I. NURCULUĞUN TARİHİ GELİŞİMİ:
Nurculuk hareketinin kurucusu olan Said-i Nursi 1873 yılında Bitlis İli’nin Hizan İlçesi’nin Nurs Köyünde dünyaya gelmiştir. Önceleri Said-i Kürdi olarak tanınan ve bu ünvanı kullanan, soyadı kanunu çıktıktan sonra doğduğu köye izafeten Nursi soyadını alan Said-i Nursi ilmi kariyeri olmayan bir kimsedir. Nitekim Nur risalelerinden Tizyak adlı risalenin 68 nci sayfasında risalelerini kendisinin yazmadığını, bunları yardımcılarının (Nur Şakirtlerinin) yazdığı bildirilmektedir.
Meşrutiyetin ilanından sonra Bitlis havalisinde Şeyh’lik faaliyetlerine başlamış, bilahare İstanbul’a gelerek siyasi faaliyetlere katılmış, İttihad-ı Muhammed-i Cemiyetinin kurucuları arasında yer almıştır.
31 Mart vakasından evvel Derviş Vahdeti ile irtibat kurmuş, o tarihte çıkan Volkan Gazetesindeki yazıları ile 31 Mart Vakıasını körüklemiş, yine o tarihlerde kurulmuş bulunan “Kürt Teali Cemiyeti’ne” girmiştir. 1912 yılında yazdığı bir kitabında “Uyan ey Selahaddin Eyyübi’nin torunları Kürtler” diyerek kürtleri Türklere karşı tahrik gayreti içine girmiştir. Mektubat adlı risalesinde ise “Kendisinin Türk olmadığını, Türklük ile münasebetinin bulunmadığını, Türkiye’de Kürt milleti diye ayrı bir milletin olduğunu” ileri sürmüştür.
İstiklal Savaşı sırasında, Ankara’nın halifeyi kurtaracağı inancıyla Ankara’ya gelmiş, ancak laik bir devlet düzeninin kurulması ve Cumhuriyet ilanı üzerine Ankara’yı terk ederek Van’a gitmiştir. 1925 yılındaki Şeyh Said isyanından sonra Isparta Barla’da daha sonra Kastamonu, Afyon ve Emirdağ’da mecburi iskana tabii tutulmuştur. Afyon, Denizli ve Eskişehir Cezaevlerinde mahkum olarak yatmıştır.
Said-i Nursi 23 Mart 1960 tarihinde Urfa’da vefat etmiştir. Ancak yetiştirdiği talebeleri (Nur Şakirtleri) onun felsefesini günümüze kadar taşımışlardır.
Nurculuk, bir tarikat faaliyeti olarak karşımıza çıkmasına rağmen, Nurcular bu hareketin bir tarikat olmadığını, Kur’an-ı Kerim’in 20 nci yüzyılda tefsiri üzerine kurulmuş bir okul olduğunu ve sayısı 130 lara varan Nur risalelerinin de Kur’an-ı Kerim’in tefsirini kapsadığını ifade etmektedirler.
İlk defa 1955-1957 yıllarında Kur’an-ı Kerim’in ve Nur risalelerinin yazılışı nedeniyle ortaya çıkan nurcular arasındaki gruplaşma, Said-i Nursi’nin ölümünden sonra daha bariz bir hal almıştır.
Birinci grup “Kur’an-a küfür yazısı ile hizmet olmaz” parolası ile ortaya çıkarak Risaleyi Nurların mutlaka Arapça ile ve el yazısı ile yazılmasını, bunun için de bütün Nurcuların Arapça öğrenmeleri lazım geldiğini savunmuşlardır. Bu gruba yazıcı Nurcular denilmiştir.
İkinci grup “Okuyucu Nurcular” diye bilinmekte olup, Latin harfleri ile yapılacak çalışmanın hedeflerine varmada yardımcı olacağını savunmuşlardır.
Okuyucu ve yazıcı grup arasındaki bu farklılaşma 1969 yılından sonra okuyucu grup içinde yer alan Fethullah GÜLEN grubunu ayrı bir grup olarak ortaya çıkarmıştır. Bu grubun özelliği öğrenci kesimine yönelik vakıf çalışmalarına ağırlık vermesi olmuştur.
1982 yılında yapılan Anayasa oylaması okuyucu grup içinde gazeteci ve Şuracı grup olarak yeni bölünmelere yol açmıştır.
Günümüzde Yeni Nesilciler olarak bilinen gazeteci grup, 1992 Anayasası’na hayır denilmesini, Şuracı grup ise Evet denilmesini savunmuşlardır.
Günümüzde Nurcular, “Gazeteciler, Şuracılar, Fethullah GÜLEN’ciler, Yazıcılar” olarak faaliyet göstermektedirler. Ancak Yazıcılar grubunun etkinliği azalmıştır.
Nurculuğun Laik Cumhuriyete ve Atatürk’e karşı bir hareket olduğunu görebilmek için Nur Risalelerine bakmak gerekmektedir. Barla Mektupları sayfa: 53. Atatürk’ü kastederek “Tek gözlü Deccal, ya iman et, ya bütün Dünyanın maskarası olacaksın.” denilmiştir. Bu husus Metin TOKER’in “Sağda ve Solda Vuruşanlar” isimli kitabın 96 ncı sayfasında yer almıştır.
“Sönmez” adlı risalede (Sayfa:21-22), Atatürk kastedilerek “Ayasofya Camiini puthaneye, meşihat makamını kızlar lisesine çeviren bu adamı sevmemenin bir suç olması imkanı var mı?” denilmiştir.
“Mektubat” adlı risalede (Sayfa:401) “Türkiye kuruluşu itibariyle dinden uzak kalmış ve dine karşıdır. Laiklik ile dinsizlik arasında hiçbir fark yoktur. Hıristiyanlık dünyevi esaslara sahip olmadığı için, din ile dünya esaslarını birbirinden ayırır. Reform hıristiyanlıkta mümkündür. Türk inkılapları dahi hıristiyan reformlarının taklidinden ibarettir. Zira İslamiyet hiçbir reforma ihtiyaç göstermeyecek kadar mükemmeldir” denilmiştir.
“Tiryak” risalesinde (Sayfa: 65), “Türkiye’nin siyasi rejimi Nur saadetini söndürmeye çalışmaktadır. Kemalistler seviyesiz, anarşist kimselerdir” denilmiştir.
“Mesnevi-i Nuriye” risalesinde (Sayfa: 80-82), “Alem-i İslam’da yapılacak inkılaplar, İslam’i esaslara uygun olmak zorundadır. Aksi taktirde gayri meşrudur, bu bakımdan Meclis aynı zamanda hilafet görevi görmelidir” denilmiştir.
“Mucize-i Kur’aniye” isimli risalede (Sayfa:191-192), “Müslümanlara Kur’an dışında bir Anayasa lazım değildir, 1347 yılında felsefenin tahakkümü ile bu dindar millete ehemmiyetli tahayyüşler düçar kılınmıştır ve Anayasa’da devlet dininin İslam olduğu yolundaki hüküm kaldırılmıştır. Bu durumda gerçek kanuni esasi tatbik edilmediği gibi, Kur’an da belirtilen Şer’i inkılapta tahakkuk ettirilememiştir. Halbuki Kur’an, Cumhuriyet Anayasası gibi birkaç kişinin iradesi değil, ilahi bir iradenin sonucudur.” denilmektedir.
“Münazarad” risalesinde (Sayfa: 90-100), “İslam Devleti için tek milliyet İslam milliyetidir. İslam devleti sonunda bütün dünyayı hakimiyeti altına alacak ve İslam yapacaktır.” denilmiştir.
“Mektubat” risalesinde (Sayfa: 403), “İslam dininde inkılap yapmak, şeriat aleyhtarlığı olduğu için, İslamiyet dairesine aykırı, inkılaplar da İslamiyete aykırıdır.” denilmektedir.
“Hanımlar Rehberi” risalesinde (Sayfa: 57) “Çok kadın ile evlenmek İslami olduğu gibi Taaddüdü Zevcat tabiata, akla ve hikmete muafıktır.” denilmektedir.
Bu durumda Nurculuk:
Türkiye Cumhuriyeti’nin tamamen şeriat esaslarına ve İslami prensiplere göre idare edilmesini, hilafet ve saltanatın geri getirilmesini, inkılapların geçici olduğunu, Kur’an dışında bir anayasaya ihtiyaç bulunmadığını savunmaktadır.
Ancak Nurcular günümüzde risalelerden suç unsuru taşıyan kesimleri ayıklayıp baş taraflarına mahkemelerin beraat kararlarını eklemekte ve bu şekilde dayatmaktadırlar.
Nur Risaleleri 130 kadar olup, dava konusu dosyada bulunanlar Asay-ı Musa, Mesnevi-i Nuriye, Gençlik Rehberi, Mektubat, Tiryak, Hutbe-i Şamiye, Hanımlar Rehberi, İki Mekteb-i Musibetin Şahadetnamesi veya Divan-ı Harbi Örfi, Barla Hayatı, Bediüzzaman Cevap Veriyor, Lemalar, Bize Nurcu Diyenlere Diyoruz ki, Elhüccet.-ü Zehra, Ramazan Risalesi, İhlas Risalesi ve Sönmez adlı risalelerden oluştuğu anlaşılmıştır.
1- Nurculuğun esası, fikirleri, maddiyatçı ve tabiatçı modern felsefeyi reddetmekte, dünyanın geçiciliğini, ahiretin geçerliliği fikrini telkin etmekte, netice olarak ta bütün dünya saadetlerini insanlara haram etmektedir. (Dr. Çetin ÖZEK, Türkiye’de gerici akımlar ve Nurculuğun iç yüzü Sayfa: 241)
2- Nurculara göre laik bir devlet düzeni şeriata aykırıdır. Türkiye kuruluşu itibariyle dinden uzaklaştırılmış ve dine karşıdır. Hıristiyanlık dünyevi esaslara sahip olmadığı için din ile dünya işleri birbirinden ayrıdır. Reform hıristiyanlıkta mümkündür. Türk devrimleri dahi hıristiyan reformlarının taklidinden ibarettir. Zira İslamiyet hiçbir reforma ihtiyaç göstermeyecek derecede mükemmeldir. (Mektubat 1958, Sayfa : 401, Dr. Çetin ÖZEK).
3- Laik Cumhuriyetçi düzen 20 senelik inkılaplar sonucu doğmuştur ve dini müthiş sadmeye maruz bırakmıştır. (Münazarat, Sayfa: 135-141, Dr. Çetin ÖZEK Türkiye’de gerici akımlar ve Nurculuğun iç yüzü Sayfa: 250-251).
4- Atatürk idaresi hadislerde gösterilmiş bulunan dehşetli ahirzamandır. Dinsizlik, kanunsuzluk, ifsat komitelerinin faaliyet yıllarıdır. (Said-i Nursi Sözler 1957 Sayfa : 143, Dr. Çetin ÖZEK Nurculuğun içyüzü 09.04.1964 tarihli Milliyet Gazetesi).
5- Türkiye genel olarak ezan-ı Muhammedi’nin yasak edildiği, bidadların zorla topluma kabul ettirildiği bir dönem yaşamıştır. Devrim kanunları muvakkattır ve hıristiyan kanunlarıdır. (Said-i Nursi, Tiryak, Sayfa 65, Dr. Çetin ÖZEK, Türkiye’de gerici akımlar ve Nurculuğun içyüzü.)
6- Türkiye’nin siyasi rejimi Nur saadetini söndürmeye çalışmaktadır. Kemalistler seviyesiz, anarşist kimselerdir. (Said-i Nursi, Münazarat Sayfa: 17, Dr. Çetin ÖZEK, Türkiye’de gerici akımlar ve Nurculuğun içyüzü.).
7- Devlet İslam’ın siyasi prensiplerine göre teşekkül etmelidir. Bütün hayat nuru onda mevcuttur. (İhsan EMECİ, Aradığımız şuur Mart 1964, Dr. Çetin ÖZEK, Türkiye genci akımlar ve Nurculuğun içyüzü, Sayfa: 262).
8- Alem-i İslam’da yapılacak olan devrimler İslamiyetin Desatirine uygun olmak mecburiyetindedir. Aksi halde gayri meşrudur. Bu bakımdan meclis aynı zamanda hilafet görevini görmelidir. (Said-i Nursi, Mesnevi-i Nuriye, Sayfa : 80-82, Dr. Çetin ÖZEK, Türkiye’de gerici akımlar ve Nurculuğun içyüzü.).
9- Şahs-ı Manevi hükümetin Müslüman olması gereklidir. (Said-i Nursi, Hutbe-i Şamiye, Sayfa : 80, Dr. Çetin ÖZEK, Türkiye’de gerici akımlar ve Nurculuğun içyüzü Sayfa: 253).
10- Türk Devleti’nin dini İslam’dır ve bunun vikayesi milletimizin maye-i hayatiyesidir. Hükümet İslamiyet ve din için hizmet etmektedir. (Said-i Nursi, Münazarat, Sayfa: 18, Dr. Çetin ÖZEK, Türkiye’de gerici akımlar ve Nurculuğun içyüzü, Sayfa: 264).
11- Müslümanlara Kur’an dışında bir Anayasa lazım değildir. 1347 tarihinde felsefenin tahakkümü ile bu dindar millet ehemmiyetli tahavvüllere düçar kılınmış ve anayasadan devletinin dininin İslam dini olduğu yolundaki hükmü kaldırılmıştır. Kur’an Cumhuriyet Anayasası gibi birkaç kişinin iradesi değil ilahi bir iradenin sonucudur. (Said-i Nursi, Zülfikar-ı Mücizat-ı İslamiye ve Kur’aniye, Sayfa: 191-193, Tiryak, Sayfa 65, Dr. Çetin ÖZEK, Türkiye’de gerici akımlar ve Nurculuğun içyüzü Sayfa: 264).
12- İslamiyete ve Hakikat-ı Kur’aniyeye karşı mürtedane mücadele eden bir dessas zındıktır ki bize hücum etmek için istibdadı mutlaka Cumhuriyet namı vermekle irtadadı mutlaka-i rejim altına almakla sefahat-ı mutlaka medeniyet takmakla cebri keyf-i kurfiye, kanun namı vermekle bir istibdadı askeriye ve delalet kurmuştur.(Said-i Nursi, Sönmez, Sayfa: 21-22, 48, Dr. Çetin ÖZEK, Türkiye’de gerici akımlar ve Nurculuğun içyüzü).
13- Said-i Nursi milliyete ve milliyetçilik fikirlerine düşmandır. Ona göre milliyetçilik İslam birliğine manidir. Nurculara göre milliyetçilik Bolşevizm ve Sosyalizme karşı mücadele edecek kuvvette değildir. (Bediüzzaman Cevap Veriyor, Ankara 1960, Sayfa: 4751, Dr. Çetin ÖZEK, Türkiye’de gerici akımlar ve Nurculuğun içyüzü, Sayfa: 266).
14- İslam Devleti için tek milliyet İslam milliyetidir. İslam devleti sonunda bütün dünyayı hakimiyeti altına alacak ve İslam yapacaktır. Bu dünya milleti hayatı maneviyeye dayanacaktır. Bu İslam Devleti’de hamiyeti İslamiye ve milliye altında İttihad-ı Muhammedi davasında olan Şeyh-i Risalei Nur sayesinde kurulacaktır. (Said-i Nursi, Münazarat, Sayfa : 90-100, Dr. Çetin ÖZEK, Türkiye’de gerici akımlar ve Nurculuğun içyüzü Sayfa: 267).
15- İttihad-ı İslam Umum askere ve umum ehli İslam’a şamildir. Hariç kimse yoktur. (Said-i Nursi, Hutbe-i Şamiye, Sayfa: 91,)
16- Hutbe-i Şamiye’de milleti İslamiye’nin sebebi saadeti yalnız ve yalnız hakiki İslamiye ile olabilir ve hayatı içtimaiyesi ve saadeti bünyeviyesi Şeriatı İslamiye ile olabilir. Denildikten sonra mesele şeriat hükümlerine göre hırsızların elinin kesilmesinin faidelerinden bahsedilmektedir. (Hütbe-i Şamiye, Sayfa: 56-67, Dr. Çetin ÖZEK, Türkiye’de gerici akımlar ve Nurculuğun içyüzü Sayfa: 269).
17- Said-i Nursi’ye göre İslamiyet devletinin Mekke-ı Mükerremesi Cezinat-üm Arap olacaktır. Bu arada Osmanlılıkta bin Medine-i Münevvere şeklini alacaktır. (Said-i Nursi Münazarat Sayfa:109-13 1, Dr. Çetin ÖZEK, Nurculuğun içyüzü 11.01.1964 Milliyet Gazetesi.)
18- İslam Dini’nde inkılap yapmak, şeriat aleyhtarlığı yapmak olduğu için, İslamiyet’in Desatirine aykırı, devrimler de İslamiyete aykırıdır.(Said-i Nursi Mektubat, Sayfa : 403, Dr. Çetin ÖZEK Nurculuğun içyüzü 11.04.1964 Milliyet Gazetesi.)
19- Çok kadın ile evlenmek İslami olduğu için caiz ve şarttır. Taaddüdü Zevcat tabiata, akla, hikmete muvafıktır. (Said-i Nursi, Hanımlar Rehberi, Sayfa: 57).
20- Benim tesettür, irsiyet, zikrullah ve taaddüdü zevcat hakkındaki Kur’anın sarih ayetlerine medeniyetin ettiği itirazlara karşı onları susturacak tefsirimdir. (Said-i Nursi, Tiryak, Sayfa: 60)
21- Nurculara göre, bugünkü aile sisteminde medeniyet fantazilerden ibarettir. Aile saadeti ancak daire-i şeriattaki adabı islamiye ile mümkün olacaktır. Kadının erkeğinden boşanabilmesi islami esaslara aykırıdır. Şer’i evlenme ise bu imkanı ortadan kaldıracaktır. (Said-i Nursi, Kadınlar Taifesi ile Bir Muhavere:7, Doktor Çetin ÖZEK Türkiye’de Gerici Akımlar ve Nurculuğun İçyüzü)
22- Said-i Nursi faizin yasak edilmesini istemekte, sınıf kavgalarının ortadan kaldırılabilmesi için bankalar kapatılmalı, Riba yasak edilmeli, Kur’an kadına üçte bir hisse vermektedir; medeniyetin kadına erkek kadar hisse vermesi ahlaksızlıktır. (Said-i Nursi Zülfikar 1945, sayfa 38,39, Doktor Çetin ÖZEK Türkiye’de Gerici Akımlar ve Nurculuğun İçyüzü, sayfa 272,273)
23- Said-i Nursi Hanımlar Rehberi isimli risalesinin 37. Sayfasında, bir zaman çıktığı Ankara kalesinden etrafı seyrederken Hilafet ve Saltanatın vefatını hatırlayarak duyduğu teessür ve hüznü dile getirdiği görülmektedir.
24- Yine Said-i Nursi Tiryak adlı risalenin 23. Sayfasında Garp Uleması ve Filozofları itiraf ve ikrar etmişlerdir ki; islamiyetin kanunları yüksek bin tarzda alemi islamın islahına kafidir diye, iddia etmiştir.
25- Onüç Asır evvel şeriatı garra tessüs ettiğinden ahkamda Avrupa’ya dilencilik etmek dini islama büyük bir hıyanettir ve şimale müteveccihen namaz kılmak gibidir. (Said-i Nursi Hutbe-i Şamiye)
26- Eğer beşer çabuk aklını başına alıp adalet-i ilahiye ve Hakaik-i İslamiye dairesinde mahkemeler açmazsa maddi ve manevi kıyametler başlarına kopacak, anarşistlere, yecüc mecüclere teslimi silah edilecektir.(Said-i Nursi Hutbe-i Şamiye),
27- Zahiren hariçten cereyan eden Maanifi Cedidenin bir mecrası da bir kısım ehli medrese olmalı, zira bu laikliği ile başka mecradan taahfün edegelmiş ve atalet bataklığından neşet ve istipdat sümumu ve teneffüs eden zulüm tazyiki ile ezilen efkara bu müteaffin su bazı aksülamel yaptığından musaffat-ı şeriat ile söz vermek zorundadır. Bu da ehli medresinin duş-ı himmetine muhavveldir. (Said-i Nursi Hutbe-i Şamiye, sayfa 82)
28- Said-i Nursi 31 Mart Vakası üzerine sevkedildiği Divan-ı Harp’te verdiği ifadede de “En mukaddes maksadın şeriatın ahkamını tamamen icra ve tatbiktir.” demiştir. (Said-i Nursi Bediüzzaman, Ankara 1960)
29- Eskiden beri İ’la-yı Kelimetullah ve Bakayı istikbaliyeti İslam için farz-ı kifaye-i cihadı beruhde ile kendini yekvücut olan alemi islama fedaya vazifedir ve hilafet-i bayraktar görmüş olan bu devleti islamiyenin felaketi, alemi islamın saadet ve hürriyeti müstakbelesi ile teelif edilecektir. Zira musibet maye hayatımız olan uhuveti islamiyenin inkişafını fevkalede tecif etti. (Said-i Nursi Mektubat, Doğan Limited Şti. Matbaası, Ankara, 1958, Sayfa 441)
30- İki Mektebi Musihetin Şahadetnamesi veya Divan-ı Harbi örfi adlı risalede şu yazıları dikkati çekmektedir.
a- Yaşasın Şeriat-ı Ahmediye, Şeriatı Garra Kelamı, Ezelden Geldiğinden Ebede gidecektir.
b- Onüç Asır Evvel Şeriatı Garra Tessüs ettiğinden Ahkamda Avrupa’ya dilencilik etmek bu dini islama büyük bir cinayettir ve şimale mütevecihen namaz kılmaktır.
