From: Erez Navaro <[email protected]>
Arkadaşlar,
Altta annemin yazmış olduğu bugünkü Radikal gazetesinde yayınlanan
yazısını sizlerle paylaşmak istedim. Yakınlarınızla paylaşırsanız
sevinirim. Sevgiler, Erez
Kendim ve ülkemin geleceği için tedirginim, üzülüyorum, ürküyorum
Radikal Gazetesi Yorum / 22/01/2009
Türkiye'de Yahudi olmak: 500 yıllık yalnızlık
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak ırkçılık, ayırımıcılık ve
antisemitizmle ilgili üzerimde iz bırakmış iki anı var belleğimde:
Biri Varlık vergisi sırasındaydı: Altı yaşlarında olmalıydım, dedemin
Yeşildirek'teki giysi dükkânına Varlık Vergisi nedeniyle el konmuş,
Varlık Vergisi memurları evimize girmiş, alınabilecek eşyaları
inceliyorlardı. Evde derin bir tedirginlik hâkimdi, dedemse bu
durumdan dolayı yatağa düşmüş, hastalanmıştı.
Belleğime kazınan diğer olay 6-7 Eylül felaketiydi. Dükkânımız
olmadığından, ailece maddi bir zarar görmediysek de çok üzülüp, olup
bitenlerden dolayı ürktüğümüzü anımsıyorum. Bunların dışında, bana
doğrudan söylenen ya da hissettirilen bir Yahudi karşıtlığıyla bugüne
dek karşılaşmadım.
'Vatandaş Türkçe konuş'
Sadece 1950 yıllarında 'Vatandaş Türkçe Konuş' sloganlarının
yaygınlaştığı sıralarda ablamla birlikte Ladino veya azınlık dilleri
konuşanlara sert bakışlar atarak "Vatandaş Türkçe Konuş" diye
ihtar
ettiğimizi hatırlıyorum. 11-12 yaşlarında olmalıydık. Şimdi utanarak
hatırladığım bu durumun, psikolojide 'saldırganla özdeşleşme'
savunma
mekanizması olduğunu artık biliyorum. Yani, saldırganlığa maruz kalan
kişinin, çok korktuğu durumlarda saldırganla özdeşleşmesi ve onun gibi
davranmaya çabalaması... 11 yaş için belki de anlaşılabilir, nispeten
affedilebilir bir durum... ama erişkin ve olgun bir insan ya da bir
ülke için elbette ki değil...
65 yıl önce Türkiye'de doğdum ve Türkiye'de yaşıyorum, annem,
babam,
ecdadım Osmanlı İmparatorluğu'ndan Türkiye Cumhuriyeti'ne
dönüşmüş bu
toprakların çocuklarıdır... Türkiye'de okula gittim, bir Türk'le
evlendim, çocuk sahibi oldum, çocuklarım Türk okullarına gitti,
evde Türkçe konuşuruz, Türkçe kitaplar yazdım, seminerler,
konferanslar verdim, yurtdışında katıldığım uluslararası çalışmalar
ve
yönetim kurullarında Türkiye'yi azim ve gururla temsil ettim.
Oralardaki
tanımım da "the Turkish woman"dır.
Türkiye'yi henüz tanımayan ya da önyargılı tanıyan Avrupa, Amerika
ve
Asya'lılara gönüllü elçilik yaptım, ait olduğum uluslararası
yönetim
kurulunu (IAGP) binbir zorlukla ikna ederek uluslararası bir mesleki
kongrenin Türkiye'de yapılmasını sağladım (IAGP Uluslararası Grup
Psikoterapileri Kongresi, Istanbul, 2003) 30 yıllık meslek hayatımda
bana danışanların yüzde 90'ının kimlik din hanesi
Müslüman'dır, bunlar
arasında geleneksel olarak başı kapalı olanlar gibi, türbanlı
kadınlarla da çalıştım ve halen de çalışmaktayım. Devlete ait bir
üniversitede öğretim görevlisiyim ve bunun yanı sıra çeşitli devlet ve
özel kurumlar, sivil toplum kuruluşları ve benzer projelere aktif
olarak katkıda bulundum, 99 depreminde aylarca gönüllü seferberliğe
katıldım. Eşit bir vatandaş olarak vergilerimi düzenli ödemekteyim,
ülkenin maddi ve manevi çıkarlarıyla yakından ilgili ve aktifim. Şimdi
bana söyler misiniz? Din hanemde Yahudi yazdığı için mi ben bu ülkede
bir günden diğerine düşman hanesine sokuldum? Saldırılacaklar, tehdit
edilecekler listesine dahil edildim?
