Fethullah Gülen’in ‘Küçük Dünyası’
Fethullah Gülen yıllardır ABD’de yaşıyor…
Emekli bir vaiz nasıl olur da ABD’de yaşayabilir?
Bu ayrı bir konu…
Tartışılmalı!..
Fethullah Gülen’in sağlık durumu iyi değil…
Hafıza kaybı olduğu söyleniyor…
Kalbinden de rahatsız…
Üstelik şeker hastası da…
Bu yazı dizisi, son on yılın öyküsü…
Fethullahçılar içinde bir yarış başladı…
”Fethullah Gülen’den sonra o koltuğa kim oturacak?”
Onlar tartışadursun, biz Gülen’in serüvenini ”Hayatın Sayfalarına” düşen, Cumhuriyet arşivinden ve ”Din Baronunun Kazları” kitabımızdan bazı alıntılar yapıp açalım…
Şemsettin Nuri’ nin Hocaefendi’yle yaptığı röportajları içeren ”Küçük Dünyam” adlı kitabı bulmanızın olanaksız olduğunu düşünerek okurlarımızı aydınlatmaya çalışacağız.
Kitabın 137. sayfasında ”Sivrisinek” bölümü bulunuyor.
Hocaefendi’yi tanımanız bakımından aynen aktarıyorum:
”…O sıralarda Kâbe ve çevresinin temizliğine bugünkü kadar dikkat edilmiyordu. Harem’in duvarlarına dahi idrar yapan oluyordu. Pislik sebebiyle de çok sinek bulunuyordu. Bilhassa geceleri, sinekler ciddi bir şekilde çoğalıyor ve rahatsız edecek oranda insanlara saldırıyorlardı. Ben on beş gün kadar Harem’den hiç ayrılmamıştım.
Buna rağmen bir kere dahi olsun beni sinek ısırmadı. Bu durumun sadece bana mahsus olduğunu da zannetmiyorum. Sadece ‘Vemen dehalehu kane aminen ‘ hakikatını, Harem’de ne derece şümullü olduğunu bu hadise sebebiyle daha iyi anlamış oldum…”
Fethullah Hoca’nın çocukluk anıları da hayli ilginç…
43. sayfada yer alan ”Nasara” bölümünü de gelin birlikte okuyalım:
”Çocukluğumda bizim kazlarımız vardı. Ben onları çok severdim.
Bir gün bu kazlar, Necip Ağa adındaki çok muhterem, abit, zahit komşumuzun tarlasına girmişler.
O da kızmış, kazları bir güzel dövmüş. Baktık bizim kazlar kan revan içinde. Kiminin ayağı kırılmış, kiminin gözü çıkmış. Onları öyle görünce içim sızladı, çok rikkatime dokundu. Fakat ne ben ne de evimizden bir başkası tek kelime söylemedi. Çok geçmedi. Havada bir bulut belirdi. Necip Ağa’nın tarlasına öyle bir dolu yağdı ki, bahçede ne var ne yok hepsini aldı götürdü. O da, biz de hayret içinde kaldık.
Çünkü köyde başka hiçbir yere dolu yağmamıştı..”
Kitabın bir başka bölümünde (9. sayfa) dedesinden anıları aktarıyor Hocaefendi:
”Cihan Harbi’nden evvel çok şiddetli bir zelzele olmuştu. Köyde yıkılmadık bina kalmamıştı. Herkes harman yerinde yatıyor, evlerine gidemiyordu. Halbuki kış bastırmış ve kar da yağmıştı. Bir gün ben de harmana gidiyordum. Karşıma Mehmet Efendi çıktı. Bana ‘Şamil Ağa!
Nereye gidiyorsun?’ diye sordu. ‘Harmana’ diye cevap verdim. ‘Git evine yat! Bir tek taş dahi düşerse getir onu benim kafama çal’ dedi.
‘Hoca niye?’ dedim. Bana şunları söyledi:
Bu gece köye Fahri Kâinat Efendimiz geldi. Arkasında Raşid halifeler vardı. Hz. Ali’nin elinde ise birçok kazık bulunuyordu. Ben hemen koştum ve yanına vardım. Efendimiz bana dönerek:
– Molla Muhammed! Bu köy senin mi? diye sordu. Ben de ‘Evet ya Resulallah! Benimdir’ dedim. Bunun üzerine Fahri Kâinat Efendimiz
(s.a.v.) Hz. Ali’ye döndü ve ‘Ya Ali! Bu köye de bir kazık çak, bir daha bu köy de sallanmasın!’ d edi. O da elindeki kazıklardan birini ovaya çaktı…
Dedem Şamil Ağa, bu hadiseyi çok defa anlatmıştı.
Her defasında da ‘İşte manaya açık, ruh insanı bir tek şahıs var. O da Mehmet Efendi’dir’ derdi.”
Fethullah Hoca’nın anıları hayli ilginç. Hele askerlik anıları var ki vallahi Aziz Nesin ‘e, Muzaffer İzgü ‘ye taş çıkarıyor. Askerde sağlık kontrolü yapan doktorla ilgili bölümüne bir bakalım isterseniz: ”Bir defasında umumi kontrol yapılacaktı. Doktor bana ‘ Sıyır kilotunu’
dedi. Ben ‘Komutanım, benim dizimden yukarısını annem dahi görmemiştir’ dedim. Adam, insaflı biriymiş, ‘Geç’ dedi, kurtuldum…”
Hoca, kitabın 67. sayfasında anlatıyor:
”Vesveseye esas teşkil edecek hususların doğması için beyin yıkamanın lüzumuna inanıyorum. Baştan vesvese hiç doğmamalı, doğarken hemen ölmeli…”
İşte böyle…
Perde açılıyor…
Hakkında 100’ün üzerinde dava açıldı, politikacılarla hep yakın ilişki içinde oldu.
