunmadigi, bu insanlarin gorusleriini aciklamakta ozgur olduklari gerekcesiyle dusurduıgu davanin simdi bir baska yargicin farkli karari ile yeniden acilmis bulunmasi, Turkiyenin ifade ozgurluıgu konusundaki karnesine olumlu not olarak yazilmiyor ve isimizi hic kolaylastirmiyor. Bu durumda benim Styockholm’de yapacagim konusmanin icerigini sainirlamak isteyenlerle ayni duruma dusmus oluyoruz.
Bu durumda ne yapilmasi gerektigi konusunda bazi dusuncelerim ve onerilerim var. Ancak bunlari Nisan basindan sonra yazabilecegim. Simdilik dusuncesel calismalara ayirabildigim zamani b aska alanlara yogunlastirmak zorundayim.
Saygilarla ve Dostlukla
Pulat tacar
Pulat Tacar[1]
İSVİÇRE FEDERAL MAHKEMESİNİN DOĞU PERİNÇEK’İN TEMYİZ BAŞVURUSU KONUSUNDA VERDİĞİ KARAR HAKKINDA DÜŞÜNCELER
Giriş
Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’i İsviçre’de yaptığı konuşmalarda Ermeni soykırımını inkâr ettiği gerekçesiyle ırk ayrımcılığı yapma suçundan mahkum eden Lozan Polis Mahkemesinin kararına karşı yapılan temyiz başvuruları önce Vaud Kantonu Temyiz Mahkmesi daha sonra da İsviçre Federal Mahkemesi (İMF) tarafından 20 Aralık 2007’de reddedilmiştir.
Federal Mahkemenin benzer konuda aldığı, ayrıntısı aşağıda sunulan Bern-Laupen Mahkemesi kararı ile çelışkiye düşen bu red kararı, soykırımı hukuku açısından olduğu kadar, Osmanlı devletinde 1915 yılında yaşanan trajedinin soykırımı olduğu savının bazı ülkelerin mahkemeleri tarafından ele alınış tarzını yansıtması ve “toplumun bir kesimi tarafından tartışılamaz tarihsel gerçek kabul edilen” bir görüşün soykırımının varlığına dayanak teşkil etmesi bakımından da irdelenmeğe değer.
1) İsviçre Federal Mahkemesi davalıyı nasıl tanımlıyor?
İFM Doğu Perinçek’i şu sözlerle tanımlıyor : “1942 doğumlu olan Doğu Perinçek, Türkiye İşçileri Partisinin Genel Başkanıdır” “…. Doğu Perinçek hukuk doktoru, politikacı, sözde yazar et tarihçidir (Karar Madde 5.1.)”
Mahkeme yargıcı davalının yazar ve tarihçi niteliklerini sözde sözcüğü ile küçümsemesi Perinçek hakkında önyargılı ve taraflı olduğuna işaret ediyor. İsviçreli yargıç, Doğu Perinçek’in tarihçi ve yazar niteliklerini araştırma zahmetine katlanmamış ve hasım durumuna girmiştir.
Oysa, davalının ” tarihi araştırmacı” niteliği, dava açısından önemli bir öğedir. Zira İsviçre Ceza Yasasının Madde 261 Mükerrer. 4. Fıkrasının ciddi bilimsel araştırmaları engellememesi gerektiği İsviçre Parlamentosu bu maddeyi kabul ederken öne sürülmüş bulunan önemli bir koşuldur[2].
Mahkeme, Doğu Perinçek’in ” saikinin ırkçı ve ulusalcı nitelikte olduğunu, tarihsel tartışma alanına ait bulunmadığını, (Perinçek’in) Ermenileri Türk halkına saldıran taraf olarak takdim ettiğini ve iki kardeşi ile birlikte Ermeni soykırımının başlatıcısı, teşvik edicisi ve sürükleyicisi olan Talak Paşa’nın taraftarı olduğunu ” belirttiğini ileri sürüyor. ( IFM kararı 5.2.)
Mahkeme kararında,”Asliye Ceza Mahkemesi, Perinçek’in ırkçılıkla bağlantılı saiklerinin varlığını saptamış, Perinçek’in yaklaşımının tarihsel tartışma alanı ile ilişkili olamadığını belirlemiştir” “Bunlar milliyetçiliğin de ötesinde ırk ayrımcılığından ve bu meyanda etnik ayrımcılıktan kaynaklanan saiklerin mevcudiyetini yeterince göstermektedir” diyor. Ancak bu soyut ifadeleri hiç bir somut delil ile desteklemiyor.
Doğu Perinçek, mahkemenin ırkçılık suçlamasına karşı Lozan Polis Mahkemesinde şunu vurgulamıştı: ” Benim ırkçı ve aşırı milliyetçi olduğum ileri sürüldü. Irkçılık benim açımdan şerefsizliktir. İşin ahlaki cephesi budur. Türk milliyetçiliği ırkçı değildir….” Mahkeme bu beyana itibar etmemiş, ancak sanığın reddettiği ırkçılık saikinin varlığını da kanıtlayamamıştır.
2) Doğu Perinçek’in suçlandığı eylem nedir?
İsviçre Mahkemesine göre , “Davalı Doğu Perinçek, 1915 ve daha sonraki yıllarda Osmanlı İmparatorluğunun Ermeni halkına uyguladığı soykırımının varlığını alenen bir kaç kez inkâr etmiştir. O dönemi -uluslararası yalan- olarak nitelemiştir. Doğu Perinçek te, katliam ve sürgünler olduğunu yadsımamaktadır. Katliamları savaş hukukuna bağlamakta, karşılıklı katliam yapıldığını ileri sürmekte, sürgünlerin soykırımı niteliğini inkâr etmekte, tehcirin güvenlik nedenleriyle yapıldığını belirtmektedir”[3]
Perinçek’in 1915 olaylarını soykırımı olarak niteleyen İsviçre’deki Ermeni Dernekleri temsilcilerinden ve onları destekleyen bazı hukukçu, yazar veya siyasetçiden farklı düşünmekte olduğu doğrudur. Farklı düşünmek ve bunu açıklamak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine göre onun hakkıdır.
Doğu Perinçek’in yazdıkları, bu konudaki görüşlerinin ciddi tarihi araştırmalara ve belgelere dayandığını gösteriyor. Perinçek, tarihi gerçeğin araştırıldığını, çalışmaların devam etmesi gerektiğini, bu alanda tartışılamaz bir tarihi gerçeğin varlığından söz edilemeyeceğini, başkalarının dogma durumuna getirdikleri kanıların, farklı düşünenler tarafından tartışılmasının yasaklanamayacağını ileri sürmekte, sahte belgeleri doğru gösterenlerin yalan söylediklerini düşünmeğe ve açıklamağa devam etmektedir.
Mahkeme Doğu Perinçek’i Talat Paşa’ya sempati duymakla suçlamaktadır.Mahkeme kararına -Talat Paşanın adını Talak olarak yazmıştır. Bunu bir daktilo hatası saysak bile, Mahkemenin Talak Paşa’nın iki kardeşi ile birlikte hareket ettiğinden sözetmesi yargı organının ne derecede özensiz olduğunu kanıtlamayan bir öğedir. Talat Paşanın kardeşi yoktu. Mahkeme, Osmanlı Hükumetinin diğer üyelerinden bahsetmek istediyse, kimi kasdettiğini belirtmek zorundaydı. Bir mahkeme kararının bu gibi ciddi yanlışlardan arınmış olması gerekirdi. Kendine saygı duyan bir yargı organı, dedikoduya ve bilgisizliğe dayanan iddiaları kararına yazmamalıydı.
Ayrıca ” Talât Paşa’ya sempati duyma suçu” şeklinde tanımlanan bir suç yoktur. Burada “kanunsuz suç olmaz” ilkesi devreye girer. Pek çok başka Türk vatandaşı ve Türk vatandaşı olmayan araştırmacı gibi Doğu Perinçek te Talât Paşa hakkında yapılan ciddi araştırmaları okumuş ve gerçeğin Ermeni propagandacılarının anlattıklarından farklı olduğunu öğrenmiştir. Talât Paşanın anıları dahil, onun 1915 tehcirindeki rolü konusunda pek çok bilimsel araştırma ve belge bulunuyor. Bu belgeler ve Talat Paşa’nın anılarını içeren kitabı İsviçre Mahkemesinin Talât Paşa’ya atfettiği iddiaların doğru olmadığına işaret etmektedir [4]. Gene de bu konuda farklı düşünenler olabilir. Bu nedenle ciddi bilimsel araştırmaların yasaklanmaması, tarih araştırmalarının dondurulmaması gereklidir.
3) İsviçre Mahkemesi kararındaki yanlışlarla doludur.
3a)Avrupa Konseyinin Ermeni soykırımını tanıdığı savı gerçek dışıdır.
Lozan Polis Mahkemesi, kararının A fıkrasında “Avrupa Konseyinin Ermeni soykırımını tanıdığı” ileri sürüyor. Bu gerçek dışıdır. Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesinin de böyle bir kararı yoktur. Karar olarak gösterilmek istenen, bazı parlamenterlerin altına imzaladıkları siyasal bir metindir. Mahkeme zahmet edip o bildiriye baksaydı, belgenin başında “sadece altında imzası bulunanları bağlar“ ifadesi olduğunu görecekti. İsviçre yargısı, kendisine iletilen yalanları incelemeden mahkeme kararına veri ve gerekçe olarak almıştır.
3b)Birleşmiş Millerler Genel Kurulunun Holokost kararını oylama ile aldığı doğru değildir.
İsviçre Federal Mahkemesi kararının 4.4. maddesinde “Ocak 2007’de BM onaylanan ve Holokost’un inkarını kınayan 61/L-53 sayılı kararını 192 devletten ancak 103’nün oyunu aldığını hatırlatmak gerekmektedir” demiştir. Bu doğru değildir. İsviçre Mahkemesi, en kolayı, Internet ortamında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu resmi sitesinde bir inceleme yapabilir ve o kararın oylama ile değil, oylama yapılmadan oydaşma ile kabul edildiğini görebilirdi. İsviçre Mahkemesi, Birleşmiş Milletlerde yapılan oylamada kararın 192 devletten sadece 103 oy aldığını ileri sürerek, bundan Holokost’un da bazı ülkeler tarafından inkâr edildiğini belirtmek, ama bu inkârın Holokost’un varlığı gerçeğini değiştirmediğini vurgulamak istiyor. Bu bir dezenformasyon taktiğidir ve yargıya hiç yakışmaz.
3c)Uluslararası örgütlerin soykırımını tanıdığı savı doğru değildir
İFM kararının A bölümünde “Uluslararsı kurumların soykırımını tanıdığı” ileri sürülüyor; ancak hangi uluslararası kurumun bu tanımayı yaptığı açıklanmıyor[5]. Burada kasdedilen büyük olasılıkla Birleşmiş Milletler Teşkilatıdır. Zira bu konu başka bir uluslararası örgütte dolaylı olarak bile incelenmemiştir. Oysa, Birleşmiş Milletler Teşkilatı sözcüsü Farhan Haq , 5 Ekim 2000 tarihinde, “Birleşmiş Milletlerin Ermenilere ilişkin olayları hiç bir zaman soykırımı olarak tanımadığını veya bu izlenimi verecek bir rapor kabul etmediğini” açıklamıştır.
İsviçre Mahkemesinin referans yaptığı Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Konseyi İnsan Hakları Komitesinin, Ayrımcılığın Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması Alt Komitesi için yazılan Whitacker raporu ise, bu da Mahkemenin Ermeni propagandacıları tarafından aldatıldığını gösteriyor. Bu konuda Birleşmiş Milletler Teşkilatı belgelerine ve toplantı zabıtlarına bakılması gerekliydi. Bu konudaki gerçekler aşağıda ayrıntılı biçimde referanslar verilerek aşağıda anlatılmıştır.
Birleşmiş Milletler ECOSOC’a bağlı İnsan Hakları Komisyonunun Ayrımcılığın Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması Alt Komitesine raportör Whitacker tarafından sunulmuş bulunan ve Ermeni soykırımı savlarıne ilişkin ifadeler içeren bir rapor vardır. Bu raporun görüşülmesinde [6] raporun Alt Komite tarafından -bırakın kabulü (yani “approve“) Üst Komiteye doküman olarak kabulü bile (İngilizce : receive) yapılan oylama ile reddedilmişti ( Bakınız Dipnoptta anılan belge Sh. 30.para 57). Raporun sadece not edilmesi onaylanmıştır ( Dipnotta anılan belge Sh. 39. para 1- Doc. 1985/9);”. Raporun kalitesine övmeyi öngören öneri, yapılan oylama sonucunda reddedilmişti” ( Dipnotta anılan belge Sh. 30. para. 58). “Raporun Alt Komitenin bağlı bulunduğu İnsan Hakları Komisyonuna havalesi de yapılan oylama sonucunda reddedilmiştir” ( Dipnotta anılan belge Sh. 30, para.57 ve Sh. 31 para.66.d). “Raporun içeriği konusunda karşıt görüşler bulunduğunun bu konuda alınacak karara eklenmesi kararlaştırılmıştır.” ( Dipnotta anılan belge para 41 ve 42.); “Ermeni soykırımı konusunun belgelerce yeterince ispatlanmadığı ve kanıt olarak sunulan bazı belgelerin tahrif edildiğinin anlaşıldığı” ( Dipnotta anılan belge para 42.) zabıtlara yazılmıştır.
Konunun alt komisyonda ele alınışı sırasında yapılan konuşmalar, Ermeni soykırımı savı konusunda önemli görüş ayrılıkları bulunduğunu ortaya çıkarmaktadır. Dipnotta sunulan özetlerin [7] hepsi Birleşmiş Milletler Ekonomik Sosyal Konseyi Belgesi E/CN.4/Sub.2/1985/SR.17 ve SRT 18 sayılı vesikalardan alınmıştır. Olayların soykırımı sayılabileceğini ileri süren farklı görüşler belirtenler de olmuştur.Bu örneklere değinmekten amacımız, Doğu Perinçek’in, “1915 olaylarına soykırımı denemeyeceği ve bu konunun tartışmalı olduğu görüşünü ileri sürmesinin ve soykırımının tarihsel bir gerçek olduğu düşüncesini kabul etmeyerek açıklamasının” bir istisna olmadığını, uluslararası alanda da pek çok örneğinin bulunduğunu ve Perinçek’in açıklamalarının düşünceyi anlatım özgürlüğü çerçevesine girdiğini vurgulamaktır.
d) Fransa Parlamentosunun 1915 olaylarının soykırımı olduğu konusundaki 29 Ocak 2001 yasasının kabulün gerekçesi olarak yüz kişilik tarihçi grubuna rapor hazırlattığı savı doğru değildir.