Ortadoğu'da yaşanmakta olan savaşta kendinden menkul taraf tayin
edildim. Beni yakından tanıyanlar savaş hakkındaki düşünce ve
değerlerimi, savaş nedeniyle ölen ve öldürülenlere hassasiyetimi
bilirler.
Kaldı ki esas mesele bu değil. Ortadoğu'daki savaşın faturası din
hanemde 'Yahudi' yazdığı için bana çıkarılıyor. "Sizleri
İspanya'dan
kurtaran Osmanlı'nın torunlarıyız" dendiğinde ne kastediliyor
acaba?
500 yıl önce ecdadımın Osmanlı Padişahı tarafından kabul edilmesi
hâlâ
maddi manevi borç haneme mi yazılı? Doğup büyüdüğüm, bir vatandaş
olarak görevlerimi yerine getirdiğim, fiilen gelişmesine katkıda
bulunduğum bu topraklarda hâlâ misafir mi addediliyorum? Boynu bükük
mü dolaşmalıyım? Tehdit altında kalmaya namzet miyim? Ve bu durumu
sindirmeli miyim?
Türk Yahudi'lerinin en önemli niteliklerinden biri ülkelerine vefa ve
sadakattır. Yıllardan beri Türkiye'den göç etmiş Türk kökenli
Yahudiler hala Türkçe konuşur, kendi aralarında toplanır, Türkçe TV
dizi ve filmleri seyredip, Türk yemekleri yer, Türkçe şarkılar
söylemeyi severler. Türkiye'yi terketmiş olmalarına rağmen
kökenlerine
sadakatle bağlıdırlar. Aynı duygu Türkiye'de yerleşik Yahudilerde de
güçlüdür, ülkeyi sever, dış dünyanın önyargılarına karşı azimle
korurlar. Ben de kendimi aynı vefalı zihniyete ait görür,
yurtdışındayken Türkiye'ye laf kondurmam, yerel değerlerin tanınması
ve yüceltilmesine inanırım.
Irkçılığa dur
Ancak bugün içimde bir şeyler kırıldı... Kendimi ait addettiğim ülkem
beni eşit vatandaşı olarak görmüyor, din hanemde yazılı olan ibareden
dolayı zımnen taraf yapıp düşmanlaştırıyor, devletine ve
vatandaşlarına sahip çıkmakla yükümlü devlet sorumluları ve kimi medya
saldırganlık ve düşmanlığı kışkırtıcı söylemlerden çekinmiyor ve
ülkeyi ele geçirmekte olan ırkçılık dalgasına 'dur' diyemiyor,
demiyor...
Demek ki 500 yıldır yaşamakta olduğumuz, kendimizi ait hissettiğimiz,
manen sahiplenip manen savunduğumuz bu topraklarda ülkenin diğer
vatandaşlarıyla hangi etnik kökenden veya dinden/ mezhepten olurlarsa
olsunlar kader birliği yaptığımızı, birlikte mücadele ettiğimizi
sanırken, ne kadar da yalnızmışız aslında...
O kadar sözü edilen, gururla taşınan 'kültür mozaik'i sadece bir
turistik slogan, bir yanılgı, yanılsamaymış... Esas arzu edilen,
amaçlanan 'mozaik'i tek renge indirgemekmiş... Birlikte ortak
kaderini
paylaştığım, iyi ve kötü günlerde 'ne olacak bu durumumuz?' diye
ülke
sorunlarına hayıflandığım kimi vatandaşlar demek beni potansiyel
düşman olarak addedecek, canımı yakmak ya da yoketmek isteyecek...
Bugün kendim için üzülüyorum, tedirginim ve nisbeten ürküyorum, ama
açıkça söylemem gerekirse Türkiye'nin ırkçılığa kaymakta olan
geleceği
için de eşit derecede tedirginim, üzülüyor ve ürküyorum. Ve bu gidişe
bilinçli ve sorumlu bir 'dur' denmezse Türkiye'nin kendini
büyük bir
yalnızlığa mahkûm edeceğinden korkuyorum. Karanlık bir yalnızlığa...
Leyla Navaro: Uzm. Dan. Psikolog/Yazar; Boğaziçi Üniversitesi öğretim
görevlisi
Bir yanıt yazın