Trilyonlarla oynayan adam 1983 seçimlerinde ANAP’ı destekleyen Fethullah Gülen ve yandaşları, Süleyman Demirel’e savaş açtı… ANAP iktidarı dönemi, Fethullahçılara yaradı. Askeri liseler, polis kolejleri ve astsubay okullarında örgütlenmeye başlayan Fethullahçılar, devlet erkindeki etkinliklerini yoğunlaştırdı.
Fethullah Gülen’in hedefi şuydu: ”Sandıkla değil, silahlı darbeyle iktidarı ele geçirmek…”
İlhan Selçuk, M. Emin Değer’in ”Bir Cumhuriyet Düşmanının Portresi”
kitabına yazdığı önsöz ile şöyle der: ”… Fethullah Gülen, bu coğrafyada, bir süreden beri Amerika’yı mesken tuttu; güvencesini Atatürk Türkiyesi’nde, irticaya sempatiyle bakan büyük müttefikimizde gören ‘Hoca Efendi’ uluslararası bir kişiliktir…” Ben, otuz yıldır Fethullah Gülen’le ilgili röportajlar yapıyor, yazılar yazıyorum…
Fethullah Hoca=Nurculuk… 1999’da yaptığım ”Fethullah Gülen” dizisi yazımda, Nurculuğun içyüzünü, Fethullahcılığı anlattım… Bu gün tam sırasıdır… Said-i Nursi ‘nin büyülü amacını iyi bilen, laik demokratik rejimin altının oymak ve Türkiye’yi ”Ilımlı İslam”
modeliyle kucaklaştırmak isteyen Fethullah Gülen, sıradan bir emekli vaiz midir? Asla! M. Emin Değer Fethullah Gülen’in derin misyonunu ”Bir Cumhuriyet Düşmanının Portresi” nde şöyle anlatır: ”…
Sıradan bir kişi değildir. Zeki ve kim ne derse desin ne yapacağını ve nasıl yapacağını çok iyi bilen, amacı için Makyavel taktiğini çok iyi kullanan, dinsel deyimle takıyyenin her t ürüne başvuran bir kişiliktir.”
1975’te Nur Kampları’nı kurdu
M. Emin Değer’in saptaması doğru… Şimdi ise eski yazılarımdan bir kesit… Bakalım Fethullah Gülen nasıl bir kişilik?.. Yıl 1966…
Fethullah Gülen, Bornova Camisi’nde vaizdi… Henüz ünlü değildi…
Yavaş yavaş çevre edindi… Kestane Pazarı’nda sohbetlere başladı, Hisar Camisi’nde vaazlar verdi… 12 Mart 1971’de gözaltına alındı…
Bir süre sonra salıverildi… 1975 yılında ”Nur Kampları” nı kurdu… Yaz aylarında Edremit, İzmir/Kemalpaşa yöresinde yaşları
13-15 arasındaki yoksul ailelerin çocuklarını yetiştirdi. O tarihte ”Sızıntı” dergisini çıkardı… Akevler Kooperatifi’nin kuruluşu siyasi ilişkilerinin ilk adımıdır. Kooper atif üyeleri arasına çok sayıda kaymakam, vali, yargıç ve savcı yer aldı… Daha sonra bu kişiler ANAP, DYP’den, 3 Kasım 2002 seçimlerinde de AKP’den milletvekili seçildi, bakan oldu… 12 Eylül 1980 sonrası arandığı halde yakalanamadı. Çünkü Turgut Özal ‘ın himayesine girmişti…
Özal’la tanışması 1977 seçimlerinden önce oldu. İzmir’de MSP milletvekil adayı olan Özal, Gülen ve çevresinden destek gördü…
Fethullah Gülen, 1982 yılının Mayıs ayında bazı askerlerle görüştü.
Onlara şu sözü verdi: ”1982 Anayasası’nı destekleyeceğim. Yalnız, TSK’deki yandaşlarıma dokunulmasın. Bir de, benim yakalanmamam konusundaki yazılı emir kaldırılsın…”
ANAP’la güç kazandı
Gülen’in koşulları kabul edildi… Fethullahçılar 1982 Anayasası’nı destekledi… O tarihte Yeni Asya grubu ( Mehmet Kutlular ) ile bozuk olan bağları tümüyle koptu… 1983 seçimlerinde ANAP’ı destekleyen Fethullah Gülen ve yandaşları, Süleyman Demirel ‘e savaş açtı… ANAP iktidarı dönemi, Fethullahçılara yaradı. Askeri liseler, polis kolejleri ve astsubay okullarında örgütlenmeye başlayan Fethullahçılar, devlet erkindeki etkinliklerini yoğunlaştırdı.
Fethullah Gülen’in hedefi şuydu: ”Sandıkla değil, silahlı darbeyle iktidarı ele geçirmek…” Bunu niçin yapmalıydı? Türk Silahlı Kuvvetleri, adliye, İçişleri ve Milli Eğitim bakanlıklarında örgülenmek… 1986 yılında, Gülen’ in ”Akyazılılar Vakfı” nın askeri okullara sahte sağlık raporu ile öğrenci soktuğu saptandı. Çok kişi tutuklandı, ama Gülen’in burnu bile kanamadı… Türk Silahlı Kuvvetleri, Gülen’e o tarihten itibaren kuşkuyla baktı; 1995 yılından itibaren de Fethullahçılar MİT tarafından sürekli izlendi… 1995 yılında ”medya” yla yakın ilişkiye girildi. Sağcısından solcusuna, Atatürkçüsünden şeriatçısına dek çok sayıda yazarla ”çıkar yumağı”
oluşturuldu… Tansu Çiller, Mesut Yılmaz, Bülent Ecevit, Hikmet Çetin gibi politikacılarla yakın ilişki kuruldu: Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’le barışıldı, ödüller verildi… Fethullahçılar, 24 yıl içinde inanılmaz bir örgütlenmeyle, yurtiçi ve yurtdışında 500 okul, işyeri, gazeteler, televizyonlar ve radyolar kurdu; tri lyonlar oynamaya başladı…
Okulları ABD kontrolünde
Fethullah Gülen, hakkımda 100’ün üzerinde dava açtı, ancak hiçbir duruşmaya kendisi gelmedi… Azerbaycan’dan Türkmenistan’a dek pek çok ülkede okullar açtı…
Tüm bunlar kimin kontrolünde oldu? Orta Asya cumhuriyetlerini, Ortadoğu’yu denetlemek isteyen ABD’nin yönetiminde… Cumhuriyet gazetesi, Fethullah Gülen’in 30 yıldır peşindeydi… Cumhuriyet’in yazdıkları doğru çıktı… Çok yazıldı çizildi ama okurlara anımsatmak açısından yinelemekte yarar var… Fethullah Gülen, Işık Evleri’nde acaba neyi amaçlıyordu?..