Fransa Parlamentosu Ermeni soykırımı konusunda yüz tarihçiye bir rapor hazırlama görevini vermemiştir. Politik amaçlarına dayanak arayanlar benzer raporlar yazdırmış, altını yandaşlarına, hatta soykırımı iddiasının doğru olduğuna samimiyetle inananlara imza etirmiş olabilirler. Ama Fransız Parlamentosunun resmen böyle bir rapor yazdırmadığı gerçeği değişmez. Bazı Fransız parlamenterler, karşı görüşü savunan Fransız tarihçileri ve bilim adamlarının görüşlerini bu rapora almamışilardır. Bu konuda farklı görüşler bulunduğu göz önüne alındığında, tamamen karşı yönde başka bir rapor yazdırarak altına imza toplamanın mümkün bulunduğunu bu alanda tecrübesi olan politikacılar bilir. Başka bir anlatımla, siyasal kararlarına bilimsel dayanak bulmak isteyenlerin, kendi görüşlerini destekleyecek yönde belge yazdırdıkları ve karşıt görüşlere hiç yer verdirmedikleri bilinir. İsviçre Mahkemesi de bunu yapmıştır.
e) Avrupa Parlamentosunun kararı
İsviçre Mahkemesi soykırımı savının gerekçesi olarak Avrupa Parlamentosunun bu alandaki kararını gerekçesine almıştır.
Avrupa Parlamentosunun Vandemeulebroucke adlı, raporunu yazdığı tarihte aşırı Flaman milliyetçisi Flaman Bloku partisine mensup bir Belçikalı parlamentere yazdırdığı rapor, 1994 yılında Avrupa Parlamentosunun İtalyan M. Formigoni başkanlığında toplanan Siyasi Komitesinde iki kez oylanmış, iki kez reddedilmiştir. Bu satırların yazarı, o oturumun zabıtlarını sesli kayıtlarını dinlemiştir. Bu şekilde reddedilen rapor gündeme bir daha gelemezdi. Ancak, iç tüzüğe göre bir daha gündeme getirilmemesi gereken bu rapor, Parlamento iç tüzüğü açıkça çiğnenerek, bir sonraki dönemin Siyasi Komite Başkanı M. Ercini (İtalyan) başkanlığında toplanan yeni Siyasi Komiteye yaklaşık bir yıl sonra paraşütle indirilmiştir. Rapor orada yeniden görüşülürken, rapora bağlı karar taslağında soykırımına yapılan tüm atıflar Avrupa Parlamentosu Siyasi Komitesinde yapılan oylamalar sonucunda karar metninden çıkarılmıştır. O dönemde başta Le Monde olmak üzere pek çok Fransız gazetesi de bu gelişmeye yer vermiştir.
Rapor daha sonra Avrupa Parlamentosu Genel Kuruluna getirilmiş, orada bazı terorist eylemcilerin uyguladığı tehdit ve korkutma kampanyası nedeniyle çok sayıda parlamenter oturuma girememiş, Alman parlamenter Wedekind (CDU) Avrupa Parlamentosu koridorlarında bazı şahıslar tarafından açıkça tehdit edildiğini Parlamento kürsüsünden beyan etmiş, bu şartlarda sağlıklı görüşme yapılamayacağını vurgulamıştır. Ancak tezgahlanan siyasal oyun sürdürülmüş, AP Genel Kurulu yaklaşık üçte bir katılımın bulunduğu bir oturumda, raporu ve buna bağlı karar tasarısını soykırımı sözcüğünü yeniden yazdırarak kabul etmiş, böylelikle “Türkiye’yi kırbaçlama[8]” işlevini sürdürmüştür. O toplantıların sesli zabıtları da bu satırların yazarının arşivinde bulunuyor. İsviçre Federal Mahkemesi yargıçlarının referans yaptıkları kararın iç yüzü i budur.
f) Avrupa Birliği Adalet Divanının Avrupa Parlamentosunun Haziran 1987 tarihli kararı konusundaki içtihadı
Avrupa Toplulukları (Avrupa Birliği) Konseyi Avrupa Parlamentosunun Parlamentonun bu kararını dikkate alıp uygulamayınca, bazı Ermeni örgütleri bu durumu Avrupa Birliğinin Lüksemburg’daki Avrupa Adalet Mahkemesine taşımışlardır. AB Adalet Divanı, Avrupa Parlamentosunun kararını Lüksemburg Mahkemesine götüren ve Türkiye’nin Avrupa 1915 olaylarını soykırımı olarak tanımadan Türkiye ile üyelik görüşmesine başlanılmasının Avrupa Birliği mevzuatına aykırı olduğunu ileri sürerek tazminat talebinde bulunan Gregoire Kirkorian ve Suzanne Krikorian ile Marsilya’daki Euro Arménien derneğinin bu talebini 17 Aralık 2003 tarihinde hiç bir dayanağı bulunmadığı gerekçesiyle reddetmiş, buna yapılan temyiz başvurusunu da 24 Ekim 2004 tarihinde geri çevirmiştir. Böylece Avrupa Parlamentosu kararının siyasal nitelik taşıdığı, hukuki bir yaptırımı ve geçerliliği bulunmadığı hukuken tescil olunmuştur[9].
İsviçre Mahkemesinin, Avrupa Adalet Divanının bu kararına rağmen, Avrupa Parlamentosunun siyasal nitelikli kararına referans yapmağa devam etmesi, ne kadar yanlı ve keyfi olduğunun bir başka göstergesidir.
g) Bazı devletlerin 1915 olaylarının soykırımı sayılamayacağı konusundaki görüşleri hakkında İsviçre Mahkemesinin yorumu
İsviçre Federal Mahkemesi bazı ülkelerin Ermeni soykırımını tanımaması aşağıdaki sözlerle küçümsemeyi yeğlemektedir.
“Bazı devletlerin uluslararası düzeyde bir soykırımının varlığını alenen kınamaması ve soykırımının inkarını kınayan bir karara katılmama tercihleri, bu devletlerin sözkonusu tarihsel olayların nasıl nitelendirilmesi gerektiğine ilişkin kanaatlerinden bağımsız siyasal mülahazalara tâbi olabilir ve bu konuda özellikle bilim aleminde mevcut konsensüsün tartışmaya açılması bakımından yeterli bir neden oluşturmaz.“
Böylece,İsviçreli yargıçlar bakımından,örneğin, halen İsrail Devlet Başkanı olan Şimon Perez’in 1915 olaylarının soykırımı sayılamayacağı konusunda, Dışişleri Bakanı iken verdiği demecin hiç bir önemi yoktur. Bunlar siyasal mülahazalarla söylenmiş sözlerdir.
Birleşik Krallık Hükumeti sözcülerinin, aşağıda dipnotta ayrtıntısı verilen “1915 olaylarının soykırımı sayılması için gereken unsurlar oluşmamıştır” şeklindeki beyanının; ayrıca İngiliz Lordlar Kamarasında Lord Avebury’nin ,” hangi İngiliz tarihçilerin 1915-1916 yıllarında Osmanlı İmparatorluğundaki olayların soykırımı olarak nitelenemeyeceği konusunda görüş verdikleri” sorusuna Hükumetin Parlamento Müsteşarı Lord Triesmann verdiği ” İngiliz Hükumetinin Bryce ve Toynbe’nin Mavi kitabundan başlayarak Malcolm Yapp gibi tarihçilerin çalışmalarından ve tarihi kaynaklardan haberdar olduğunu, tarihçilerin o tarihte tam olarak neyin vuku bulduğunu konusunda birbirlerinin görüşünü sorguladıklarını bildirmesi, şimdi o olaylar konusunda tüm gerçeğin gün ışığına çıkarılmasının önemli olduğunun ve Ermenistan ile Türkiye’nin geleceğe bakmalarında yarar bulunduğunu” belirtmesi İsviçreli yargıçlara göre, soykırımının varlığını tartışmaya açmaya yetmemektedir. Birinci Dünya Savaşı sonunda Malta’ya götürülen Osmanlı yöneticilerinin aleyhlerinde hiç bir delil bulunamaması gerekçesiyle dava edilemeden serbest bırakılmaları da İsviçre Mahkemesine göre bir hukuki değer taşımamaktadır.[10]
h)Mahkeme İsviçre Hükumetinin soykırımını tanımayan tutumunu da tahrif etmektedir.
İFM İsviçre Hükûmetinin Türkiye ile ilişkileri nedeni ile ihtiyatlı bir tavır takındığını belirtmekte ve aslında soykırımı savını onayladığını dolaylı olarak şu sözlerle ileri sürmektedir:
“İsviçre Hükumetinin, Türkiye ilişkileri nedeniyle (soykırımı iddialarının) meselenin bir tarihçiler komisyonuna havalesi düşüncesi soykırımını kabulü ile çelişki oluşturmaz.”
” Federal Konseyin bu yaklaşımının nedeni, Türkiye’yi geçmişi hakkında kollektif bir hafıza çalışması yapmaya yönlendirmektir”.
İsviçreli yargıçlar, böylece “uygar İsviçre’nin belleği silik Türk halkının hafızasını yerine getirme ve onu uygarlaştırma” misyonuna soyunduğunu yukardan aşağı bakan bir uslupla anlatmağa çalışıyorlar. Mahkemenin. “konunun bir Tarihçiler Komisyona havale edilmesi İsviçre Hükûmetinin kabulü ile çelişkili sayılmaz” görüşü, aynı zamanda mahkeme kararındaki önemli bir çelişkiye de işaret ediyor. Mahkeme, “Tarihçiler Komisyonunun varacağı sonuçların, İsviçre Hükumetinin (açıklamamamış olsa bile) soykırımını tanıma kararını” değiştirmeyeceğini söylemek istiyor. İsviçreli yargıçların adealetten ne kadar uzakta bulunduklarının bir başka kanıtı da bu : Zira, İsviçre Hükumetinin böyle bir tanıma kararı yok. Üstelik İsviçre Hükumetinin sözcüsü olan Bakan, İsviçre Parlamentosunda Ermeni soykırımının tanınmasını talep eden iki öneriye karşı oy verilmesini Parlamentoda resmen talep etmişti. Bu konudaki önergeler oylama ile reddedilmişti
4) İsviçre yargısı soykırımı suçunun işlendiği konusunda bir yargı kararına gerek bulunmadığını belirterek, İsviçre’nin Taraf olduğu 1948 Soykırımı Sözleşmesinin hükümlerinin dışına çıkmıştır.
İsviçre Federal Mahkemesi İsviçre’nin de Taraf olduğu ve mevzuatının ayrılmaz bir parçasını oluşturan 1948 Soykırımının Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi kurallarını nazarı itibara almadığını şu sözlerle dolaylı olarak itiraf ediyor : “Polis Mahkemesi ve Bölge İstinaf Mahkemesi temyiz eden tarafın tarihsel ve hukuksal bir tartışma açmaya yönelik yaklaşımına katılmayı haklı olarak reddetmişlerdir” (İ.F.M. Kararı: 4.6.)
Ancak, hukuksal bir kavram olan soykırımı, hukuk dışında hangi çerçevede ele alınacaktır?
Davalı -1915 olaylarına hukuken soykırımı denilemez- görüşünü nasıl savunabilecektir? Soykırımı suçunun varlığını saptayacak makam yetkili mahkeme değil midir ? “Bu konuda İsviçre toplumunda ve onun da dışında geniş mütabakat var” denilerek hukukun üstünlüğü ilkesi çiğnenebilir mi ? Hukukun öngördüğü çerçeve dışına çıkılabilir mi? İsviçre’de çıkılabiliyor.
5) İsviçre Federal Mahkemesinin kararının dayandığı mantık
IFM’ne göre “Perinçek’in soykırımının suçunun varlığının bir mahkeme (IMF Soykırımı Sözleşmesinin yetkili mahkeme konusundaki açık hükmüne rağmen buna uzman komisyonlarını da katmış) kararına dayanmadığı görüşü ….bir değer taşımamaktadır“. “Lozan Polis Mahkemesinin yapması gereken ve yaptığı, İsviçre’de Ermeni soykırımına ilişkin tarihsel görüşün artık tartışma konusu yapılmamasını sağlayacak yeterli mutabakatın olup olmadığını tesbittir.” Ancak İsviçre Mahkemesi var olduğunu ileri sürdüğü mutabakata katılmayanların görüşlerini tek kalemde yok saymıştır. Örneğin savunma tanığı olarak Mahkemede görüş bildirenlerin söylediklerini de karşı görüş saymamaktadır. Mahkeme yargıcının savunma tanıklarından bir kısmına, oraya Türk Hükumeti tarafından mı gönderildiklerini sormuş bulunması, bu alandaki önyargıyı gösterir. Ne var ki bu ifadeler mahkeme zabıtlarına da alınmamıştır.
6) 1915 olaylarının soykırımı olduğu iddiası tartışılamayacak bir tarihi gerçek mi?
İsviçreli yargıçlar, 1915 döneminde Osmanlı Ermenilerinin diğer Osmanlı yurttaşları yanında yaşadıkları büyük trajedinin soykırımı olduğunun tartışılamayacak bir tarihi gerçek sayıldığı hakkında İsviçre’de ve uluslararası alanda bir konsensüs bulunduğunu ileri sürmüşlerdir. Ancak, yargıçlar karşı görüşlerin varlığını da bildiklerinden, ihtiyatı elden bırakmayarak, “konsensüsün ittifak anlamına gelmediğini“ karara yazmışlardır. ( IFM Madde 4.4.) Böylece, yargıçlar, sözde “konsensüse” (uzlaşma yoluyla mutabakat) katılmayanların görüş ve yayınlarını kayda değmez saymış oluyorlar. İsviçreli yargıçların yaklaşımının ardındaki neden ırk ve din ayrımcılığı sayılabilir.
Mahkemenin değindiği “konsensüs” kavramına gelince: “konsensüs” daha ziyade siyasal ağırlığı bulunan bir terimdir. Bir konuda farklı veya karşı görüş sahibi olanlar, görüş ve iradelerini açıkça belirtmeye devam ederlerse, konsensüsten söz edilemez. Bunun yerine, “bir grubun (belki çoğunluğun) belirli bir şekilde düşündüğü, ancak farklı görüşler bulunduğu ve konunun tartışmalı olduğunun” söylenmesi daha dürüst bir anlatım olurdu. Bilim dünyasında ise konsensüs kavramı kullanılmaz. Bilimsel sonuçlar değişime, ilerlemeye açıktır. Aksi kanıtlanıncaya kadar geçerli olabilir. Tarih bilimi de böyledir ve tarihsel değerlendirmeler, çoğu kez bu değerlendirmeyi yapanların çizdikleri çerçeveye göre değişebilir. Bilimsel konularda – tarih bilimi dahil- karşı görüşler varsa konunun tartışılmakta olduğu söylenir ve dogma oluşturularak başkalarına dayatılmaz.