Nur talebeleri (Şakirtleri) ve Görevleri:
Nurcular, kendilerine Nur talebeleri adını vermekte ve Hizbul Kur’an olduklarını ileri sürmektedirler. Nur Şakirtlerinin Nurculuğa girebilmeleri için o mahalledeki en büyük nurcuya karşı bazı taahhütlerde bulunmaları gerekmektedir. Bu taahhütler Nurculuğa ve Nurcuların büyüklerine sadakat, Nurcuların sırlarını açıklamamak, gayeleri için istişarelerde bulunmak, nurun gerçekleşmesi için faaliyetlerde bulunmak gibi şeylerdir. Nurcuların bulundukları yerlerde Nurculuk ile ilgili olayları nur büyüklerine bildirmeleri de mecburidir.
Nur talebelerinin diğer bir vazifeleri de nur risalelerini çoğaltıp dağıtmaktır. Said-i Nursi Asayı Musa adlı risalesinde nur risalelerini yazıp dağıtmayı ihmal edenlere sitem etmektedir. Nurculuğun bilhassa ordu mensupları arasında yayılmasına önem verilmektir.
Said-i Nursi risalelerin yayınlanması için dini duyguları da istismar etmektedir. Sönmez adlı risalenin 3. sayfasında şu satırlar yer almaktadır. “Ahiret kardeşlerime mühim bir ihtar iki maddedir. Birincisi risalei nura intisab eden zatın en ehemmiyetli vazifesi onu yazmak, yazdırmak ve intişarına yardım etmektir. Onu yazan ve yazdıran “Risale-i Nur Talebesi” unvanı alır ve o unvan altında her 24 saatte benim lisanımla belki yüz defa, bazen daha ziyade hayır dualarımda manevi kazançlarımda, hissedar olmakla beraber, benim gibi dua eden kıymettar binlerce kardeşim ve risalei nur talebelerinin dualarına ve kazançlarına dahi hissedar olurlar.
İkincisi, Risale-i Nur’un amansız ve imansız cinni ve inni düşmanları onun çelik gibi, metin kalalarına ve elmas kılınç gibi kuvvetli hüccetlerine müdahale edemediklerinden çok gizli dosyalar ve haf’i vasıtaları ile sınırlı olmaksızın yazanların şevklerini kırmak, fikir ve yazıdan vazgeçirmek cihetinde, şeytanca hücum edip darbe vururlar.
Said-i Nursi, nur talebeliğini bırakmanın günah olduğunu, nur talebelerine ilişenlerin vatan ve millet haini olduklarını ilan ederek, ayrıca tehditler savurarak gizli bir teşkilatın taktiğine başvurmaktadır.
Nur talebelerinin bekar kalanları takip edilmekte, muhakkak evlenmesi lazımsa bir nurcu ile evlenmesi emredilmektedir.
Yine nur risalelerinden Tiryak adlı risalenin 33.sayfasında “Mevt idam değil tebdil-i mekandır. Kabir zulmetli kuyu ağzı değil, maneviyatlı alemlerin kapısıdır. Dünya ise bütün şaşası ile beraber ahirete nazaran bir zindan hükmündedir.”
II-FETHULLAH GÜLEN GRUBU:
1-AMACI:
Devletin tüm sistemlerinde İslam hükümlerini egemen kılarak teokratik bir İslam diktatörlüğünü kurmaktır.
Fethullah GÜLEN laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ni sona erdirip, yerine şer’i yasaların hakim olduğu İslam devletini kurmak için okullarında beyinlerini yıkadığı gençlik ile oluşturacağı toplumu kullanmayı planladığı tespit edilmiştir.
Fethullah GÜLEN, demokratik usuller ile ılımlı İslam görüntüsü ile kamufle edilmiş yöntemi,
Toplumun önemli bir kısmı tarafından kabul görmesine neden olan yurt içi ve yurt dışındaki okulları vasıta olarak kullanması,
Papa ile görüşerek sadece Türkiye’de değil, Dünyadaki Müslümanları yönetmeyi amaçlayan ruhani liderliğe olan ilgisi,
Siyasi parti, kişi ve bazı devlet kadroları tarafından kabul görmesi nedeniyle hedefine ulaşmada devlet rejimini istismar etmesi,
Dini ve siyasi yapısını sürekli canlı tutan kaynağı belirsiz finans desteği ile,
Ülkemizdeki en güçlü ve etkin irticai yapılanma olarak değerlendirilmiştir.
2-STRATEJİSİ:
Fethullah GÜLEN, İslamcı ideolojik bir yaklaşımla, bulunduğu legal yolu muhafaza ederek, sahibi olduğu etkin mali gücü ile;
A- Bünyesinde bulunan vakıf, okul ve dersaneleri kullanarak eğitilmiş gençlerden oluşan bir taban oluşturmak,
B- Devletin bütün kadrolarında, bütün bürokraside, Milli Eğitim Bakanlığı ve Emniyet Teşkilatında kadrolaşmak,
C- Yurt dışında Türkiye’de kurulacak siyasal islama sempati ile bakacak bir gençlik oluşturmak istemektedir.
Çizilen hoşgörü ve barış tabloları ile bazı devlet çevrelerini etkileyen Fethullah GÜLEN, hedefine ulaşıncaya kadar kamuoyu faaliyetlerine destek verdiği imajını yaratarak, toplumun gerçeği görmesinin önünü, ılımlı görünüşü ve demokrasi şemsiyesine sığınarak kesmektedir.
Cumhuriyet düzenine “Kefere düzeni” diyen bu şahıs, bugün bu düzeni ister görünerek, bazı kesimleri bu davranışına inandırabilmektedir.
Fethullah GÜLEN oluşturduğu öğrenci seçme ekipleri ile köy ve semtleri dolaşarak zeki ve becerikli öğrencileri seçmekte, sağladığı imkanlar ile kendisine bağlamaktadır. Fethullah GÜLEN’in düşünceleri öğrencilere evlerde, okullarda, kamplarda beyin yıkama metotları ile öğretilmektedir. Bu toplantılarda Atatürk, devrimleri ile toplumun İslam’dan ve inançtan uzaklaştırıldığı için Deccal (Ahir zamanda ortaya çıkacak fitnenin başı) olarak tanıtılmaktadır.
Fethullah GÜLEN sahip olduğu imkanlar ile semavi dinlerin temsilcileri ile başlattığı diyalog vasıtası ile “Dünya Dinler Birliği” adı altında bir oluşuma zemin hazırlamış ve bu oluşum yönünde İslam Dini’nin temsilcisi olma yönünde uluslararası alanda izlenen ve karşılıklı çıkarlara dayanan bir stratejinin ilk sayfalarını da açmıştır.
Fethullah GÜLEN faaliyetlerinde gösterdiği gizlilik, taraftarlarının kendisine bağlılığı, etkili, kararlı ve merkeziyetçi yönetimi ile ülkemizin en güçlü irticai yapılanmasıdır.
Fethullah GÜLEN şeriat düzeni hedefine ulaşmak için özellikle gençlik kesimini sabırlı bir yöntem ile kendisine bağlamayı hedefleyen bir strateji takip ederek, bunlar vasıtasıyla toplumun bütününe hakim olmayı ve diğer yönden yürütme ve yasama erklerini hedefi doğrultusunda kullanmayı amaçlayan bir politika izlemektedir.
3-TEŞKİLAT:
Zirvede Fethullah GÜLEN olmak üzere, silsile yolu ile bir yere kadar inen bir yapılanmayı kapsamaktadır.
Tarikatın başı: Fethullah GÜLEN,
Danışman Kadrosu,
Şehir imamları,
Esnafı organize eden imamlar,
Semtlerden sorumlu imamlar,
Ev düzeyinde görevli imamlar,
Bireyleri kontrol eden imamlar,
Fethullah GÜLEN öğrencilerin örgütlenmesine özel bir önem vermektedir. Fethullah GÜLEN yapılanmasının özünü teşkil eden Işık evlerinde tecrübesiz öğrenciler, kendilerini Fethullah GÜLEN’e tam bir teslimiyete götürecek eğitimden geçmektedirler.
4-YURT İÇİ FAALİYETLERİ:
Fethullah GÜLEN grubunun faaliyetleri bütün yurt sathında yaygın bir görünüm arz etmekte ise de, özellikle Samsun-Adana hattının batısında kalan illerde, üniversite çevrelerinde ve Doğu’da Erzurum İli’nde yoğunlaşmıştır.
Fethullah GÜLEN Grubu yurt sathına yaygın 88 vakıf, 20 dernek, 128 özel okul, 218 şirket, 129 dershane ve yaklaşık 500 öğrenci yurdunun yanı sıra biri İngilizce olmak üzere 17 yayın organı, ortalama 250 bin tirajlı gazete, TV İstasyonu, ulusal düzeyde yayın yapan 2 radyo istasyonu, faizsiz finans kurumu, bir sigorta şirketini denetimi altında bulundurmaktadır.
Fethullah GÜLEN Grubunun özellikle eğitim alanında zaman zaman devletten de ileri imkanlara sahip olduğu gözlenmektedir. Fethullah GÜLEN Grubu, planlı, programlı, sinsi çalışmalarının önünde tek engel olarak Türk Silahlı Kuvvetlerini görmektedir.
Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı uyguladığı politika, hoş görünme, Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı bazı politikacılardan alınmış tavizlerle polisi güçlendirme, böylece denge sağlama, etkinleştiği polis camiasını gerektiğinde Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı kullanma şeklindedir.
Türk Silahlı Kuvvetlerini ele geçirme amacıyla sızma politikasını sessiz ve derinden devam ettirmektedir.
Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları arasına sızma çalışmalarının yanı sıra subay ve astsubay çocuklarını kendi okullarına ve dershanelerine kaydettirmeye, yetiştirilen bu çocukları askeri okullara sokmaya çalışmaktadır.
Fethullah GÜLEN tarafından, silahlı kuvvetler içinde yapılanabilmek ve ileride etkinliğe kavuşabilmek amacıyla yeni projeler üretilmeye başlanmış, bu çerçevede askeri okullarda okuyan öğrenciler önce fiili hedef olarak belirlenmiş, kültür düzeyi yüksek, kendine bağlı, türban takmayan bayanların askeri öğrenciler ile tanışmaları ve evlenmelerinin sağlanabilmesi için gerekli vasatı sağlayacak bir yapılanmaya gitmiştir. Fethullah GÜLEN, bu yöntem ile 10 yıl içinde Türk Silahlı Kuvvetleri içinde söz sahibi olacağı bir konuma gelmeyi planlamaktadır.
5-YURTDIŞI FAALİYETLERİ:
Fethullah GÜLEN, planlı bir şekilde yurtdışı örgütlenmesine yönelmiştir.
Bu yönelişte:
Sosyo ekonomik ihtiyaçları fazla olan yeni Türk Devletlerinde taban oluşturmak,
İran’ın Şii propagandasının etkisini kırmak,
Finans ihtiyacını karşılayacak olan ticari şirketlerinin ticari atılımlarını sağlamak,
Bu devletlerde ihtiyaç duyulacak bürokratik kadroları yetiştirmek,
Türk İslam Birliğini oluşturmak, gayeleri güdülmüştür.
Dünya İslam Birliğini sağlamak amacını güden Fethullah GÜLEN, Türk ve Müslüman olmayan ülkelerde de faaliyet göstermektedir.
Bu faaliyetlerinin amacı:
Kendisine bağlı bürokratik kanalların oluşturulması,
Globalleşmenin sonucu oluşan bilgi transferini hedefi doğrultusunda kullanma,
Kendisine bağlı kişilerin refah düzeylerini artırmak ve etki alanlarını genişletmektir.
Fethullah GÜLEN grubu, 1992 yılında başlattığı yurtdışı açılımı sonucu 35 ülkede:
6 üniversite ve yüksekokul,
236 lise,
2 ilkokul,
8 yabancı dil ve bilgisayar merkezi,
6 üniversiteye hazırlık kursu,
21 öğrenci yurdu olmak üzere toplam 279 eğitim kurumunu faaliyete geçirmiştir.
Yurtdışındaki okulların kuruluş amaçları:
Kuruldukları ülkelerde ileride devleti yönetecek nitelik ve nicelikli kadroları yetiştirmek,
Bu kesimin Türkiye’de kurulacak İslami Devlete sempati ile bakmasını sağlamak,
Uzun vadede Türkiye’de kurulması planlanan siyasal İslam’a uluslararası alanda siyasi destek sağlamak,
Fethullah GÜLEN, hükümetin bilgisi dahilinde Papa 2 nci Jean Paul’un daveti üzerine 9 Şubat 1998 tarihinde Vatikan’da Papa ile görüşmüştür. Görüşme İslam ve Hıristiyan Dünyalarını temsilen dinler arası diyalog zemininde oluşmuş ve Fethullah GÜLEN, uluslar arası platformda Türkiye’de İslami kesimin lideri olarak gösterilmiştir.
6-FİNANS KAYNAKLARI:
Fethullah GÜLEN yoğun ve kapsamlı faaliyetlerini yürütebilmek için geniş finans kaynaklarına sahiptir. Bu finans kaynakları genel olarak bilinmekle birlikte diğer irticai gruplara oranla mali ilişkilerini büyük bir gizlilik içinde yürütmektedir.
Fethullah GÜLEN müminlerin zengin olmalarını şart olarak görmektedir. Ancak, şahısların tek tek çok zengin olmalarından ziyade büyük sermayeli, ancak çok ortaklı şirketlerin kuruluş şeklinde bu görüşünü uygulamaya koymaktadır. Çünkü çok zengin olan kişi dünya işleri ile uğraşmaya önem vererek hedeflere ulaşma yolundaki çalışmalarını aksatacaktır.
Fethullah GÜLEN grubunun büyük bir gayrimenkul varlığı vardır. Bu gayrimenkullerden yüksek rakamlara varan kira geliri elde etmektedir. Örneğin gruba bağlı Akyazılı Vakfı’nın 23 ilde çok miktarda konut, dükkan, büro, okul, mağaza, dershane, yurt binası bulunmaktadır.
Fethullah GÜLEN grubunun siyasi partilere siyasi destek sağladığı yolunda duyumlar mevcuttur.
1997 yılı Eylül ayında kendisine bağlı Asya Finans Kurumu, devletten 553 milyar Türk lirası teşvik almıştır. Bu iki husus birlikte değerlendirildiğinde finans desteği için siyasi partileri ve bürokratları kullandığı, böylece bu kişiler vasıtasıyla devlet imkanlarından yararlanmasına göz yumulduğu sonucuna varılmıştır.
Fethullah GÜLEN eğitime finans sağlamak amacıyla kendisine bağlı kişi ve kuruluşlardan vergilendirme adı altında aylık ve yıllık aidat toplamaktadır. Özellikle Fethul1ah GÜLEN’in Kazakistan’daki okulları için Denizli’deki taraftarlarınca 1 milyon dolarlık kaynak aktarıldığı, Afyon, Malatya, Kayseri ve İzmir illerinde de bu yolda faaliyetler yürütüldüğü bilinmektedir.
Fethullah GÜLEN grubu yurt dışındaki üniversite, orta dereceli okul, ilkokul ve dil eğitim merkezlerinden büyük gelir elde etmektedir. Bu gelirlerin bu kurumların finansmanı ve geliştirilmesinde kullanıldığı düşünülmektedir.
Işık Sigorta, Asya Finans gibi büyük kuruluşların gelirleri,
İş Hayatı Dayanışma Derneği (İŞHAD) ve Genç İşadamları Derneği (GİAD) bünyesindeki işadamlarının bağışları da Fethullah GÜLEN’in finans kaynakları arasında büyük bir yer tutmaktadır. Ayrıca televizyon, radyo, gazete, dergi gibi yayıncılık alanından da büyük gelir sağlanmaktadır.
Fethullah GÜLEN’in çalışma sisteminde “imkanlar nispetinde maddi yardım yapmak, yapamayacaksa bedenen çalışmak” kuralı mevcuttur. Bu bedeni çalışma karşılığında ücret almaması veya ucuz bir ücret alması maliyeti düşürmektedir.
Dış güçlerin Fethullah GÜLEN’e verdikleri yurt dışı desteği karşılığında, onu kendi menfaatleri doğrultusunda yönlendirmelerinin kuvvetle muhtemel olduğu unutulmamalıdır.
7-FETHULLAH GÜLEN’İN SİYASİ HEDEFLERİ:
Fethullah GÜLEN ilk etapta devlete karşı savaş vererek hedeflere ulaşmanın yıpratıcı olacağını teşhis etmiş, bu nedenle mevcut sistemi yıkma yerine, devlet modeline uygun bir örgütlenme ile devlete alternatif bir sistem kurmayı hedeflemiştir.
Bu nedenle tüm devlet organlarında yerel yönetimlerde sivil sektörde örgütlenmeyi hedeflemiştir.
İleride devlet yönetimini kontrol altına alabilmek için kısa vadede tüm kadrolara yandaşlarının getirilmesi veya bu kadroları işgal edenlerin kendisine bağlanmasını hedeflemektedir. Uzun vadede ise tam bir kontrol sağlayabilmek amacıyla eğitim sektöründe yoğun bir faaliyet göstererek teşkilatlanma ve kadrolaşmayı yaygınlaştırmayı amaçlamaktadır.
Ilımlı ve modern imajı ile siyasi partiler ve hatta Atatürkçü laik kesim içinde desteğini artırmaya çalışmaktadır.
Böylelikle Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yandaşlarının mutlak çoğunluğu elde etmelerini sağlarken, hedeflediği teokratik diktatörlüğe yumuşak geçişi sağlamak için Başkanlık sistemini desteklemektedir. Fethullah GÜLEN hiçbir kuvvet tarafından geri adım atmaya zorlanamayacağı bir duruma ulaştığında Atatürk ilke ve inkılaplarını ortadan kaldırmayı, laik demokratik, sosyal hukuk devletini ortadan kaldırarak şeriat devleti kurmayı hedeflemektedir.
Fethullah GÜLEN tüm dinler ve uluslar ile iyi ilişkiler kurarak onlardan gelecek karşı girişimleri engellemeyi hatta kendini desteklemelerini sağlamayı düşünmektedir. İleride kuracağı şeriat devletini desteklemek üzere birçok ülkede ileride yönetime gelecek gençleri yetiştirmektedir.
8-FETHULLAH GÜLEN GRUBU’NUN BÜYÜK KURULUŞLARI:
Emniyet Genel Müdürlüğü’nün tespitlerine göre Türkiye’nin dört bir yanında, bütün illerimizde şirketlerini, okullarını, yurtlarını, dershanelerini, vakıflarını, yayın organlarını kurarak faaliyete geçirmiş bulunan Fethullah GÜLEN grubu, ülkemizin her yanını bir ağ gibi sarmış bulunmaktadır. Bu kuruluşların en önemlilerini şu şekilde sıralayabiliriz.
a) Zaman Gazetesi: Feza Gazetecilik AŞ. Adına İstanbul ili, Bahçelievler, Çobançeşme Mahallesi Kalender Sokak, No 21 sayılı yerde gündelik olarak yayınlanır.
b) Samanyolu TV: Samanyolu Yayıncılık Hizmetleri AŞ. Adına İstanbul İli, Ferah Mahallesi, Ferah Caddesi, Reşitbey Sokak, No : 12/22 Çamlıca adresinde faaliyet gösterir.
c) CHA (Cihan Haber Ajansı): Cihan Haber Ajansı ve Reklamcılık AŞ. Adına İstanbul İli, Bahçelievler, Çobançeşme Mahallesi, Kalender Sokak No:19 sayılı yerde faaliyet gösterir. Günlük olarak yayın yapar.
d) Sızıntı Dergisi: Türkiye Öğretmenler Vakfı (TÖV) adına 1374 ncü sokak No:10 Kat: 1 Durmaz İşhanı İzmir adresinde faaliyet gösterir.
e) Aksiyon Dergisi : Feza Gazetecilik AŞ. Adına Bahçelievler Çobançeşme Mahallesi Kalender Sokak, No : 21 sayılı yerde haftalık olarak yayın yapar.
f) İş Hayatı Dayanışma Derneği (İSHAD) : Emniyet Evleri Mahallesi, Yeniçeri Sokak, Emin Han İş Merkezi No : 6/5 4. Levent adresinde faaliyet gösterir.
g) Asya Finans Kurumu: Altunizade, Kısıklı Caddesi, Kuşbakışı Sokak, İlim Yayma Vakfı Blokları A-13 Blok, No: 12 Üsküdar İstanbul adresinde faaliyet gösterir.
h) Işık Sigorta AŞ. : Kozyatağı Ankara asfaltı, Yan yol Mega Plaza B Blok, Kadıköy İstanbul adresinde faaliyet gösterir.