‘Işık Evleri’nin süvarileri
Gülen cemaati için ağı genişletmenin yolu, yeni mali kaynak ve insan gücü bulmaktır. Bunun için başarılı ve zeki öğrenciler kazanmaya çalışılır Gülen’in deyimiyle, (öğrencilerin/ağabey adı verilenlerin kaldığı
F.B.) ”Işık Evleri” cemaatin inanmış ya da ticari imkânlar sağlanmış esnaf ve işadamları tarafından finanse edilir. Cemaat için ağı genişletmenin yolu, yeni mali kaynak ve insan gücü bulmaktır. Cemaatin birlik bütünlük içinde bir arada bulunup amaçlarını gerçekleştirmesi için, yeni gelenlere manevi ve mukaddes değerlerin önemi benimsetilir.
Ahiret hayatlarında elde edecekleri kazanımlar, sevaplar anlatılır.
Önceleri Anadolu’daki esnafla başlayan, sonra büyük kentlere ve iş dünyasına ulaşan bu maddi yardımların birer Allah ve peygamber hizmeti olduğu kabul edildiği için, cemaat bu konuda pek zorluk çekmez. Bu yardımsever kişilerin cemaatin, öğrencileri ümmet rüyaları ile eğittiklerini bilmedikleri muhakkak. ”Hayırlı bir iş” diyerek buna sarılıyorlar.
Zeki çocuklara kanca
Böylece, Türkiye’nin dört bir tarafında, ilçelere kadar uzanmış bu evlerde, okullardaki başarılı, zeki çocuklarla bağlantı kurulur.
Genellikle okul birincileri seçilir. Bu nedenle, ”Işık Evleri” , cemaate adam kazandırmanın en etkili yöntemidir. O evlerde görülen yakınlık, karşılık beklemeden yapılan yardımlar, çocuk dünyamızda bizlere, o güne değin hiç sahip olmadığımız duyguları, heyecanları yaşatır. Ancak cemaate girdikten ve cemaatin bir küçük üyesi olduktan sonra müthiş bir değişim başlar. Bir askeri disiplinle, öylesine katı kurallarla yaşamaya başlanır ki, dayanmak çok güçtür.
”…Yurt belletmeni, beni, sabah namazına kaldırdı. Üstüm açık olduğu için çok üşürdüm. Bir de sabahları buz gibi suyla abdest alırdık. Bir keresinde abdest almak istemedim. Belletmen, zorla beni suyun altına soktu. Ondan sonra hasta, sinüzit oldum… Yatsı namazı ve tesbihattan sonra, ev imamının sohbeti vardır. Sonra Nur Risaleleri ve F. Gülen’in kitapları okunur, kasetleri izlenir. Haftada en az (biz öğrenciler için özel olarak hazırlanmış) 3 kaset video izlenir. İslamın nasıl yeniden yönetime hâkim olacağı, özlenen şer’i düzenin topluma faydaları ve benzeri hedefler tekrarlanır. Ya da Hoca’nın yeni çıkan bir kitabı sayfa sayfa okunur. Ev imamı tarafından yorumlanır.
Hepsinden sınav yapılır. Mecburi yarışmalar düzenlenir ve kazananlara, yine Hoca’nın başka bir kitabı verilir. Evler çok güzel döşenmiş, her türlü imkânı olan evlerdir. Ev imamı, öğrencilerle sürekli toplantı halindedir. Dikkati çekmek için, toplantılar herkesin uykuda olduğu zamanlarda yapılır. Sıkı istişare içindedirler. Eve gelen öğrenciler kıvama gelmişse, onların planlaması yapılır. Zaman gazetesinin promosyonu için çalışılır. Her evin imamı, abone bulmak konusunda yarış içindedir.”
Kutsal cemaatten olmak…
”Bir kere, beyinlerimize şu ana fikir sanki kazınmıştır: ‘Bu cemaatten olmak çok büyük bir nasiptir. Yani öyle bir kısmettir ki, herkese nasip olmaz. Allah’ın ancak çok şanslı ve seçilmiş kulları, bu cemaatin bireyleri olabilir. Bu kutsal cemaatin manevi bir misyonu var’ … Ayrıca, sürekli olarak cemaatin çok büyüdüğü ve hayatta ne olmak istersek -kaymakam, vali, polis, öğretmen- olabileceğimizi ya da nerede ve nasıl bir iş kurmak istiyorsak, cemaatin hemen yardım edeceğini söylüyorlardı. Cemaatin sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada yayıldığını ve çok güçlü olduğunu söylüyorlardı. Eğer cemaate karşı olumsuz bir davranışınız olursa, hizmeti sekteye uğratacak bir şey yaparsanız, en başta ‘şefkat tokadı’ yersiniz. Allah’ın kapısına sırtını dönmeniz ve Allah’ın da size sırtını dönmesi… Peygambere karşı gelmeniz… Bunun sonuçları ne olabilir? Bu tür öyle korkutucu şeyler anlatılır ki, inancı olan bir insan için bunlara tahammül edilemez… Eğer cemaate karşı çok büyük bir şey yaparsanız, hizmette küçücük bir hata yapmış olursanız, Allah başınıza öyle husumetler getirir ki, ne dünyada ne de ahirette belinizi bir daha doğrultamazsınız. Şefkat tokadını muhakkak yersiniz…”
Altın nesil
Cemaat ana hatlarıyla: a) Işık Evleri ve yurtlarda yetiştirilen (Gülen’in deyişiyle) ‘Işık Süvarileri’ yle yeni bir toplum yaratmak…
Altın Nesil denen bu yetiştirilen gençlik, cemaatin ana hedefleri çerçevesinde yeni bir toplum yaratacaktır. b) Yaratılan yeni toplumda İslami düzen hâkim olacaktır. Bu da laik demokratik Türkiye Cumhuriyeti’ni sona erdirip, yerine şer’i kanunların geçerli olacağı, İslami devleti kurmakla gerçekleşecektir.