1915 olayları konusunda Türkiye’de ve başka ülkelerde hararetli tartışmalar devam etmektedir ve bu tartışma henüz bir sonuca ulaşmış değildir. Oluşturulacak kanıya dayanak alınması ve “inkârdan korunması” gereken bir Nürnberg Mahkemesi kararı yoktur[11].
Halen sözde “Ermeni soykırımının” inakârını ya da kabaca küçümsenmesini suç sayan bir ulusal yasa bulunmamaktadır. İsviçre Ceza Yasası da Ermeni soykırımına doğrudan atıfta bulunmuyor. Herhangi “bir soykırımının” inkârını suç sayan bir çerçeve çiziyor. Ancak, bir eylemin soykırımı suçu sayılması için bunun bir meşru dayanağının bulunması gerekir. Konu ceza hukuku olunca, suçun işlendiği hakkında yetkili yargı organının bir kararının olması lazındır. Bir ülke kamu oyunun bir bölümünün o olayı suç ya da soykırımı olarak değerlendirmesi, suçun hukuken oluşması bakımından yeterli değildir.
İşin ilgi çekici yanı,İsviçre Mahkemesi bu konuda yasa koyucudan da destek alamadığını da açıklamıştır. İsviçre Parlamentosunun iki kanadı birden 1915 olaylarını soykırımı olarak niteleyen bir kararı onaylamamıştır. İsviçre Hükumeti ise Ermeni soykırımını kabul eden bir karar almamıştır. Aksine Ermeni soykırımının kabulünü Parlamentoya öneren iki teklifin reddi Hükumet sözcüsü tarafından resmen Parlamewntodan istenmiş, yapılan oylamada her iki teklif te reddedilmiştir. Ayrıca, İsviçre Federal Mahklemesi kararının 3.4.2 maddesinin ikinci paragrafında İsviçre Ceza Yasasının 241bis, 4.fıkra maddesinin İsviçre Parlamentosunda ele alınması konusunda şunlar yazılıdır: ” Yasa metninin bazı unsurlarının parlamenterler tarafından uzun uzadıya tartışılmış olmasına karşın, bu bağlamda 1915 olaylarnın nitelenmesi hiç müzakere konusu olmadığını belirtmek gerekir. 241.bis. 4 fıkra ile ilgili Almanca metin aşırı ölçüde sınırlayıcı bir yoruma imkan tanımadığı için, sonuç itibariyle, metnin Fransızca versiyonunun kabulünün gerekçesi olarak sadece iki konuşmacı tarafından öne sürülmüştür”.
7) 1915 olaylarının soykırımı sayılamayacağı konusundaki karşı görüşler
1915 olaylarının soykırımı sayılamayacağını sadece Doğu Perinçek değil, çok tanınmış ve uluslararası üne sahip tarihçiler, yazarlar ve düşünürler de belirtiyor. Bunlardan bir kaç tanesini adını anmak gerekirse, Bernard Lewis, Stanford Shaw, David Fromkin, Justin Mc. Carthy, Guenther Lewy, Norman Stone, Kamuran Gürün, Michael Gunther, Gilles Veinstein, Andrew Mango, Stephane Yerasimos, Roderic Davidson, Paul Dumont &François Georgeon J.C. Hurwitz, William Botkay, Edward J. Erickson ve Steven Katz, Alfred Moser, Georges de Maleville, Heath Lowry ve ABD’de gazeteye ilan vererek karşı görüşlerini açıklayan 30 bilim adamı sayılabilir. Bu listeye daha yüzlerce isim eklemek mümkündür.
Öte yandan, davalı Doğu Perinçek, Lozan Polis Mahkemesine 90 kilo ağırlığında karşı görüş içeren belge ve kitap sunmuştur. Bunlar Mahkeme tarafından “ tarih yazma cezai otoriteye düşen bir görev değildir“[12] gerekçesiyle dikkate alınmamıştır.
Bu incelemede kitap ve beyanlarına atıfta bulunduğumuz kişiler trajik 1915 olaylarının soykırımı olarak nitelenemeyeceği kanısındadırlar ve bunun nedenlerini gerekçeleri ile açıklıyorlar; böylece İsviçreli yargıçların var olduğunu ileri sürdüğü “İsviçre’de genel kabul gören tarihsel olgu” nitelemesine katılmıyorlar. 1915 olaylarının soykırımı niteliğini taşıdığı iddiası, uluslararası camiada olduğu gibi Türkiye’de de ayrıntılı bir şekilde tartışılmaktadır. Bununla birlikte, biz, karşı görüşü savunanların bulunduğu da yadsımamaktayız. Bu durumda yapılması gereken gerçekleri birlikte araştırmak ve uzlaşma çözümleri üretmektir. Bu araştırmaların -İsviçre Mahkemeleri gibi taraflarca- kimi dogmaları korumak için dondurulması uzlaşmaya katkıda bulunulmaz.
Mahkeme bu alanda yargı kararına değil, var olduğunu ileri sürdüğü soyut konsensüse dayanmak istemekte ,bu konudaki karşı görüş sahiplerinin ağızları tıkaçla kapatılmasını önermekte, böylece tarih araştırmalarını da dondurmaktadır. Mahkeme şöyle diyor: “Bu konuda Mahkemenin Doğu Perinçek’in talep etiği ek incelemeyi yapmasına gerek yoktur.” “Kanton Mahkemesi keyfî davranmamıştır; Mahkeme yukarıda sözü edilen mutabakatın (İsviçre toplumundaki genel kanı) var olup olmadığını tesbitle yetinmek durumundadır.” Mahkemeye göre, “Doğu Perinçek (avukatı) hem soykırımının varlığını tanımayan devletler olduğunu ileri sürmüş, hem de “şurada-burada” ( Mahkeme bu ifadeleri sanığın görüşlerini küçümsemek için kullanıyor) bazı tarihçilerin soykırımı konusundaki görüş birliğini bozduğu görüşünü” savunmuştur. Kanton Mahkemesine göre, “bu bir iddiadan öteye geçememiş, Perinçek mutabakatın bulunmadığını kanıtlayacak hiç bir sahih unsuru ortaya koyamamıştır”[13] “Perinçek, 1915 olaylarının soykırımı olarak nitelendirilmesi konusunda genel ve özellikle bilimsel bir mutabakat bulunduğu saptamasının keyfî olduğunu gösterememiştir“[14] “İsviçre Federal Konseyinin Ermeni soykırımını tanımayı resmi bir açlıklama ile müteaddit defalar reddetmiş bulunmasından … soykırımının iddiasının keyfî olduğu sonucu çıkarılamaz“[15]
8) Doğu Perinçek’in bilerek ve isteyerek suç işlediği iddiası tutarsızdır.
İsviçre Mahkemesi “Doğu Perinçek’in bir soykırımının inkarını cezalandıran hükmün varlığını bilmekte olduğunu, günün birinde tarafsız bir komisyon Ermeni soykırımının filhakika gerçekleştiğini belirtecek olsa bile, hiç bir zaman tutumunu değiştirmeyeceğini açıkladığını; Ermeni soykırımını uluslararası bir yalan olarak tanımlarken ve 1915 olaylarının soykırım olarak nitelendirilmesini açıkça inkar ederken, İsviçre’de cezaya çarptırılabileceğini bildiğini”[16] iddia ediyor.Bu konuda gerçek nedir?
a) Daha önce Bern Laupen Mahkemesi tarafından verilmiş olan beraat kararı nedeniyle Doğu Perinçek, Ermenilere soykırımı yapıldığı savını yadsıması halinde İsviçre’de mahkum edileceğini bilemezdi.
Doğu Perinçek Ermeni soykırımını yadsıma gerekçesiyle hakkında dava açılan 18 kişilik bir grup Türk vatandaşının daha önceki yıllarda Bern Kantonu Bern-Laupen Mahkemesi tarafından suçsuz bulunduğunu ve bu beraat kararının Federal Mahkeme tarafından onaylandığını bilmekteydi. Aynı Devletin mahkemelerinin benzer konularda birbiri ile tamamen çelişen kararlar verebileceklerini tahmin edemezdi.
b) Doğu Perinçek İsviçre Adalet Bakanının İCK 261 bis 4 maddesi konusunda Türkiye’yi ziyaretinde ileri sürdüğü görüşleri önemsemek durumundaydı
Doğu Perinçek, Türkiye’yi ziyaret eden İsviçre Hükûmetinin Adalet Bakanının – düşünceyi ifade özgürlüğünü sınırlaması nedeniyle- İsviçre Ceza Kanunun 261/bis.4 maddesinin karşısında olduğunu ve bunun değiştirilmesi konusunun Hükumette görüşüldüğünü açıkladığını [17] bilmekteydi. Genelde Bakan düzeyinde yapılan açıklamalar, hele bunlar yabancı ülkede yapılırsa, hükumetin belirli bir konudaki tutumu konusunda ziyaret edilen ülkeye yönelik bir mesaj ve ciddi bir işaret sayılır. Bu nedenle Doğu Perinçek’in bu konuda İsviçre Hükumetinin anılan maddeyi değiştirme konusundaki niyetinin ciddi olmasını düşünmesi doğaldır.
c) Tarafsız Komisyon kurulması ve bunun soykırımı konusunda karar vermesi görüşünün hukuksal niteliği
Mahkeme, Doğu Perinçek’in “tarafsız bir komisyonun belirteceği görüşe itibar etmeyeceği” beyanının gerekçesini incelememiştir. Oysa, bu gerekçe hukukî nitekiktedir ve “Tarafsız komisyon” teriminin hukuksal bir kavram olmadığı temeline dayanır. Tarafsızlık görecedir. “Soykırımı” ise hukuksal bir kavramdır. Soykırımı Sözleşmesi, soykırımı suçunun varlığını saptama konusunda yetkili olan mahkemeyi belirlemiştir.
Gerçi, ulusal ve uluslararası hukuk, mahkeme yanında “hakem komisyonu” ” tahkim” gibi kurumlar kurulabileceğini öngörmüştür. Hatta Lahey’de bir Uluslararası Tahkim Mahkemesi vardır. Ancak, tahkim hukuksal bir uyuşmazlığın çözümüne yönelik bir süreçtir. Soykırımı suçunun işlenip işlenmediği ise ulusal ve uluslararası ceza hukukunun konusudur. Sözleşmede de açıkça belirtildiği gibi kişinin sorumluluğuna yöneliktir. Soykırımı suçunu “kişi” işler. Soykırımı suçu işlenmesi durumunda devletin sorumluluğu da doğabilir. Sözleşme bu konuda Uluslararası Adalet Divanı’nı yetkili kılmıştır.
Bir uyuşmazlık hakkında hakeme başvurmayı kabul edenler, hakem heyeti seçimini yapmak için uluslararası geçerliliği bulunan yöntemleri uygularlar. Taraflar eşit sayıda kendi hakemlerini seçerler. Bunlar “tarafsız” değildir. Taraflarca kendi görüşlerini anlatmak ve savunmak için seçilirler. Bu hakemler ya aralarında anlaşarak bir başka kişiyi başkan olarak seçerler; ya da taraflar sonuncu üyenin seçimi konusunda aralarında anlaşamazlarsa, son hakemi örneğin Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri seçer. Tahkime gidilmesi konusunda uyuşma sağlanırsa, tarafların, hakemler tarafından yanıtlanacak sorular üzerinde anlaşması gerekir. Buna “tahkimname” denir. Özellikle politik yanları bulunan konularda, tahkimname konusunda uzlaşmaya varılması son derecede zordur. Öte yandan, hakem heyetine sorulacak sorular dışardan dayatılamaz.
1915 olaylarının soykırımsal niteliğine ilişkin dogmalarının zedelenmesinden korkanlar ve onları ırkçı-dinci-siyasal nedenlerle destekleyenler, değil hakeme başvurmayı, karşı görüşü savunanlarla aynı toplantıya katılıp görüş ya da belge değiş tokuşunu bile reddediyorlar; farklı görüşlerin akademik ortamda dile getirilmesini engellemeye çalışıyorlar[18].
Doğu Perinçek, 1915 Ermeni trajedisinin soykırımı olarak nitelenebilmesi için, Holokost’ta olduğu gibi yetkili bir mahkemenin konuyu inceleyerek karar vermesi gerektiği kanısındadır. Sözleşmede öngörülen mahkemenin yerini tarafsız bir komisyonun alamayacağı görüşünü savunmaktadır. İtiraz ettiği, bir komisyonun yargı yerine geçerek hüküm vermesi ve varacağı sonucun reddedilmemesinin peşinen ön koşul olarak farklı düşünen bireylerden istenmesi, böylece düşünceye ambargo konulmasıdır. Doğu Perinçek, tahkime başvuran taraf değildir; “bağımsız komisyonun” vereceği karar konusundaki duraksamasını bu nedenlerle açıklamış, ancak, görüşünün yukarıda sayılan gerekçelerini Mahkemeye anlatmasına bile müsaade edilmemiştir.
IFM kararının 5.1. maddesinde, Doğu Perinçek’in tutumunu hukuksal çerçevesinin tamamen dışında mütalaa edilmiş ve “sözde yazar -tarihçi Doğu Periçek’in ırk ayrımcılığından kaynaklanan“[19]; ” ırkçı ve milliyetçi saiklere dayanan“[20]; ” içsel iradesinin“[21] sonucu olduğu ileri sürülmüştür
9) Musevi soykırımı ile 1915 olayları arasında paralellik kurma çabası
İsviçreli yargıçlar, farklı veya aykırı görüşler bulunmasının tarihsel gerçeklerin varlığını değiştirmeyeceğini belirterek, 1915 olayları ile Musevi Soykırımı olan Holokost ile paralellik oluşturmak istemişlerdir .
Pek çok hukukçunun, siyasetçinin ve bilim adamının da belirttiği gibi, 1915 trajedisi ile Holokost arasında parallelik kurulamaz. Yargıçların herşeyden önce kendilerine şu soruyu sormaları gerekirdi :
“Almanya’da, Avusturya’da veya Musevi soykırımına eylemleriyle -veya sadece seyirci kalarak ve gelişmelerden parasal çıkar sağlayarak- yardımcı olan diğer ülkelerde yaşayan Museviler, yurttaşı oldukları ülkeye karşı silaha sarılarak ayaklandılar mı? Oralarda ayrı bir Musevi devleti kurmak istediler mi?” Bu soruların yanıtı bellidir: Hayır. “Yoksa sırf Musevi oldukları için mi gaz odalarında öldürüldüler?” Bu sorunun yanııtı da açıktır: Evet
“1915 olaylarının soykırımı veya insanlığa karşı suç olduğu konusunda Nürnberg Mahkemesi veya ulusal mahkemelerde alınan kararlara benzer mahkeme kararları var mı?” . Bu sorunun yanıtı çok açıktır : Hayır
Holokost ile 1915 olayları arasındaki fark nedir?
