BAŞKENT Washington’da muhafazakar düşünce kuruluşu American Enterprise İnstitute’de Ortadoğu uzmanı olan Michael Rubin’le, Davos sonrasında, Türk-Amerikan ilişkilerini değerlendirdik. Rubin, Erdoğan’ın, Hamas’ın hamisi tarzında yaptığı konuşmaların, Türkiye’nin güvenliğini tehdit altına soktuğunu söyledi. Michael Rubin, “Eğer Başbakan Erdoğan, Hamas’la müzakere etmek istiyorsa, siz de Danimarkalıların PKK’yla masaya oturmasına hazırlıklı olun,” dedi.
TÜLİN DALOĞLU
Türkiye’nin, Hamas ve PKK arasında dilediği kadar farklılıkları anlatabileceğini, ama Avrupalıların, her iki terör örgütünü de “özgürlük savaşçıları” olarak kabul ettiğini vurguladı. Eskiden olduğu gibi Erdoğan’ı Washington’da ılımlı bir İslami lider olarak görenlerin kalmadığını söyleyen Rubin, Başbakan’ın artık salt İslamcı bir lider olarak kabul gördüğünü, ve hatta demokrat olarak dahi bulunmadığını söyledi. Kimsenin Rocky’ye ihtiyacı olmadığını söyleyen Rubin, “Eğer Erdoğan, İsrailli sivillere yönelik roket saldırılarını marur görürse, mesela Iraklı Kürtlerin, Diyarbakır’a roket atmalarına izin vermiş olur” dedi. Rubin, Erdoğan’ın, Davos’ta yaptığı açıklamaların, uluslararası hukuk açısından bakıldığında, tehlikeli emsaller oluşturabileceğini anlattı. Bu röportaj, Washington’da ki Türkiye ambiansını da önemli ölçüde özetlemekte.
TÜLİN DALOĞLU: Başbakan Erdoğan’ın Davos’ta ki davranışı hakkında ne düşündüğünüzü sormayacam, ama Davos’ta yaşananların arkasında ne
gördüğünüzü; Erdoğan hükümetinin, Filistin davasına duyduğu hassasiyet hakkında ne düşündüğünüzü soracağım.
MİCHAEL RUBİN: Erdoğan’ı yıllardır izleyenler, Davos’ta sergilediği güçlü çıkışı sürpriz karşılamamıştır. Şaşıranların çoğu, Türkiye’yi bilmeyenler. Ortak nezaket ve diplomasi kurallarından yoksunluğu – öyle ki artık İstanbul’un İslami duvarları içinde değil, dünya sahnesinde sergiledi bu davranışı. Türk milliyetçileri, Erdoğan’ın bu davranışından memnun olurken, Türkiye’yi günlük takip etmeyen çoğu insanın gözünde ülkesi hakkında kötü bir imaj oluşturdu. Erdoğan, Filistinlilere sempati duymaktadır. Ve bunda yanlış olan hiç bir şey yok. Filistinlilerin durumu iyi değil. Neden iyi durumda olmadıklarının gerekçesi ise karışık. Öncelikle, kötü bir liderlik kadroları var. Ve kendi liderlerinin ürettiği kötü politikalarin da kurbanılar. Aynı zamanda, kolay çözümü olmayan bir sorunun tarafılar.
Erdoğan’ın söylemlerinde ki sorun ise içerdiği hipokrasi ve yarattığı emsal. Filistinlilere sempati duymak kolay. Doğruyu söylememek ise kesinlikle yanlış. Örneğin, Hamas’ın ateşkesi hiç ihlal etmediğini söyledi. Kelimenin tam anlamıyla, İsrail’e atılan yüzlerce roketi görmezden geldi. Bu iyi bir siyaset olarak gözükebilir. Çünkü Türkiye’de, bir çok AKP taraftarı, İslami birlikteliğe öncelik tanıyor. Onlar için Türk milliyetçiliği, ikinci sırada geliyor. Burada iki türlü sorun var. Eğer Erdoğan, İsrailli sivillere yönelik roket saldırılarını maruz görürse, mesela Iraklı Kürtlerin, Diyarbakır’a roket atmalarına izin vermiş olur.
Bu iki durumu birbirine nasıl bağladınız?
Doğrudan emsal teşkil ediyor. Eğer Hamas için İsrail’e roket atmak kabul görülüyorsa ve attıkları roketler, ateşkesi ihlal olarak sayılmıyorsa veya komşu bir ülkeye savaş beyanı anlamına gelmiyorsa, o halde Iraklı Kürtler de doğrudan bir paralellik kurar ve kendi yaptıklarının farklı birşey olmadığını söylerler. Türkiye, bu benzetmeyi mutlak surette red de etse, Fransa durumu farklı görmeyecektir; Yunanistan farklı görmeyecektir; Sudi Arabistan farklı görmeyecektir; Mısır farklı görmeyecektir; Libya farklı görmeyecektir. Özetle, Başbakan Erdoğan kendini çok zor bir duruma soktu. Bundan daha zor olan durum ise Başbakan Erdoğan’ın, İsrail’i soykırımla suçlaması oldu.