… Yetiştirilip, kendilerine Altın Nesil denilen yeni nesil, Atatürk ‘e, devrimlerine ve onun eseri olan Cumhuriyet’e düşmandır. Onunla hesaplaşmak üzere yurt, kolej ve Işık Evleri’nde eğitilmişlerdir.
Şer’i düzeni arzulayan tek tip insanlardan oluşan yığınları oluşturur… Yani bir kul oluyoruz. Hangi yöne sürüklenirsekoraya gidiyoruz. Sormayan, sorgulamayan, kendine söylenen her şeye rıza gösteren, itaat eden kişi oluyoruz. Ağabeyler ne derse, itirazsız kabul edeceksin…
Yurtdışındaki örgütlenme
Amaç şeriat kadrolarını hazırlamak
Almanya muhabirimiz Metin Gür, Avrupa’daki İslamcı teşkilatın boşluğunu dolduran Fethullahçıları şöyle anlatıyor:
Almanya ve buna yakın komşu ülkelerdeki Türkiye kökenli İslamcı kuruluşlar arasına en son girenlerden olan Fethullah Gülen hareketi, bugün niteliksel olarak en güçlü olmaya doğru tırmanıyor. Aynı amaç doğrultusunda, Avrupa’da İslamcı hareketin bir boşluğunu doldurarak dikkati çeken Fethullahçıların bu kadar hızlı yayılması, bu ülkelerdeki cami derneklerinin yapısından da kaynaklanıyor. İslamcı kesimin kadrolaşmasında öne çıkan Fethullah Gülen’e lojistik destek sağlayan cami derneklerine yönelik eleştiriler olduğu halde Fethullahçılar cami açmıyor. Başını Fethullah Gülen’in çektiği harekete biçilen görev, cami derneklerinden ya da Hollanda’da camilerin vakıf adı altında örgütlendikleri gibi vakıfların tabanından çocuk ve gençler içerisinden seçtiklerini çok yönlü eğitimden geçirerek, geleceğin kadrolarını hazırlamak, onları bulunulan ülkelerde aşama aşama önemli yerlere yerleştirmek.
Okul, yurt ve dershaneler
Almanya, Hollanda, Belçika, Avusturya ve Fransa gibi Türkiyelilerin yoğun olduğu, aynı yoğunlukta camilerin olduğu ülkelerde Fethullahçıların çok sayıda okul, yurt ve dershanesi var. Bunların sayısı giderek artıyor. 1986-87 yıllarında Hollanda’ya giren Fethullahçıların Rotterdam, Utrecht, Tilburg, Den Haag ve Amsterdam kentlerinde yurtları, Zaandam, Dordrecht, Deventer ve Nijmegen’de dershaneleri var.
Nijmegen’deki Sema Vakfı dört yıl önce açılmış. Eski bir okul satın alınarak vakfa dönüştürülmüş. Vakıf iki bölümden oluşuyor. Bir bölüm
11-16 yaşları arasında, yükseköğrenim gören gençlerden oluşuyor. Bu bölümde kalan gençlere üç haftada bir evlerine gitme izni veriliyor.
Hafta arasında akşam saat 19.30’dan sonra dışarı çıkamazlar, dışarıdakiler de bu saatte yurtta olmak zorundalar. Tüm giderleri yurt tarafından karşılanıyor. Cumartesi ve pazar günleri yurtta, ekonomi, dil, din ve Gülen’in kişiliğinde İslam’a bakış gibi çeşitli konularda ders alıyorlar. Bu bölümün kontenjanı 30 kişi. İkinci bölüm sınavlara hazırlık bölümü.
Buraya katılan, alınan çocukların yaşı 8-11 arasında. Bu bölüme katılan çocukların sayısı 100’ün üzerinde. Süre iki yıl. Bunların içinde her akşam evlerine giden olduğu gibi yurtta yatılı kalanlar da var. Her iki bölüme de sınavla, test yapılarak öğrenci alınıyor. Daha çok derslerinde, okullarında başarılı olanlar alınıyor. 8-11 yaş grubunda üstün başarı gösterenler, 11-16 yaş grubuna, yükseköğrenim görenler grubuna alınıyor. Başarı gösterenlerin sayısı 30’u aşıyorsa bir eleme daha yapılıyor, 30 genç en başarılı olanlardan oluşuyor.
Araştırma yaptığım sırada yükseköğrenim gören gençlerin arasında olan ve Ağabey konumuna yükselerek 8-11 yaşları arasındaki çocuklara ders veren gence, 11-16 yaş grubu arasına girmekte başarılı olamayan çocukların sonucunun ne olduğunu sorduğumda şu yanıtı veriyordu:
“Yapacağımız fazla bir şey yok. Evlerine geri dönüyorlar.”
Cosmicus
Cosmicus (Dünyalı) Fethullahçıların yüksek öğrenci teşkilatı. 1995’te Fethullah hareketinin ‘Hizmetkâr’larından Yusuf Alan, Ümit Taş, Turan Yazar tarafından Amsterdam’da kuruluyor. Şu anki başkanı Gürkan Çelik.
Bugün Roterdam, Utrecht, Nijmegen, Den Haag, Leiden, Brabant ve Twente’de şubeleri var. Şimdiye kadar bu teşkilatın saflarından mezun olmuş 500 öğrencinin geçtiği belirtiliyor. 140 bin Türkiyelinin yaşadığı Belçika’da İslamcı kuruluşlar arasında Fethullah Gülen hareketi ikinci yerde geliyor. İşadamlarını örgütlemiş durumdalar.