1915 olayları hakkında, Holokost konusunda olduğu gibi yetkili uluslararası mahkeme veya yetkili ulusal mahkeme tarafından alınmış bir yargı kararı yoktur.
Ermeni soykırımını yadsıyan kişilerin, – Holokost’u inkâr eden ve böylece Musevi düşmanlığını güçlendiren kişiler gibi- Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin değerlerini çiğnedikleri söylenemez. Zira, İsviçre Mahkemesi görmek-duymak istemese bile tarihçilerin, sosyal bilimcilerin ve siyasetçilerin 1915 olaylarının niteliği konusundaki tartışma ve araştırmaları sürmektedir. Pek çok araştırmacı, yazar, tarihçi veya Hükumet sözcüsü konunun açıklığa kavuşmamış olduğunun ve tartışmanın sürdüğünün altını çizmektedir.
Örneğin, Avrupa Birliği Komisyonu sözcüsü 13 Ekim 2006 tarihinde. “olaylarla ilgili bazı temel yönler, akademik toplumun üyeleri arasında olduğu gibi uluslararası camia ve Türkiye arasında halen tartışılmaktadır” şeklinde beyanda bulunmuştu.
Bu nedenle, kişileri bu konuda kimi ülkelerde var olduğu ileri sürülen ancak yetkili mahkeme kararına dayanmayan sübjektif bir kanıyı paylaşmadıkları gerekçesiyle yargılamak haksızlıktır.
10) 90 yıl önce ulusal yargı tarafından cezalandırılmış olan eylemlerin hukuki niteliğinin değiştirilmesi hukukun temel ilkelerinin çiğnenmesi anlamına gelir.
Türk ve yabancı kaynaklar Osmanlı Ermenilerinin tarihte pek çok kez Müslüman Osmanlılara saldırdıklarını, hatta bu saldırıların bir kısmını devletin tenkil eylemlerini tetiklemek için başlattıklarını, bu şekilde yabancı güçlerin müdahelesini harekete geçirmek istediklerini kanıtlamaktadır. Bu konuya değinen binlerce belge
ve yüzlerce ciddi tarihsel araştırma ve tanıklık var [22].
Bunun yanında, Osmanlı vatandaşı kimi görevliler ile bazı Osmanlı vatandaşlarının Osmanlı Ermenilerine karşı -yürürlükteki Osmanlı yasalarına göre- suç oluşturan bazı eylemler yaptıkları da yadsınmamaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Arşivler Genel Müdürü Yusuf SARINAY yayımladığı çok sayıda makalede Osmanlı Devletinin, Osmanlı yasalarına göre suç işleyenleri kovuşturma ve cezalandırma görevini yerine getirdiğini açıklamıştır[23]. Bu bağlamda, 30 Eylül 1915 tarihinde Soruşturma Komisyonları kurulmasına karar verilmiştir. 1915-1916 yıllarında Osmanlı Ermenilerine karşı Osmanlı yasalarına göre suç işleyenlerden 1673 kişi yargılanmıştır. Bunlar arasında binbaşı, yüzbaşı, üsteğmen, teğmen, jandarma bölük komutanı rütbesinde subaylar, polis komiseri, nahiye müdürü, tahsildar, kaymakam, belediye başkanı, katip, sevk memuru, mal müdürü, tapu memuru, muhtar, telgraf müdürü, nufus memuru, başkatip, Terk Edilmiş Mallar Komisyonu Başkanı gibi 170 kamu görevlisi vardır. Gerisi, çapulcu, çete üyesi veya halk arasından gelen vatandaştır. 1916 yılı ortalarında sona eren yargılamalar sonucunda 67 idam, 524 hapis, 272 beraat ve yargılamanın reddi kararı verilmiştir. 69 kişi sürgün, pranga, para ve kürek cezasına çarptırılmıştır . Bu yargılamalar, pek çok başka yayında sözü edilen[24] ve Birinci Dünya Savaşı sonrasında Istanbul ile ülkenin başka yerleri işgal altında iken 1919 yılında yapılan yargılamalardan ayrıdır.
Şimdi aradan 93 yıl geçtikten sonra, 1916 yılındaki cezalandırmaların suç niteliğinin res’en değiştirilerek, yeniden yargılama yapılmadan, işlenen o suçların ceza yasasında yazılı olan suç değil de o tarihte Osmanlı yasalarında ve devletler hukukunda öngörülmeyen soykırımı suçu olduğunun Türk devleti, yargısı, halkı ve uluslararası adalet tarafından kabul edilmesi istenmektedir
Orta çağı yeniden yaşamak istemeyen ülkelerin yargılarının ve yurttaşlarının geriye doğru yürürlük kazandırılacak bir hukuk dışı işlemi kabul etmeleri beklenemez. Ayrıca Nulle crimen sine lege “yasayla belirlenmeyen suç olmaz” “Nulla poena sine lege” “Yasa bulunmadan cezalandırma olmaz” hukuk ilkesi sadece İsviçre’de değil Türkiye’de de geçerlidir, ayrıca Uluslararası Ceza Mahkemesini kuran Roma Statüsünde de yer almaktadır. İsviçre yargısının bu ilkeyi yok sayması da kabul edilemez bir davranıştır.
11) Da ile davacı İsviçre yargı ovalıtoritesi arasındaki temel fark soykırımı sözcüğünde düğümlenmiştir.
Davalıyı savunan avukat Moreillon’un temyiz dilekçesinde Doğu Perinçek’in yadsıdığı terimin “soykırımı” olduğunu şu ifadelerle açıklıyor: “Doğu Perincek olayların soykırımı olarak nitelenmesini yadsımaktadır; hiç bir zaman sürgünlerin, katliamın, diğer suçların, hatta insanlığa karşı suçların varlığını inkar etmemiştir. Bu nedenle İsviçre Ceza Yasasının 261 bis 4. maddesine karşı bir eylemin ona yüklenmesinin nedeni anlaşılamamaktadır.” (Temyiz dilekçesi: Para. 64)
Bu durumda davacı ile sanık arasındaki temel farkın 1915 döneminde yaşanan olayların “soykırımı” olup olmadığına, yani suçun adına ve niteliğine odaklandığı ortaya çıkıyor. Bir suçtan sözedildiğine göre konunun ulusal veya uluslararası ceza hukuku alanına girdiği herhalde yadsınamaz. 1915 trajedisi soykırımı mıdır? İnsanlığa karşı suç mudur? Osmanlı ceza kanununda kayıtlı suçlara mı uyar? Karşılıklı katliam mıdır? Savaş suçu mudur? Bütün bunlar farklı suçlardır. Örneğin soykırımında aranan özel kasıt (dolus specialis), Uluslararası Ceza Divanını oluşturan Roma Statüsünde yer alan insanlığa karşı suç unsurları arasında yer almamaktadır. Soykırımı Sözleşmesi 1948 yılında kaleme alınırken, koruma altına alınması oylanarak reddedilen “siyasal gruplar” (bunların arasına ayaklanan gruplar da girmekte) Uluslararası Ceza Mahkemesinin kuruluşuna ilişkin Roma Statüsünde öngörülen insanlığa karşı suçlar çerçevesinde bulunmaktadır. İsviçre yargısı bu önemli hukuksal fark ve ayrıntıları yok saymıştır.
Ancak, İsviçre Mahkemesi bu alanda haksız olmadığını kanıtlamak için bir yedek gerekçe de oluşturmak istemiştir. İFM kararının 7. paragrafında şunlar yazılıdır: “Bu durumda,Temyiz eden davalının ( Doğu Perinçek) katliamların ve (sürgünün) tehcirin varlığını inkar etmediğini kaydetmek gerekir. Bu suçları da -ihtiyatlı bir şekilde yaklaşılsa bile- insanlığa karşı suçlar dışında nitelemek mümkün değildir .Oysa bu suçları, savaş hukuku adına veya sözde güvenlik nedenleriyle dahi olsa haklı göstermek, İsviçre Ceza Yasasının 261 bis 4 hükmü çerçevesine girer ki, bu açıdan mütalaa edilse bile ve bu olayların soykırımı şeklinde nitelendirilmesinden bağımsız olarak, temyiz edenin (Perinçek’in) Ceza yasasının 261 bis, fıkra 4 maddesinin uygulanması suretiyle mahkum edilmesi sonuçları bakımından keyfi gözükmemektedir ve federal hukukun ihlalini oluşturmaz“.
Kanımızca İsviçre Federal Mahkemesi kararının en ilgi çekici cümlelerinden biridir bu. Mahkeme Perinçek’in katliamın ve zorunlu göç ettirme eyleminin varlığını inkar etmediğini belirtiyor; Doğu Perinçek’in yadsıdığı hususun 1915 olaylarının soykırımı olarak nitelendirilmesi olduğunu da vurguluyor. Perinçek’in görüşü Soykırımı Sözleşmesini temel kabul eden ve hukuksal dayanağı olan bir mütalaadır. Doğu Perinçek, Mahkeme tarafından da bilindiği gibi hukuk doktorudur. Hakkındaki dava Uluslararası Ceza Divanının oluşturan Roma Statüsünde ayrı bir suç olarak yer alan “insanlığa karşı suçu veya savaş suçunu inkardan” değil, soykırımını yadsıdığı için açılmıştır. O dönemde Nisan 1915 Van katliamı dahil olmak üzere karşılıklı pek çok insanlık dışı eylem yapılmıştı [25] ,[26]. Konuyla ilgili olarak yapılan tüm tarafsız incelemeler, o dönemdeki trajik olaylardan Osmanlı Ermenileri yanında Müslüman Osmanlı yurttaşlarının da çok büyük kayıplar verdiğini gösteriyor [27].
Doğu Perinçek’in temel itirazı, 1915 olaylarına ırkçı ve dinci ayrımcılık yapılarak yaklaşılması, taraflardan birinin kayıplarından üzüntü ile söz edilir ve bu kayıpların sorumluları kınanırken, diğer tarafın kayıplarının yok sayılması ve bunların sorumlularından söz edilmemesidir.
12) Soykırımı kavramı hukuksaldır. Bu nedenle öncelikle soykırımının niteliği ve özel kasıt kavramı (Dolus specialis ) üzerinde durmak, yetkili mahkeme sorununa eğilmek gerekir.
Soykırımı 1948 Soykırımı Sözleşmesinin öngördüğü bir uluslararası suçtur. Bu suçu diğer suçlardan ayıran iki önemli öğe bulunmaktadır. Birincisi dolus specialis denilen “bir gruba mensup insanları sırf o gruba mensup bulundukları gerekçesiyle yok etme konusunda özel kastın bulunmasıdır”. İkincisi , sanığın eyleminde özel kasıt bulunup bulunmadığın yetkili mahkeme tarafından usulüne uygun bir yargılama ile saptanmasıdır.
13) Uluslararası Adalet Divanının Şubat 2007’de verdiği Bosna davası kararı soykırımı hukuku açısından önemli bir içtihat oluştuırmaktadır.
Uluslararası Adalet Divanı, Bosna davasında verdiği kararın 187, 188 ve 189 maddelerinde bu konuya açıklık getirmiştir :
” Soykırımı Sözleşmesinin II maddesi ayrı bir zihinsel öğenin bulunmasının gerektiğini gösteriyor. Bu öğe Sözleşme kapsamında korunan gruba mensup insanları tamamen veya kısmen, sırf o gruba mensubiyetleri nedeniyle yok etme kasdının varlığıdır. Gruba mensup insanların sadece kasden yasa dışı şekilde öldürülmüş bulunduklarını kanıtlamak yeterli değildir. Çok kesin biçimde tanımlanmış olan ek kastın isbatlanması gerekir…. Grup üyelerinin o gruba mensup bulundukları için hedef seçilmiş bulunmaları yeterli değildir; failin ayrımcı bir kastının bulunduğunun saptanması ve isbatı gerekmektedir. Yani daha fazla bir şey istenmektedir….Sırf o gruba mensup bulunmaları nedeniyle, -İngilizcesi: as such- terimi, korunan grubu yok etme kasdının varlığını vurgulamaktadır. Soykırımı, benzer suçlar, özellikle, insanlığa karşı suçlar ve zulümler bağlamında ele alındığında, kasıt öğesinin özelliği ve bunun için gerekli olan özel nitelikler daha belirgin olarak ortaya çıkar….. Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesinin Kupreşkiç davasında belirttiği gibi, ….. zulüm ve ve soykırımı belirli bir gruba mensup insanlara karşı işlenmiş suçlardır. Bu insanlar o gruba mensup bulundukları gerekçesiyle hedef alınmışlardır. Her iki, kategoride de önemli olan ayrımcılık yapma niyetidir; kişilere etnik, ırksal ya da dinsel nitelikleri nedeniyle saldırmaktır bu. Zulüm eyleminde, siyasal bağlantıları nedeniyle saldırmak ta buna dahildir. Zulüm eyleminde , ayrımcılık yapma niyeti katletme dahil, çeşitli insanlık dışı biçimlerde tezahür edebilir; soykırımı durumunda bu niyete, soykırımı kurbanlarının ait oldukları grubu tamamen veya kısmen yok etme kastının refakat etmesi gereklidir. Böylece mens rea açısından bakıldığında, soykırımıının en ağır ve en insanlık dışı zulüm olduğu söylenebilir. Başka bir anlatımla, zulüm, bir grubu tamamen veya kısmen ortadan kaldırma yönelik istençli ve bilinçli aşırı eylemlere tırmandığında, bu zulümlerin soykırımına dönüştüğü söylenebilir.“
Uluslararası Adalet Divanı, Bosna kararının 190. paragrafında etnik temizliğin de her zaman soykırımı anlamına gelmediğini “…bir grubun tamamen veya kısmen bulunduğu yerden atılması kendi başına bir soykırımı sayılmaz” sözleriyle belirtmektedir. Bu eylem, insanlığa karşı suç kavramı çerçevesine girebilir.
Bosna kararının 202-230 maddeleri soykırımı konusunda kanıt konusunu ele almakta, kanıtlama yükümlülüğünün soykırımı iddiasını ileri sürene ait olduğunu belirmekte, kanıt ölçütlerini ve yöntemlerini çok yüksek tutmaktadır.
Bosna Hersek’in, Sırbistan Karadağ’a açtığı ve Sırbistan’ın soykırımı yaptığı iddiasını dile getiren davada da, özel kastı isbatlamaya yönelik kanıtların düzeyi çok yüksek tutulduğundan, Sırbistan, Srebrenicada soykırımını önlememek dışında, soykırımın suçunun işlenmesinden sorumlu tutulmamıştır. Uluslararası Adalet Divanı, 2007 Bosna kararında Bosna olaylarına soykırımı denilmese bile, işlenen cürümlerin başka bir adla mesela insanlığa karşı suç veya savaş suçu olarak nitelendirileceğini kararına yazmıştır. UAD’nin bu kararı, soykırımı suçunun diğer suçlarla karıştırılmaması gerektiğini kanıtlamaktadır.
