Hasan PulurOlaylar ve İnsanlar
h.pulur@milliyet.com.tr
27 Şubat Cuma 2009
BİR Nasrettin Hoca hikâyesi… Hoca sormuş: “Un var mı?”
“Var!”
“Yağ var mı?”
“Var!”
“Şeker var mı?”
“Var!”
Nasrettin Hoca çıkışmış:
“Be adam, o zaman niye helva yapıp yemiyorsun?”
* * *
ÖNEMLİ olan, unun, yağın, şekerin olması değil; önemli olan, helva yapmayı düşünebilmek ve becerebilmek…
Hele bilmeden helva yapmaya kalkarsan, un da, yağ da, şeker de ziyan olur.
Türkiye’nin bir önemli sorunu da budur.
* * *
1960’lı yıllarda Haydarpaşa Numune Hastanesi’ne bir ziyaret için gitmiştik, doktorlar iki genç gösterdiler, yatağa mahkûm. Bodrum’dan gelmiş, vurgun yemiş iki dalgıçtı, sünger için suya dalmışlar, çıkarken acemilik yüzünden vurgun yiyip felç olmuşlardı.
Doktorlar, “Bodrum’da basınç odası olsaydı, bu çocuklar kurtulabilirlerdi!” dediler,
Basınç odası, yalnız su altında vurgun yiyen sünger avcısı dalgıçlar için kullanılmıyordu, başka hastalıkların tedavisine de yarıyordu:
“Gazlı kangren, karbonmonoksit zehirlenmesi, penisilinin istenmeyen etkileri, ezik ve yaralar, ani körlükler, işitme kayıpları, donmalar, kemik iltihapları.”
* * *
EVET, basınç odası bu hastalıklarda da kullanılır ama anlatacağımız “basınç odası” vurgun yiyen dalgıçlar için alınmıştır, asıl amacı budur.(x)
“Basınç odası”nın hikâyesi şu:
“Tarım Bakanlığı’na bağlı Bodrum Süngercilik Araştırma ve Uygulama Enstitüsü, 1986 yılında yöredeki sünger dalgıçlarının tedavileri için iki basınç odası aldı. Bir tanesinin bir gemiye yüklenerek kıyılarda seyyar olarak dolaşması planlanırken, bu hayata geçirilemedi.
Enstitünün 2005’te kapanmasıyla bir tanesi Bodrum Devlet Hastanesi’ne verilirken, diğeri Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne götürüldü. Uzmanların, dalgıçlar için kullanıldığı söylemesine rağmen Ankara’ya götürülen basınç odası, 3 yıl kaderine terk edildi.
Sualtı gönüllüleri harekete geçerek, Fethiye Devlet Hastanesi’ne nakledilmesini istedi. Fakat, geçtiğimiz ay basınç odası Gaziantep Avukat Cengiz Gökçek Devlet Hastanesi’nin bahçesine taşındı.”
* * *
DALGIÇLAR için alınan “basınç odası”nı dört tarafı “deniz”le değil “kara”yla çevrili Gaziantep’e göndermek…..
Orada da hastanenin bahçesinde açıkta bırakarak çürümeye terk etmek…
“Deha” dedikleri herhalde bu olmalı!
Kim bilir Türkiye’nin kaç yerinde bu “dehanın eserleri” kendi hallerinde sergilenip duruyor!
Anıt gibi!..
Hiç merak etmiyoruz, bu “basınç odası”nın Gaziantep’e gönderilmesinin nedenlerini ilgililer mutlaka açıklayacaklardır!
Onlar açıklayadursunlar, Marmaris’ten Kaş’a kadar, sahillerde vurgun yiyen kaç kişi “Ah bir basınç odası olsa” diye kıvranmaktadır.
Biri eline balyozu alsa, bu “basınç odası”nı parçalasa, insan bu kadar tepki duymaz.
* * *
Un da var, şeker de var, yağ da var…
Niye helva yapıp yemiyorsunuz?
“Eksik” olanın ne olduğunu siz de anladınız ya!…
——-
(x) Milliyet, 17.02.2009, Gökhan Karakaş
Bir yanıt yazın