Soykırıma gelmeden önce, bir sorum olacak. Başbakan’ın açıklamaları
ardından Türkiye için zorluk çıkartabilecek – sizin de bahsettiğiniz bu hususlar – belki aynı ifadelerle değil, ama benzeri türde Türkiye’de de konuşulmakta. Bir ekip kaygılı, bir ekip korkusuz. Son gruptakiler, Türkiye’nin işgalci bir ülke olmadığını ve bu nedenle de PKK ve Hamas karşılaştırmalarının çok ileri gidemeyeceğini belirtmekteler. Siz, PKK demediniz, Iraklı Kürtler dediniz ama.
Bu, uluslararası hukukun oluşturduğu bir durum. Teknik olarak, Filistin
hiçbir zaman bağımsız bir devlet olmadı. Batı Şeria ve Gazze – kime ait
olduğu – ihtilaflı olan topraklar. Dahası, İsrail Gazze’den
çekildiğinden bu yana bu topraklarda terörizm arttı. Ortadoğu barış sürecinin bütün hikayesi Filistinlilere ait bir toprak bağımsızlığını sağlamak. Ama gerçek
şudur ki İsrail bu toprakları işgal etmeden önce Ürdün Batı Şeria’yı işgal
ediyordu, Mısır da Gazze’yi ve hiçbiri bağımsız bir Filistin’i
tanımadılar. Daha öncesinde de Osmanlı toprağıydı. Yani, eğer Başbakan Erdoğan, uluslararası hukuka saygılı olmak istiyorsa, önce uluslararası hukukun ne olduğunu anlaması gerekli. Ne yazık ki populist ve kitle siyasetine alışık olduğu için bu sert çıkışlarından vazgeçemiyor. Kısaca, Erdoğan,
uluslararası hukuku bilmiyor.
Soykırım meselesine geri dönelim. Başbakan Erdoğan’ın yaptığı bir diğer hata. İsrail’in Gazze operasyonunda yüzlerce kişi öldü. Bu, bir trajedidir,
soykırım değil. Birleşmiş Milletler’e göre yüzlerce kişi öldü.
Eğer Başbakan Erdoğan, yüzlerce insanın ölümünü soykırım olarak nitelendiriyorsa, Türkiye’nin, Yunanistan, Kıbrıs, Ermenistan gibi alışıldık
düşmanlarının Ankara’yı soykırımla suçlamasına makul karşılaması gerekir.
Çünkü, farzedin ki 200 nüfuslu bir köy halkı öldürüldü. Başbakan Erdoğan, bu olayın soykırım olduğunu iddia etmiştir. Dahası, Başbakan Erdoğan, Türkiye’nin soykırım suçu işlediğini söylemiştir. Ben böyle bir suçu işlediği kanaatinde değilim. Ama Başbakan Erdoğan’ın yaptığı tasvir, diğerlerinin Türkiye’ye bu ithamlarla saldırmasının önünü açmıştır. Hem de – Türkiye’nin, Sudan liderlerini ağırladığı bir zamanda gelmiştir bu açıklamalar. Bir tarafta, Darfur’da ölen 200bin insan soykırıma kurban gitmemiştir demektedir, diğer tarafta da Türkiye’nin, Ortadoğu’da, dürüst bir arabulucu olamayacağını teslim etmiştir. Korkarım, Başbakan Erdoğan’ın anti-semitizmi desteklediğini söyleyenlerle aynı kanaatteyim.
Konunun başka bir boyutuna geçelim. Başbakan, Davos’ta yaptığı
açıklamalarda, Obama yönetiminin, Ortadoğu’da terörizmi yeniden
tanımlaması çağrısında bulundu. Erdoğan’ın, bu çağrıyı, Hamas ve Hizbullah
için yaptığı söylenmekte. Madem uluslararası hukuktan bahsediyoruz, Başbakan’ın bu açılımı PKK konusunda ne anlama gelebilir?
Samimi söylemek gerekirse Türkiye’nin PKK ile mücadelede bundan sonra
çok destek alacağı kanaatinde değilim. Başbakan bu desteğe son noktayı koydu. Şahsen, Türkiye’nin, PKK ile mücadelesini her zaman destekleyeceğim. Ama gerçek şu ki bundan sonra Başbakan Erdoğan’ın kendi cümleleri Türkiye’nin argümanlarına karşı kullanılacaktır. Bu bir.