İsviçre Mahkemesi bu konuda ciddi hukuk hatası yapmış ve Uluslararası Adalet Divanının Bosna kararında aldığı ve hukuki emsal oluşturan kararındaki ölçütleri görmezlikten gelmiştir.
Doğal olarak, -Orta Çağ evresini aşmış ülkelerde- yetkili mahkeme soykırımı zanlısını yargılarken onun savunmasını da dinlemek ve soykırımı suçu konusunda somut deliller ya da karşı deliller olup olmadığını da ele almak zorundadır. Örneğin Eski Yugoslavya Ceza Mahkemesi, Srebrenitsa katliamı zanlılarının savunmalarını dinledikten sonra, bunların suçlarının soykırımı olduğun karar vermişti. İsviçre Mahkemeleri, bu konuda ” bizim saptadığımıza göre, İsviçre’de bir çoğunluk soykırımının tarihsel bir gerçek olduğunu düşünmektedir” diyerek karar vermekte, farklı düşünenlerin gerekçelerini ve sundukları karşı görüşleri ve belgeleri elinin tersi ile itmektedir
13) Hukukla tarih arasındaki ilişki nedir?
Bu konu bizi hukuk ile tarih arasındaki ilişkiyi kısaca de ele almaya yönlendirmiştir. Paris Üniversitesinde Profesör iken geçenlerde ölen Stefan Yerasimos, hukuk ile tarih ilişkisi konusunda şunları söylemişti : “1915 olaylarının soykırımı olduğu iddiası aslında bir hukuk tarih çelişkisi olarak tanımlanabilir. Tartışma bir uluslararası hukuk terimi olması gereken, ancak çeşitli biçimlerede algılanan ve zamanla değişen, hatta yozlaşan soykırımı terimi etrafında dönmektedir. Bu tartışma içinde taraflar tarihi selektif bir biçimde kullanmaktadırlar. Tarih, olayları belli bir neden sonuç ilişkisi içinde anlatan, herkesin hukuki ya da hukukvari argümantasyonuna uygun düşecek kanıtları çekip çıkardığı bir bilgi-belge ambarı olarak kullanılmakta, böylece, tarih hukukun tutsağı olmaktadır…..
Hukukun amacı bir şeyi kanıtlamak, tarihin amacı ise izah etmektir. Hukuk yargılar, oysa tarih değer yargısından uzak durur……..Kavram kargaşasından kurtulmak için yapılacak ilk iş, tarihsel düşünce sistemini hukuksal düşünce sisteminden ayırmaktır….”
“Türk tarafı 1915 olaylarına, özünde devlete karşı ihanet olarak algılanan bir isyana karşı yapılan bir bastırma hareketi açısından bakmaktadır….. Ermeni tarafı ise bu süreci göz ardı ederek olaylara ancak soyut ırkçı bir izah getirmektedir. Buna göre son tahlilde, Türklerin Ermenileri ortadan kaldırması, onların barbarlığından kaynaklanmaktadır….. Ermeni sorununun temelinde ikinci öğe, bir yörede yoğun bir Ermeni çoğunluğunun bulunmamasıdır….” [28]
Bu nedenle tarihi olayların uluslararası ceza hukukunda yerinin ne olduğu ve nasıl nitelendirilmesi gerektiği konunun yetkili mahkemelere bırakılması, tarihsel olayların tüm açıklığı ile karşı görüşler ve çelişkili belgelerle de olsa her isteyinin incelemesine açık tutulması, bunların tarışılması ve sonunda herkesin kendine göre bir vicdani kanaate erişmesi en doğru yoldur. Bu vicdani kanaate göre, kimileri vicdanlarının yönelttiği yolda, “özür dileme” gibi bazı inisyatifler alabileceklerdir. Başkaları daha farklı tepkiler içinde olacaklardır. Ancak vicdani kanaatin
tekdüzeleştirilmesi ve ona kelepçe vurulması sonuçta hiç bir yarar sağlamaz ve vicdani kanaatin niteliğini değiştirmez.
16) İsviçre Bern Laupen Mahkemesinin emsal kararı
Bern-Laupen Mahkemesinin soykırımını yadsıyan bildiriye imza koyan 18 Türk vatandaşını aklayan kararı ve bu kararın İsviçre üst mahkemeleri tarafından onaylanması bir hukuki emsal sayılmalıdır.
Doğu Perinçek hakkında Lozan Polis Mahkemesi tarafından verilen kararın ciddi hatalar içerdiğini görmek için, daha önce aynı konuda Bern-Laupen Mahkemesinin aldığı bir emsal kararı ayrıntılı biçimde incelemek gerekir. Lozan Polis Mahkemesi bu önemli emsal kararını yok saymıştır.
Bern Laupen Mahkemesinin kararı neleri içeriyor? [29]
i) Ermeni Soykırımını Anma Komitesi tarafından İsviçre Parlamentosuna 26 Eylül 1995 tarihinde soykırımının tanınmasını talep eden bir dilekçe verilmişti. Bu dilekçeye karşı, 30 Ocak 1996 tarihinde, İsviçre Türk Dernekleri Koordinasyon Kurulu Federal Meclise 18 imzalı karşı yönde bir dilekçe sunmuş ve “Ermeni soykırımı ifadesiyle tarihsel gerçeklerin saptırıldığını, Ermeni Komitesinin başvurusunun bir kışkırtma olduğunu belirtmiş, Osmanlı Ermenilerinin bir bülümünün Birinci Dünya Savaşında düşmanla işbirliği yaptığını, bu nedenle Ermeni Komitelerinin dağıtıldığını, ülkenin doğusunda, savaş bölgesinde yaşayan Ermenilerin ülkenin güneyine sevkedildiğini….” belirtmişti. Bu dilekçeyi imzalayanlar hakkında 26 Nisan 1997 tarihinde suç duyurusunda bulunulmuş ve İsviçre Ceza Yasasının 261 mükerrer 4. maddesine aykırı hareketten haklarında dava açılmıştı. Bu madde ırkçılık ve ayrımcılık yapanları – bu arada soykırımını inkar edenleri- cezalandırmayı öngörmektedir.
ii) Bern Laupen Mahkemesi 25 Ağustos 1999’da Federal Dışişleri Bakanlığından Türkler ve Ermeniler arasındaki ihtilaf konusundaki Türk görüşleri hakkında bilgi istemiştir. Federal Dışişleri Bakanlığı bu konuda yayınlar sunmuş, ancak görüş bildirmekten kaçınmıştır. Mahkeme 27 Haziramn 2000 tarihinde Bern Üniversitesi İslam Bilimleri Enstitüsünden bir uzmanı görevlendirmiş ve Türk okullarında bu konuda neler öğretildiği hakkında bir rapor hazırlamasını istemiştir. Uzman, raporunda “Türk kamuoyunda, Ermenilere soykırımı uygulandığı ve mezalim yapıldığı iddialarına karşı bazı gerekçeler kullanıldığını, dış güçlerin Ermenileri desteklediklerinin, iddaların Ermeni propagandası olduğunun, tarihi gerçeklerin yanlış yansıtıldığı düşüncesinin egemen olduğunun, Ermeni soykırımı ifadesinin halk için çok önemli bir milli anlam taşıdığının savunuldığunu” belirtmiştir.
iii)Mahkeme 10 Ocak 2001 tarihinde Federal Şansölyeden, Parlamentonun veya Federal Konseyin olayları “soykırımı mı , veya suç niteliği taşıyan bir saldırı olarak mı ?” değerlendirdiğinin bildirilmesini istemiştir. Federal Dışişleri 27 Şubat 2001 tarihinde , Ermeni soykırımının tanınması için İsviçreli parlamenterler tarafından üç kez girişim yapıldığını (Fankhauser, Ziegler ve Zisyadis girişimleri ) bildirmiş, ayrıca Kiliseler Ökümenik Komisyonunun bir kitabını, Talat Paşa Davası konusunda bir kitabı, Ermeni yazar Vahan Dadrian’ın bir eserini ve gazete kupürlerini sunmuştur. Mahkeme 18 sanığın ifadesini almış ve bu dilekçeyi nasıl imzaladıkları ile Ermeni soykırımı konusunda düşündükleri hakkında çeşitli sorular sormuştur. Davalılar Türkiye^de bu konuda öğrendiklerini ve soykırımını neden tanımadıklarını anlatmışlardır.
iv)Mahkeme delilleri değerlendirmiş ve Ceza Yasasının 261 bis 4 fıkrasına aykırı hareket olup olmadığını araştırmıştır. Mahkeme olayda açık inkar ve eylemin ırk ayrımcılığı niteliği bulunup bulunmadığını ele almış, Ceza Yasasının anılan maddesinin “eylemde kesinlik” kuralını gözönünde bulundurmadığı yolunda eleştiriler bulunduğunu saptamış, doktrinde bu maddeye yöneltilen eleştirileri not etmiştir . Bu bağlamda, ırk ayrımcılığı suçu ile ilgili ceza normlarının yeterince kesinlik içermediği, ayrıca yasada temel haklar ile çatışma bulunduğunun ortaya çıktığını vurgulamıştır. Yasanın bir yandan insanlık onurunun korunması ve bireyin ırk ayrımcılığına karşı savunulmasını istediği öte yandan, düşünce ve bilim özgürlüğünün çiğnediğine işaret edilmiştir.Bu durumda korunan hukuki hakkın ne olduğu tartışma konusudur.
v)Doktrinde (Ermeni tezlerine yakınlığı ile bilinen) Niggli’ye göre, dilekçenin içeriği İsviçre’de yaşayan halk grupları , bu meyanda Türkler ile Ermeniler arasında tartışma yaratmağa müsaittir. İsviçre’deki Ermeni azınlığı dilekçe konusunda duygusal tepki göstermiştir. Bu durumda, Niggli İsviçre’deki Türk toplumunun Ermenilerin soykırımının tanınması karşısında duyarlılık gösterme hakkını yok saymış ve Türklere karşı ayrımcılık yapmış olmuyor mu?
“Federal Mahkeme 22 Mart 2000 tarihinde (Ausschwitz yalanı ) yani Musevilere soykırımı suçu işlendiğinin inkarı bağlamında aldığı bir kararda, bir soykırımının kısmen tartışılmasının dahi cezalandırılmasını istemiştir. Tür: Niggli İsviçre’deki Türk toplumunun Ermenilerin soykırımının tanınması karşısında duyarlılık gösterme hakkını yok saymış olmuyor mu?
toplumunun dilekçesindeki ifadeler soykırımını inkâr ve küçümseme eylemlerinin yapıldığı anlamına gelmektedir. Soykırımında en önemli sorun, soykırımının varlığının tesbitini kimin yapacağıdır.”
Bir başka hukukçu Trechsel’e göre ” hem Soykırımı Sözleşmesi hem de İsviçre Ceza Yasası soykırımı konusunu net olarak tanımlamamaktadır. Bu nedenle olayların incelenmesinde sadece -gerçekliği asla kuşku götürmeyen-[30] tarihi olaylar gözönünde bulundurulmalıdır. (Gerçek olduğu asla kuşku götürmeyen) teriminin tanımı yoktur.
Bern- Laupen Mahkemesin in kararında bu konuda açıklık var. Mahkeme, ” Tarihi olayların uluslararası ceza mahkemelerinde görülen davalara konu olması, örneğin Nürnberg Mahkemesi veya Eski Yugoslavya veya Rwanda için kurulan Özel Mahkemelerin bulunması, ulusal mahkemelerin olayları irdelemekte karşılaştıkları güçlükleri kendiliğinden ortadan kaldırmaktadır ” diyerek kanımızca sorunun en önemli noktasına değinmiştir. Bu da yetkili bir mahkeme kararının mevcudiyeti koşuludur.
vi)Bern-Laupen Mahkemesine göre, ” her ne kadar soykırımı sözcüğü 1945’ten sonra hukuk terminolojisine girdiyse de, bu daha eski olayların bu isim altında tanınmayacağı anlamına gelmez. Ancak şurası bir gerçektir ki, daha eski olayları tanımlayabilmek için, tarihsel olaylara ilişkin delillerin toplanması kolay değildir” görüşünü ileri sürmüştür. [31]
vii) Bern- Laupen Mahkemesi hukukçu Niggli’nin BM İnsan Hakları Alt Komisyonu raporuna, Avrupa Parlamentosu kararına yaptığı atıflara ve Paris Mahkemesi tarafından mahkum edilen Bernard Lewis davasına atıfta bulunmasına işaret ettikten sonra,
” Bernards Lewis’in soykırımını inkar suçundan değil, Fransa Medeni Yasasının 1382 maddesi gereğince, “Başkasının zarar görmesine sebep olan kişi onu telâfi etmekle yükümlüdür” kuralı uyarınca mahkum edildiğinin” altını çizerek bu önemli farka dikkat çekmiştir. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Alt Komisyonunun konuyu nasıl ele aldığına ve Avrupa Parlamentosu kararına bu yazıda ayrıca ayrıntılı olarak değinildi.
viii) Bern-Laupen Mahkemesi Federal Konsey ve Ulusal Meclis’te bu konuda yapılan görüşmeleri inceledikten sonra, Ulusal Meclisin , 1915 olaylarının soykırımı olarak tanınması için
Federal Konseyi görevlendirmeyi reddetmesine değinmekte, bu sonucun olayların soykırımı olarak değerlendirilmediği yaklaşımının varlığını ortaya koyduğunu belirtmektedir.
ix) İsviçre Ceza Yasasının 261 bis, Fıkra 4 maddesi “teammüden” suç işlenmesinden söz etmektedir. Kendi iradesi ve isteği ile objektif bir olayı gerçekleştiren kişi suçlu sayılmaktadır. Soykırımını yok sayma, mazur gösterme eylemlerinin “ırkçı motiflerle” yapılıp yapılmadığının saptanması ceza yasası açısından önemlidir. Hukuk bilimciler bu konuda görüş birliği içinde değildir. Neden sadece ırkçı sebeplerle soykırımını inkar eden suçlu sayılacaktır? Niggli ve Rehberg’e göre, soykırımını inkar eylemi suçun oluşması için yeterli sayılmalıdır. Başka bir öğeye gerek yoktur. Suçun işlenmesiyle toplumsal barışın tehlikeye düşmesidir önemli olan.
