Bazen mısralar biliriz de şairini bilmeyiz, bazen de şairler tanırız ama şiirlerini bilmeyiz.’ Çocuktum, ufacıktım,Top oynadım, acıktım. ‘ mısraları çoğumuzun dilindedir ama, acaba kaçımız şairini biliriz? Bu mısralar Ziya Gökalp’in ‘Alageyik’ adlı şiirinin girişinden.
Ziya Gökalp’i hepimiz biliriz ama şiirlerinden çoğumuzun haberi yoktur. 1918 yılında yayınlamış olduğu ‘Yeni Hayat’ adlı şiir kitabında yer alan ‘Vatan’ şiirinin girişini aktaralım ;
‘ Bir ülke ki camiinde Türkçe ezan okunur,
Köylü anlar manasını namazdaki duanın,
Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kur’an okunur,
Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Hudâ’nın,
Ey Türkoğlu işte senin orasıdır vatanın. ‘
Dikkatinizi çekeriz, yıl 1918.
Tam 90 yıl önce…
Atatürk 1932’de, önce Türkçe ezan okunmasının dinen caiz olup olmadığını tartıştırır ve caiz olduğu belirlenir.
Bunun üzerine içlerinde Hafız Burhan, Sadettin Kaynak, Hafız Nuri gibi dönemin önemli hafızlarının bulunduğu bir komisyon kurularak ezanın Türkçe çevirileri yapılır, hangisinin ahenginin daha uygun olduğu tartışılır.
Kabul edilen metin şöyle:
” Tanrı uludur;
Şüphesiz bilirim, bildiririm;
Tanrı’dan başka yoktur tapacak.
Şüphesiz bilirim, bildiririm;
Tanrı’nın elçisidir Muhammed.
Haydin namaza, haydin felaha,
Namaz uykudan hayırlıdır. ”
Diyanet İşleri Başkanlığı 18 Temmuz 1932 tarihli bir genelge ile bu metni bütün camilere bildirir ve ezan Türkçe okunmaya başlanır.
Bu uygulama 18 yıl sürer.
14 Mayıs 1950’de genel seçimler olur, Demokrat Parti iktidara gelir.
Bazıları bu siyasal gelişmeyi ‘AK Devrim’ olarak anmışlardır, anarlar.
( Bu ‘AK’ güzellemesinin hangi durumlarda ve ne amaçlarla kullanıldığını artık biliyoruz herhalde).
Adnan Menderes’in kurduğu hükümetin güvenoyu aldığı tarih, 2 Haziran 1950’dir. Yalnızca 14 gün sonra, 16 Haziran 1950’de, ezanın Arapça okunmasını serbest bırakır. (Dikkatinizi çekeriz, Türkçe ezan yasaklanmamış, yalnızca Arapça ezan serbest bırakılmıştır. Ama bugün, değil Türkçe ezan okumak, okunmasını talep etmek bile bir cesaret işidir. Burada karşımıza bir başka ‘ak’ çıkıyor. ‘Dinde zorlama yoktur’ şeklindeki ‘ak’ beyan…)
Demokrat Parti hükümeti neden bu kadar telaşla, daha ayağının tozuyla ilk iş olarak ezan konusuna el atmıştır? Çünkü ‘AK Devrimciler’ (!) tehlikenin farkındaydılar. 18 yıl boyunca dişlerini zor sıkmış, devrim’i beklemişlerdi. Yitirilecek bir dakika dahi yoktu. Eğer kulaklar kadar beyinler de Türkçe ezana biraz daha alışsa, arkasından ‘Biz neden ana dilimizde ibadet etmiyoruz ki? Biz neden kutsal kitabımızı ana dilimizde okumuyoruz ki ?’ tepkisinin güçlü bir şekilde geleceğinden korkulurdu.
Ana dil kullanım hakkı, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını içine sindirmiş olanların aklına henüz gelmemiş bir özgürlük istemidir.
‘Ak’la ‘kara’yı ayıramamamızın, ‘kara’yı bize ‘ak’ diye yutturmalarının temelinde ana dilimizin kısıtlanmasının yattığını düşünmez misiniz? Özellikle de bu toplumun yaşamında en büyük yeri tutan din konusunda…
Bazen mısralar biliriz de şairini bilmeyiz, bazen de şairler tanırız ama şiirlerini bilmeyiz.
Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Atatürk’ün,
“Ne mutlu Türküm diyene!” anlayışına karşı çıkan herkes Türkiye Cumhuriyeti’nin düşmanıdır ve öyle kalacaktır.
Cesaretin bittiği yerde, Esaret başlar.
Camilerimizde Türkçe Kur’an, minarelerde Türkçe ezan okunduğu günleri yaşayabilmek umuduyla.
Öz dilim varken anlamadığım bir dilden dinimi yaşamak zorunda bırakılamam. İşte asıl özgürlük bu olacak. Dinimi ÖZGÜRCE yaşamak istiyorum. Birilerinin savunduğu gibi hurafelerle değil. İnsanca, anlayarak, hissederek, en büyük aşkla yaşamak…
Bir yanıt yazın