ı) Çağ Öğrenim İşletmeleri A.Ş. : Derviş Ali Mahallesi, Dolaplı Bostan Sokak No: 25 Fatih İstanbul adresinde faaliyet gösterir.
j) Fatih Eğitim ve Öğrenim Kurumları AŞ. : Atatürk Mahallesi, Alemdar Caddesi No : 80/4-51 Ümraniye İstanbul adresinde bulunur.
k) Samanyolu Basın Yayın Sanayi ve Ticaret AŞ. :Koeaüveys Mahallesi, Sarıgüzel Caddesi, No : 78/1 Fatih İstanbul adresinde bulunur.
l) Feza Gazetecilik AŞ. : Çobançeşme Mahallesi, Kalender Sokak, No : 21 Yenibosna Bahçelievler İstanbul adresinde bulunur.
m) Ufuk Eğitim İşletmeleri Ticaret AŞ. : Merkez Mahallesi, Ali Galip Caddesi, No: 19 Gaziosmanpaşa İstanbul adresinde bulunur.
n) Fırat Eğitim Merkezi İstanbul Ticaret AŞ. : Küçükçamlıca Caddesi No: 20 Altunizade Üsküdar İstanbul adresinde faaliyet gösterir.
o) İstanbul FEM Dershaneleri : Ufuk Eğitim Hizmetleri Ticaret AŞ. adı altında İstanbul ilinde 21 adet şubesi bulunmaktadır.
p) Akyazılı Orta ve Yüksek Eğitim Vakfı : Genel Merkezi İzmir Bahçelievler, 50272 nci sokak No : 39 adresinde faaliyet gösterir. Nafi Akyazılı ve Eşi Pembe Zehra Akyazılı isimli şahıslar tarafından kurulmuştur.
r) Türkiye Öğretmenler Vakfı (TÖV) : Ankara İl Merkezinde faaliyetlerini sürdürmektedir.
s) Türkiye Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı : Ankara İl Merkezinde faaliyetlerini sürdürmektedir.
t) Özel Maltepe Dershaneleri : Ankara İl Merkezinde 12 adet şubesi bulunmaktadır.
u) Fatih Üniversitesi : Merkezi İstanbul’da bulunmaktadır. Ankara İli Yenimahalle ilçesi Şenyuva Mahallesi, Alparslan Türkeş Caddesi No: 53 adresinde faaliyet gösteren üniversitenin 128 yatak kapasiteli Tıp Fakültesi hastanesi vardır. Ayrıca üniversiteye bağlı Çankaya Tıp Merkezi bulunmaktadır.
III- BİR NUR TALEBESİNİN ANLATIMLARIYLA FETHULLAHÇILIK:
1-Fethullah GÜLEN:
Romantik bir insandır. Cemaatin yayın organlarındaki yazılarından ve hatta Sızıntı Dergisi’nin orta sayfasındaki şiirlerinden bunu anlamak mümkündür.
Cemiyet bireylerinin büyük çoğunluğunun gözünde “Mehdi” yani son kurtarıcıdır. Yanlış yapacağını tahmin etmezler. Çünkü duyumları öte taraftan almaktadır. İnsan ötesi bir yaratık olarak tanıtılır. Biz zamanında buna inanmıştık.
İnsan ötesi bir yaratığında her dediğine inanılır çünkü siz kirlisiniz, günaha batmışsınız. Ama o, yani lider, sizin çok üstünüzde, sizin ulaşamayacağınız bir noktada, size ötelerden haber getiren bir insandır.
Cemaatin ana liderinin Peygamber, fikir liderinin Said-i Nursi, günümüzdeki liderinin ise Fethullah GÜLEN olduğu empoze edilir.
2-Cemaat üyelerini birbirine bağlayan temel öğeler:
Teşkilatı ayakta tutan üste itaat, üstün dediklerini sorgulamadan yapmaktır.
Ayrıca cemaat üyelerini bir arada tutan diğer büyük bir olgu histir. Duygusal birlik cemaat üyelerini birbirine yapıştırıcı yapışkan gibidir.
Lidere rabıta, yani tam bağlılık çok önemlidir ve ana unsurlardan birini teşkil eder. Batı toplumlarında Rönesans’tan sonra sistemler ve düşünceler, doğu toplumlarında ise eski zamanlardan beri kişiler, bireyler tarihi şekillendirmiştir. Onun için lider kavramı o cemaatin birlikteliği ve devamı için çok önemlidir.
3-Cemaatin görevleri, nihai hedefi, geleceğe bakışı:
Unutulmamalıdır ki Fethullah GÜLEN’in nihai hedefi ve rüyası, Fethullahçılar’ın son gayesi Türkiye liderliğinde İslam Birliği ve tanrının sözünün içtimai hayata egemen olmasıdır.
Şifre kendisinin ifadesi ile üç kelimelidir. İman-hayat-iktidar. Said-i Nursi onlara göre imani dirilişi sağlamıştır. Bu safha, imamı hayata geçirme ve yaşama safhasıdır. Altın nesil de iktidarı sağlayacaktır.
Cemaatin tüm çabası Türkiye’de ki siyasal ve ekonomik güç dengelerinde söz sahibi olmak ve rant ortaklıktır.
İnsanlara yaklaşırken “Liberal İslam” anlayışı ile hareket etmekte, İslam’ın siyasal yüzünü göstermekten çok, tüm insanları kucaklayan bir hoşgörü felsefesi olduğu lanse edilmektedir.
Üniversitede hedef olan çalışmanın bir kolu, gençlere cemaatin herhangi bir şekilde Türkiye’de laik demokratik düzeni bozacak bir hareket olmadığını, Türk insanını bir eğitme hamlesi olduğu imajı verilmektedir.
Bu propaganda için özel olarak hazırlanmış kasetler de mevcuttur. Mesela Türk Cumhuriyetlerinde açtıkları okulların ve orada yetişen çocukların Türk kültürünü nasıl öğrendikleri konusunda hazırlanmış video kasetleri vardır. Ama bu gençlere rehberlik faaliyetleri adı altında cemaat öğretisinin götürüldüğünden bahsolunmaz.
4-Örgütlenme usul ve esasları:
Cemaat tek tip insan yetiştirme gayreti içindedir. Gerçi 1990’lı yıllarda tahminlerin üstünde büyüdüğü için bu amaç biraz sekteye uğramıştır.
Hedef kitle, ortaokulun son sınıfındaki ve liselerdeki gençlerdir. Çünkü gençlerin en cahil olmakla birlikte, en idealist oldukları devir odur.
Çocuğun aile durumu ve kişisel durumuna göre aylarca dinle ilgili bir şey söylemeyebilirler. Yapılan şey bu gençlere bir ağabey gibi davranmak, ona derslerinde yardımcı olmak ve geleceğe ait planlarda yol göstermektir. Yeterli konuma gelindiğinde cemaatin öğretisi verilmeye başlanır.
Genç, evinde ne kadar sorumlu ise başarı oranı o kadar yüksektir.
Fethullah GÜLEN’in gösterdiği doğrultuda ana hedef büyümedir. Bunun da yolu okulların etrafında örgütlenmeden geçer.
Büyümenin iki kolu vardır: Okuyan gençler ve esnaftır.
Gençler, cemaatin insan kaynağı, esnaf ise lojistik ve para kaynağıdır. Fethullah GÜLEN’e göre cemaatin lokomotifi Anadolu insanı ve himmetidir. Hiçbir dış katkı yoktur.
Belli bir zamana kadar cemaatin ana hedefi eğitim olduğu için, hep öğretmen yetiştirmeye çalıştılar. Cemaat büyüdükçe bu ihtiyaç yerini diğerlerine bıraktı. Bu gün saatçisinden, mühendisine kadar herkesi yetiştirme gayreti içindeler. Ama ağırlık halen eğitim ve öğretmenler üzerinedir. Çünkü gençler ile oluşan tek meslek grubu öğretmenliktir.
Harp okullarına ve Askeri Liselere sokulacak çocuklar bir gizlilik derecesinde eğitilir.
Bu çocuklar özel evlere giderler. Cemaat sorumluları dışındaki insanlar bu evlerin ne yaptığını bilmezler. Çünkü cemaatin örgütü yerleştiremediği tek kurum askeriyedir. Fethullah GÜLEN’e göre askeriye hukuk, eğitim ve mülkiye teşkilatlanılması gereken kurumlardır.
Üniversiteye hazırlanan gençlerin kendi dershanelerine gitmelerini sağlamaya çalışırlar. Üniversiteye hazırlık dershaneleri en aktif ve verimli çalıştığı organlardır. Buralara büyük insan kaynağı ve parasal destek ayrılmıştır. İstanbul’daki FEM dershaneleri, İzmir’deki Akyazılı gibi.
Ev-hazırlık dershanesi ilişkisi üst düzeydedir.
Cemaatin 1990’lı yıllarda güç kazanmış diğer önemli bir organı orta seviyede ve şimdi de yüksek seviyede kurulan öğretim kurumlarıdır. Okullar yatılı olduğundan öğrenci ile çok daha yakın ilişkiye girilmekte ve insan kazanmada daha etkili olunmaktadır.
Bu okul ve dershanelerdeki eğitim, diğer okul ve dershanelerden daha yüksektir. Çünkü kadrolarında işi para için değil kendileri inandıkları için yapan pek çok insan vardır.
Çocukların lise çağında hafta sonlarında gördükleri ilgi ve belki sıcak ev yemekleri bu çocukları cemaat elemanı yapmak için çok bile.
Biraz analiz edilirse aslında cemaatin adam kazanma yönteminin çok sofistik de olmadığı görülür.
Fethullah GÜLEN’i ve cemaati tanıtan kasetlerdeki ana tanımlar kısaca şunlardır.
Türk insanı son iki üç yüzyılda İslam’ın özünden uzaklaşmasından dolayı materyal ve ruhsal bağlamda geri kalmıştır. Nurculuk hareketinin bir kolu olan Fethullahçılık görüşü 20 nci yüzyılda insanın tanrı inancından uzaklaştığını, bu uzaklaşmasının da bu dünyada mutsuzluk ve tatminsizlik getirdiğini, öteki dünyada ise insanları cehenneme götüreceğini savunur.
Dolayısıyla bunun insan hayatında en önemli unsur olduğunu ve Türk insanını bu hatadan kurtarmak gerektiğini, bu görevin de yeryüzünde bu cemaatin omuzlarına tanrı tarafından verildiğini defaatle kasetlerde ve vaazlarda yineler.
Fethullah GÜLEN’e göre harcadığımız her nefeste İslam Dini’ne uygun olmalıyız.
Fen ilimlerini ve teknolojiyi öğrenmek gerekir. Ama bunun da amacı çağdaş terakki değil, tanrıya daha çok yaklaşmak için bir araç olmalıdır. Yaşamın amacı dolaylı veya dolaysız da olsa tanrıya hizmettir.
Cemaatin bireylerine, cemaatin dışında bir hayatın cehennem olduğu sürekli empoze edilir ve cemaatten çıkanın da bir daha iflah olmayacağı ve cehenneme sürüleceği lafını ben bizzatihi bir kasette dinledim.
Temelde bir Nur şakirdinin asıl olması gerektiği empoze edilir.
5-Cemaatte hiyerarşik yapı:
Cemaatin muazzam bir hiyerarşik yapısı vardır ve Türkiye’de askerden sonra en iyi teşkilatlanmış örgüttür.
Şu kavramı iyi anlamak lazım. Said-i Nursi Nur talebelerini üçe ayırır
Talebe-arkadaş-sempatizan.
Talebe, işin gerçekte içinde olandır. Sempatizan da aktif olarak örgüt faaliyetlerinde olmasa bile, örgütün faaliyetlerine iyi gözle bakandır. Cemaatten ayrılan insanların hile üçüncü grupta olması örgüt için yeterlidir. Çünkü herhangi bir halk reaksiyonunda bu üçüncü grup önemli bir rol oynayacaktır.
1990’lara kadar ana cemaat birimi onların “dershane veya Işık evleri” dediği öğrencilerin ve onların ağabeylerinin kaldığı evlerdir. Cemaatin iyi elemanları hep buralarda yetişmektedir.
Her dershane veya ev bir bölgeye bağlıdır.
Her ev hacmine göre 5-6 kişiden oluşur ve evlere kimlerin dağıtılacağı bölge imamları tarafından belirlenir.
Ayrıca her evin bölge imamları tarafından tayin edilmiş bir imamı vardır. Ev imamları genellikle yaşça daha kıdemli insanlardır.
Evde hayat özetle şöyledir.
a) Evin birincil amacı adam kazanmak ve yeni kazanılan insanlara cemaat öğretisini empoze etmektir. Bu fonksiyonunu yitiren evlerin kadrosu da dağıtılır.
b) İkinci amacı, evde kalanların kendilerini cemaat öğretisi üzerine devamlı yetiştirmesidir.
c) Üçüncü amaç barınacak bir yer temin etmektir.
Her evin sorumlu olduğu özel bir misyonu vardır.
Ev sakinlerinin hizmet dışı sokakta dolaşmaları tasvip edilemez. Çünkü sokak günah ile doludur.
6-Hedef kurum ve kuruluşlar:
Fethullah GÜLEN’e göre askeriye, mülkiye, hukuk, eğitim teşkilatlanılması gereken bir kurumdur.
Üst düzey bürokratlar ile sıkı ilişkiler kurmak, İçişlerinde ve Polis Teşkilatında örgütlenmek cemiyetin vizyonu içindedir.
Spor dünyasını dahi ihmal etmeyen cemaat özellikle Galatasaray Futbol takımındaki aktiviteleri ile biliniyor. Bu küçük örnek cemaatin politika bireylerinin, vizyonlarının genişliğini ve hedeflerinin derinliğini göstermektedir.
Boğaziçi, ODTU, Bilkent gibi seküler yaşamın kök salmış olduğu üniversitelerde, örgütün fakülte düzeyinde yapılanması kuvvetli değildir. Fakat bu üniversitelerde Asistan düzeyinde veya doktora çalışması yapan cemaat mensupları mevcuttur.
Üniversitelerde bugün alt kadrolara hakim olma savaşı içindeler. Bugünün asistanı yarının doktoru, profesörü olacaktır.
YÖK ve MEB’nin 5-6 sene evvel başlattığı proje ile yeni üniversitelerin kadro ihtiyacını karşılamak üzere yurt dışına binlerce öğrenci gönderildi. Bu öğrencilerin devlete maliyeti senede 40 bin Amerikan Doları ve her fırsatı değerlendirmede usta olan cemaat bu fırsatı da çok iyi yakaladı. Çünkü yurtdışına gönderilen bu öğrencilerin çoğunluğu dinci bir örgüte mensup.
Şu anda devletin parası ile ileride devlet üniversitelerinde pozisyon verilmek üzere Amerika, İngiltere, Fransa başta olmak üzere okuyan yüzlerce örgüt elemanı var.
Seküler kesimden insanlar bu hususlara fazla rağbet etmiyorlar. Çünkü mecburi hizmet gibi bir şartı var. Halbuki bu örgüt elemanları için ekstra bir fayda çünkü ileride üniversitedeki yeriniz garanti olmuş oluyor.
Özel üniversiteler bazında Rektörü seküler bir insan olmasına rağmen Fatih Üniversitesi onlarındır.
Akademide kadrolaşmanın öneminin farkındalar ve doktora seviyesinde yüksek lisans yapabilecek kapasitede öğrencileri buna teşvik ediyorlar.
7-Gelir Kaynakları ve Sermaye Gelişimi:
Evin içindeki bütün eşyalar örgütün esnaf kadrosu tarafından temin edilir.
Öğrencilerin kendileri de evin ihtiyaçlarını karşılarlar. Maddi durumu kötü olanlara örgüt tarafından yardım edilir. Bu yardımlar cemaatin büyümesinde önemli bir etkendir.
Ben Gültepe’deki yurtta kalırken onlarca öğrenciden yurt parası alınmadığını biliyorum.
Esnaf üzerinde örgütlenme 1990’lar da arttı. Şu anda muazzam bir finansal güçleri var.
İlk zamanlarda esnaf bölük pörçüktü ve bunların fonksiyonu cemaate para yardımı yapmak, lojistik destek sağlamaktı. Onlar para toplama olayına “Himmet” derler. En büyük yardım da Ramazan Ayı’nda toplanır. Esnaf büyük bir salonda toplanır cemaatin önemli bir üst düzey elemanı gelir. Duygusal bir konuşma yapar ve insanlar bir sonraki Ramazan Ayı’na kadar verilmek üzere para ve mal taahhüt ederler. Bu himmetin önemlilerini artık Çırağan Sarayı’nda bile yapıyorlar.
Fakat 5-6 senedir, yeni strateji ile esnafın bir araya gelmesi sonucu 1996 yılında İstanbul’da İŞHAD (İşadamları Dayanışma Derneği) oluşmuştur. Bu dernek esnafın eğitimi, bir araya gelmesi için toplantılar, yemekler, resepsiyonlar vermektedir.
Türki Cumhuriyetlerdeki muazzam iş potansiyeline Türk girişimcilerden evvela Fethullahçılar uyanmıştır. Buralardaki yatırımlarda en büyük pay onlarındır.
Anadolu Kaplanları denilen yerli girişimcilerin önemli bir kısmı Fethullahçıları desteklemektedirler. Aralarında güçlü iş ortaklığı ve bilgi transferleri vardır. Bu dayanışma dış ticarete de yansımıştır.
8-İbadet:
Evlerde namazlardan sonra sürekli ya Nur Risaleleri, Fethullah GÜLEN’in kitapları okunur. Ya da kasetler dinlenir veya izlenir. Akşam ve yatsı namazları bunun için en uygun vakitlerdir.
9-Şakirtlerin düşünceleri ve önerileri:
Fethullah GÜLEN’in cemaate yansıyan bu doğrultudaki görüntüsü ve onun Müslümanlar dahil tüm insanlığı karanlıktan kurtaracak Mehdi pozisyonu bence üzerinde durulması gereken bir noktadır ve cemaatin pimi buradadır. Bu pim oynatılırsa cemaat büyük bir darbe yer. Herhangi bir şekilde Fethullah GÜLEN’in Amerika’dan destek aldığı ispatlanabilirse, ben çözülmeler olacağına inanıyorum.
İstihbarat konusunda hayatiyetin farkındalar. Direkt bilgim olmamakla beraber devletin istihbarat örgütlerine eleman sokmaya çalıştıklarına inanıyorum.
Siyasetle olan ilişkilerinde yeterince güçlenmedikçe Türkiye’deki güç dengesine direkt temas etmekten, katılımcı olmaktan ve açıkça parti desteklemekten kaçınmaktadırlar.
Siviller radikal İslam’ın alternatifi olarak, bir ılımlı İslam teşkilatı olarak görülen Fethullahçılar’ı, gerek sahip oldukları oy potansiyelinden dolayı, gerekse sahip oldukları siyasal ve finansal güçten dolayı himaye etmektedirler.
Cemaatin asıl gayesi sadece bir eğitim hareketi, üç yüz yıldır boyunduruk altında yaşamış ülkeyi bundan kurtarma ise, askeriyeye girme çabaları telaffuz edilmeyen ama kabul edemedikleri laiklik gibi hassas konularda niyetlerinin o kadar basit ve saf olmadığını gösteriyor.
Sivil örgütlenmesini ne yazık ki sağlıklı şekilde gerçekleştirememiş Türkiye’de, askerlik kurumu olmasaydı bugün hayalini kurdukları İslam Devletini tesis etmiş olacaklardı.
Benim gözlemim şu anda Türkiye’de Fethullahçılar ile askerler arasında gizli bir satranç oynanıyor. Cemaatin askere bakışı bellidir. Askerliği her fırsatta övdükleri halde büyümeleri önünde tek engelin askerlik kurumu olduğunun farkındalar.