Ancak, Mahkeme bu konuda şu görüşe yer vermiştir : “Türk Dernekleri temsilcilerini dilekçe vermeğe iten , ülkesini, vatanını bir lekeden doğacak zararlardan kurtarmak gayet anlaşılabilir bir durumdur. Bu sübjektif bir reflekse, her insanın kültürel kimliğine, diğer bir deyişle bir ırkın, milletin veya ülkenin tarihsel geçmişine uygun bir tavırdır.”.. “Bu oluşumun arka cephesi ırkçı bir motif kabul etmez . Ayrıca Türk dernekleri dilekçelerinin 5. maddesinde tamamen uzlaşıcı bir tutum sergilemişler, halklar arasında barış, hoşgörü ve anlayıştan söz etmişlerdir. … Türk Dernekleri Stratenwerth’in dediği gibi keskin bir milliyetçilik dugusu ile hareket etmişleridir.”
x) Mahkeme kararına göre :”Soykırımını inkar eyleminin bilerek ve isteyerek yapılması gereklidir. İnkar , kabaca küçümseme ya da haklı gösterme eylemlerinin objektif verilerinin bulunması ve bunların ırkçı saiklerle yapılması elzemdir[32]. İnkar eylemini yapanın kendisi tarafından yadsınan olayların gerçekten vuku bulmuş olduğunu bilmesi gereklidir. Auschwitz’deki gaz odalarında öldürülme olayının yalan olduğunun ileri sürülmesi bugün mevcut bilgiler karşında kabul edilemez. Ancak, başka soykırımlarında veya insanlığa karşı suçlar hakkında bilgi eksikliği olabilir. Önemli olan eylemi yapanın konu hakkında gerçek bilgi sahibi olmasıdır. (Niggli)[33]. Davalılar tarihçi değildir ve o döneme ilişkin uzmanlık bilgileri yoktur. Tarih bilgileri sadece Türkiye Cumhuriyeti Hükumeti ve Türk Devlet anlayışından etkilenmiş tek yanlı bilgidir. Bu bilgi davalıların kanaati ile örtüşmektedir. Türk okul sistemi çok merkezî ve milliyetçidir. Sonuç olarak tek yanlı bir bakış açısı mevcutur; karşı görüşlere yer verilmemektedir. Davalılar o döneme ait çok yönlü olmayan ve ideolojik bir nitelik taşıyan tarih bilgilerine sahiptirler ve ırkçı motiflerle hareket etmemişlerdir, olay kendi iradeleri ve istekleri dışında cereyan etmiştir. Irk ayrımcılığı suçlamasından aklanmalarına karar verilmiştir .“
xi) Dava daha sonra bir üst mahkeme olan Bern Kantonu Yüksek Mahkemesi Birinci Ceza Dairesine temyizen gitmiştir[34]. Mahkeme 16 Nisan 2002 tarihli kararı ile temyiz başvurusunu reddetmiştir.
Mahkeme kararında önce davanın tarihçesi verilmekte, daha sonra müdahil avukatlarının talepleri usul açısından incelenmekte, bundan sonra da İsviçre Ceza Yasasının 261/bis maddesinin 4. fıkrası irdelenmektedir. Bu irdelemede ” her kim soykırımı ya da insanlığa karşı suçları inkâr eder, kabaca küçümser ise ya da haklı çıkarmağa teşebbüs ederse hapis cezası ile cezalandırılır” hükmü ele alınmakta, bu hükmün yasalaşmasına ilişkin gelişmeler anlatılmaktadır. Yasanın bu maddesinin amacı, Holokost yaşanmadığı, gaz odalarının bulunmadığı gibi iddiaları bilimsel örtü altında ileri süren Revizyonistlerin yapıtlarının engellenmesidir.
Bu konuda Federal Konseyin ve doktrine katkıda bulunanların [35]görüşlerine kararda yedi sayfa ayrılmış bulunması, İsviçre yargısının kararlarında doktrine verdiği önemi ortaya koymaktadır. Dipnotumuzda özetle ele aldığımız doktrin örnekleri, uzmanların ve yargının soruna hangi açılardan baktığı konusunda bir fikir vermesi bakımından önemlidir. Özellikle Niggli’nin “insan saygınlığı” konusunda oluşturduğu tanımdan hareket edersek, trajik 1915 olaylarından zarar gören – sadece Ermenilerin ardılları değil – tüm Osmanlı vatandaşlarının ardıllarının insan saygınlığının göz ardı edilmemesi gerektiğini düşünmemiz gerekmez mi ? Tabii insana ırk ve din ayrımcılığı virüsü bulaşmamışsa.
xii) Mahkeme İCK 261 mükerrer maddesi konusunda uygulamaya ve doktrine egemen olan bir görüş bulunmadığını not etmiş ve sonuçta temyiz başvurusunu reddetmiştir.
xii) Dava bir üst mahkeme olan Federal Mahkemeye de Cambazyan ve Şahinyan adlı iki Ermeni tarafından taşınmış, bu Mahkeme doktrin ve uygulamayı irdeledikten sonra bu temyiz bavurusunu da reddetmiştir.
17) İsviçre Federal Mahkemesi kararının düşünceyi ifade özgürlüğünü kısıtlayan boyutu
a) Düşünceyi ifade özgürlüğü ve yetkili mahkeme kararı ile saptanan soykırımının inkarının suç sayılması arasındaki ilişki
Bu konu bizi düşünceyi ifade özgürlüğünün sınırları alanına getirir.Yukarıda da vurguladığımız gibi, soykırımını yadsımanın bir suç olarak cezalandırılması için “yadsınan soykırımı suçunun varlığının yetkili bir mahkeme tarafından kabul edilmiş bulunması “elzemdir. Soykırımı gibi çok ağır bir uluslararası suçun varlığı, Soykırımının Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesinde öngörülen yetkili mahkemeler tarafından verilmiş ise, soykırımı suçunun, övülmesi, yadsınması ve kabaca küçümsenmesinin cezalandırılması gerektiği pek çok ulusal yargı tarafından kabul edilmiş olan bir hukuk ilkesidir. Bu düşünceye katılıyorum.
b) Farklı düşüneni yargılamak ve yargılama tehdidi altında bırakmak düşünceyi ifade özgürlüğüne aykırıdır
Bir tarihsel tartışmada, – kesinleşmiş mahkeme kararı ile saptanmış durumlar hariç- başkaları tarafından kabul edilmeyen görüşleri ileri sürenleri yargılamak veya yargılama tehdidi ile engellenmek düşünceyi ifade özgürlüğüne aykırıdır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10. maddesi bu tip eylem ve yasaklamaları önlemek için konulmuştur. Bu madde düşünceyi açıklama özgürlüğünü korur. Sadece zararsız ve normal görünen görüşlerin değil, rahatsız edici ve şok yaratan görüşler de korunur. ( Bakınız AİHM ‘nin Chauvy ve diğerleri Fransa’ya karşı Kararı : para 63 ila 70 ve Lehideux ve İsorni Kararı Para. 50 ve 51, ve en önemlisi 31.01.2006 tarihli Ginisevski v Fransce kararı Para 40-45 ) İlgilenenler bu kararları AİHM sitesine gişrerek bulabilirler)
c) İsviçre’de iç hukuk yollarını tüketmiş bulunan davalı AİHM’ne başvurursa Mahkeme neyi inceleyecektir ?
Doğu Perinçek, İsviçre Mahkemelerinin kendisini mahkum etmiş bulunan kararına karşı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurursa, Mahkeme, soruna AİHS’nin tanıdığı hakların ihlal edilip edilmediği yönünden bakacaktır. Mahkeme, dava edilen Devletin makamlarının -özellikle Mahkemelerin- özenle, makul biçimde ve iyi niyetle hareket edip etmediklerini inceleyecektir. Mahkeme ayrıca 10. maddenin sağladığı özgürlüğü kısıtlamaya yönelik olarak davalı tarafından alınan önlemlerin, “izlenen yasal amaçla orantılı olup olmadığına ” ve söz konusu önlemlerin alınması için ileri sürülen gerekçelerin “uygun ve yeterli” kabul edilip edilmediğini olmadığını ele alacaktır. Mahkemenin bugüne kadar verdiği kararlara bakıldığında, Devletin bu konudaki takdir hakkının demokratik bir toplumun çıkarları ile sınırlı olduğuna hükmedildiği görülür.
Bu husus, tarihsel konularda gerçeği tesbit etme söz konusu olduğu durumlarda özellikle geçerlidir. Bu konulardaki özgürlükler, genel anlamda düşünceyi ifade etme özgürlüğünün bir parçası sayılır. Sorun, soykırımı savının geçerli olup olmadığına odaklanmışsa, bu soykırımının tanımlanmasına ilişkin tarihi gerçekle doğrudan doğruya ilgili bir konudur. AİHM’nin görevi İsviçre Mahkemelerinin yaptığı gibi tarihsel görüş ayrılıkları konusunda hakemlik yapmak değildir. AİHM pek çok kararında, tarihsel araştırma yapmanın kendi görevi olmadığını belirtmiştir.Tarihsel araştırma sonucunda ulaşılmış bulunan belirli bir tutumun doğru olup olmadığının saptanması Mahkemeye ait bir görev değildir. (AİHM: Lehideux ve Isorni/Fransa davası 23.9.1998/VI ; Ginievski/Fransa , 64016/00, 31.1.2006 ; Chauvy/Fransa,64915/01, 29.06.2004)[36]
d)Yetkili mahkeme kararı ile varlığı saptanmamış bir soykırımı iddiasını ileri süren kişi yargılanıp cezalandırılmalı mıdır?
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin düşünceyi ifade özgürlüğüne ilişkin olarak verdiği kararlar , bu alanda AİHM’nin oldukça liberal ve özgürlükçü bir yaklaşım içinde bulunduğunu ve şok edici ifade sahiplerinin düşünceyi anlatım özgürlüğünün bile savunulması gerektiğini göstermektedir.
e)Türkiye’deki uygulamalar
Halen, Türkiye’deki kitapçılarda 1915 eylemlerini soykırımı olarak niteleyen çok sayıda kitap serbestçe satılmaktadır[37]. Bu konuda pek çok makale yayımlanmıştır. Türkiye Üniversitelerinde bu sorun konusunda yüzlerce toplantı düzenlenmiş ve 1915 olaylarını soykırımı olarak niteleyen Türk ya da yabancı bilim adamları görüşlerini serbestçe açıklamışlardır [38]. Bunun yanında, 1915 olaylarının soykırımı olduğu yolunda görüş açıklayan iki kişi hakkında takibat yapılmış, daha sonra bir sanık tarafından katledilen Agos Gazetesi başyazarı Hrant Dink ise, bir yazısında Türklüğe haraket ettiği gerekçesiyle mahkum edilmişti, ancak, dava sonuçlanmadan maalesef öldürülmüştür. Hrant Dink’in öldürülmesi Türkiye’de çok az istisna dışında her kesim tarafından takbih edilmiştir.
Bu vesile ile, bu satırların yazarı olarak, kişinin düşüncesini açıklaması nedeniyle takibata uğramaması ve mahkum edilmemesi gerektiği ve bu konudaki özgürlüğün sınırının çok geniş tutulması icab ettiği yönündeki görüşümü yinelemek isterim.
Takibata olanak sağlayan mevzuatın da (örneğin TCK. 301 maddesi) değiştirilmesi gerektiği kanısındayım. Benzer şekilde kimse kimseye kendi düşüncesini zorla kabul ettirmemeli, karşı görüş sahibinin düşüncesini açıklaması engellenmemelidir.
Savunma hakkının kısıtlanmadığı bir dava sonunda yetkili mahkeme kararı ile varlığı saptanmış bulunan suçlara, özellikle Musevi soykırımı gibi cürümlere gelince: yetkili mahkeme kararı ile saptanmış olması koşuluyla, bu suçların övülmesinin, kabaca küçümsenmesinin ve olmamış sayılmasının yasalar tarafından engellenmesi ve bunu yapanların cezalandırılmasına karşı değilim.
18) İsviçre Federal Makemesi kararının Türk kökenli İsviçre yurttaşları açısından oluşturduğu ayrımcılık boyutu
İFM kararının 8 maddesinde “Temyiz başvurusunu yapan Doğu Perinçek’in mahkum edilmesi, kendilerini1915 soykırımının anıları ile özdeşleştiren Ermeni toplumunun onurunu korumayı amaçlamaktadır[39]” denmiştir. Bu ifade İsviçre’de sayıları 140.000 ‘i bulan Türk kökenli İsviçre vatandaşlarına veya orada işkamet eden Türk vatandaşlarına ikarşı ciddi bir din ve ırk ayrımcılığı öğesini içermektedir. İsviçre’de yaşayan Türk kökenli kişilerden bir grup, 1915 olaylarının soykırımı niteliğini yadsıyan beyanları nedeniyle Bern-Laupen Mahkemesi tarafından aklanmış, bu karar İFM tarafından onaylanmıştı. Yukarıda bu konuda ayrıntılı bilgi verilmiştir. İsviçre’de yaşayan Türk toplumunun üyeleri, 1915 yılında yaşanan trajik olayların soykırımı olmadığını ve bu olaylarda Ermeni olmayan Osmanlı vatandaşlarının da toplu olarak Ermeni militanlar tarafından katledildiğini bilmekte ve bunun anılarını belleklerinde taşımaktadır. Bu yazımızıda bir örnek olarak, Osmanlı Hükumeti tehcir kararını almada bile Ermeni birliklerinin Van katliamını gerçekleştirdiklerine dair ayrıntılı bilgi ve kaynaklar verilmiştir. O katliamın tehcir kararını tetiklediği tarihsel bir gerçektir. İsviçre Mahkemesi o trajik olaylarda hayatını kaybeden Osmanlı Müslüman tebaasının uğradığı kırımı yok sayarak Türk asıllı İsviçre yurttaşlarının onurunu zedelemekte, böylece ciddi bir ırk ayrımcılığına imzasını atmaktadır.
SONUÇ
Soykırımı, İnsanlığa Karşı Suç, Savaş Suçu gibi -uluslararası Uluslararası Sözleşmelerle açıkça tanımlanmış ve Uluslararası Mahkemelerin kararlarına konu olmuş suçlar ve ulusal ceza yasalarında öngörülen diğer- suçlar, hukuksal çerçeveleri yasalarla ve özenle çizilmiş hukuk dışı eylemlerdir. Bu suçları işleyenler yetkili mahkemelerde yargılanır. Suç nedeniyle oluşan örneğin devletin sorumluluğu gibi hukuki sonuçlar da Uluslararası Adalet Divanının yetki alanına girer. Perinçek davasında İsviçre Mahkemesi, yukarıda anılan çeşitli suçlar arasındaki hukuksal farkları incelemeden, yargısal açıdan oluşmamış bir suçu yadsıdığı ve 1915 döneminde Osmanlı Ermenilerine soykırımı yapıldığını reddettiği, böylece ırk ayrımcılığı yaptığı gerekçesiyle Türkiye İşçi Partisi Başkanı Doğu Perinçek’i mahkum etmiştir. Mahkeme bu kararını, soykırımı suçunun işlendiği yolunda bir yargı kararına değil -zira böyle bir yargı kararı yok- “bu suçun işlendiğinin tarihsel bir gerçek olduğu konusunda genel olarak İsviçre’de ve İsviçre dışında konsensüs bulunduğu” önyargısına dayandırmakta, bu görüşe katılmayanların düşüncelerini yok saymaktadır.