Çalışmalarını onlar aracılığıyla sürdürüyorlar. Lise ve üniversite öğrencilerine yatılı kurslar düzenliyorlar, öğrenci yurtları açıyorlar. Bu ülkede görev yapan bir din görevlisi ”Fethullahçı Nurcular Risale-i Nur üzerine dersler veriyorlar, Türkiye’den sık sık ziyaretçileri geliyor. Belçika’nın beş bölgesinde büyük binalar aldılar” diyor.
Fethullahçılar Almanya’da ilk kez Türk Alman Akademililer Birliği adıyla 1994’te Köln’de örgütleniyorlar. Süleyman Alıcı’nın başını çektiği bu girişim, zamanla Köln ve yöresinde okul çocuklarının ev ödevlerine ya da zayıf oldukları derslere yardım amacını öne çıkararak ”Diyalog”, ”Eğitim Merkezi” adı altında dershaneler açıyor. Bu şekilde açılan dershanelerin sayısı dört. Bu dershanelerde yüzlerce çocuk ve genç, Fethullah Gülen’in görüşleriyle tanışma olanağı bulabiliyor. Köln’ün merkezindeki 6 sınıflı dershanede hafta içi saat 15.00’ten 20.00’ye kadar 140 çocuk ders görüyor. Çocuk başı ders ücreti 180 Euro.
Saidi Nursi 23 Mart 1960’ta Şanlıurfa’da yaşamını yitirince tarikat içinde liderlik yarışı başladı ‘Yazıcılar-Okuyucular’ kavgası Dönemin Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Yaşar Tunagör’ün teşvikiyle Fethullah Gülen, 1966’da İzmir’e tayin edildi ve orada hedefine uygun ve kendine has bir örgütlenme içine girdi. ‘Yazıcılar’ın lideri Hüsrev Efendi, hareket içinde saygın bir kişiydi. Onun etkisiyle ‘Yazıcılar’, Denizli, Kütahya, Eskişehir, İzmir gibi yerlerde ağırlıklarını hissettiriyordu. Ege bölgesi ‘Yazıcılar’ın kalesi oluvermişti.
Fethullah Gülen ve yeni oluşan çevresi de, ‘Yazıcılar’la birlikte hareket ediyordu.
Tolga Çevik ‘in 6 Ekim 2000 tarihinde NTV MAG’da yayımlanan yazısı Cumhuriyet gazetesinin yıllardır Fethullah Gülen’in ne yapmak istediğine ilişkin haberlerini doğruluyordu… Önce Tolga Çevik’in yazısına bir bakalım isterseniz:
Ankara DGM tarafından hakkında gıyabi tutuklama kararı verilmesi, bu kararın İstanbul’da kaldırılması ve buna Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu ‘nun sert tepki göstermesi Fethullah Gülen’i yeniden gündeme oturttu. Son yıllarda okulları, ‘Işık Evleri’ , siyaset ve medya dünyasıyla olan ilişkileriyle tanınan Gülen’in uzun yolculuğu, Nur tarikatıyla başladı. Saidi Nursi 23 Mart 1960’ta Şanlıurfa’da yaşamını yitirince, tarikatı, ”Bundan sonra ne olacak?” kaygısına düştüler. Nurcuların bir kesimi, cemaatin başına bir kişinin seçilmesini isterken, bir kesimi de Said Nursi’nin en yakınlarından oluşan bir ‘İstişare Heyeti’ nin kurulmasını ve bu ‘Ağabeyler Konseyi’
nin hareketi yönlendirmesini uygun görüyordu. Bazıları ise siyasi bir teşkilat kurmayı, bazıları da devlete başkaldırıp silahlı mücadele verilmesini önerdi.
Tahiri Mutlu, Mustafa Sungur, Ceylan Çalışkan, Hüsnü Yeğin, Bayram Yüksel, Mehmet Fırıncı gibi ‘Nur cemaatinin ağabeyleri’ , içlerinde ‘en cevval ve en fedakâr’ gördükleri Zübeyir Gündüzalp’ i bu hareketin başına seçtiler. Kendileri de Zübeyir Gündüzalp’in altında bir istişare heyeti oluşturdular. Zübeyir Gündüzalp’in lider seçilmesi, cemaatin içindeki tartışmaları bitirmedi. Nursi’nin sağlığında başlayan ”Yazıcılar- Okuyucular” bölünmesi bu kez açıkça ortaya çıktı. Saidi Nursi’nin ölümünden ve 27 Mayıs ihtilalinin gerçekleşmesinden sonra bu karışıklık daha da büyüdü.
El yazısı ve latin harfleri
”Yazıcılar”, Hüsrev Altınbaşak önderliğinde ayrı bir grup haline dönüştü. Altınbaşak, Tahiri, Hulusi Bey, Demirel’in de akrabası olan İslamköylü Hafız Ali, Mübarek Mustafa, Santral Sabri gibiler 1930 ve 1940’larda, Saidi Nursi’nin yazmış olduğu risaleleri bizzat el yazısıyla kaleme alarak çoğaltmışlardı. Bu yazma ve yazarak çoğaltma işini yapanlar, Nurcular arasında ‘Yazıcılar’ diye anıldılar. Zübeyir Gündüzalp, Ceylan Çalışkan, Mustafa Sungur, Bayram Yüksel, Mehmet Fırıncı, Mehmet Emin Birinci ve Bekir Berk gibi isimler ise ikinci kuşaktan Nurculardı. Cemaate sonradan katılmışlardı. Bu ekip, Nursi’nin eserlerini Latin harfleriyle kitap halinde basıyordu. Bu nedenle onların adı ‘Okuyucular’ a çıkmıştı. Bir başka lider adayı Mehmet Kayalar , etrafındakileri silahlandırma çabası gösteriyordu. O, ‘okumakla-yazmakla’ değil, ‘silahla’ Nurculuğun yaygınlaşacağı inancındaydı. Mehmet Kayalar gibi düşünen bir başka isim de Elazığ’dan Müslüm Gündüz ‘dü. Gündüz’ün Kayseri tarafında yandaşlarıyla atış talimleri yapacak kadar işi ileri götürdüğü söyleniyordu. Bir başka aday Ankara’dan Said Özdemir’ di. Nurcular için önemli bir ‘ağabey’
olan Said Özdemir, cemaat içinde oldukça etkili bir isimdi.