Uluslararası hukukta sorun terörizmin bir tanımının olmaması. Ben,
şahsım adına, terörizmi, siyasi amaç uğruna, sivilleri, bilinçli bir şekilde
hedeflemek diye tanımlıyorum. Hamas bir otobüse bomba koyduğunda, veya bir anaokuluna roket attığında, Filistinliler arasında siyasi kazanç sağlamak
için terör yapmaktadır.
Başbakan Erdoğan, Hamas ve İsrail ihtilafına iki şekilde bakabilir. Filistin, işgal altındadır ve Hamas, İsrail’e karşı savaşmaktadır ve roketleri atmaya hakkı vardır. Öyleyse, eğer Hamas, Filistinlilerin hükümeti olarak kabul ediliyorsa ve komşu ülkeye roket saldırıları gerçekleştirebiliyorsa, yaptığı savaş ilan etmektir. Ve eğer herhangi bir komşu ülkeye savaş açarsanız, bu komşu ülkenin size karşılık verme hakkı vardır.
Mesut Barzani, PKK’nın, Irak Kürdistan’ının topraklarını kullanmasına göz yumunca, Türkiye’nin cevabı, PKK’nın, buradaki terör kamplarını bombalamak
oldu. Ve Amerika, Türkiye’nin saldırılarını destekledi. Şimdi Başbakan Erdoğan, bizim eylemlerimizi desteklemeyin diyor. Çünkü Başbakan’a
göre terörizme karşı askeri cevap vermek “yasadışı” bir eylem oluyor.
Hizbullah’a gelince, Başbakan Erdoğan’ı çok, çok dikkatli olmaya çağırıyorum. Çünkü Hizbullah Lübnan hükümetini temsil etmiyor. Hizbullah, Lübnan hükümetinin içinde bir kanser hücresi gibi. Mayıs 2008’de Hizbullah, Beyrut’ta, silahlarını, Lübnan hükümetine çevirdi. Eğer Başbakan Hizbullah’ın meşru bir örgüt olduğu kanaatindeyse, Türkiye’de, herhangi bir siyasi partinin kendi milislerini, veya silahlı gruplarını örgütleyip, kendini ispatlamasının meşru bir durum da olacağını söylemektedir. Dahası, Hizbullah ve PKK arasında çok büyük bir fark olmadığını da belirtmektedir.
Eğer Hizbullah kendi okullarını açabiliyorsa, kendi askerleri olabiliyorsa,
saldırılar düzenleyebiliyorsa, PKK için neden aynısı olmasın?
Ben, ne Hizbullah’ı, ne de PKK’yı destekliyorum. Ama Başbakan Erdoğan, Pandora’nın kutusunu açmıştır. Uluslararası hukukta, Türkiye’nin karşıtlarının kullanabileceği türden emsal yaratmıştır. Ve sen de, ben de, gazeteleri okuyan herkesin de bildiği gibi Türkiye’nin çok fazla dostu yok bu dünyada. Türkiye çoğu zaman haksız muameleye maruz kalmaktadır.
Burada, önemli olan, Türkiye’nin, Hamas’ın ve Hizbullah’ın sempatisini
kazanıp, geleceğini güvenli kılacağı gibi bir kanaate kapılmamasıdır.
İlk soruma geri döneceğim. Davos’ta, ne gördünüz? Başbakan Erdoğan,
ani, duygusal bir tepki mi verdi, yoksa kafasında olan bir politikanın parçalarını yerleştirmek için Gazze’de yaşananları fırsat mı bildi?
Başbakan Erdoğan’ın o günkü davranışında şaşırılacak bir şey yoktu. Bu,
Başbakan’ın karakteri. Tahammülsüz. Aslında, kendi içinde, bir diktatör.
Sorun, kendine çok güveni olmayan bir diktatör olmasından kaynaklanıyor. O
yüzden, Şimon Peres hoşuna gitmeyen şeyler söylediğinde veya bir karikatürist onu “türban yumağına dolanmış bir kedi” gibi çizdiğinde de tepkisi aynı oluyor.
Özetle, Başbakan Erdoğan tenkite açık bir insan değil. Farklı sesleri
duymaktan hoşlanmıyor. O yüzden de en çok dava açan Türk Başbakanı
olmuştur. Şimdi, Davos’ta yaptığını niye yaptı? Öncelikle AKP tabanında
popülaritesi daha da arttı; İran’da popüler oldu. Tahran Belediye Başkanı (Muhammed Bager Galibaf,) Erdoğan’a fahri hemşehri ünvanı verdiklerini söyledi. Bu, Türkler için utanç verici olmalı. Ancak şu var ki, Erdoğan, kendi tabanından büyük destek almıştır. Tamam da bunun bedeli ne olmuştur?