İstihbarat kaynaklarının bunları öğrenmesi ve çok iyi değerlendirmesi lazım.
Diğer önemli bir unsur da gençliğini, üniversite yıllarını cemaatle geçirmiş, ancak daha sonra cemaatten aktif olarak ayrılmış bir sürü insanın örgüte karşı negatif bakışlara sahip olmaya başlamasıdır. Çünkü bu insanlar 10 sene sonra örgütün değişmeye başladığına şahit olmuş, geçmişte kendilerine söylenen şeylerin bugün geçersiz kılındığını görmüşlerdir.
10 sene önce bir örgüt mensubunun bir kız arkadaş edinmesi hayal bile edilemezken, bugün bu konuda fetva vermektedirler. Değişik ilkelere sahip bir örgütten de insanlar kuşku duymaya başlıyor ve baştakinin samimiyetinden şüphe etmeye başlıyorlar.
Şahsi görgüm, örgüt Türkiye’de tabii sınırlarını zorlamış ve anti tezi ile yani laik kesimle gerek içtimai hayatta, gerekse iş dünyasında yüz yüze gelmiştir.
Yakın geçmişte Refah Partisi ve yandaşlarının uğradığı akıbetten ders alarak radikal davranışların ne zararlar getirdiğini görmüş ve Fethullah GÜLEN’in sık sık tekrarladığı hoşgörü felsefesini ve politikasını cemaatin amblemi olarak nazara vermiştir.
Araştırma ve analiz yetisinden yoksun Türk Halkı ve küçük burjuvazisi bu maskeye hemen inanıyor ve çabuk verilmiş kararlarla “Ilıman İslam” olarak gördükleri örgütü destekliyorlar. Ama örgütün diğer bütün dinci örgütlerden daha akıllı olduğundan ve artık güce ulaşana kadar bu hoşgörü maskesini taktıklarının farkında değillerdir.
Fethullah GÜLEN’in ölümü cemaatte şüphesiz ki önemli bir boşluğa yol açacaktır. Çünkü cemaatin her ferdi hissi bir rabıta ile liderlerine bağlıdır. Ama sahip oldukları maddesel güçle çıkar, örgütü hayatta tutmaya yeterlidir. Bu konuda sivil örgütlerin ve askerlik kurumunun politikalar üretmesi gerektiğine inanıyorum. Örgüt demokratik ortam içinde eritilme potansiyeline sahiptir.
Gülen sonrası cemaat parçalanabilir ve siyasal bir güç olma yolu tıkanabilir.
Örgütün politikalarına karşı ancak politika üretilerek karşılık verileceğine inanıyorum. Birinci politika, örgütü Türk kamuoyunda mercek altına almaktır. Fethullah GÜLEN ve izleyenleri sistemli bir şekilde cemaati ve hedeflerine kamuoyunda tartışmaktan kaçınmakta, ya kendileri ne istediklerini bilmemekte ya da ne istediklerini telaffuz etmemektedirler.
Devlet televizyonlarında ve laik medyada programlar hazırlanmalıdır. Sadece öğrencilere karşı olan faaliyetlerde kullandıkları sinsi metodlara bile Türk Ebeveynlerinin tepki vereceğine inanıyorum.
İkinci olarak istihbarat konularında ne kadar uğraşılsa azdır. Örgütün bir sonraki adımının bilinmesi lazım.
Örgüt içindeki hesaplaşmalar ve rant kavgaları basına yansıtılabilir.
Fethullah GÜLEN’in her kaseti o kadar masum değildir. Bunlar televizyonlarda yayınlatılabilir. Öncesi, 1980 öncesi kaydedilmiş kasetler çok daha radikaldir.
IV- KİTAPLARINA GÖRE FETHULLAHÇILIK:
1-Cihad:
Fethullah GÜLEN’in 1998 baskılı İ’la-yı Kelimetullah veya Cihad isimli kitabında Cihad konusunda şunlar söylenmiştir:
Cihad Allah yoluna kavga vermenin adı olmuştur. Bu gün cihad denilince de akla gelen mana budur… Cihad bir bakıma insanın yaratılış gayesidir ve yeryüzünde ondan daha önemli bir vazife yoktur. (Sayfa: 13).
Cihad kıyamete kadar devam edecektir. Zira biz ne kadar insancıl davranırsak davranalım mutlaka küfründe ısrar eden kafirler bulunacaktır. Onun mevcudiyeti ise bizim cihadımızın devam etmesi demektir. Biz herkese rabbimizi anlatmakla mükellefiz ve dünyaya karşı hem maddi cihad ve hem de manevi cihad da muvaffak olmak zorundayız. Aksi halde insanca yaşama hak ve imkaniarını kaybederiz. (Sayfa: 34).
Cihad bir müminin uğruna canını feda edebileceği en tatlı bir mefküre en yüksek bir idealdir. Zira mümin kendi teri içinde boğulma veya kendi kanı ile abdest alma gibi bir payeyi ancak cihad ile elde edebilir. (Sayfa : 45)
Cihad bir farz-ı kifayedir, ancak bu vazife günümüzde olduğu gibi sistemli olarak hiç kimse tarafından yapılmaz ve bütün bütün ihmale uğrarsa, işte o zaman farz-ı ayn haline gelir ve her fert teker teker ondan sorumludur. (Sayfa: 49).
Zira cihaddan geri kalmak ciddi bir günahtır. Cihad bir hayır kapısıdır. O kapıdan giren iki hayırdan birine mutlaka kavuşacaktır. Evet, ya şehit olup ebedi bir hayat, ya da gazi olup hem dünya, hem de ukba nimetlerine kavuşacaktır. (Sayfa: 57-58).
Cihad öyle bir vazife ve mükellefiyettir ki, bir cemaatin mutlaka bu işe kendini vakfetmesi ve cihad yapması gerekmektedir.
Cihad’ı güzelleştiren vasıta olacağı şeylerdir. Mesela cihadın İ’la-yı Kelimetullah’a vesile olması, müminin yer yüzü muvazenesinde hakim hale gelmesi, müslümanlığa veya müslümanlara tecavüz edenlere karşı sindirici ve caydırıcı bir yanının bulunması, güçsüz ve mazlum insanların koruyuculuğunu derpiş etmesi açısından güzeldir. Binaenaleyh denilebilir ki cihadın güzelliği “İ’la-yı Kelimetullah” şartına bağlanmıştır. Evet mümin cihad edecek, ata, uçağa binecek, tank ve uçaksavar kullanacak ama bütün bunları Allah’ın yüce adını yükseltmek gayesiyle yapacaktır. Evet işte müminin memur olduğu cihad budur. (Sayfa: 51).
Canını Allah yoluna feda ederek şehit düşen kimselerin bizim anladığımız manada ölmedikleri bir gerçektir. (Sayfa: 59).
Bir insan kendisi bizzat ve fiilen mücahedeye katılamıyor fakat mücahedede bulunana omuz veriyor, kurduğu müesseseleri ile mücahidleri kucaklıyor ve onları koruyup kolluyorsa, o da fiilen mücahedede bulunmuş gibidir. (Sayfa: 68.)
Demek ki acizlik, fakirlik, yaşlılık ve kadın olma gibi mazeretler onların ayaklarına bağ olup kendilerini fiilen sefere çıkmaktan alıkoymuş ise cihad sevabından mahrum kalamayacakları gibi mükafatından da mahrum bırakılmayacaklardır ve Cenab-ı Hak niyetleri sebebiyle onları aynen gazaya çıkanlar gibi kabul buyuracaklardır. (Sayfa: 69).
Cihada her an hazır olmalıyız. (Sayfa: 70.)
Araba da vardır Allah yoluna adanmıştır. Onunla köy köy dolaşır. İçine mürşitler konulur ve va’zu nasihata muhtaç yerlere gidilir. İşte bu arabanın yaktığı her damla benzin onun harcadığı her kuruş para, egzoz borusundan çıkan gazlar, insanı rahatsız eden gürültü ve tekerleklerin temas ettiği çamur bile bütünüyle kişilerin defteri hasenatına yazılır. (Sayfa : 72).
Her türlü meselenin halledilebilmesi için tek bir çare vardır. O da maddi ve manevi cihad yapmaktır. Kısacası cihad bizim dahili ve harici huzur ve sükunumuzun yegane garantisidir. Cihadın olmadığı bir dünyada hiç kimsenin hiçbir şeye karşı huzur ve sükun adına garantisi yoktur. (Sayfa: 105).
Cenab-ı Hak’ka yönelip, senin yolunda ölmek bile ne tatlı demeyen bir insanın mücadele vereceğine, mücadelesinin semeredar olacağına, onun Müslümanlık uğruna kurtarıcı bir rol oynayacağına inanmıyoruz. İnanamayız da. Biz ancak kendi şahsını, şahsi hazlarını, zevklerini, hatta yurdunu yuvasını terk etmişlerin, sahabe gibi kapısına kilit vurup evinden ayrılmışların bedeni ve cismani zevklerini aşmışların mücadelesine, mücahedesine, kavga ve cihadına inanıyoruz. (Sayfa: 122).
“Asrın getirdiği tereddütler 4” isimli kitapta cihad ile ilgili olarak yazdıkları da şunlardır:
Evet, boyunduruğun yere konduğu şu dönemde, din-i mübin-i İslam’ı İ’la etmek için koşup cihad etmiyor veya edemiyorsak, savleti altında ezildiğimiz bir dönemde, hakkı batılın savletinden kurtarmak için uykularımız kaçmıyor ve ciddi bir ızdırap duymuyorsak kınanacak birisi varsa o da biziz. (Sayfa: 97).
“Asrın Getirdiği Tereddütler 3” isimli kitapta yazılanlar ise şunlardır:
Cihad… bu kelime İslam ile birlikte, Allah yolunda kavga vermenin adı olmuştur. Bu gün cihad deyince akla gelen tek mana budur. (Sayfa: 186).
İ’la-yı Kelimetullah ve Cihad isimli kitapla Asrın Getirdiği Tereddütler isimli kitaplarda özetle,
Cihadın peygamber mesleği olduğu,
Cihadın İslam ile birlikte Allah yoluna kavga vermek olduğu,
Cihadın bugün Farz-ı ayn olduğu ve kıyamete kadar devam edeceği,
Cihaddan geri durmanın günah olduğu, tek tek asıl vazife ve tek çare olduğu,
Cihad olmayınca huzurun olamayacağı, yeryüzü hakimiyetinin cihad ile gerçekleşeceği,
İnsanın canını feda edebileceği en büyük mefkure ve en yüksek ideal olduğu geniş bir şekilde anlatılmıştır.
Fethullah GÜLEN “bunun böyle olduğuna yakinimiz var” diyerek müritlerine karşı gaybı bilen kişi görünüşünde konuşmuştur.
2-Tebliğ:
Fethullah GÜLEN 1998 baskılı İRŞAD EKSENİ isimli kitapta bu konuda şunları söylemektedir.
Bu önemli vazife (Tebliğ vazifesi) yapılmadığı zaman toplumun maruz kalacağı muhtemel musibetleri efendimiz şöyle dile getirmişlerdir; nasıl olacak halimiz? O gün kadınların başkaldırdığı, sere serpe açılıp saçılarak sokağa döküldüğü, küfürlerin her tarafta yapıldığını ve hakkı ifadenin terk edildiği gün… Bütün kötülükleri iyi ve iyilikleri kötü gördüğümüz gün halimiz ne olacak bir bilseniz? Evet Hadis-i Şerif bir gün her şey tersine dönüp değerlerin alt üst olacağına, iyiler kötü, kötüler iyi görüleceğine, zinanın tervic edileceğine, terör-anarşi revaç bulacağına, iman ve Kur’an-ın aşağılanacağına, Allah’a inananların hor ve hakir görüleceğine, bir çok kötülüğün bizzat devletler tarafından kanunlar ile korumaya alınacağına, dine ait hakikatlerin gericilik aktedileceğine işaret etmektedir. İşte değerlerin alt üst olması budur. Çağın insanı bunu 10 misli yaşadı ve zannediyorum daha bir süre de yaşayacak. Evet tebliğe ait vazife yapılamayınca izzet, şeref ve haysiyetin yerini zillet ve melanetin alacağı muhakkaktır. (Sayfa: 9-10).
Münker, İslam’ın çirkin gördüğü her şeydir…bir mümine düşen şey de öncelikle, yapabileceği ölçüde münkeri eli ile değiştirmesi, eli ile değiştirmeye gücü yetmiyor ise ister sözlü, ister yazılı dili ile, buna da imkan yoksa münkere kalbi ile buğuz etmelidir ki, imanın en zayıfı da bu son durumdur. Bunun gerisinde insandan bahsetmek mümkün değildir. Çünkü görünen bir münkere rıza göstermek imandan tam nasip almama emaresi sayılmıştır. (Sayfa: 32-33).
Evet, zaman olur insan bu vazifeyi kendi hanımına ve çocuklarına karşı eli ile ve dili ile yapar. Orada hem el hem de dil konuşur. Fakat bazen elin konuşamayacağı yerlerde, bu vazifenin dil ile yapılması gerekir. Yakın akrabaya karşı ekseriyetle uygulanacak metod budur. Bunu da yapamıyorsa onlarla arasındaki kalbi irtibatı yeniden gözden geçirir. Rabbinden ve Allah’ın Resulünden irtibatını koparmış bir insanla irtibat çizgisinin gözden geçirilmesi gerekir. (Sayfa : 34).
Evvela tebliğ ve irşat ta diyebileceğimiz böyle bir sorumluluk herkesin Allah’a karşı yapması gerekli olan bir vazifedir. Öyleyse inanan her fert, kendini bununla mükellef bilmeli ve namaza koşuyor gibi bu vazifeye de koşmalıdır. Hususiyle Emr-i bi’l maruf, Nehy-i ani’l münker’in ihmale uğradığı ortalığı mürkerlerin işgal ettiği zaman ve zeminde bu vazife şahsi farzların dahi ötesinde bir önem arz etmektedir. Çünkü o yapılmadığı taktirde ne namazdan, ne hacdan, ne zekattan bahsetmek mümkündür. Bilhassa maruf ve iyi olanın men edilip, münkerin teşvik gördüğü karanlık dönemlerde bu vazife topyekün bir milleti alakadar eden sorumluluk sırasına girer.
Şahsen ben günümüzde bu vazifeden daha ali ve ince bir vazife bilemiyorum. Bundan dolayı hayatını bu vazife ile dopdolu geçirenlerin dünyası da ahireti de maruf olacağı kanaatindeyim. (Sayfa: 39).
Allah’ın adının yüceltilmesi uğruna yapılan mücadelede verilen kavganın sadece Allah için olacağını düşünüp, başka emel ve gayelerin bu halis işe karıştırılmamasına dikkat etmeli ve kuracakları sistemleri de bu temel prensip üzerine kurmalıdırlar. (Sayfa: 40).
Evet, başta da ifade etmeye çalıştığımız gibi bir cemaat veya toplum içinde çok faziletli insanlar bulunabilir. Bunlar manevi yönleri ile Allah’a çok yakın olabilirler. Ancak bu toplum içinde Emr-i Bi’l maruf, Nehy-i ani’l münker yapılmıyor ve bunun için müesseseler kurulup, bu vazife sistemli bir şekilde ifa edilmiyorsa Allah o cemiyetin altını üstüne getirir ve o cemiyet, o millet asla payidar olmaz. (Sayfa: 68).
Aslında dini hizmetleri belli bir teşekkülün emrine verme, başkalarının bir oyunu olsa gerek. Böyle bir yaklaşımın İslam’ın cihad ve tebliğ anlayışıyla da bir alakası yoktur. Evet, İslam dini sadece camiye hapsedilecek bir din değildir, o bizim hem ahiretimizi, hem dünyamızı mamur etmek için gönderilmiştir. Öyle bir bütündür ki asla tecezzi ve inkisam kabul etmez. Dini bir bütün olarak ele alıp değerlendirdiğimiz ve ruhumuza sindirdiğimiz gün mezelletten kurtulmuş olacağız. Zira o gün ferdi, içtimai, insani, bütün müesseseler vahyin aydınlatıcı şuaları altında vuzuha kavuşacak ve insanlar karanlıklar içinde bocalamaktan kurtulacaktır. (Sayfa : 87).
Fethullah GÜLEN bu kitabında yetiştirdiği kadrolardan şu hususları telkin etmektedir. (Sayfa: 206).
Tebliğ ve irşad vazifelerin en mukaddesidir.
Tebliğ normal zamanlarda farz-i kifaye olsa bile günümüzde ihmale uğrayan meselelerden olduğundan farz-ı ayn’dır. Onun ihmali katiyen caiz değildir.
Bu vazifeyi ihmal ederek ölen bir kimsenin nifak içinde ölmüş olmasından endişe edilmelidir.
İçinde bu kutsi vazife yapılmayan toplumu Allah’ın helak etmesi muhtemeldir.
Bu kutsi vazife fert millet, devlet planında ele alınmalıdır. Müslüman dünya nizamının ana unsurudur, onun bulunmadığı dünyada nizam olmadığı gibi, onun varlığının söz konusu olduğu yerde de anarşi ve terör olmaz. Bu ise Müslüman’ın tebliğ vazifesini hakkı ile eda edip etmemesine bağlıdır.
Bize tebliğ adamları lazımdır. Bu dini ayakta tutacak ve onu cihanın dört bir yanına götürecek olanlar da ancak onlardır.
Tebliğ adamı tebliğde çok ısrarlı olmalıdır.
Tebliğ adamı havari karakterinde olmalıdır.
3-Strateji ve taktik:
Strateji ve taktik konusunda sanık Fethullah GÜLEN kitaplarında şunları yazmıştır.
“Fasıldan Easıla 1” isimli kitabında yazılanlar;
Dengeli bir hizmet eri söyleyeceği şeyleri hemen söylemez. Olabilir ki söylememesi gereken her şeyi hemen söylerse kendisine hayat hakkı tanımayanlar çıkabilir. Şartlar aleyhine ağırlaşabilir. Dolayısıyla sıkıntılı bir atmosfere düşebilir. (Sayfa :119).
Bugün devrin getirdiği şartla ve hizmetin stratejisi açısından, bir yanağına vurana öbür yanağını çevir, karşılık verme, sokağa dökülme diyorsak, bu manada bu ruhu temsil gereğinden dolayıdır. İleride inşallah Muhammed-i Zemin tam oturacak ve Muhammed-i renk bütün renklere hakim olacaktır. (Sayfa: 222).
“Fasıldan Fasıla 2” isimli kitapta yazılanlar;
Evet Allah Resulü etrafında her zaman işte böyle Serdengeçtiler oldu, ama o hayatın hiçbir anında, hiçbir tedbirde kusur etmedi, kuvvet dengesinin olmadığı bir yerde ortaya atılmasının hezimet ve mağlubiyetle neticeleneceğini herkesten iyi değerlendirdiği ve bu sebeplerle de stratejisini hep temkin ve tedbirle örgütledi.
Evet denge gözetilmediğinde hezimet ve mağlubiyetin kaçınılmaz olduğu şartlarda, kahramanlık gösterisi sadece bir ihanettir. (Sayfa: 141-141).
Hadiste mümin ekine benzetiliyor. Bela ve müsibetler karşısında o fırtına önündeki gibi eğilir. Yerlere yatar ve fırtına dinince tekrar ayağa kalkar. Bizim bu hususiyetimiz şeytan cephesini tedirgin eder… geçenlerde onlardan biri bu durumu hissetmiş olacak ki aynen bu benzetmeyi kullanarak belirli güçlerin dikkatini çekiyor ve onlar fırtına önünde ekin gibi davranıyorlar, bu durum sizi aldatmasın, diyordu. (Sayfa: 273).
“Fasıldan Fasıla 3” isimli kitapta yazılanlar;
Türkiye’de İslam idbarının ikbale dönmesi için, hizmet meydanına atılmış hak erlerinin istikamete çok dikkat etmesi gerekir… bu aynı zamanda hedefe varmada da önemli bir vasıtadır. (Sayfa: 76).
Bir diriliş hamlesi ve bunu hayatın her kesimine yayma çabası içinde bulunan bu gruplar sırran tenevveret düsturuyla hareket etmektedirler. Böylece bir taraftan bu hayati faaliyetleri hiçbir engel ile karşılaşmadan daima artan bir hızla devam ettirirler, diğer taraftan da kendilerinden sonra gelecek nesillere iyi bir zemin, müsait bir atmosfer hazırlamış olurlar. (Sayfa:128).
Asrın Getirdiği Tereddütler 4 isimli kitapta yazılanlar;
İşte bu manada telaffuz, yapılan hareket kime karşı yapılıyorsa, tavrımız onlar tarafından hiç sezdirilmeden ve hissedilmeden yapılmalıdır ki ve bunun gidip hedefi vurma ve yaralanmadan da geri dönme gibi bir ifade ile arz etmemiz mümkündür. (Sayfa: 207).