Daha sonra Nurculuğun ‘Tenvir’ kolunu oluşturacak olan Said Özdemir’in Ankara’da adamlarıyla silahlı dolaştığı söylentisi de yaygındı. O dönemde bir lider adayı daha gizli hazırlıklar içindeydi: Erzurumlu bir vaiz olan Fethullah Gülen. Nurculuğun Erzurum’da en etkili ismi Mehmet Kırkıncı Hoca, Osman Demirci Hoca (AP’nin Nurcu milletvekili) ve Muzaffer Aslan sayesinde cemaatle tanıştı ve onlara katılmak istedi.
1963-66 yılları arasında Edirne ve Kırklareli’nde görevli olduğu dönemde, camilerde yaptığı konuşmalar yoluyla etrafında insanlar toplamaya başlamış, Nurcuları ve diğer dini çevreleri etkilemişti. Hep ağlayan, bazen kendini yerden yere atan konuşma tarzı ile dikkatleri üzerine çekiyordu. Okuyuculuk, yazıcılık, silahlı mücadele gibi tarzlardan ayrı olarak ‘hitabet’ yoluyla etkiliyordu çevresindekileri.
Bir başka tarz daha geliştirdi: Açıkça Nurcu olduğunu söylemedi, Nurcu ağabeyleriyle hep mesafeli bir temas içindeydi, konuşmalarında Saidi Nursi’nin adını pek kullanmadı.
Fethullah Gülen’e İzmir görevi
Daha Edirne ve Kırklareli’ndeyken cemaatin içinde yeni bir tarzın temsilcisi olmayı, etrafında yetiştirdiklerini devletin önemli kademelerine yerleştirmeyi hedefliyordu. Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Yaşar Tunagör ‘ün teşvikiyle Gülen, 1966’da İzmir Bornova Camii’ne vaiz olarak tayin edildi ve orada hedefine uygun ve kendine has bir örgütlenme içine girdi. ‘Yazıcılar’ ın lideri Hüsrev Efendi, hareket içinde saygın bir kişiydi. Onun etkisiyle ‘Yazıcılar’ , Denizli, Kütahya, Eskişehir, İzmir gibi yerlerde ağırlıklarını hissettiriyordu. Ege bölgesi ‘Yazıcılar’ın kalesi oluvermişti. Gülen ve yeni oluşan çevresi de, ‘Yazıcılar’ la birlikte hareket ediyordu.
Bunun üzerine ‘ağabeyler konseyi’ nden Zübeyir Gündüzalp, Mehmet Fırıncı ve Bekir Berk, Ege bölgesine gitti. Çoğu yerde dershanelere alınmadılar, kimi yerde tartışmalar, kavgalar yaşandı, kimi yerlerde ağır hakaretlere maruz kaldılar. Gündüzalp, ancak daha planlı ve merkezi bir yönetimin ihtilafları çözebileceğini düşünüyordu.
İstanbul’a dönünce Süleymaniye’de Kirazlı Mescit Sokağı’nda bulunan 46 numaralı evi, Nurcuların merkezi olarak tahsis etti. Mehmet Fırıncı, M. Emin Birinci, daha sonra aralarına katılacak olan Mehmet Kutlular, Kirazlı Mescit Sokağı’ndaki evin müdavimi oldular. Cemaatle ilgili kararlar, Saidi Nursi’nin eserlerinin basımı, açılan dershanelerin tespitleri hep bu evde düzenlendi. Öyle bir zaman geldi ki cemaat bu evle anılır oldu:
Kirazlı Mescit Cemaati…
Hatice Babacan olayı
1960’lı yılların sonlarında Necmettin Erbakan’ ın Odalar Birliği’nden Demirel ‘in emriyle atılması olayı, bütün İslami kesimleri olduğu gibi Nurcuları da etkiledi. ‘Mason’ bilinen Demirel’in, ‘Müslüman’ bilinen Erbakan’a karşı gösterdiği bu tutum, genelde bütün İslami çevrelerde büyük tepki oluşturmuştu. Müslümanlara hitap eden bir parti düşüncesi de bu olayla birlikte gelince, bütün İslami kesimler heyecanlandı.
Ardından gelişen Hatice Babacan olayı bu süreci daha da hızlandırdı.
Hatice Babacan’ın başörtüsü yüzünden ilahiyat fakültesinden kovulması, İslamcıları ayağa kaldırmıştı. Bu olay İslamcı kesimler arasında AP’ye olan güveni azalttı ve yeni parti kurma görüşü destek kazandı. Ancak Nurcuların ‘ağabeyleri’ içinde parti konusunda bir birlik yoktu ve bazı ‘ağabeyler’ Erbakan ismine çok sıcak bakmıyordu.
Nurcu-MHP Savaşı
Fethullah Gülen’in konuşmaları kasetlere alınıyor ve bu kasetlerle hem taraftar hem de para sağlanıyordu
Sessiz ve derinden ilerleyiş
MSP teşkilatı Fethullah Gülen cemaatinin gelişmesinde hayli etkindi.
MSP’liler her yerde Gülen’in propagandasını yapıyorlardı. MSP’lilere göre Fethullah Gülen, diğer Nurcular gibi değildi, aslında MSP’liydi ama açıkça siyaset yapmıyordu.
Nurcular, Erbakan’dan endişelenirken, karşılarına MHP çıktı. MHP, İslamcıların desteğini sağlamak amacıyla onları partisine davet ediyor, oy vermeyecekleri de mason uşaklığıyla suçluyordu.
MHP’liler Hüsrev Altınbaşak’la da görüşmüşler ve Yazıcılar’ın desteğini almışlardı. Fethullah Gülen’in tavrı da onlardan yanaydı.