Çoğu kişi Türkiye’yi herzaman takip etmiyor. Çoğu için, Başbakan
Erdoğan’ın bu çıkışı ile ilk Türkiye’yi tanıdılar. Gördükleri, devlet adamlığına yakışmaz bir tavır, bir kabadayıydı. Ve Avrupa’da, ister İsraillilere ister Filistinlilere sempatik olun, söylediği, biz Türkler, Avrupa’nın bir parçası olmaya hazır değiliz oldu. Ama samimi olmak gerekirse Başbakan Erdoğan, Türkiye’yi Avrupa’da zaten görmek istemiyor. O, Türkiye’nin geleceğini İran’la görüyor. Suudi Arabistan veya Mısır bile değil.
Bir parantez açalım. Avrupalılar da İsrail’in Gazze’de ki son askeri operasyonlarını eleştirdi. Fransa Dışişleri Bakanı Bernard Kouchner’den
başlayalım. Fransız bakan, Hamas’la konuşulması gerektiğini söyledi.
Avrupa Birliği Genel Sekreteri Javier Solana da aynı şeyi söyledi. Neden
AKP’nin söylediklerini Türkiye’nin Avrupa Birliği müzakerelerine gölge
düşürsün?
Burada söylenmesi gereken bir kaç husus var. İlki, Avrupalılar, Hamas’da kimi muhatap aldıkları konusunda keskin bir çizgi çizmişlerdir. Başbakan Erdoğan, Halid Meşal’le konuşmayı tercih etmiştir. Mahmud Ahmedinecad’ın konuşmayı tercih ettiği kişiyi. Ayrıca, AKP, Hamas’ın en azılı militanı, Suriye’de sürgünde yaşayan lideri Halid Meşal’i Ankara’ya davet etmiştir. Türk Dişişleri değil. Bu bir.
İkincisi – çoğu Avrupalı, operasyon esnasında ki kimi raporların hatalı olduğu ortaya çıkınca söylemlerinden ve pozisyonlarından geri adım attılar. Örneğin, Birleşmiş Milletler şimdi Gazze’de ki okullarına bir saldırı olmadığını açıkladı. Başbakan Erdoğan, bu bilginin yanlış olduğunu bilmesine rağmen özür dileyecek mi söylediklerinden ötürü. Birleşmiş Milletler’in kendi dedi okulumuz vurulmamıştır diye.
Başbakan Erdoğan eğer Hamas’la konuşmak istiyorsa, buyursun.
Avrupalılar da PKK’yla konuşmaya başlarlar. Türkiye’de istediği kadar Hamas ve PKK arasında ki farkı anlatır, durur. Ama Avrupalılar için Hamas ve PKK arasında hiç bir fark yoktur. İkisi de terror örgütü değil, özgürlük savaşçılarıdır. Ve eğer Başbakan Erdoğan, Hamas’la müzakere etmek istiyorsa, siz de
Danimarkalıların PKK’yla masaya oturmasına hazırlıklı olun. Başbakan Erdoğan, Türkiye’nin güvenliğini riske atmıştır.
Washington’dan baktığımızda, son 8 yıldır, Bush yönetimi ve AKP arasında yakın bir çalışma işbirliği olduğunu gördük. Şimdi ne oldu da sanki işler ters gidiyormuş gibi bir hava var?
Öncelikle, ben, AKP ve Başbakan Erdoğan’la bir çalışma ilişkisi vardı derim.
Ama “yakın” ilişki içinde olduklarını Başbakanın ziyaretlerinden sonra bir tek Türk basını söyledi. Çünkü, işler nasıl gidiyor diye sordular, Başbakan
Erdoğan da iyi dedi. Ama gerçekte, 2001’den bu yana Amerikan medyasını
taradığınızda, ilişkilerin tadının kaçtığını görürsünüz. Kimse bunu inkar
edemez. Ama Beyaz Saray’da, Başbakan Erdoğan’ın veya Cumhurbaşkanı
Gül’ün her ziyaretinden sonra, AKP görüşmeler harika geçmiştir, ilişkiler daha
da iyi bir hal almıştır dedi. İşin doğrusu, bu açıklamalarında dürüst değillerdi. İkili ilişkiler bir darbe aldı, ve almaya da devam ediyor. AKP için lobiciliğe soyunmuş Ankara’da ki eski Amerikan büyükelçileri, Marc Grossmanlar, Mark Parrisler, Morton Abromowitzler şu anda utanç içindeler ve
Davos sonrasında ki sessizliklerine dikkat edin. |