Doğu Perinçek insanlığa karşı suçun, savaş suçunun ya o dönemdeki Osmanlı yasalarına göre işlenen ve yargı tarafından cezalandırılmış bulunan diğer suçların değil, “soykırımı suçunun” unsurlarının oluşmadığını ileri sürmüştür. Mahkeme sanığın bu görüşünün farkındadır; ancak bu konuda ünlü La Fontaine’in “Kurtla Kuzu” masalına benzer şu söylemi geliştirmiştir : ” İFM kararı Md. 7 : Temyiz edice katliamları ve sürgünün varlığını inkar etmemektedir. Ama bu suçları da -ihtiyatlı bir söylemle bile- insanlığa karşı suçtan başka şekilde nitelemek mümkün değildir . Oysa, bu suçları da savaş hali veya sözde güvenlik gerekçeleri ile bile olsa, haklı gösteren bir söylem de İsviçre Ceza Kanununun 261 bis 4. fıkra kuralı çerçevesine girer. Bu açıdan bakıldığında, bu olayların soykırımı şeklinde nitelendirilmesinden bağımsız olarak, Perinçek’in İsviçre Ceza Kanununun yukarıda anılan maddesinin uygulanması suretiyle mahkum edilmesi sonuçları bakımından keyfi değildir ve federal hukukun ihlalini oluşturmamaktadır.” Mahkeme özetle şunu söylemek istiyor: “Söz konusu katliam ve göç ettirmeler soykırımı değil de insanlığa karşı suç olarak nitelense bile, Doğu Perinçek’in bunları haklı göstermesi mahkum edilmesi için yeterlidir” Oysa, Doğu Perinçek, trajik olayları veya Osmanlı Mahkemeleri tarafından faillerine ceza verilmiş eylemleri haklı göstermemiş ve övmemiştir; bu olaylara “soykırımı denilemeyeceği” görüşünü savunmuştur. Perinçek’in söyleminin dayanağı keyfi değildir, ciddi tarihi ve hukuki araştırmalar sonucunda oluşturulmuş hukuksal niteliği bulunan bir görüştür. İsviçre Mahkemesi böylece sanığın söylemediği söylediğini ileri sürererek onu mahkum etmekten çekinmemiştir.
İsviçre Mahkemesinin kararı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin düşünceyi ifade özgürlüğünü çiğnemektedir. Ayrıca, İsviçre Mahkemesi, Birinci Dünya Savaşı döneminde, Osmanlı Ermenilerinin oluşturduğu çetelerin ve askeri birliklerin belgelenmiş – hatta o dönemde Ermeni yazarlar tarafından övgüyle söz edilen- katliamlarını yok sayarak, verdiği karar ile ırk ve din kökenine dayalı bir ayrımcılık yapmaktadır.
İsviçre yargısının bu kararı, AİHM’ne taşınınca, AİHM İsviçre Mahkemelerin- özenle, makul biçimde ve iyi niyetle hareket edip etmediklerini inceleyecektir. AİHM ayrıca, 10. maddenin sağladığı özgürlüğü kısıtlamaya yönelik olarak davalı tarafından alınan önlemlerinin, “izlenen yasal amaçla orantılı olup olmadığına” ve söz konusu önlemlerin alınması için ileri sürülen gerekçelerin “uygun ve yeterli” kabul edilip edilmediğini ele alacaktır. AİHM ayrıca davalının kendini savunma hakkının çiğnenip çiğnenmediğini inceleyecektir. Örneğin, Doğu Perinçek kendisine vize verilmediği için avukatı ile görüşmek için İsviçre’ye gidememiştir, böylece kendisini savunma hakkını kısıtlamıştır. Savunma tanıklarının görüşleri ve savunmasyı desteleyen belgeler nazarı itibara alınmamıştır. Yukarıda anlatılanlar, İsviçre Mahkemelerinin bu davada gereken özeni göstermediklerini ve önyargı ile hareket ettiklerini gözler önüne sermektedir. İsviçre Adalet Bakanı Blocher’in Türkiye’yi ziyaretinde yaptığı konuşmalarda İsviçre Ceza Kanunun 261 bis maddesinin düşünceyi ifade özgürlüğünü kısıtladığını ve İsviçre Ceza yasasının bu maddesinin değiştilmesi konusunun Hükumette görüşüldüğünü belirtmişti [40]. Doğu Perinçek İsviçre’de yaptığı ve Mahkeme tarfafından suç sayılan konuşmasında, İsviçre Ceza Yasasının 261 maddesi konusunda İsviçre’li Adalet Bakanının görüşlerinden esinlenmiştir. Yetkili bir mahkeme tarafından verilmiş geçerli bir soykırımı kararına dayanmayan bir soykırımı iddiasından ve bunun belirli bir topluma mensup bir grup insan tarafından kabul edilmesinden hareketle, aksi yönünde görüşlerin yasaklanması, düşünceyi ifade özgürlüğünün kısıtlanması ve bunu açıklayanın mahkum edilmesi son derecede tehlikeli bir yoldur. Böyle bir karar, bir grup insanın oluşturduğu dogmayı tartışılmaz hale getirir ve tarihi araştırmaları engeller, dondurur. Fanatik dogma sahipleri ve bazı siyasetçiler dışında böyle bir kısıtlamayı kabul edecek ciddi bir tarihçi bulunabileceğini sanmıyoruz.. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin de siyasal baskılardan etkilenmeyerek, bu yargı haksızlığını düzelteceğine inanmak istiyoruz.
[1] Emekli Büyükelçi, UNESCO Türkiye Milli Komisyonu eski Başkan vekili
Ret. Ambassador; Former acting Chairperson of the Turkish National Commission for UNESCO
[2] Botschaft des Bundesrates zum Artikel 261 bis Abs.4. Hier wird ausdrücklich gesagt, dass es nicht darum gehe die ernsthafte Geschitsforschung zu verunmöglichen .(BBI 1992 III 314)
Çevirisi : (İsviçre Bundesrat’ın Isviçre Ceza Kanununun Madde 261 Mükerrer 4 Fıkrası konusundaki Bildirgesi. Bu maddeden amaç, ciddi tarihsel araştırmaları olanaksız kılmak değildir.) (BBI 1992 III 314)
Bu konuda ayrıca bakınız : Prof.Dr Günter STRATENWERTH : :Schweiz, Strafrecht, Bes.Teil II,5.Aufl.2000 & 39 N.37 ( Çeviri : İsviçre, Ceza Hukuku, Bölüm II. 2000 Baskısı )
[3] (İFM Kararı: para. A) ( İFM Kararı: Para. 7)”
[4] Safa KAPLAN,” 1915’te ne oldu? 90 Yılında Ermeni Trajedisi” Hürriyet Yayınları 2005; Talât Paşa tehcir konusunda şunları yazmıştr: “Esas itibariyle askeri bir ihtiyat tedbirinden başka bir şey olmayan tehcir, vicdansız ve kararktersiz insanların elinde bir facia şeklini almıştır.. İttihat ve Terakki Komitesi üyeleri Ermenilere karşı yapılan hareketlerden dolayı son derecede mütessirdirler ve daima bu hadiseleri önlemek üzere Hükumet üzerinde eklili olmaya çalıştılar.” ” İttihat ve Terakki dışında kalmaya büyük özen gösteren Mustafa Kemal, Milli Misak’a tehcirin sorumluları için bir cezalandırma maddesi koydurmuştu.” Bilindiği gibi bu Tecziye Ahitnamasi. içe dönük olduğu için Ulusal Ant metninden çıkarılmıştır ( Prof. Mete TUNÇAY , Toplumsal Tarih Dergisi Mart 2005 ” Tarihsel Bellek ve Aydınlar ” makalesinin 2 sayılı dipnotu. )
[5] Avrupa Parlamentosu kasdediliyorsa, (AP) bir bölgesel parlamentodur . AP kararı ayrıca ele alınacaktır.
[6] Birleşmiş Nilletler Ekono0mik ve Sosyal Konseyi Belgesi: E/CN.4/1986/5-E/CN.4/S.2/1985/579
[7] Belçika’lı Bossuyt ” Türk Hükumetinin Ermenilere karşı şiddet kullanıldığını yadsımadığını, ancak bunun soykırımı olmadığını …. Alt Komitenin tarihteki olaylar konusunda hüküm vermemesi gerektiğini” belirtmiştir;
ABD’li Crey “olaylar konusunda bazı terimler kullanılırken dikkat edilmesi gerektiğini, raportörün ele aldığı konularda daha geniş araştırma yapması icab ettiğini, Whitacker’in raporunun 20-24 paragraflarından ve dip notların incelenmesinden, elde mevcut kaynakların hepsinin kaydedilmediğinin görüldüğünü, Ermeni soykırımı iddiasının yeterince açığa çıkmamış bir olay olduğunu ve yeterince derinliğine incelenmediğini, bu durumda kendisinin raporu kabul edemeyeceğini ” belirtmiştir
Romanya’lı N. Nazilu ” kendisinin tarihçi olmadığını, geçmişteki olayları yargılayamayacağını, Alt Komite’nin de bu yargılamayı yapmaması gerektiğini ” söylemiştir;
Mısır’lı M. Khalifa, “bu konudaki ilk raportör Ruhashyankiko’nun raporunu 1978 yılında sunduğunu, oysa 1982 yılında yeni bir raportör tayin edildiğini, gündemde o kadar konu ele alınmadan dururken bu konunun yeniden canlandırılmasındaki sebebi anlamakta güçlük çektiğini, Whitacker’in raporunun 24. maddesinde bahsedilen olayların tarihsel açıdan kesinlik kazanmadığını, eski hınçların canladırılmasının terörü ve Türk diplomatlarının öldürülmesini özendireceğini, raportörün 24. maddeyi geri almasını beklediğini” belirtmiştir ;
Meksika’lı Martinez Baez, “rapordaki tüm tarihsel referansların kaldırılmasının yararlı olacağını, böylece Alt Komite uzmanlarının geçmiş hakkında hüküm verme konusunda kişisel sorumluluk almamış olacaklarını , soykırımının var olduğunun saptanmasının tarihi referanslara bağlı olmadığını” vurgulamıştır;
Fransız M. Joinet, “Alt Komite üyelerinin Whitacker tarafından gerçek gibi sunulan olayları değerlendirme konusunda yeterli bilgiye sahip olamayacaklarını, Alt Komisyonun görevinin tarihi gerçeği saptamak olmadığını, Ermeni soykırımı konusunda ise, bu tarihsel olay konusunda karar vermenin Ermeni terorizmini yüreklendirme riskini taşıdığını, 1915-1916 yıllarında katliam olduğunun kabul edilmesi gerektiğini, ancak bu konuda kesin bir kanıya sahip olunmasının da güçlüğünü kabul ettiğini” söylemiştir;
Sovyetler Birliğinden M. Sofinsky , “Raportörün 1948 Soykırımı Sözleşmesini değiştirmek ve yenilemek isteğinin bulunduğunu, oysa bu Sözleşmenin zamanında 96 ülke tarafından onaylandığını ve kırk yıllık bir uygulamasının bulunduğunu, Whitacker raporunun pek çok yanlışlıklar ve muğlaklıklarla dolu bulunduğunu… bu çalışmanın eksik oldıuğunu” söylemiştir;
Ürdün’lü Al Khasawneh, “raporun 24 maddesinin pek çok tartışmaya neden olduğunu, özellikle 1915-1916 Ermeni katliamına soykırımı denilmesinin bu çerçeveye girdiğini, Alt Komitenin soykırımının varlığını tesbit edecek bir organ olmadığını, selektif bir yaklaşımın başka olayların da soykırımı olmayıp, katliam çerçevesine girdiği konusunda tartışma açılmasına yol açacağını belirtmiş, Meksika temsilcisinin -soykırımının var olup olmadığının tarihsel referanslara bağlı bulunmadığı- görüşünü desteklediğini” belirtmiştir;
Bengladeş’li Chowdhury, “bundan önceki raportör zamanında Ermeni soykırımı iddiaları dahil pek çok soykırımının görüşüldüğünü, eski raportörün haklı gerekçelerle Ermeni soykırımını raporuna yazmadığını ve o raporun Alt Komisyon tarafından kabul edildiğine” dikkat çekmiştir.
[8] “Turkey bashing” veya “Tête de Turc pataklaması”
[9] Ordonnace de la Cour Européen de Justice; Ordonnace de la Cour (quatrieme chambre) 24 Octobre 2004 :
[10] Baroness Ramsay of Cartvale, spokeperson of the Foreign Office said on 14 April 1999 : ” The British Government had condamned the massacre at the time. But in the absence of unequivocal evidence that the Ottoman Administration took a specific decision to eliminate the Armenians under their control at that time, British Governments have not recognized these events aa indications of genocide. Nor do we beleive it is the business of Governments of today to review events of over 80 yeras ago, with a view to pronouncing them”.
Baroness Scotland of Asthal acting on behalf of the British Government said the following in a written response on 7 February 2001 : ” The Government, in line with the previous British Governments, have judged the evidence not to be sufficientyly unequivocal to persuade us that these events should be categorized as genocide, as defined by the 1948 United Nations Convention on Genocide, a Convention which was drafted in reponse to the Holocaust and is not retrospective in applıcation. The interpretation of events in Eastern Anatolia in 1915-1916 is still the subject of genuine debate among historians.
The British Malta Tribunals 1919-1921. 144 Ottoman prisoners were held in Malta for 28 months while the British searched feverishly for evidence to substantiate their charges. The British appointed an Armenian, Haigazn Kazarian who was provided complete access to the records of the Ottoman Government. Kazarian was unable to discover any documentary evidence that would support the theory that the Ottoman Government implemented the relocation as an act of genocide. The British High Commission in Istanbul was unable to provide to London any evidence from the Ottoman records that would support a criminal conviction against any of the Ottoman officials detained in Malta. The British Government requested the help of the United States Government to provide evidence against these ex-Ottoman officials . On 13 July 1921 the British Embassy at Washington gave the following reply :
“I regret to inform Your Lordship that there was nothing therein which could be used as evidence against the Turks who are being detained for trial in Malta. Having regard to this stipulation and the fact the reports in the posession of the Department of State do not appear in any case to contain evidence against these Turks which would be useful for the purposes of corroorating information already in the possession of His Majesty’s Government. I fear that nothing is to be hoped from afressing any further inquiries to the United States Government in this matter“
(FO/371/6504/E.8519)(FO/371/6502/E.5845)(FO/371/6500/E.3577)
All the prisoners detained for Malta has been released by the British Government , without a trial .