Bir anda Isparta, Kastamonu ve Elazığ’daki Nurcular MHP’ye tam destek sağladılar. Ankara, Adana, Yozgat gibi illerde de bir grup Nurcu MHP’ye sıcak davranıyordu. Bunun dışında Alparslan Türkeş, Nurcuların arasına adamlarını sızdırdı. Türkeş’in Nurcular içindeki adamları Nur derslerinde ”Başbuğ’un Risale-i Nur okuduğunu, ileride tam bir Nurcu lider olacağını” yaydı.
Zübeyir Gündüzalp, liderliğindeki ağabeyler konseyi, MHP’nin bu müdahalesine karşı çıktı. Bu ekip, yayımladığı ”Tarihi Vesikaların Işığı Altında İslami Hareket ve Türkeş” adlı bir kitapla MHP’ye açık tavır aldı. Bu eser aynı zamanda Nurcuların ilk siyasi kitabıydı. Bu kitapta, Türkeş’in aslında M. Kemal ve İnönü’ den farklı olmadığı, din konusunda onlar gibi düşündüğü, Arapça ezana, çarşafa karşı çıktığı kendi sözleriyle aktarıldı. Kitap, Gündüzalp’in talimatıyla Türkiye’nin her tarafına gönderildi ve Nurcuların MHP’ye oy vermemesi için geniş bir kampanya yürütüldü. Saidi Nursi’nin CHP’ye karşı DP’ye oy verdiği, AP’nin de DP’nin devamı olduğu tekrar hatırlatıldı. Fakat bu ilk açıktan muhalefet birtakım sıkıntıları ve tereddütleri de beraberinde getirdi. Kimi yerde ”MHP’ye karşı olmak ve onlarla uğraşmak cemaate zarar verir dendi” ve broşürün dağıtımına karşı çıkıldı. MHP aleyhtarı kampanyaya karşı çıkanlar arasında ilginç bir isim vardı: Fethullah Gülen.
‘Işık Evleri’ açılıyor
Fethullah Gülen, o sırada İzmir ve Ege bölgesinde vaazlarıyla ağırlığını hissettirmeye başlamıştı. Nurcuların önde gelenlerinin tavsiyelerine pek uymadığı da görülüyordu. Ağabeylerden Mustafa Sungur ona ”Nur dershaneleri aç” demesine rağmen, Fethullah Gülen bu isteğe başlangıçta uymadı. Daha sonra yakınlarından Mustafa Birlik ve Mehmet Metin ile birlikte kendine özgü, sonraları ”Işık Evleri” diye anılacak olan dershaneleri açmaya başladı. Üstelik Saidi Nursi’nin kitaplarını değil, sadece kendisinin hitabetini ön plana alan bir çalışma tarzı tutturdu.
Fethullah Gülen’in konuşmaları kasetlere alınıyor ve bu kasetlerle özellikle Ege bölgesinde hem taraftar hem de para sağlanıyordu.
Abdullah Yeğin, Hulusi Efendi, Şerafettin Kartal, Bayram Yüksel ve diğer önemli Nurcu ağabeyler ”Bantla hizmet olmaz” diye bu örgütlenme tarzına karşı çıktılar. Buna rağmen, Fethullah Gülen bu tarzda ısrar etti. Kemal Erimez, Mustafa Birlik, İlhan İşbilen, Cahit Tuzcu, Bekir Akgün, Mustafa Asutay gibi bölgenin ileri gelen Nurcuları da Fethullah Gülen’in yanında yer aldılar. Fethullah Gülen, Nurculuğun içinde bir ‘Fethullahçılık’ oluşturma çabasına girmişti. Üstelik Fethullah Hoca vasıtasıyla cemaate katılanların bazıları Fethullah Hoca’va Mehdi, Hz. İsa, Kahtani gibi manevi sıfatlar yakıştırıyorlardı.
Fethullah Gülen, ‘ağabeylere’ ilk muhalefet bayrağını MHP’ye yönelik savaşın hizmete yakışmadığını ifade ederek açtı.
Erbakan etrafındaki hareketlenme de, Nurcuların zeminini önemli ölçüde etkiliyordu. Özellikle Ankara’daki Nurcuların Erbakan’ın yanında yer alması, İstanbul’daki Nurcuları kızdırdı. Bu yüzden İttihad gazetesinde AP yanlısı yayınlara ağırlık verildi ve yeni parti kurmak isteyenlerin aleyhinde yazılar çıkmaya başladı. Bu durum ise bir anda yeni parti kurmak isteyenlerin tepkisini çekti.
Erbakan parlamentoya giriyor
12 Ekim 1969’da yapılan seçimde Konya’dan bağımsız adaylığını koyan Necmettin Erbakan milletvekili seçilince, AP içinde kendine yakın kimi milletvekilleriyle yakınlaştı. Tevfik Paksu, Hüsamettin Akmumcu ile kurulacak parti için birlikte çalışmaya girişti. Tevfik Paksu, Hüsamettin Akmumcu ve arkadaşları, Nurculardan açıkça destek almaya çalıştıkları için beklemek zorunda kaldılar.
Zübeyir Gündüzalp, Paksu ve arkadaşlarına yüz vermedi. Buna rağmen Erbakan ve arkadaşları ”Hak geldi, batıl zail oldu” ayetini slogan haline getirerek 26 Ocak 1970’te Milli Nizam Partisi’ni (MNP) kurdu.
Anayasa Mahkemesi’nin MNP hakkında kapatma davası açması da o güne kadar partiye mesafeli duran birçok Nurcunun ”İslamın partisi olduğu tescil edildi” diyerek, MNP’ye yönelmesinde etkili oldu. Nurcuların tabanında çatlamalar ve kaymalar olmuştu. Bilhassa küçük şehirlerdeki, kasaba ve köylerdeki Nurcular, MNP’nin saflarında faal olarak çalışıyordu.