Ölçü veya Yoldaki Işıklar 3 isimli kitapta yazılanlar;
Sizin gibi düşünmeyip çok farklı bir dünya görüşüne sahip bulundukları halde çok faydalı ve samimi kimselerin olabileceği mülahazası ile size ters gelen bir düşüncenin karşısına acele ile çıkmamalı ve düşünce sahipleri de kaçırılmamalıdır. Hatta onların mütalaa ve fikirlerinden istifade yolları araştırılarak mutlaka diyaloga girilmelidir. Yoksa bizim gibi düşünmüyor diye bir bir uzaklaştırılan veya uzaklaşan bu gayrimemnunlar, dev dev kitleler meydana getirerek karşınıza çıkıp sizi yerle bir edebilirler. Gayrimemnunların beşer tarihi boyunca müspet bir icraatları gösterilmese bile yıktıkları devletler sayılamayacak kadar çoktur. (Sayfa: 40).
Prizma 1 isimli kitapta yazılanlar;
O halde kuvvet dengesinin olmadığı durumlarda tekniğe, taktiğe başvurulmalıdır. Aksi taktirde karşı gelinemeyeceği muhakkak olan kuvvetlerle çarpışmaya kalkmak davaya en büyük ihanettir. (Sayfa: 86)
Yoldaki Işıklar 2 isimli kitapta yazılanlar;
Asıl mesele ise bütün bu olup bitenlerden sonra, yeni oluşu kadim ve sarsılmaz prensiplere tevfikan mükemmel hazırlamaktır. İşte bizler bugün böyle bir olma veya olmama durumu ile karşı karşıya bulunuyoruz, ya bugün bu buhranlardan sonra, bir idrak veya izanla kurulmasını tasarladığımız dünyayı kuracak ve huzura ereceğiz, veya bir kısım küçük hesap ve çıkarlar uğruna çekilen binlerce ıztırabı semeresiz ve boş kılacak bir anlayış ve davranışla maazallah gerisin geriye gideceğiz.
Doğrusu ittifak ve iftirak mevzuu günümüzde ehemmiyetini koruyan en aktüel bir mevzudur. O, her devirde ehemmiyetini korusa bile merkezi taazzuvun gerekli, hem çok gerekli olduğu bir dönemde ciddiyeti giderek artan ve bütün içtimai meselelerin önüne geçen bir mevzu haline gelmiştir. Asırlardan beri faturasını milletin ödediği bu ihtilaf ve iftirak, hissiliği ön aldığı günümüzde endişe verici boyutlara çıkmıştır. Çok rahatlıkla söyleyebiliriz ki dirilişimiz için bundan daha büyük bir tehlike tasavvur etmek mümkün değildir. (Sayfa: 4).
Zira anlaşma ve uzlaşma her şeyden evvel bir akıl ve mantık işidir. Akla ve mantığa dayalı bir vahdettir ki dayanır ve uzun ömürlü olur. Buna karşılık günümüzde daha çok hissi vahdet ve kardeşlik vardır. Bu ise zayıf, yetersiz ve kısa ömürlüdür. Belli bir grup karşısında toplanmalar, düşmanlık duygusuyla bir araya gelmeler, saldırılmış olma ruh haleti içindeki derlenmeler, hissi birleşmelerin gelip geçici dalgalanmalarından ibarettir. Bugünden keyfi ve kemmi buudlarımız içinde böyle bir vahdet katiyen yetersizdir ve hele mukaddes prensiplerimiz açısından asla tecviz, tasvip ve muhakkak surette takdir edilemez. (Sayfa: 5-6).
Öyle ise iç ve dış faktörleri hesaba katarak Fasl-ı müştereklerimizin müzakereye getirilmesine ve bilgilerimizin aklilik ve mantıkilikle yeniden ele alınmasına şiddetle ihtiyaç vardır….maddi-manevi, dünyevi ve uhrevi saadetimizin temel taşı olan vahdetimiz için hiç olmazsa Anglo-Sakson ve Gall ittifakı biçiminde bir ittifaka ihtiyaç hem çok şiddetli ihtiyaç vardır.
Düşmanlarımızı meşgul etme, düşündürme, göz açtırmama gibi kıyaset ve dirayet isteyen hususları beceremesek bile, hiç olmazsa onların oyununa gelmeme ve elimizle kendi tükenişimizi hazırlamama anlayışı göstermeliyiz. Aslında buna mecburuz da. (Sayfa: 6-7).
Her şeyden evvel temelde olmayan farklı düşüncelerin normal kabul edilmesi ve en azından bir yabancıya karşı takınılan suni nezaket kadar olmasa da böyle bir şeye hissedar kılınması elzemdir, zaruridir. Mukaddes birlik ve düşüncemize bir temenna ve selamdır. Kaldı ki küçümsenmeyecek kadar bölücü faaliyetler de vardır ve bunların mevcudiyetini kabul etmek realizmin ifadesidir.
a) Uzun zaman dini hizmetlerin muaattal kalması ve sonra da bu vazifelerin birbirlerinden ayrı fert ve cemaatler tarafından yürütülmesi ve hele bu fert ve cemaatlere sözünü geçirecek bir liderin bulunmayışı, her grubun ayrı bir yol tutup gitmelerine sebebiyet vermiştir. Bir kısmi her köyde bir Kur’an Kursu açmak, bir kısmı dini ihya edici mahiyette hazırlanmış kitapları okuyarak, bir kısmı entelektüel seviyede adam yetiştirerek milletlerine hizmet yolunu tutmuşlardır. Bu itibarla da din ve vatan hizmetindedirler. Fakat ayrı ayrıdırlar.
b) Bu grubun her birileri kendilerine ışık tutan rehber ve öncülerine müceddit nazarı ile bakmaları masum olsa dahi bir ağırlığa sebebiyet vermektedir.
c) Mehdilik müessesesinde de mücedditlik için varit olan aynı şeyler zikredilebilir. Korkunç ahir zaman fitnesi karşısında mehdilik akidesi fert içinde, cemaat içinde bir kurtarıcı simittir. Evet, itikadi bağların zaafa uğradığı, amelin terk edildiği, muamelatın tamamen muattal kaldığı bir dönemde öyle harika bir zat lazımdır ki, bize göre muhal olan tüm bu işler için gerekli ıslahatı bir hamlede yapabilsin.
Bundan başka içimizdeki ihtirafların dıştan körüklenmesini de hesaba katmak mecburiyetindeyiz. (Sayfa: 8).
Fasıldan Fasıla 1 isimli kitapta şu hususlar yer almıştır;
Cemaatleşme tabii ve normaldir. Anormal olan cemaatleşmeyi tefrikaya vesile yapmaktır.
Herhangi bir cemaati meydana getiren fertler arasında, nasıl ciddi bir irtibat söz konusu ise cemaatler arasında da aynı oranda irtibat şarttır ve zaruridir. Bu yapılmadığı taktirde cemaatler bölünmeyi, ufalanmayı, eriyip gitmeyi netice verir. Bu ise İslam adına büyük bir zarardır. Bundan kurtulmanın yegane çaresi de bütünleşmek, birlik ve beraberliği korumaktır. Bu konuda ütopik laflar etmeye de hiç gerek yoktur… ancak bu hususta bazı prensiplerin hatırlanmasında yarar vardır. Evvela hiçbir cemaat diğerinin aleyhinde bulunmamalıdır. İkincisi cemaat fertleri diğer cemaat büyüklerine karşı saygılı davranmalı ve onları daima edeple anmalıdır.
Üçüncüsü bütün bu cemaatler birbirlerinin dertleri ile dertlenmeleri, sevinçlerinde de onlara. ortak olmalıdırlar. (Sayfa: 170-172).
İslam cemaatlerinden birine dahil olan her fert manevi bir şirketin üyesi demektir. (Sayfa: 174).
İkinci Dünya savaşında Hitler Rusya’da nasıl arkadan gelenler üzerinden geçebilsin diye tanklarının bazılarını bataklıklara yığmışsa aynı şekilde bir nesil de arkadan gelen nesillerin kurtulması adına kendini feda etmelidir. Türkiye’de şu anda yaşanan süreç budur. (Sayfa :110).
Hiç şüpheniz olmasın zaman Müslümanları birleştirmektedir. Şimdilik net olarak keyfi veya kemmi bir umudumuz yoksa da, nasıl anne karnında ceninin doğmasına -olağanüstü şartlar dışında- kesin gözüyle bakılıyorsa öyle, bizim durumumuz da, şu anda artık doğum yaklaşmış bir cenin gibi kabul edilebilir.
Evet bu millet bugün olmazsa da yarın mutlaka sorumsuz insanların elinden dünya idaresini almak zorundadır. (Sayfa: 112).
İzmir 1996 baskılı Fasıldan Fasıla 1 isimli kitapta bu konuda yazılanlar
Dini mübin-i İslam’a hizmet eden her fert neferdir. Dolayısıyla bu hizmetlerde askeri disiplin çok önemlidir. Şeklen asker değiliz, ama ruhen askeriz ve öyle de olmalıyız. Hatta öyle olmak mecburiyetindeyiz. Bu sebeple İslami hizmetlerde nefer olduğunu idrak edemeyen ve neferliğe ters tutumlar içine giren herkes, mutlaka ve mutlaka bunun cezasını çeker. (Sayfa: 125).
Şu anda Dünyada dini sistemler adına büyük bir boşluk yaşanıyor. Kamu nizamının her sahada bitişi ve tükenişi, sistem arayışını daha da hızlandırdı. Ancak karşı cephenin insanları da boş durmuyor. Boş durmuyor ve bu boşluğu başka şeylerle doldurmaya çalışıyorlar. Daha önce de aynı şeyler olmuştu. Materyalizm ve Marksizmin yetersizliğini sezen batı, alternatifini yine kendi içinden çıkarmış, materyalizm boşluğunu Bergson’un ruhçuluğu ile doldurmaya ve gerçeğe olan ihtiyacı çarpıtmaya çalışmıştır.
Bergson da bir Yahudidir. Allah inancı yerine vicdanı, cennet yerine de vicdan huzurunu ikame etmeye çalışan bir Yahudi. Maddecilik yıkılmaya yüz tuttuğunda batılılar Bergson’un ruh anlayışını insanlığa bir din gibi takdim ettiler. Şimdi eğer topyekün insanlığa ait bir boşluğu biz inandığımız din ile dolduramaz ve bunu kısa zamanda gerçekleştiremezsek aynı oyun yine tekrar edilecek ve insanlık nice sapık yollara yönlendirilecektir. Bu sebeple de daha hızlı bir tempo ile çalışmamız gerekmektedir ve az dahi olsa durmak hatadır. (Sayfa:168).
“Fasıldan Fasıla 2” isimli kitapta ise şunlar yazılmaktadır;
Plan ve programlar önce tasavvurlar ile başlar. Sonra akıl sürecine girenler ve birer düşünce ve fikir olurlar. Sonra bu düşüncelerin hayata geçirilmesi için vasat ve ortamın müsait hale gelmesi de şarttır. Demek oluyor ki meselelerin bir düşünce ve fikir olarak hazırlanması, bir de bu düşünce ve fikirlerin hayata geçirilmesi yönleri var. Biz bunların bütününe plan ve program diyoruz. (Sayfa: 118-119).
“Fasıldan Fasıla 2” isimli kitapta bu konuda şu hususlar yazılmıştır;
Birisi irşatta muvaffak olduğu halde, cephede hiç iradesi yoktur. İrşattaki başarısına bakıp da cephede vazifelendirirseniz büyük bir fiyasko ile karşılaşırsınız. Binaenaleyh hizmetin selameti için insanlar iyi tanınmalı ve sonra istihdam edilmelidir. (Sayfa: 140).
Hizmet içinde önde gelen arkadaşlar her an kendi durumlarını gözden geçirmekle beraber, hizmet içinde her şahsı mutlaka kabiliyetlerine göre vazifelendirmeyi de ihmal etmemelidirler. Vazife bizim hayatımızdır… Bu itibarla her bir ferde önde bu işi planlayanlar tarafından mutlaka birer vazife tevdii edilmelidir. (Sayfa : 149).
Günümüzde, kaderin bir cilvesi olarak gözde ve gönülde bir hayli hizmet eri var. Bunlar kabiliyet ve liyakatlarını aşan önemli sorumluluklar altında bulunuyorlar. Bu arada bunlar “Şöhret ayn-ı riyadır, kalbi öldüren zehirli bir beladır” anlayışından hareketle, gösteriş ve alayiş endişesi ile gaybubet etmeyi, bir kenara çekilmeyi de düşünüyorlar. Bence bunun üzerinde çok ciddi düşünmek lazım. Zira bazen hizmetteki konumu itibariyle “Olmazsa olmaz” bir yerde bulunan arkadaş, değişik mülahazalarla bir kenara çekilse öyle zannederim ki bu davranışı ile sevap değil, ihtimal günah ile kazanabilir. Çünkü daha yapılması gereken dünya kadar iş var. Alttan gelecek kadro henüz bu işleri yapacak hem daha iyi yapabilecek kapasitede değil.
…bu itibarla bizim bütün düşünce ve davranışlarımızda hizmet gemisinin yürümesi hedeflenmeli, ahireti kazanmak için gönderildiğimiz şu dünya kışlasında, askerlik çok iyi yapılmalı, her hareketimizde “Rıza-i İlahi” amaçlanmalı ve cennete gitme bile ola ki -hemen hemen herkes bunun iştiyaki ile kavruluyor- bu hedeflere ulaşmayı geciktiriyor ise bundan şimdilik vazgeçilmelidir. (Sayfa : 345).
4-FETHULLAH GÜLEN SAİD -İ NURSİ’NİN DEVAMIDIR:
Fethullah GÜLEN her fırsatta kendi deyimleri ile Bediüzzaman dedikleri Said-i Nursi’nin müridi olduğunu ortaya koyan sözler söylemektedir. Kurduğu örgütün de Nurculuk öğretisi doğrultusunda kurulduğunu açıklıyor. Said-i Nursi’yi “Asrın Çilekeşi, çağın büyüğü, kamil-i mürşit, ruhların hekimi” gibi sözlerle övüyor.
Said-i Nursi hakkında “Easıldan Fasıla 2” isimli kitapta yazılanlar;
Bununla beraber Bediüzzaman gibi bir insan dünyanın neresinde olursa olsun, insan yetiştirdiği taktirde o her zaman dünya ile oynayabilir. Tabii ki bu gibi meselelerde zaman ayarlaması, yapılmak istenen işin çapına göre hesap edilmelidir.
Hazreti Isa cihan kapılarını yetiştirdiği 11 adam ile zorladı. İmparatorlukları dize getirdi. Ne var ki bu mesele kendisinden sonra asırlarca devam eden belli bir zaman dilimi içinde vücuda geldi. Efendimiz ise bir kadın, bir köle ve bir insanla başlattığı bir işte, kısa zamanda yeri yerinden oynattı. Başlangıçta kimse böyle bir neticeye ihtimal hile vermiyordu. Haddimi aşarak bende aynı şeyi söylüyorum. 5-10 insan ile cihanı fethetmeniz mümkündür. Kaldı ki o büyük zatın (Bediüzzarnan) aştığı çığırın mahiyeti bugün ortadadır ve şimdiye kadar olanlar da ileride olabilecekleri ihtar mahiyetindedir. Bütün bunları hepimiz apaçık görüp müşahede edebiliyoruz. (Sayfa:198).
Bediüzzaman üzerinde titizlikle durulup düşünülmesi, araştırılıp, insanlığa tanıtılması gerekli bir simadır. O İslam Alemi’nin inanç, moral ve vicdani enginliğini, hem de en katıksız ve müessir bir şekilde ortaya koyan çağın bir numaralı simasıdır. Ona ve onun düşüncelerine hissi mülahazalarla yaklaşmak, onu ve eserini anmak sayılmaz. Duygusallık, onun her zaman uğrunda yiğitçe tavır ortaya koyduğu ve gürül gürül anlattığı meselelerin ciddiyeti ile telif edilemez.
O bütün ömrünü kitap ve sünnetin gölgesinde tecrübe ve mantığın kanatları altında, derin bir aşk ve heyecanla beraber, hep bir muhakeme insanı olarak sürdürmüştür.
Bediüzzaman’ın yüksek mefkuresi, yaşadığı çağı düşünüp söylemesi, sadeliği, insani enginliği, vefası, dostlarına bağlılığı, iffeti, tevazuu, konusunda şimdiye kadar pek çok şey yazıldı ve söylendi. Aslında her biri başlı başına kitap mevzuu teşkil edecek olan yukarıdaki vasıflar, onun da kitaplarında sıkça üzerinde durduğu konulardır. Ayrıca hala aramızda hayatta iken onun yanında bulunma bahtiyarlığına erişmiş ve onun ruhi enginliği, fikri zenginliği ile tanışmış dünya kadar insanlar var ki, bunlar da canlı birer kitap gibi bu konunun sadık şahitleri. (Sayfa: 200-203).
Evet bediüzzaman milletin fikri seviyesizliklerle sürüm sürüm yaşadığı ve içtimai dertlerin buhran halini aldığı, ülkenin hemen her yanında ürperten yüzlerce hadise ile yüz yüze gelindiği, her tarafta İslam’i ve milli değerlerin enkaz enkaz üst üste yıkılıp gittiği iftiran bir dönemin, düşünen, çareler arayan, teşhis ve tespitlerde bulunan, sonra da rahatsızlıklara reçeteler sunan bir hekim olmuştur. (Sayfa: 203).
Koskoca bir milletin mahv ve izmihaline göz yumup lakayt kalmak, bu aslan yürekli insanın tabiatına aykırıdır. (Sayfa: 207).
Eğer Bediüzzaman soluk soluk ülkenin dört bir yanına mesajlarını sunduğu zaman, onu anlayacak birkaç yüz aydın düşüncelerinde ona destek olabilseydi, ihtimal bugün en zengin ülkelerden daha zengin, en modern milletlerden daha modern hale gelmiş ve daha sonradan karşımıza çıkan her engeli aşabilecek güce ulaşarak, şimdilerde girilmiş gibi görünen o yola ta asrın başında girilmiş ve bugünkü problemlerin pek çoğu ile karşılaşmamış olacaktık. Yine de her şeye rağmen ümitliyiz. (Sayfa: 209).
İşte böyle bir zamanda Bediüzzaman gibi inkılapçı bir ruh çıkıyor ortaya ve mantık adına “Kızıl İ’caz” adlı eserini yazıyor ve eserini bazı tembel zihinleri düşündürmek için yazdığını söylüyor. Ne var ki o dönemin tembel ruhları bir türlü bu inkılapçı ruhun eserini kabullenemiyor. Kabullenmek bir yana Aristo mantığına takılıp kalmış bu ruhlar farklı şeyler söylüyor diye Bediüzzaman’a cephe alıyorlar. (Sayfa: 119).
Bediüzzaman Hazretlerine sormuşlar. Evlenmeyi hiç düşünmediniz mi? “Ümmetin derdi beni aşıyor, kendimi düşünmeye vakit bulamadım” şeklinde cevap veriyor. Zaten Van Kalesi’nden ayağı kayıp aşağı düştüğü esnada “Davam” diye bağıran bir insandan başka türlü bir anlayış beklenemez. (Sayfa:140).
“İrşat Ekseni” isimli kitapta yazılanlar;
Efendimizden sonra bu işi devam ettiren kutlular, onların ifadeleri de sıkılsa aynı inkisarın döküldüğü görülecektir. “Seksen küsur senelik bütün hayatımda dünya zevki namına bir şey bilmiyor. Bütün ömrüm harp meydanlarında esaret zindanlarında yahut memleket hapishanelerinde, memleket mahkemelerinde geçti. Çekmediğim cefa, görmediğim eza kalmadı. Divanı harplerde bir cani gibi muamele gördüm. Bir serseri gibi memleket memleket sürgüne yollandım. Memleket zindanlarında aylarca ihtilattan men edildim. Defalarca zehirlendim. Türlü türlü hakaretlere maruz kaldım. Zaman oldu ki hayattan bin defa daha ziyade ölümü tercih ettim. Eğer dinim intihardan beni men etmeseydi belki bugün Said topraklar altında çürüyüp gitmişti”. İfadesi buruk bir inkisardan başka neyin ifadesidir? İhtimal o, bu sözü kendi gibi bütün kalbi kırık büyükler için söylüyordu. Hulasa bu hal “Emri bi’l maruf, nehyi ani’l münker” yapanların değişmez bir kaderidir.
“Fasıldan Fasıla 1” isimli kitapta Said-i Nursi hakkında yazılanlar;
Risaleleri eğer hakkı ile anlasaydık, medrese ve tekkelerden bekleneni verirdi.