[11] Bu bağlamda, AİHM’de Fransa’ya karşı Garaudy davasında, yollama yapılan, Paris Temyiz Mahkemesinin verdiği 16 Aralık 1995 tarihli 6583/01 sayılı karara bakılması gerekir.. .
[12] İFM Kararı Madde A
[13] İFMKararı Madde 4.4
[14] İFM Kararı Madde 4.6
[15] İFM Kararı Madde 4.5
[16] IFM Kararı Md. D
[17] Swiss Info 6 Ekim 2006
[18] Viyana’da oluşturulan Ermeni Türk Uzlaştırma Komisyonuna taraflar kendi görüşlerini destekeleyen 100 ‘er belge sunacaklardı. Bu belgeler ortak bir toplantıda ele alınacak ve birlikte yayımlanacaktı. İhtilafın tüm ayrıntıları böylece ortaya çıkacaktı. Türk tarafı belgelerini vermiş, Ermeni, tarafı bu belgeleri almış, ama kendi belgelerini vermemiş ve süreçten kaçmıştır. Viyana’daki uzlaştırma girişimi sürecin hangi nedenle sona erdiğini de bir basın bildirisi ile kamuoyuna açıklamıştır.
[19] İFM Kararı Md.5
[20] IFM Kararı Md. 5.2
[21] İFM Kararı Md. 5.1
[22] Kaethe EHRHOLD : Flucht in die Heimat. Aus dem Kriegserleben deutscher Missionsschwester in des asiatischen Türkei“ 1937, Dresden : (Çeviri : Anayurda kaçış. Asya Türkiyesinde görevli nir Hristiyam Misyoner Rahibesinin Savaş Dönemi Anılarından. 1937 Dresden)
Charles FURLONG: Letter to President Woodrow Wilson, 1 April,1920 ; USNA 867.01/34 (Çeviri : Başkan Woodrow Wilson’a mektup. 1 Nisan 1920.)
Michael GUNTHER, “Pursuing the Just Cause of Their People” Greenwood Press, New York, 1986
John DeNOVO : “American Interests and Policies in the Middle East 1900-1939″, Minneapolis: University of Minnesota Press, 1963 pp 130 – 131 : ” :
Thomas BRYSON: Mark Lambert Wilson, U.S. Navy, Admiral Diplomat : His Influence on the Armenian Mandate Question” The Armenian Review, Vol 21, No. 4-84 1968 pp. 6, 11.
A. MOSER, “Les Arméniens ou est la réalité?” Librairie Ediitions Malier, Paris, 1989
Georges de MALEVİLLE, ” La tragédie Arménienne de 1915″ Editions Lanore, Paris 1988.
Salahi SONYEL, “Turkey’s Struggle for Liberation and The Armenians” SAM Papers No1/2001, Ankara, Center for Strategic Research, Ankara, 2001
Rus Kaynakları :
Hovhannes KATCHAZNOUNI (Premier Ministre d’Arménie) : Le Parti Dachnak n’a plus rien a faire. Rapport a la Conférence du Parti en 1923). Kaynak Yayınları, Istanbul 2005
Dashnakiz Materialov Departmania Politsii, ( Les Dashnacks dans les Documents du Département de la Police): Kaynak Yayınları, Istanbul 2007
S.G. PİRUMİAN: ” Les Dachnaks de la Diaspora ” Traduction en turc , Kaynak Yayınları, Istanbul, 2007
A.A. LALAİAN: ” Le rôle contre révolutionnaire du parti Dachnak 1914-1923″ Traduction en turc. Kaynak Yayınları ,Istanbul , 2006
Gosarchiv Armenii F.65,D.116,y..96’dan aktaran Lalaian : “Bir Ermeni Taşnak Subayının 1920 yılında yazdığı rapor
Mehmet PERİNÇEK : “La lutte arméno-turque selon B.A. Borian homme d’etat Arménien” Kaynak Yayınları, Istanbul, 2006
KARİBİ : ” Le livre Rouge de la Géorgie . Réponse aux allegations Arméniens” Kaynak Yayınları, Istanbul, 2007.
A.B. Karinian : Ermeni Milliyetçi Akımları (Les mouvements nationalistes Arméniens) Kaynak Yayınları, Istanbul , 2006
Samuel A. Weems in ” Armenia. The Armenian Great Deception Series. Volume I. St. John Press 2002 . . p. 131 :
Admiral Mark Lambert BRİSTOL letter dated March 28 /tarihli mektup) 1921 to Dr. James L. Barton ( Bristol Papers, Manuscript Division of the Library of Congress)
[23] Doç.Dr. Yusuf SARINAY , “Ermeni tehciri ve yargılamaları 1915-1916″ ” Türk Ermeni İlişkilerinin Gelişimi ve 1915 Olayları Uluslararası Sempozyumu Bildirisi. Gazi Üniversitesi Atatütk İlişkileri ve İnkilap Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi 2006; Sh. 263-264. Dr. Sarınay bu bilgileri, Osmanlı İçişleri Bakanlığının, Dışişleri Bakanlığına yolladığı, 19 Şubat 1916, 12 Mart 1916 ve 22 Mayıs 1916 tarihli gizli yazıların ekindeki listelere dayandırmaktadır.
[24] Prof. Murat BELGE, ” 1919 yargılamaları” ” Radikal 8-9 Nisan 2005″
[25]Tehcir kararını tetikleyen olayın Ermenilerin yaptıkları Van katliamı olduğu yadsınamaz
Stéphane YERASİMOS, ” Questions d’Orient” Revue : Herodote, 1989, Paris ” …. Les débuts de la Premiere Guerre Mondiale ” Sh..200*206″ : ” gönüllü birliklerin oluşturulmasını teklif ettiler ve ivedilikle Ermeni Ulusal Konseyi tarafından tün Ermeni toplumlarına telgraflar yollanarak harekete geçmeleri istendi. Türkiyeli Ermenilerin oluşturduğu 4 gönüllü Ermeni birliği oluşturuldu.. Zira Rusyadaki Ermeniler Rus ordusunda zaten askere alınmışlardı. Her bilrilik yaklaşık 100 askerdem oluşmaktaydı….. 24 Ekim 1914 tariihinden itibaren, yani çatışmaların başlamasından bir hafta önce, komutan yardımcısı Osmanlı Mevuzan Öeclisinin bir üyesi olan ikinci Ermeni birliği Iğdır’dan Van istikametine doğru harekete geçti. octobre 1914, une semaine avant le début des hostilités, le deuxieme détachement volontaire arménien, 2,3,4.bcü ve yeni kurulmuş bulunan 5.ci gönüllü Ermeni Birliği özel bir kuvvet halinde bir araya getirildi ve bunlara Van’a yürüme emir verildi …. Ermeni birlikleri 18 Mayıs 1915 tarihinde Van’a girdiler ve Göl kıyılarının temsiliğine başladılar …. “
Justin Mc CARTHY, Esat ARSLAN, Cemalettin TAŞKIRAN, Ömer TURAN , ” The Armenian Rebellion of Van. The University of Utah Press, 2006; 196 pages. :.
[26] Ermeni liderlerinden biri olan Boghos Nubar The Times gazetesine 30 Ocak 1919 tarihinde Paris Konferansı başlamadn hemen önce, hizmetlerinin karşılığının verilmesini beklediklerini belirtmiş ve şunları söylemiştir: : ” Ermeniler, savaşın başından beri de facto savaşan taraf olmuşlardır. Tüm cephelerde Müttefiklerin yanında yer almışlardır…..Rus Çarlık ordusundaki 15.000 Ermeni dışında 40.000 den fazla Ermeni gönüllüsü Türk ordularına karşı direnmiştir….”
Heath LOWRY , “The U.S. Congress and Adolf Hitler on the Armenians” (Vol.3.No.2 Political Communication and Persuasion, 1995.
Osmanlı İmparatorlıuğundaki Ermmeniler ve Türkiye Sempozyumu (Symposium on Armenians in the Ottoman Empire and Turkey) (1912-1926) Boğaziçi University Publications, Istanbul, 1984
Haluk SELVİ ” Armenian Question- From the First World War to the Treaty of Lausanne” Sakarya University Turksih-Armenian Relationship Eesearch Centre , Sakarya 2007
Şinasi OREL and Süreyya YÜCE ” The Talat Pasha Telegrams: Historical Fact or Armenian Fiction” K. Rüstem &Bro. London 1980
Justin MC CARTHY “Death and Exile, THE Ethnic Cleansing of Ottoman Muslims 1821-1922″ Darwin Press, Princeyom, New Jersy, 1995
Justin MC CARTHY, “Muslim and Minirities, The Population of Ottoman Anatolia and the End of the Empire” New York, University Press, New York 1983
[27] Salahi SONYEL, “Turkey‘s struggle for liberation and the Armenians” SAM Papers No.1/2001, Center for Strategic Resarch, Ankara, 2001.
[28] Prof. Dr. Stephane YERASİMOS, Türkiye Bilimler Akademisinde 20 Mayıs 2002 de yaptığı ” Birinci Dünya Savaşı ve Ermeni Sorunu” başlıklı konuşma. Bu konuşma metni, daha sonra Toplumsal Tarih Dergisinde Eylül 2002 tarihinde yayımlanmıştır. Konunun tarihçilere havale edilerek
çözümlenemeyeceği görüşünü Prof. Sükrü Hanioğlu ” İşi tarihçilere mi bırakmalı? makalesiyle desteklemiştir ( Zaman, 20 Ocak 2005
[29] Urteil vom 14 September 2001 in Sachen Karaman Fikri und Konsorten. Gerichtkreises Bern-Laupen
(Çeviri : Kahraman Fikri ve Arkadaşları davasında 14 Eylül 2001 tarihinde Bern Laupen Mehkemesinin verdiği karar.)
[30]”Gerçekliği asla kuşku götürmeyen terimi” görecedir. Kime göre kuşku götürmemektedir.? 1915 Ermeni olayları konusunda tamamiyle çelişkili iki ayrı görüş bulunuyor. Mahkeme bunlardan birine itibar ederken, öbür görüşü hangi hakla ve hukukla dışlayacaktır?
[31] Soykırımı Sözleşmesinin Giriş bölümü de soykırımının tarihin her döneminde vuku bulduğunu belirtmektedir.
[32] Almancası : “Wissen und Willen müssen sich auf alle objektiven Tatbestandelemente beziehen, mithin auf das Leugnen, gröblich Verhamlosen oder Rechtfertigen vom Völkermord (Niggli) sowie aud das vorgaengig referierte Tatbestandelemente des rassistichnen Motive.”
[33] Bu konuda dikkat çekmek isteyeceğim husus, Niggli gibi konuya eğilenlerin, olayın hukuki bakımdan nitelenmesinin gerektirdiği hukuki gerekleri bir kenara bırakmalarıdır. Başka bir anlatımla, eylemin soykırımı sayılması için gerekli olan koşullar bir kenara bırakılmakta, çok sayıda insanın hayatını kaybetmesi ger çeğinden hareket edilerek çok sayıda insan ölümünün otomatik olarak soykırımı olarak nitelenbmesidir
[34] Strafkammer des Obergerichts des Kantons Bern N. 447/1/2001 16 April 2002
[35] Ele alınan katkılar : 1992 yılında Karl-Ludwig KUNZ‘un eleştirisi. ve asıl amacın kamu barışının tehlikeye atılmaması olduğu yolundaki görüşü; 1995’te Robert ROM‘un yasanın sadece Ausschwitz’i değil, başka soykırımnlarını da ve etnik temizliği de ele almakta olduğu yorumu; Alexander GUVAZ’ın maddeye insanlık onurunu zedelemeye yönelik eylem öğesinin eklenmesi önerisi; 1996 yılında Peter MÜLLER‘in soruna göç akımlarının sonuçları açısından yaklaşması ve yabancı düşmanlığı öğesinin ihmal edilmemesi” önerisi; 1996 da Marcel Alezander NIGGLI’nin Irk Ayrımcılığı kitabında ırk ayrımcılığı konusundaki yorumu özellikle ilgi çekicidir. Niggli İNSAN SAYGINLIĞINI, EŞİT HAKLARA SAHİP OLMA VE EŞİT MUAMELEYE TABİ TUTULMA, EŞİT SAYGIDAN YARARLANMA HAKKI OLARAK tanımlamaktadır.. Niggli soykırımının inkarının insan saygınlığına ne derecede zarar verdiğini de sorgulamakta, soykırımın inkarı ile bundan zarar görenlerin ayrımcılığa maruz kalmadığını, ancak bu eylemi yapanların aklanmak istediğini belirtmektedir.
[37] Ermeni Yazar Vahan DADRİAN’ın soykırımı tezini savunan üç ciltlik kitabı, Türk yazarlardan Taner AKÇAM’ın kitapları ve makaleleri ve daha pek çok aynı paraleldeki yapıt Türkiye’deki kitapçılarda sertbestçe satılmaktadır. Ermeni soykırımı tezini savunan çok sayıda makale de gazete ve dergilerde yayımlanmıştır; yayımlanmaya devam etmektedir. Örnek olarak Radikal Gazetesinin Taner Akçam’ın çok sayıda makalesini yayımladığını belirtebiliriz. Prof. Halil BERKTAY da benzer görüşlerini kamu oyuna yansıtmıştır : “Tehcirin sorumluları Talat, Enver ve Cemal paşalardır ” in Safa KAPLAN: “90 yılında Ermeni Trajedisi. 1915’te ne oldu? Sh.57-66
[38] Örneğin ünlü soykırımı uzmanı W. SCHABAS, Ankara Barosunun 03-07 Ocak 2006 tarihleri arasında düzenlediği toplantıya katılmış ve 1915 olaylarını soykırımı olarak nitelediğini açıkça beyan etmiştir. Ankara Barosu Hukuk Kurultayı . ” Crimes Against Humanity and Genocide” Cilt I Sh 472-481. .
[39]”8……La condemnation du recourant tend ainsi a proteger la dignité humaine des members de la communauté arménienne, qui se reconnaissent dans la memoire du genocide de 1915…..”
[40] Swissinfo : 6 Ekim 2006 : ” Christoph Blocher ırkçılık karşıtlığı normunu tadil etmek istiyor. Blocher vazgeçmiyor. Yasa çelişkilerle doludur. Blolcehr düşünce özgürlüğü ile ırkçılıkla mücadele yasası arasında temel çelişki bulunduğunu belirtiyor. “
Bir yanıt yazın