Zübeyir Gündüzalp ölünce
12 Mart 1971 muhtırası Nurcuları da tedirgin eden bir darbe oldu.
Muhtıradan hemen sonra, 2 Nisan 1971’de cemaatin lideri Zübeyir Gündüzalp öldü. Otorite, kontrol ve yönetme yeteneğine sahip Zübeyir Gündüzalp’in boşluğu doldurulacak gibi değildi. Nurcu Yeni Asya cemaati için, ”Bundan sonra ne olacak?” kaygısı yeniden başladı.
12 Mart yönetimi genelde Nurcuları kollamasına rağmen, İzmir’de Fethullah Gülen ve Mustafa Birlik tutuklandı. Bekir Berk onları savunmak için İzmir’e gitti, itiraz dilekçelerini yazdıktan sonra Balıkesir’e geçti ve orada bir ”Nur ayini” sırasında yakalandı.
Tutuklanan Bekir Berk, İzmir Sıkıyönetim Komutanlığı’na sevk edildi.
Bademli Askeri Hapishanesi’nde Nurculuktan içeriye alınan dört gruba mensup elli üç kişi vardı. Bekir Berk ve diğerleri açıkça Nurcu olduklarını söyleyip müdafaa yaparlarken, Fethullah Gülen ve Mustafa Birlik Nurcu olduklarını gizlediler. Ama bunun bir faydası olmadı; Bekir Berk 1 yıl ceza alırken, Fethullah Gülen ve Mustafa Birlik üçer yıla mahkûm edildi. Diğerleri ise beraat etti.
Erbakan ve arkadaşları 12 Mart’tan sonra MSP’yi kurdu. MSP kısa zamanda örgütlendi ve ilk seçimde Türkiye’nin üçüncü partisi olmayı başardı.
MSP’den sonra Yeni Asya cemaati en büyük dini gruptu. Fethullah Gülen ise Yeni Asya cemaatinin içinde, adeta bir uçbeyi gibiydi. Gülen, bağımsızlığını ilan etmek için uygun zaman kollayan bir küçük grubun lideriydi. Zübeyir Gündüzalp’in ölümünden sonra Yeni Asya cemaatinin yıprandığını, MSP’nin ise gün geçtikçe güçlendiğini ve siyasi yönden de etkin olduğunu gözlüyordu.
Kafasındaki hedeflere ulaşabilmek için, MSP’nin atak, keskin ve hareketli gençlerine ihtiyacı vardı. MSP’ye yakınlaşmak, uzun vadede Fethullah Gülen için daha yararlı olacaktı. Bu düşünceyle MSP çevresine adamları vasıtasıyla mesajlar gönderdi. Yeni Asya cemaatini eleştirdi, MSP’nin gayretini övdü. Böylece MSP ile Gülen arasında bir yakınlaşma başladı.
Gülen’in yıldızı parlıyor
MSP’liler bu durumdan memnundu. Çünkü Yeni Asya cemaatini Fethullah Gülen vasıtasıyla bölmek, zayıflatmak mümkündü. Erbakan, kurmaylarına ”Fethullah Gülen hocamıza sahip çıkın, onun etrafında bulunun, yardımcı olun” talimatı verdi.
İşte bu yakınlaşmayla Fethullah Gülen’in yıldızı parlamaya başladı.
Temelini attığı, altyapısını oluşturduğu cemaat bir anda hareketlendi.
İzmir Bornova Camii’ne her taraftan akın akın insanlar gidiyor, cuma vaazları veren Fethullah Hoca’yı dinliyordu. Vaazdan sonra misafirler, Gülen cemaatine ait dershanelerde ağırlanıyor ve teyp kasetlerinden yine Fethullah Hoca’nın önemli vaazları dinletiliyordu. Yeni Asya ileri gelenleri Fethullah Gülen ve cemaatini tamamen kopmaması için, Fethullah Gülen’in vaazlarından bazılarını ‘Hitap Çiçekleri’ adıyla kitaplaştırdı. Fakat istenilen yakınlık kurulamadı.
Bunun üzerine Mehmet Kırkıncı, Mustafa Sungur, Mustafa Bayram gibi ileri gelenler Fethullah Gülen’i ziyaret ettiler. Ama artık kemikleşmiş bir çevre oluşturmayı başaran Fethullah Gülen, kendi hareket tarzında ısrarlıydı. Kemikleşmiş taban MSP’lilerden oluşmuştu.
Mustafa Birlik, Kemal Erimez gibi Nurculuğuyla tanınmış güçlü kişiler de Fethullah Gülen’in yanındaydı.
MSP teşkilatları Fethullah Gülen cemaatinin gelişmesinde hayli etkindi. MSP’liler her yerde Fethullah Gülen’in propagandasını yapıyorlardı. MSP’lilere göre Fethullah Gülen, diğer Nurcular gibi değildi, aslında MSP’liydi ama açıkça siyaset yapmıyordu.
Yeni Asya’dan kopuş Fethullah Gülen, ”ortadaki insanlara”
MSP’lilerin teşkilatları sayesinde ulaşmayı hedeflemişti. Zaten Yeni Asya cemaati gibi, kendi cemaati de artık kamplara, dershanelere, dergiye, yurtlara, en önemlisi zenginliğe sahipti.
Bu dönemde Fethullah Gülen devlete yakınlığını da ilan etmeye başladı.
1977’de yurt çapında yapılan Yüksek İslam Enstitüleri boykotunu eleştirdi, ”İslamda boykot yoktur” diye konuşarak boykotu kırdı ve gücünü gösterdi. MSP’lilerin tam desteğini alan, başka cemaatlerden de taraftar kazandığını gören, maddi ve manevi olarak güçlendiği belli olan ve Yeni Asya cemaatinin özellikle siyasi fanatikliği nedeniyle yıprandığını gören Gülen, artık bağımsızlığını ilan etme zamanı geldiğini anlamıştı. Yeni Asya’yı çok siyasi olmakla, siyaseti hizmetin önüne geçirmekle suçlayıp, cemaatini Yeni Asya cemaatinden ayırdı.
Hikmet ÇETİNKAYA – Cumhuriyet
Bir yanıt yazın