Şark Üniversitesi Bediüzzaman’ın ilahiyat ağırlıklı, fakat müspet ilimlerin de okutulduğu bir üniversite düşüncesi o dönem için çok orijinal bir tespittir. Bu Üniversitede Arapça, Fars, Türkçe vacip, Kürtçe caiz olacaktır. (Sayfa 206).
“Küçük Dünyam” isimli kitapta yazılanlar;
İşte Bitlis’e bakarken böyle bakmak lazım. Bir Bediüzzaman’ın günümüzde dahi ulaşılması zor yerlerde zuhuru, yani secerenin menbaından kalkıp oralara yerleşmesi katiyen tesadüf değildir. Hizan ve Nurs yaz aylarında bile zor ulaşılan yerlerdir. Bu nesil kaçabildiğince kaçmış ve saklanabildiğince saklanmış ve orada bir potansiyel güç meydana getirmiştir.
5-ÖRGÜTLEMEDE GENEL PERSPEKTİF:
“Asrın Getirdiği Tereddütler 3” isimli kitapta yazılanlar;
Birincisi, muhatabın ruhuna girme yolları araştırılmalıdır. Bu insani bir yaklaşım şeklidir. Hediyeleşme veya ona ait bir sıkıntıyı bertaraf etme gibi… muhatabın gönlüne girmek için her meşru yol denenmeli ve muhakkak surette bu iş halledilmelidir. Yani kendisine bir şeyler anlatacağımız insan, evvela bizim şahsi desteğimizi kabul etmelidir. Bu ona vereceğimiz düşünceleri kabulde mühim bir faktördür ve ihmal edilmemelidir. (bire bir ilgilenme, bire bir adam kazanma, kişiden kişiye propaganda metodu).
İkincisi, muhatabınızın inanç ve kültür seviyesini iyi bilmeniz gereklidir. Mesela ona açık okuyacağınız Kur’an dahi olsa, onu ürkütüp kaçıracak ve bize bir daha yaklaşmayacaksa, o esnada Kur’an dahi okunmamalıdır… bazen bu ayarlama yapılmadığından, irşad namına söylenenler onlarda öyle bir reaksiyona neden olur ki, daha sonra münasebetini bulup anlatmanız da artık fayda vermez. (Başlangıçta amaç gizlenmekte, takiyye uygulanmaktadır.)
Üçüncüsü, muhatabınızın itimadını kazanmanız da şarttır. O size öyle itimat etmeli ve öyle bağlanmalı ki, bütün sevdikleri ile tartışsanız orada siz ağır basmalısınız…bu ağır basına o denli olmalıdır ki, sizin yanınızda olmakla yüklendiği ağır mükellefiyetleri diğer tarafın zevk ve sefasına tercih edebilmelidir… işte mürşid muhatabının gönlüne böyle girmeli ve ona her dediğini yaptırabilmelidir.
Dördüncüsü, Müslümanlığa ait meseleler çok iyi bilinmelidir. Herkes aklına gelen şeyleri söylememeli ve felsefe yapmamalıdır. İşin diyalektiğine ve izan tarafına katiyen meyledilmemelidir… yine büyük mütefekkirlerin ifadesi ile bizler birer koyun gibi olmalıyız. Alıp öğrendiğimiz şeyleri hazmederek süt haline getirmeli ve muhtaç görünenlere süt gibi bir şifa kaynağı olarak takdim etmeliyiz. Cihanı aydınlatacak ve nazarları aydınlık kapıya çevirecek, aydınlık dönemin ışık ordusu, inşallah her bakımdan ilim ile mücehhez olacak. Çırak olarak kapılarına müracaat eden herkesin eteklerini Muhammedi cevherler ile dolduracak ve onları doyuracaktır.
Beşincisi, yapılan bütün işler, ihlas ve samimiyet içinde yapılmalıdır…Allah’ın Resulü, Allah yolunda olan cihadı, sadece Allah’ın dinini yüceltmek için yapılacak olan cihad olarak sınırlandırıyor. Demek oluyor ki Cenab-ı Hakk’ın yüce isminin İ’lası istikametinde kavga veriliyorsa bu Allah içindir. Yoksa konuşmamızda yazmamızda sadece kendimizi anlatmış oluruz ki böyle bir durumda ne samimiyet kalır ne de sevap, ihlasın bu kadar darbe yediği bir yerde ne Allah rızasından ne de gönülleri esir etmesinden bahsedilebilir.
Altıncısı, mürşit ve mebelliğ hangi seviyede olursa olsun kalbi dini ilimlerle, aklı medeni fenlerle mücehhez olmalı, bu ikisi ile pervaz eden istidat ve kabiliyetlerini işleterek, iç muhasebesine derinleşmeli ve çapına yapısına göre bu mevzuda ne kadar ladünileşebilirse ladünileşmelidir. Bu da bir bakıma yukarıda temas ettiğimiz husus ile alakalıdır. Yani ihlas ve samimiyet ile buudlaşma demektir.
Yedincisi, eğer bir meseleyi bizim anlatmamız bazı vicdanlarda reaksiyon ve tepkiye sebep olacaksa “Hakk’ın hatırı alidir” diyerek o meseleyi bir başkasına anlattırmak hoşunuza gitmelidir. Burada dikkat edilmesi gereken bir incelik var. Başkasının anlatmasına razı olmak başkadır, ondan hoşlanmak daha başkadır. İşte bizler ikinci durum çerçevesine göre ondan hoşlanmalıyız. Nefsin hiç hoşlanmadığı durumlardan birisi de budur ve bu civan mertliktir.
Sekizincisi, karşımıza bilmediğimiz meseleler çıktığında rahatlıkla bilmediğimizi itiraf etmeli ve bilmiyorum diyebilmeliyiz. Bizler de bilmediğimizi itiraf edelim, ama işin arkasını bırakmayalım. Muhatabımızı o meseleleri bizden daha iyi bildiğini kabul ettiğimiz gibi, öğrenelim, onlara da öğrenme zeminini hazırlayalım.
Dokuzuncusu, irşat ve tebliğ adamı civan mert olmalıdır. O, neyi var, neyi yok, hepsini davası uğruna feda etmesini bilmelidir. Gönülleri fethetme yolunda civan mertliğini edinmeli ve o yolda öyle gitmelidir… cennete ilk defa alimler, vaizler, hocalar değil, hak ve hakikati neşr uğruna malını ve canını hak yolunda bezleden esnaf, tüccar, kazanç seviyesi ne olursa olsun bütün cömertler, hakka dilbeste civan mertler girecektir.
Onuncusu, burada biraz hususiyet arz eden bir noktaya temas etmek istiyorum. 15-20 sene öncesinde bizim rüyalarda dahi görmemiz mümkün olmayan bir manzarayı bugün apaçık görmekteyiz ve bu da bizlere Cenab-ı Hakk’ın sonsuz lütfunun ifadesidir.
Bir lise talebesine Hakk’ı ve hakikati anlatabilmek için aylara ve haftalara ihtiyaç duyulan dönemi artık aşmış bulunuyoruz. Evet ben ve emsalim öyle günler hatırlıyoruz ki, namaz kılan bir üniversite talebesi gördüğümüzde Hızır’la görüşmüş veya Cebrail’i görmüş gibi sevinir, kendimizden geçerdik. Arkadaşlarımız kendi gönül dünyalarında duran o nurlu mesajları sunabilmek için, bir talebenin arkasında bazen aylarca koşar, koşar ama hiçbir şey elde edemezlerdi. Halbuki bugün durum değişmiştir. Artık bugün bu gibi meselelere sahip çıkan fertler değil, kitlelerdir. En mütemerrid insanların bile yumuşadığı ve İslami meselelere olabilirlik ihtimali ile baktığı bir devreyi idrak etmiş bulunuyoruz. Bu durumda bize düşen vazife işin özünden ve ruhundan uzaklaşmamak kaydıyla yeni yeni metod ve yöntemler denemek ve değerlendirmek olmalıdır. Aksi taktirde devrini idrak edemediğinden bütün fonksiyonunu kaybeden insanların durumuna düşmemiz muhakkak ve mukadderdir. Böyle bir duruma düşmekten Allah’a sığınırız, öyleyse günün gerektirdiği şekilde hizmet adına yeniliklere adapte olmak mecburiyetindeyiz. Uyumda ne kadar gecikirsek, hedefe varmakta o kadar gecikmiş olacağımız asla unutulmamalıdır. İşte bu hususi durumlardan hareketle, umumi ve herkes için geçerli bir prensibe varabiliriz. İrşad ve tebliği kendine vazife edinenler devrini idrak etmek ve irşadını bu temel üzerine oturtmak zorundadırlar. Başkalarının fezayı fethe açıldığı bir dönemde insanları karanlık dehlizlere çekerek bir şeyler anlatmakla hiçbir yere varılamayacağı bilinmelidir.
Onbirincisi, kitle ruh halinden istifade ile kitlelerin iltihakını kolaylaştırıcı metod ve usullerin tatbiki de irşad ve tebliğ adına çok mühim usullerdendir.(Asrın Getirdiği tereddütler 3, Sayfa:166-183).
6-FETHULLAH GÜLEN’İN İNKILAPÇILIĞI:
Bu konuda Fasıldan Fasıla 2 isimli kitapta bulunan şu hususlar dikkat çekicidir.
İnkılapçı ruhlara muhtacız. Hava kadar, su kadar ihtiyacımız var. İnkılapçılara, kendilerini yetiştirmesini bilen ve bildiğini yeni yeni komprimeler halinde takdim etmeyi beceren insan yokluğudur ki, bu fikir ve kültür hayatımızı iflasa sürüklemiştir… işte böyle bir dönemde Bediüzzaman gibi inkılapçı bir ruh çıkıyor ve mantık adına “Kızıl İ’caz” isimli eserini yazıyor. Bu eserini bazı tembel zihinleri düşündürmek için yazdığını söylüyor. Ne var ki o dönemin tembel ruhları bir türlü bu inkılapçı ruhun eserini kabullenemiyor. Farklı şeyler söylüyor diye Bediüzzaman’a cephe alıyorlar… ama öyle inanıyorum ki yetişmekte olan yeni nesiller arasında her sahada inkılapçı ruhlar çıkacak ve birkaç asırdan beri süregelen bu humudet dönemini sona erdirileceklerdir. (Sayfa 119-120).
Sanık Fethullah GÜLEN, Bediüzzaman gibi inkılapçı bir ruh çıkıyor derken Atatürk ilke ve inkılaplarına karşı alternatif bir inkılapçı ruhun Bediüzzaman Said-i Nursi ile çıktığını söylemek istiyor.
İnsanımızın gerçek mutluluk ve saadetini arzu etmeyen bazı talihsizler bugüne kadar bir kerecik olsun tarihi hakikatleri görmeye, onlarla yüz yüze gelmeye cesaret edemediler. Hatta o, zirveleri tutan ve çok defa o çalımla boğulanlar, hiç mi hiç batıl vehimlerinden modern hurafelerden ve fikirleri felç eden tabulardan kurtulamadılar. Daha acısı da bu alil ruhlar, kendilerini küçük düşüren bu kabil hastalıkları birer meziyet gibi gördü ve gösterdiler ve ne olduklarını hiçbir zaman hissedemediler de, hastalıklarını hissetmeyen hastalar gibi hep şifaya kapalı kaldılar. (Sayfa: 237).
İnsanımız, uzun seneler kendisini ayakta tutan dinamiklerinden habersiz yaşadı. O bir türlü İslam’ın gücünü kavrayamadı. Kur’an sırlarını sezemedi ve onun ruhundaki cevheri değerlendiremedi. Ama bugün onun kendi dünyasına dönüşü çok farklı olacaktır. Öyle zannediyorum ki o bu ikinci dönüşü ile Kur’an-ı semadan yeni inmiş gibi tanıyacak, İslam’la ilk tanışıyor gibi, onu alabildiğine sıcak bulacak ve önceki nesiller gibi ülfetlerin hasıl ettiği sathiliklere takılıp kalmayacaktır. (Sayfa: 239).
Düne kıyasla bugün İslami meseleleri anlamak daha kolay, tabii kitlevi çoğalma ve büyüme bu hususta önemli bir amil. Evet kemmi plandaki bu gelişmelerin İslami meselelerin anlatılmasında ve kabul görmesinde önemli bir kolaylık temin ettiği bir gerçek.
Dün herhangi bir dini meseleyi anlatırken okullarda ve okulların dışında arkadaşlarımız kim bilir ne kadar zorlanırlardı. Evet bu günlerin kıymetini bilip hizmet adına şükrümüzü eda etmek bir vazifedir. (Sayfa: 266-267).
Geleceğin dünyasında tek hakim unsur İslam olacaktır. (Sayfa 229).
Fasıldan Fasıla 1 isimli kitapta yazılanlar;
Hiç şüpheniz olmasın zaman Müslümanların lehine işlemektedir. Şimdilik net olarak keyfi yada kemmi bir buudumuz yoksa da, nasıl anne karnında ceninin doğmasına -olağanüstü şartlar dışında- kesin gözüyle bakılıyor, öyle de, bizim durumumuzda şu anda artık doğumu yaklaşmış bir cenin gibi kabul ediliyor.
Evet bu millet bugün olmasa da yarın mutlaka sorumsuz insanların elinden dünyanın idaresini almak zorundadır.
Ülkenin % 99’u Müslüman gibi sloganvari sözlerle gaflet ve gevşekliğe itiliyoruz. Bu tür sözlerin bize kazandıracağı hiçbir şey yoktur ve şimdiye kadar da hiçbir şey kazandırmamıştır. Bu sebeple muvakkaten de olsa azınlık düşüncesi ile hareket edilmesi şarttır. (Sayfa: 109).
Türkiye’deki Müslümanları azınlık olarak görme gayreti içine giren, istediği gayeye ulaşıncaya kadar Işık evlerinde yetiştirdiği prototiplerle İslamiyet’i temsil etmeyi elzem görmektedir.
Bizim esas problemimiz imparatorluğun yıkılması değildir. Problemimiz ruh planındaki iflasımızdır. Ne acıdır ki devleti idare edenler bunu bir türlü anlayamamışlardır ve anlayamıyorlar. Yoksa bazılarının iddia ettiği gibi bizim yıkılmamızı hazırlayan medrese değildir. Aslında medrese ne zaman yıkıldıysa, millet o zaman yıkılmıştır. Çünkü medrese bizim tarihimizde ortaokulun, lisenin, üniversitenin ve daha üstündeki akademilerin yaptıkları vazifeyi yapıyordu.
Medreseler kapatılmaktan ziyade ıslah yoluna gidilmeliydi… günümüz eğitim sistemi hazırlanırken mutlaka bundan da istifade yoluna gidilmeliydi… günümüzde açılan okullar ise daha 50 nci yılını doldurmadan dejenere olmuştur. Yıllarca fakültede belli bir ilim tahsil etmiş insanlar, neticede bakıyorsunuz bomboş yetişmişler. Eğer hususi meşgul olanları istisna edecek olursanız, ilahiyatlar dahi mevcut sistemin ciddi ilim adamı yetiştiremediği bir gerçektir. (Sayfa: 11).
Şimdi İran’da da dini yönü ağırlıklı bir devlet vardır. Anlatılanlara göre Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın yanında her an devlete müdahale yetkisi olan bir dini lider bulunuyor. Bu durum ABD’ni ve batılı yandaşlarını rahatsız ediyor. Bu sebeple diğer Müslüman ülkeler “Devlet ağırlıklı din” politikasını tercih ediyorlar. Bu onların nazarında “din ağırlıklı devlet” politikasına nazaran ehveni şerdir. ABD’nin Pakistan’ı desteklemesinin sebeplerinden birisi de budur. Yani din ağırlıklı devlet modelinin oluşturulmasını engellemektir. (Sayfa: 10).
Sanık Fethullah GÜLEN bu görüşleri ile Atatürk inkılaplarının en önemlilerinden olan Tevhid-i Tedrisat kanununa ters düşmektedir.
Fasıldan Fasıla 3 isimli kitapta yazılanlar;
Cumhuriyet ile beraber Arapça eğitime karşı tavır alınması o günün aydınının ve devlet yetkililerinin bir yanılgısıdır. Bu kararda o dönem itibariyle Arapların, Devleti Aliye’ye karşı tutumu rol oynamış olabilir. Fakat şimdi geçmişe yönelik onu sorgulamanın bir yararı olmadığı kanaatindeyim. 46’lı yıllarda İmam Hatip okulları ve İlahiyat Fakültelerinin açılması ile birlikte, kendi kültür ve dinamiklerimize dönme süreci de başlamıştır. Bu yıllar aynı zamanda demokrasi düşüncesinin zaman zaman hissedildiği bir dönemdir… bunların dışında Arap Devletleri ile kültür anlaşmaları yapıp ülkeler arası talebe gidip gelişinin sağlanması gerekir. Böylece yıllardır ayrı kalan bu ülkeler ile tekrar kaynaşma ve diyalog yolu açılacaktır. (Sayfa: 204).
Çağ ve Nesil 5 isimli kitapta yazılanlar;
Şimdi belki bize ait pek çok şey gibi tekkenin de sesi kesildi, zaviye, dergah, halka mütrib bir şey söyleyemez oldu. Yahut biz onları duymaz olduk. Duymaz olduk da, ruhlarımız onları geçmişte arıyor ve hayallerimiz dönüp dönüp o döneme ait neşe huzur ve itminan gecelerinden bir nefes bekliyor.
Tekke bize veda ederken gözümüzün içine baka baka ve sayılamayacak kadar emarelerinin bağrında gidip ufka kapandı. Dönüşün nasıl olduğunu şimdiden kestirmek çok zor… ama belki de hiç beklenmedik bir anda tıpkı ne zaman geleceği belli olmayan bir kuyruklu yıldız gibi, bütün hususiyetleri ile ufkumuzu sarar ve varidatını bir kere daha her yana saçar. (Sayfa: 68)
Bir iki asırdır milletimiz, kendi kendisinin musibeti, kendi kendisinin mağduru olarak yaşamıştır. Evet millete, ruhuna, Allah ve Peygamberine başkaldırmanın dışında ciddi hiçbir şeyin öğretilmediği bu karanlık dönemde bütün kara seslerin, kapkara ağızların yaptıkları tek şey geçmişi tezyif, atalarımızı tahkir ve bin yıllık muazzam mirasın inkarı olmuştur. Yine bu talihsiz dönemde mebzul meta gururdur, çalımdır, cakadır. Şah-ı şehrimizin de ifade ettiği gibi deve izi derin gölde, saman çöpüne binip yüzen bir sineğin kendisini bir diritnotta zannetmesi gibi bunlarda bir kısım levsiyat bataklıklarında düşe kalka yürürken kendini okyanuslarda, hem de transatlantiklerde seyahat ediyor zannediyorlardı. Kanları sürüngenler gibi soğuk, zekaları bütün bütün şehvetin ağında, keseleri sefahat ile delinmiş ve hayatları sindirim dolaşım itrahata göre programlanmış bu bedenin kulları, gelecekte tarihimizin dünü ile yarını arasında rutubetlenmiş, güvelenmiş bir bölüm olarak hatırlanacak ve nefretle anılacaktır.
…bu ülkede bir iki asırdır bir anlayış tıkanıklığı, düşünce tıkanıklığı ve düşünce hayatımızın önünü kesen inkıbaz yaşanmaktadır. Belki ara sıra hükümet şekli değiştirilerek, bir kısım teselli devreleri yaşanmış, idare şekli politize edilerek kitlelerin şiddet ve öfkesi dindirilmiş, ama bunların hiçbiri milletin beklentilerine cevap vermemiştir. (Sayfa :105-106-107).
Primza 1 isimli kitapta yazılanlar;
Diğer bir mesele de bizim asıl vazifemiz İ’la-yı Kelimetullah olduğu hususudur Biz bunu medrese, tekke, kışla çerçevesi ile özetlenebilecek bir anlayış ile ele alıp yerine getirme durumundayız. Yani medresenin en modernini arama, tekkenin Allah’a en yakın, ruha en açık olanını bulma, kışlanın askerlik ruhunu ve kainatı fethe doğru yönlendirecek olanını tesis etme ve hepsinden önemlisi de bu düşünce sac ayağını gelecek nesillere taşımaktır. Aksine, bir gün bu memlekette İslam bütün esasları ile hakim olsa bile ifade ettiğimiz nesiller yetişmedikten sonra krizden kurtulmamız mümkün olmayacaktır. (Sayfa: 226).
Eğer bir gün dünya robotlar ile idare edilecekse, bu robotları yönlendirecek kumanda merkezi Müslümanların elinde olmalıdır. Ve eğer geleceğin kaderine teknoloji hükmedecekse, teknolojinin reji odası Müslümanların denetiminde bulunmalıdır. En iyi Erkan-ı Harpler, en iyi terbiyeciler Müslümanların içinden çıkmalıdır. Şu da unutulmamalıdır ki Dünyadaki küreselleşme beraberinde bir sürü şey getirmenin yanında hukuku da öne çıkarmıştır. Geleceğin idarecileri sosyal branşlardan seçilecek, belki de hukukçulardan olacaktır. Bu açıdan hukuk ve siyaset yani mülkiye çok önem kazanmaktadır Bu nedenle de Dünyayı çok iyi idare edecek hukukçular yetiştirmemiz gerekmektedir. Hasılı Dünya’da hemen her sahada önde bulunmamız şarttır… Aynı zamanda böyle bir meselenin kat’iyen aceleciliğe tahammülü yoktur. (Sayfa: 201).
7-IŞIK EVLERİ, TEKKE, ZAVİYE VE MEDRESELER:
“Çağ ve Nesil 5” isimli kitapta ışık evleri hakkında şunlar yazılmıştır;
Kitabın başında önsöz III yazarı M.Garip şunları demektedir.
1 nci Cihan Harbi ile batıp giden İslam Devleti zamanın ana rahminde yepyeni bir tarihi doğuşa hazırlanıyor.
Işık evlerine giriyoruz…. Bu evler kutsi bir programın yürürlüğe konduğu ocaklardır. Bu medeni yapının planı Kur’an, mühendislik merkezi mabetler, mektepler ise evler, çarşılar, kazalar, köyler, kasabalar ve şehirlerdir. Bu evlerin mayaladığı yeni bir mevsime hazırlanıyoruz.
Önsözün yazarı olan şahıs hareketin ana amacının İslam Devleti’ni kurmak olduğunu yazısında açıkça dile getirmiş olmaktadır.
Işık evler, ışık süvarilerinin kışlaları, hak erenlerin halvethane ve zaviyeleri, gözlerini ilim ve marifetle açıp kapayan kutsilerin varidat iklimleridir. Tadını, havasını, rengini, rayıhasını ötelerden alan Işık evler, dünyada ukba yamaçlarında kurulmuş ve fizik ötesi alemlerin rasathaneleri gibidirler. Onların aydınlık ikliminde en mübtedi insanlar bile mikro alemin en sıkı koridorlarında rahatlıkla dolaşırlar ve mikro alemin en girift, en ürpertici derinliklerini bir solukta geçerler, geçerler de hareket noktasının aydınlığı sayesinde kara deliklerin merkezlerine ışıktan tahtlar kurarak inanca açık sinelere tefekkür, marifet ve zevk-i taruhani tayfaları salarlar.
…Işık evler, çevrelerindeki bina yığınları itibariyle, tıpkı hale içindeki yıldızlar topluluğuna nur ayetleri tefsir eden bir mehtap veya ebedi nur, ebedi huzur arayanları firdevslere ulaştırma yolunda kurulmuş bir han gibidirler.
…Bu evlerde imanı, ibadeti, dünya zikri, fikri, uhuvveti, vefayı, ötelere ait derinlikleri ile duyup yaşama bahtiyarlığına erenler, adeta her an yeniden doğar, baharlar gibi duygularıyla yeşerir, derken çeşit çeşit varidatla dolgunlaşan o kendileri has hava, bütün gönüllerini bir saadet vaadi ile kapsar ve çok defa onların hayata açık şiirlerinde cennet yaylalarının ferahlatıcı esintileri duyulur.
…Işık evler gelmiş geçmiş mukaddes binaların en velidü, en doğurganıdırlar. Orada ışığa uyanan herkes hemen karanlıkla hesaplaşmaya geçer. Ona karşı kıyam eder ve bu duygusunu da her yerde bir mum yakmak suretiyle hayata aktarmaya çalışır. Bu itibarladır ki Işık evlerin çoğalıp gelişmesi tasavvur üstü bir hendesedir. Hatta çok defa kutsilerin, kutsilik sınırlarını zorlamaları ölçüsünde hendesi katlamaların da aşıldığı görülür. (Sayfa: 1-6).
Evet, baskıların, baskın ihtimallerinin, tehdidi altında bile ışık süvarileri, hiçbir zaman ışık etrafında biraraya gelmekten, ışık alıp vermekten, ışık solumaktan, ışıkla gerilmekten ve zulmetlerin bağrına ışık göndermekten geri kalmadılar. Ama bilmem ki günümüzün nesillerine, o günkü körlüğü ve sağırlığı ve körler, sağırlar dünyasında maruz kalınan onca çileyi, onca ıstırabı ve bu arada gerçekten inanan insanların da duyup hissettikleri o tasavvurlar üstü ruhani zevkleri anlatmak mümkün olabilecek mi?
Evet o günlerde acı tatlı her şeyin ayrı bir zevki ayrı bir lezzeti vardı. Mahkemeler, takipler, tarassutlar, gözaltılar, sürgünler, hala aynı günleri yaşayanlara Allah sabr-ı cemil versin. Biri biter biri başlardı da, Kur’an talebeleri makamı hayret’te bulunuyormuşçasına olup biten her şeyi derin bir temaşa zevki ile seyreder, kıymet sınırlarına aşan vazife ve mazhariyet derinlikleri ile şevkten şevke girerlerdi.. . Hakk’ın kazası yerine gelip, olanlar olup bittikten ve elemler ve acılar yerlerini keyiflere, lezzetlere bıraktıktan sonra da maruz kaldıkları bütün kötülükleri, bedlikleri, hoyratlıkları hatıraların içine sinmiş birer zevk zemzemesi halinde hisseden. Lütfu da hoş, kahrı da hoş yüce yaratıcılarına karşı minnet ve şükran ile iki büklüm olurlar.
Işık evlerin, kudret ve irade esintileri ile tohumlar gibi dört bir yana saçılıp, zühur ve tecelli yamaçlarında çoğalmasıyla hikmet ve inayet düzlüklerinde büyüyüp gelişmeleri, gelişip kabuk değiştirmeleri aynı zamana rastlar. Evet belli bir döneme kadar birer birer, ikişer ikişer çoğalan Işık evler, mübarek bir zaman diliminde birden bire hendesi katlanmaya geçer ve onar onar, yirmişer yirmişer artmaya başlar… Ve yine aynı dönemde küçük ünitelerin yanında aynı zevk, aynı rayiha, aynı tat, aynı hava ve aynı ruhta, tıpkı birerli kandillerin yerini çok lambalı avizelerin alması gibi bu minik hizmet yuvalarına yerlerini daha kompleks ışık kaynakları ve birerli yıldız mahiyetindeki münferit evlerin yerleri içinde güneşlerin kol gezdiği galaksiler gibi, bütün hayatı kucaklayan entegre ışık evleridir.
İşte bu dönemde, dev nebülözler gibi her yana kollarını salmış bulunan ışık komplekslerinin, bütün zulmetleri bir bir yıkma, topyekün karanlıklarla hesaplaşma, inanan insanlar arasında her türlü alakaya merkez, bütün ruhani zevklere kaynak, umum manevi ihtiyaçlara mercii ve her seviyedeki insanı akli, ruhi, kalbi ve hissi beklentileri ile kucaklama dönemidir.
…Evet bugün büyüğüyle, küçüğüyle ışık evler yıllar ve yıllar imana, imandaki huzur ve itmi’nata susamış gönüllere rahmet yüklü bulutlar gibi gönderdiği, bol bol ab-ı hayat ve insanımızın gönül tepelerine saldığı, marifet, muhabbet, ruhani zevk şuaları ile diriliş yükleyen bir İsrafil sür’u ve vicdanları şahlandıran Cebrail solukları olmuştur. Evet onlara uğrayanlarda pek çok menfi hisler silinmiş, inat ve karşı koyma düşünceleri kırılmış, müdavimleri de kendilerini cennet kapılarında temaşaya koşan seyyahlar gibi görmeye hissetmeye başlamışlardır. Başkalarının eğlenceye, zevke, sefaya giderken duydukları keyfi, neşeyi, sevinci, tiryakiliği, kutsiler, hem de kat katı ile Işık evlere uzanan yollarda duymuş ve yaşamıştır. Onlar bu ışıktan yollarda ve bu yolların gerçek değerinin teminatı olan bu kutlu yuvalarda düşünülen, söylenen ve okunan şeyleri ötelerden gelmiş ilham esintileri gibi karşılamış, gökleri aşıp gelen soluklar gibi dinlemişlerdir.
Ve yine onlar bu evlerde bugün hala çocuklarının akıl edemedikleri, bilemedikleri sırlarla tanışın, sema kapılarının aralandığını hisseder gibi olur, kapı aralarından sızıp geldiğine inandıkları varidatla bütün bütün uhrevileşir, kendilerinden geçer ve yerlere serilirler.
Bu ışıktan helezonlarla yükselmeye namzet bahtiyarlar, her zaman yüzlerce zevk ve lezzeti birden duyar ve tadar…Ve her an ayrı bir hazzın kolları arasında, bir bu kadar zevke yüz ömür kafi değil, der. Tali’lerine tebessüm ederler. Onların, ışık evlerin derinliklerinde hissettikleri, hissedip yaşadıkları bu rengarenk hayatı, onlarla aynı duygu, aynı düşünceyi paylaşmayanların, hele şartlanmış dimağların, bedenlerine yenik düşüp ruhların, kendi çalım gururu altında eğilmiş bahtsızların duyup anlamaları mümkün değildir.
Evet, kalplerin balansını, imana Kur’ana iman ve Kur’anın gönüllere boşalttığı irfana göre ayarlayamamış talihsizler, ne bu ufku kavrayabilir, ne de gözlerin görmediği ve kulakların işitmediği ve beşer tasavvurlarını aşan bu deruni hazları idrak edebilirler. (Çağ ve Nesil 5, Sayfa: 8-9-10-11).
Her akşam işinden, okulundan, dairesinden ayrılıp, bir vahaya koşuyor gibi, ışık evlere koşup gelenler, bu evlerin kendilerine has büyüleyici duygularına da]anlar, şurada burada zihinlerine ilişen kötü duygu ve tutkulardan sıyrılır, başları cennetlerine ulaşmış gibi, derin bir huzura ererler…Her akşam ve her vazife dönüşü ışık evlerin müdavimleri için hayata yeniden dönüş ve kendilerini idrak ediş demektir. Onlar her 24 saatte bir kere yeni bir “Ba’sü Ba’de’lmevt” görür, ruhlardaki cennetlerde dolaşır ve renkli talihlerine tebessüm eder, kendilerinden geçerler.
Bizler çok defa bu sihirli muhitte hazların en erişilmezine, itmi’nan ve sükunun en baş döndürüşüne erer, her şeyi bir aşk-ü sevk nesvesi içinde tanır, duyar ve kendi kendimize “Yoksa bu yaşadığımız hayat cennet mi?” diye mırıldanırız.
Ben şahsen ışık çağından bu yana varlığını Cibril’in emniyetle açılıp kapanan kanatları arasında sürdüre gelmiş, bu nurdan evlerde akıp duran zamanları onların havasını, şivesini kanımda ve asabımda hissetmişimdir. (Sayfa :145- 147).
Işık evleri konusunda Prizma 2 isimli kitapta yazılanlar;
İlk dönem itibariyle İslami tebliğ ve irşad hareketinin başlangıcında, Allah’ın Resulü de bu işe bu tür evlerde başlamıştır. Evet, bir evde başlamıştır. Nebiler serveri ve derken yeryüzü bir mescit, Mekke bir mihrab, Medine bir mimber haline gelmiştir. Dünyada yediden yetmişe, kadın erkek bütün insanlar, bu mescidin cemaati, bu irşad ve tebliğ mektebinin ise istidatlı birer talebesi olmuşlardır.
Aslında ilk ışık çağında İmam Rabbaniye, ondan da günümüzün büyük çilekeşi Bediüzzaman hazretlerine kadar, belli dönemlerde Ümmeti Muhammed’e mürşitlik yapan bütün üstün kametler hep aynı yolu takıp etmiştir.
Evet şu kocaman varlık alemi galaksileri, sistemleri ile küçük atmosferlerden meydana geldiği gibi, bu büyük davada da hep bir kulübecilik ile başlamış ve bu davanın gönüllere aksettirilmesi ölçüsünde her şey manalı bir kitap veya çok manalı ve nıuhtevalı meşherler halini almıştır. (Sayfa :10-11).
Bu ışık evlerin kendilerine has özellikleri vardır. Buralar öncelikle insanların insanlık yanlarından ötürü meydana gelebilecek boşlukların kapatıldığı yerlerdir. Plan ve projelerin üretilip, metafizik gerilimin, sürekliliğin sağlandığı ve neticede üstadın “Hakiki imanı elde eden adam kainata meydan okuyabilir” dediği türden yüreği pek, imanı çelik insanların yetiştiği kutsi mekanlardır. (Sayfa: 12-13).
Öyleyse bu evler yalnız yöntemsiz değişik cazibe merkezlerine göre kendini şekillendiren şabloncu nesillerin mamur edilip, mana kökenine dönmelerini sağlayan birer tezgah ve birer mekteptirler.
Hususiyle tekke ve zaviyelerin kapatılıp kapılarına kilit vurulduğu bir dönemde, o evlerden beklenen de böyle bir misyonun eda edilmesi idi. Bu evler içinde barındırdığı insanlara Finunu Medeniye ile beraber IJlum’u diniyeyi de öğreterek tekke ve zaviye ruhunun yanında medrese vazifesini de üstlenmiş olacaktır. (Sayfa: 12-13).
Mabede giden yolların kapandığı bir zaman diliminde, Allah şimdilik benim adım bu evlerde yükselsin ve anılsın izni ile serfinaz içinde kitapların okunduğu Hakk’ın müzakere edildiği müstesna mekanlardır. (Sayfa: 12-13).
Zannediyorum kuruluş gayesine matuf işletildiği müddetçe bu evlerde, bir dönemde tekke ve zaviyeler ile ulaşılamayan noktalara ulaşılacak ve buralarda aynı zamanda medrese insanını aratmayan insanlar yetiştirilecektir. (Sayfa: 14-15).
Hasılı ben bu hususta pek dertliyim. Büyük bir tarihi ihmali telafi etmeye matuf açılan ışık evlerin, ne kadar bu gayeye uygun değerlendirilebileceğini bilemeyeceğim ama, “arkadaşlarım onun hakkını veriyorlardır.” Diyerek hüsnü zan etmek istiyorum. Unutmayın dünyanın enkazı altında kalan ve kalacak olan bütün milletler, umumi bir ihya adına bu evlerde yetişen irşad. erlerini beklemektedir ve öyle anlaşılıyor ki bu ışık evlerin fonksiyonu hiçbir zaman bitmeyecektir. (Sayfa : 17).
8-HİZMET ERLERİ (ŞAKİRTLER) :
Fasıldan Fasıla 1 isimli kitapta bu konuda şunlar yazılmıştır;
Cemaatte müşterek hareket vardır ve olmalıdır. Ve yine cemaatte istikamet ve isabet şansı daha fazladır. Zira bir yanda 50-100 insanın düşünce muhassalası (düşünce birikimi ortaklığı) diğer yanda da dahi bile olsa tek başına bir insanın karihası (muhtelif fikirler) evet kıyas bile kabul edilemez. Bu sebepledir ki Allah cemaatle beraberdir. (Sayfa:133).
Ayrıca hizmet insanı kendisini davasından alıkoyacak her şeyi elinin tersi ile itmesini bilmelidir, Ev mi, çoluk çocuk mu? İş mi? Her ne ise ayağına pranga olan hiçbir şeyin esiri olmamalıdır. Esasen bir kısım özel durumlar dışında dava adamının şahsi hayatı yoktur. (Sayfa: 87)
Bir diğer düşman ise adeta gaye haline getirilmiş evlad-u ıyal arzusu yani evlenmektir. (Sayfa: 117-118).
İkinci dünya savaşında Hitler Rusya’da nasıl arkadan gelenler üzerinden geçsin diye tankların bazılarını bataklıklara yığmış ise, aynı şekilde bir nesil de arkadan gelen nesillerin kurtulması adına kendini feda etmelidir. Türkiye’de şu anda yaşanan süreç budur. (Sayfa: 110).
Dengeli bir hizmet eri, söyleyeceği şeyleri hemen söylemez. o bilir ki, söylenmesi gereken her şeyi şimdi söyler ise kendisine hayat hakkı tanımayanlar çıkabilir. Şartlar aleyhine ağırlaştırılabilir. Dolayısıyla da sıkıntılı bir atmosfere düşebilir. (Sayfa : 119).
Her Müslüman Allah diyen biri ile dost olmak yolunu araştırmak zorundadır. Çünkü ötede her şey Allah deyip dememeye göre ayarlanacaktır. Kur’an “İşte böyle kim Allah’ın nişanlarına şayan gösterir ise şüphesiz bu kalplerin takvasındandır” buyrulmasına karşılık, eğer bu mesele hafife alınacak olursa Allah’ın yücelttiği bir husus hafife alınmış olur. (Sayfa 119).
Din-i mubin-i İslam’a hizmet eden herkes neferdir. Dolayısıyla bu hizmette askeri disiplin çok önemlidir. Şeklen asker değiliz ama ruhen askeriz ve öyle de olmalıyız. Hatta öyle olmak mecburiyetindeyiz. Bu sebeple İslami hizmetlerde nefer olduğunu idrak edemeyen ve neferliğe ters tutumlar içine giren herkes mutlaka ama mutlaka bunun cezasını çeker. (Sayfa: 125).
Çağ ve Nesil 2 isimli kitapta yazılanlar;
Çok yakın zamana kadar ecdadımızın bin bir ıstırap ve heyecanla inlemesine karşılık, bugün altın kuşağın ruhu sayılan ülkemizin kendisini canı ile imanıyla seven evlatlarının hizmetlerine şahit oluyoruz ve “Asr-ı emanımız” da durup bize yeniden dirilişin müjdesini yağdıran kutlu bir eser ile kendimizden geçiyoruz ve artık inanıyoruz ki düne kadar bin bir felaket ve sefaletin kol gezdiği bu ülke inançlı azimli, hasbi, muhabbetle coşan ve müsamaha ile etrafına boşalan yiğitler sayesinde yükselecek ve onun çölleri ve bozkırı bir kere daha İrem bağlarına dönecektir.
Son zamanlarda yurdumuzun her köşesinde kendisini hissettiren samimi gayretler, dünyaları aydınlatacak bir ışık kaynağının meydana gelmeye başladığını göstermektedir. Mukaddes emanetin talihli hizmetçileri, kendilerine düşen vazifede kusur etmez. Tarihi rollerini güzelce oynayabilirler ise milletimiz yurdumuz sıçrayıp, dünyanın başına gelecek ve bu kutsiler ordusu da gelecek nesillerce “yağd-i cemil” olacak, kalıp gidecektir.
Şimdiden yüce milletimizin talihine tebessüm eden bu rengarenk günleri düşünüyor ve saadetle coşuyoruz. (Sayfa: 104-105).
Hazreti Isa cihan kapılarını yetiştirdiği 11 insan ile zorladı. İmparatorlukları dize getirdi. Ne var ki bu mesele kendisinden sonra asırlarca devam eden, belli bir zaman dilimi içinde vücuda geldi. Efendimiz bir kadın, bir köle, bir insanla başlattığı işte kısa zamanda yeri yerinden oynattı. Başlangıçta kimse böyle bir neticeye ihtimal bile vermiyordu. Haddimi aşarak ben de aynı şeyi söylüyorum. 5-10 insan ile cihanı fethetmemiz mümkündür. Kaldı ki o büyük zatın açtığı çığının mahiyeti bugün ortadadır. Ve şimdiye kadar olanlar da ileride olabilecekleri ihtar mahiyetindedir. Bütün bunları hepimiz apaçık görüp müşahade edebiliyoruz.
Diyelim ki şimdi ellerindeki imkanlar ile, nesillere hizmet verecek bir irfan yuvasını bir senede dikebiliyor, ihya edebiliyorsa kendisini biraz daha sıkıp bir senede iki tane ihya etmelidirler. İhya etmeleri lazımdır. Çünkü onlar böyle yapmakla yarınları, daha sonraki nesiller de, kendilerinden sonraki devirleri ihya etmiş olacaklardır. Eğer bugün, bugünün insanına düşen vazife bihakkın yapılmazsa, yarın bizim şu anda ki güç ve kuvvetimiz şu hali ile kalsa bile, yine hiçbir şey yapılamayacaktır. Zira yarın karşımıza daha güçlü manialar çıkabilir ki, bu yükle onları aşmamız mümkün değildir.
Evet, eğer bugün ki müminlerin civan mertliklerini destanlaştırmak için firdevsin şehnamesi gibi destani bir havada bu destan yazılacaksa, o destan 60 bin beyitlik değil, 60 milyon beyitlik bir destan olarak yazılmalıdır. Biz bu işin baharını yaşıyoruz ve baharda açan çiçeklerinin arasında bulunuyoruz. Bu bizim için beklenilen bir mevsimdir. Şimdi gençler her yerde kendilerine 70 sene önce saçıp giden büyük ruh ve yüce kametin etrafında pervaz eder, döner gibi hizmetlerini sürdürdükçe, her halde 0 da olduğu yerde bütün bunları hissedecek ve belki de “işte şimdi bahar hediyeleri ile kapıma geldiler. Ben de senelerce evvel kendilerine vaad ettiğim henienleküm sedası ile onları karşılıyorum” diyecektir.
İslama hizmet edenler ne kadar gerilir, ne kadar açılır, ne kadar koşan, ne kadar küheylanlar gibi şahlanır ise, gelecekte varılması mutasavvar olan noktaya o kadar hızlı, o kadar derli toplu ve o kadar avantajlı olarak ulaşacaklardır (Asrın Getirdiği Tereddütler 4, Sayfa: 70-77).
9-DAVA ADAMI, DAVA, SİSTEM:
Gerçek bir dava adamına terettüp eden vazifelerin en önemlisi davasına karşı göstermesi gereken vefadır…. Ayrıca bir dava adamının üzerine düşen vazifeyi yerine getirmesi, davasına olan inancı nispetindedir. Günümüzde Cumhurbaşkanlığı Kupası, Başbakanlık Kupası gibi isimler altında kupa maçları yapılıyor. İslam davasının müntesipleri öyle bir dava için yaşıyorlar ki, bu yarışın sonunda verilecek olan kupanın bir kulpunu onlar, diğer kulpunu ise Allah tutacaktır. Doğrusu böyle bir kupaya canlar feda olsa değer. (Fasıldan Fasıla 1, Sayfa: 121).
O gün bugün kendini arayıp duran nesiller tekrar tekrar iğfal edilip, tekrar tekrar saptırıldılar.. Görmedikleri ceza, çekmedikleri cefa kalmadı. Eğer bir inayet eri imdadına yetişip de fikir ve ruh cephesinde, iman ve ahlak cephesinde, ona diriliş yolunu göstermeseydi, o bugün bütün bütün zayii olup gitmişti. Hem de bir daha görmemek üzere. (Buhranlar Anaforunda İnsan, Sayfa: 67-68).
Rehberleriyle bu hale gelmiş toplum kendini yenilemeye hazırlamış demektir. Emareleri ülkemizde verilmeye başlamış, böyle bir yeni varoluş hakkında, çok iyimser görünüyorsak, rahmeti sonsuz inayeti ile millet ağacının sıhhatine, itimadımız vardır. (Buhranlar Anaforunda Insan, Sayfa: 63)
Üç beş kişiyi idare edenden, binlerce, milyonlarca kişiyi idare edenlere kadar Allah’ın gösterdiği, Resul’ün elindeki meşalenin aydınlattığı yolda yürüyen ve o yoldan ayrılmamaya azimli kararlı olan bütün önderlere, bütün idarecilere tabi olunuz. Yerinde ve belli ölçüler içinde öbürlerinin de sözü dinlense, onlara da başkaldırılmasa, hatta bir ölçüde müdarat ve mümaşat (İdare-i Maslahatçılık, köprüyü geçene kadar mevcut sisteme rıza) yapılsa bile mutlak itaat edileceklerin Peygamberlerin çizgisinde olması şarttır. (Asrın Getirdiği Tereddütler 4, Sayfa: 169).
Elbette ki bu yeni insanın doğumu çok kolay ve rahat olmayacaktır. Her doğum gibi onun da sancısı, sıkıntısı, sarsıntısı olacaktır. Ama mevsimi gelince bu mübarek veladet mutlaka gerçekleşecek ve bu ay yüzlü nesil hızır gibi birdenbire aramızda belirecektir. Sıkışmış ve üst üste binmiş bulutlar arasından rahmetin süzülüp geldiği, arzın derinliklerinden suların fışkırıp yeryüzüne çıktığı, karın, buzun çözüldüğü yerde, kar çiçeklerinin her yanı sardığı ve şebnemlerin sıçrayıp yapraklara taht kurduğu gibi, bu yeni insan da belki bugün, belki yarın ama mutlaka gelecek. (Çağ ve Nesil 4, Sayfa: 157).
Eğer elimde, imkanım olsa idi her birinizin içine, evinizin yolunu unutacak kadar ıstırap ekerdim. İlmin, irfanın, araştırma zevkinin, fen ve tekniğe açılmanın, çağa söz geçirmenin, yanı başında size bunu da yapardım. Yapar ve her birinizi dava düşüncesi ile deli etmeye çalışırdım. (Fasıldan Fasıla 2, Sayfa; 140-141).
Ben artık Ramiz hocanın oğlu değilim. Kaderim sizin kaderinizle, davanın kaderi ile bütünleşmiş. Bundan sonra benim münferit kararlar vermem ve o kararlara göre davranmam açık ya da kapalı hizmete ihanet sayılır. Vereceğim yanlış kararların riski bütün bu cemaate raci olur. (Fasıldan Fasıla 2, Sayfa: 69).
Bugün biz Müslümanlar olarak çok ağır bir mesuliyetin altında bulunuyoruz. Bir dönemde sahabe gibi seçkinler ile temsil edilen bu dava, bugün cılız iktidarımıza rağmen ilahi bir ihsan olarak omuzlarımıza yüklenmiş bulunmaktadır. (Fasıldan Fasıla 2, Sayfa 63).
Görüldüğü gibi Fethullah GÜLEN İslam Devleti’ni kurma misyonunu yüklendiğini kabul ediyor.
İstişare defalarca önemini arz ettiğim bir husus, Müslümanların ve hele hele kader birliği edilmiş davada, insanların münferit hareket etmeleri son derece sakıncalıdır. Hatta münferit hareket etme isabetli olsa, hayırlı neticelense bile yine de böyle hareket etme davaya zımmi ve kapalı bir ihanettir. (Fasıldan Fasıla 3, Sayfa: 68-69).
Bozuk bir döneme geldik. Düşünce bozuk, hal bozuk, çarşı bozuk.. Ve Bediüzzaman Hazretleri gibi kimselerin önderliğinde kendimizi bulmaya çalışıyoruz. Pek çok kimse Müslümanlık adına baba ve dedesinden tevarüs ettikleri hususları aynen tekrarlamaya devam ediyor. Bütün bu heveslerin asli mecralarına icrası ise memleketin asli yapısında gerçekleştirilecek mutasyonlara bağlıdır. Bunların hepsini tek bir nesil kaldıramaz. Öyleyse bu son ihya hareketinin hiç acele etmeden kendi tabii seyri içinde gerçekleştirilmesi beklenmelidir. (Fasıldan Fasıla 1, Sayfa :109).
İlk sene kampa 70 kişi kadar girmiştik. İkinci ve üçüncü kamplar daha kalabalıktı. Hatta üçüncü kampta her an 300 kadar talebe bulunuyordu. Gidenlerin yerine yenileri geliyordu. (Küçük Dünyam, Sayfa 105).
Talebelerin aklı, ruhu, kalbi terbiye edilsin diye kamp yapılıyordu. (Küçük Dünyam, Sayfa: 116).
Kamplarda okunan kitaplar Arapça tedrisat orayı adete bir medreseye çeviriyordu. Durum böyle olunca kamplarda askeriyenin disiplini, tekkenin edebi ve medresenin ilmi bütünleşiyor ve hayallerimizde, renk ve çizgilerin bütün güzellik ve netliği ile mevcut olan dünyaya adım atılıyordu. (Küçük Dünyam, Sayfa: 122).
Disiplinli ama ruhaniyetli insanlar yetiştirmek tek gaye ve hedefimizdi…Gece yürüyüşleri, gündüzleri koşular,yat kalklar hep bu hedefe yönelikti. Arkadaşlarımız Türkiye‘nin her yerinden istedikleri talebeleri gönderiyorlardı. (Küçük Dünyam, Sayfa:122).
Yeryüzünde her zaman İslami hizmeti omuzlayacak bir hasbiler kadrosu olmalıdır. Olmalıdır ve inandığı mutluluğu için varolan bu fedailer insanlığa hakiki bir tebliğcinin nasıl olması gerektiği, dersini de vermelidir. Bu kadro, o kadar hasbi olmalıdır ki öldüğünde üzerinden çıkacak mal varlığı, ancak kefen bezine yetmeli, hatta bazen o kadar da bulunmamalıdır. Işık hayallerimi süslediğim kadro, işte büyük davanın büyük hamleleri. (İrşat Ekseni, Sayfa:109).
Bir asrı aşkın, bir zamandan beri çeşitli zulüm, mağduriyet ve haksızlıkları altında sürekli inleyen bu kuşak öylesine bilenmiştir ki çok yakın gelecekte o polatlaşan ruhu ile kendisine bu mezalimleri reva görenlerin karşısına dikilecek ve mutlaka onlar ile hesaplaşacaktır. (Fasıldan Fasıla 2 Sayfa:15).
10-ATATÜRK VE LAİK CUMHURİYET:
Fethullah GÜLEN’in bu konuda kitaplarında yer alan hususlar aşağıya yazılmıştır.
600 yıllık tarihimizde kaç tane kazan kaldırma olayı gösterebilirsiniz. Osmanlı’yı ve Yeniçeri’yi bu açıdan eleştirenler kendi tarihlerine baksınlar. 50-60 sene içinde, 600 sene içinde meydana gelen isyanların, başkaldırmaların birkaç katını müşahade edeceklerdir. (Fasıldan Fasıla 1, Sayfa: 8).
Sanık Fethullah GÜLEN Osmanlı tarihini yükseltmek isterken Cumhuriyet dönemine saldırmakta ve Cumhuriyet dönemini kendi tarihi olarak kabul etmemektedir.
Yine Fethullah GÜLEN Fasıldan Fasıla 2 isimli kitabının 203 ncü sayfasında Cumhuriyet Dönemini ifritan dönemi olarak nitelendirmiştir.
150 senedir sefalet solukluyoruz. Son 70 senenin halini söylemeye gerek yok. Yok zira böyle bir şeyin malumu ilan ve israfı keram olur. (Fasıldan Fasıla 2, Sayfa: 232-233).
Necip Fazıl KISAKÜREK bir konferansında “Kabakçı Mustafa, Mustafa Reşit, Alemdar Mustafa, daha ne Mustafalar ne Mustafalar” der demez millet ne anladıysa salon alkış tufanına boğulmuştu. Ama bilmem ki ne ifade ederdi.? Oysa ki böyle şeyleri dinleme, alkışlama, bir şey olsa da her şey değildir. (Fasıldan Fasıla 2, Sayfa: 314).
Bin yıllık tecrübe, bin yıllık hars, kumara verilircesine saçılıp savrulmuş ve bunların yerini yirmi devletten alınan ve herhangi bir tasviyeye tabii tutulmayan Sanskritce gibi bir kültür yerleştirilmiştir. (Çağ ve Nesil 1, Sayfa:14)
Bu millet henüz bütün bütün yok olmamıştır… Dün, onun düşmanı sadece ehli saliptir. Şimdi lanet ile anılan o Cebabire’nin en küstahına bile rahmet okutan firavunlar var sahnede. (Çağ ve Nesil 1 Sayfa: 88-89).
Fazilete arka çevrilip, rezaletin peylendiği, sevaba hacir konup, günah toptancılığının yapıldığı, iffete kezzap dökülüp haysiyetin dağa kaldırıldığı, tarihin mıncıklanıp geçmişe salyalar akıtıldığı, 0 uğursuz dönemler artık çok gerilerde kaldı. (Çağ ve Nesli 3 Sayfa : 75).
11-GELİR KAYNAKLARI:
İslam’ın ciddi bir dava şuuru ile uyanan insanlar, kırkta bir zekatla bir şey yapamayacaklarını bilmeli ve ona göre davranmalıdırlar. İslam davası bugün bizden daha fazla fedakarlıklar beklemektedir. Nitekim bu davaya uyanmış nice kutsi dava erleri vardır. Hizmeti o ölçüde götürmektedirler. Bugün birer umut kaynağı bu insanlar, evlerinin arabalarının, fabrikalarının anahtarlarını tapularını getirip bize takdim etmekte ve istediğiniz yere kullanın demektedirler. (Fasıldan Fasıla 3 Sayfa: 57).
Evet, böylesi büyü k çapta hizmetlerin gerçekleştirilmesi için maddi kaynaklara ihtiyaç olduğu bir gerçektir. Biz onu hep efendimizin sünnetinde gördüğümüz usul üzerine halka dayanarak götürmeye çalıştık ve çeşitli vesileler ile onlara müracaat ettik. Onlar da destek verdiler. (Fasıldan Fasıla 3 Sayfa: 75).
Bu açıdan müminlerin yurt içindeki ve yurt dışındaki servet yollarını keşfedip, zengin olmaları şarttır. Çünkü her şeyleri ile hizmete kilitlenmiş bu insanların ticarette çalışmaları, parayı koruma korkuları -niyetlerine binaen- düşman karşısında nöbet tutmada ki korku gibi bir sevap vesilesi olabilir. (Prizma 2 Sayfa: 33).
12-ARAPÇA EĞİTİM:
Cumhuriyet ile beraber Arapça eğitime karşı tavır alınması o günün aydınlarının ve devlet yetkililerinin bir yanılgısıdır. Bu konuda o dönem itibariyle Arapların Devleti Aliyye’ye karşı tutumları rol oynamış olabilir. Fakat şimdi geçmişe dönük onu yargılamanın bir yararı olmadığı kanaatindeyim.
46’lı yıllarda İmam Hatip Okulları ve İlahiyat Fakülteleri’nin açılması ile beraber kendi kültür ve dinamiklerimize dönme süreci başlamıştır. Bu dönem aynı zamanda demokrasi düşüncesinin zaman zaman hecelendiği bir dönemdir. (Fasıldan Fasıla 3, Sayfa: 203).
V- DEĞERLENDİRME VE HUKUKİ DURUM:
Devletle uzlaşmacı ve barışçı bir politika izleyen, toplumun bütün kesimleri ile diyalog kurmakta sakınca görmeyen Fethullah GÜLEN Grubunun başta milli eğitim ve emniyet teşkilatı olmak üzere bütün devlet kadrolarına sızma çalışmaları yaptığı ve önemli ölçüde bu faaliyetlerinde muvaffak olduğu bilinmektedir.
Sahip olduğu okul, yurt ve dershanelerinde yetiştirdiği iyi eğitilmiş kadroları ile Atatürk ilkeleri ve laik Cumhuriyeti ortadan kaldırarak şeriat esaslarına dayalı bir devlet kurmayı amaçlayan Fethullah GÜLEN gücünü iki kaynaktan almaktadır.
1- Oluşturmuş olduğu büyük sermaye imparatorluğu,
2- Son yıllarda dozajını gittikçe artıran ve zaman zaman teşekküle yardım boyutlarına ulaşan siyasi destek,
Kısa bir sürede oluşan sermaye imparatorluğu örgüte bağlı bütün okul, yurt, dershane ve sair kuruluşların finansmanını yaparken, siyasi destek sayesinde devlet kadrolarındaki örgütlenme sağlanmakta ve örgütün önüne çıkacak engeller bertaraf edilmek istenmektedir.
Tarikat okullarını övmek son zamanlarda moda haline gelmiştir. Oysa yukarıda belirttiğimiz gibi bu okullarda yetişen kadrolarla siyasi Islam’ın iktidar yapılması hedeflenmektedir. Bu itibarla tarikat okullarına destek verenler Atatürkçü olamazlar. Fethullah GÜLEN Laik Cumhuriyete karşı değilse, amacı sadece Türk toplumunu eğitime tabii tutmaksa;
Neden kuvvet dengesi mevcut değilse kuvvete başvurmayın talimatını vermektedir?
Neden, müritlerine “O kuvveti temsil edeceğiniz şeyleri elinize alacağınız ana kadar, Türkiye’deki devlet yapısı ölçüsüne göre bütün Anayasal müesseselerdeki güç ve kuvveti cephenize çekeceğiniz ana kadar her adım erken sayılır” demektedir.
Neden, Mülkiye, Adliye ve Askeriye başta olmak üzere devlet kadrolarında teşkilatlanma isterken, ayrıca;
Bu açıdan bizim ister bu dairede, ister diğer dairede arkadaşlarımızın korunması çok önemlidir. Bu koruma mevzuunda işte arz ettiğim gibi belki işin esnekliğinden istifade edilebilir,
Yani sivrilmeden, mevcudiyetinizi hissettirmeden, çok ilerlere gitmek, işte bu iki müessesede olduğu gibi hayati dinamik bir kısım müesseselerde söz konusudur. Ta ilerilere gitme, böyle can damarları içinde dolaşma ve eğer dönülüp gelinecekse yara almadan hissettirmeden dönüp geriye gelme meselesi geleceğimizin adına çok esaslı hususlardır,
Türkiye’de önünüzü kestiler. Yürüyemiyoruz, orada durgun sular gibi gölleşme imajı uyandıracaksınız. Zorlayacaksınız, yerinde yürüyor gibi yapacaksınız.
Talimatları vermektedir.
Neden, Arapça eğitimin kaldırılmasını, devletin bir yanılgısı olarak kabul etmektedir.
Neden, kitaplarında İslamcı silahlı çeteler gibi tebliğ ve cihad konuları üzerinde hassasiyetle durmaktadır.
Neden, oluşturduğu ışık evlerinin medrese, tekke ve zaviyelerin fonksiyonlarını ifa ettiklerini defalarca söylemekte, 30 Kasım 1925 tarihinde kapatılan bu kurumların özlemini çekerek Atatürk devrimleri ile ters düşmektedir.
Neden, Cumhuriyet dönemini kötülemekte ve bu dönemi kendi tarihi olarak kabul etmemektedir.
Neden, “Mahmut Efendi’nin görevi, sarığın, şalvarın, cüppenin propagandasını yapmaktır. Sen de emniyet teşkilatına girecek Vali ve Kaymakam olacak insanları yetiştir” demektedir.
Neden, Türkiye’de Atatürk düşmanlığının simgesi haline gelmiş bulunan ve Büyük Atatürk’e “Deccal” demek küstahlığını gösteren Said-i Nursi’nin yolundan gitmektedir. Aynı zamanda “Kürt Teali Cemiyeti’nin” mensubu olan bu şahıstan Bediüzzaman diye bahsederek bu şahsın ve risalelerinin yoğun bir şekilde propagandasını yapmaktadır.
Bütün bu faaliyetlerin hedefi İslam Devletini kurmaktır. Esasında bu hedef 1996 yılı baskılı Çağ ve Nesil 5 isimli kitabın önsözünde M.Garip isimli kişi tarafından ifade edilmiştir. Ancak bu ülkenin uyanık bekçileri buna fırsat vermeyecek, Laik Cumhuriyet ve Atatürk ilkeleri ilelebet yaşayacaktır.
12.04.1991 tarihli 3713 sayılı terörle mücadele kanununun 1 nci maddesinde:
Terör, baskı, cebir ve şiddet, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yollarından biri ile Anayasada belirtilmiş Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzenini değiştirmek, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türkiye Devleti’nin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, devlet otoritesini zaafa uğratmak, yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü eylemdir.
denilmiştir.
Aynı kanunun 7/1 nci maddesinde ise;
3 ve 4 ncü maddeler ile TCK.nun 168, 169, 171, 313, 314 ve 315 nci maddeleri hükümleri saklı kalmak kaydıyla, bu kanunun 1 nci maddesi kapsamına giren örgütleri her ne nam altında olursa olsun kuranlar veya bunların faaliyetlerini düzenleyenler veya yönetenler cezalandırılır.
denilmektedir.
Fethullah GÜLEN’in oluşturduğu örgüt yukarıda izah olunduğu gibi devletin laik yapısını yıkmak amacıyla kurulmuş olup, istişare kurulu, bölge imamları, şehir imamları, semt imamları, ev imamları gibi illegal yapılanmayla bütün ülkeyi bir ağ gibi sarmıştır. Yine bu illegal yapılanmaya bağlı olarak yurt içinde ve yurt dışında legal görünüşlü şirket, okul ve vakıflara sahip bulunmaktadır. Bu legal ve illegal yapılanması ile büyük ve güçlü görünüm arz eden örgüt halk üzerinde bir manevi cebir ve baskı yaratmaktadır. Bu itibarla örgütün 3713 sayılı kanunun 1 nci maddesi delaletiyle aynı kanunun 7 nci maddesi kapsamı içinde ele alınması gerekmektedir.
Bir yanıt yazın