Gönül PULTAR Derleyen,
Yirmi Birinci Yüzyılda İdil-Ural
Adlı Kitap Hakkında
(Kitabın iç kapağına, “2008, Tetragon İletişim Hizmetleri A.Ş.” ve “Milli İdare Reisi Sadri Maksudi Arsal’ın (1878-1957) anısına” ifadeleri yazılmıştır)
İlgi duyduğum “İdil-Ural” konulu bu kitabı alır almaz hemen okumaya koyuldum ve edindiğim bilgiler için Gönül Hanıma teşekkür söylemekle yetinmeyip, yanlış bulduğum bazı ayrıntıların eleştirilerini yazmayı da vicdan burcum olarak algıladım.
Rus Emperyalizminin tarihten korkmasının-tarih ile oynamasının sebebini-Rus sahte tarihçiliğinin gizemini anlamada, Hadice Şirin User’in ve Liaisan Şahin’in yazılarında yer alan (PULTAR 2008, s: 82, 269), bir de Azade-Ayşe Rorlich’in “VOLGA TATARLARI-2000” başlıklı kitabının 36-37 sayfalarında da bulunan şu bilgiler çok önemlidir: “1944’te Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesi, Tatar tarihçilerinin Altın Orda’yı idealize etmesini kınamış ve Tatar tarihinin bilimsel olarak araştırılmasını çok acil bir görev olarak belirlemişti. Bilim adamları topluluğunun bu siyasi dayatmaya verdiği karşılık, Bilimler Akademisinin hamiliğini yaptığı Nisan 1946 Moskova Konferansı idi.” Bu Moskova Konferansı hakkında, Ravil Fehretdinov da şu alaylı ifadeyi kullanmaktadır: “1946 yılında Moskova’da gerçekleştirilen-Kazan Tatarlarının ortaya çıkışı- konulu bilimsel(!) toplantının kararlarına bayıldık”(!) (FEHRETDİNOV 1993a, s: 40).
Bu konferansta, Tatarların Altın Orda ile neredeyse hiç ilgileri olmadığı, büyük ölçüde İdil Bulgarları kökenli oldukları ilan edilir. Kazan Hanlığı’nın bir Moğol-Tatar devleti olduğu; Kıpçaklaşmış Bulgarlar olan Kazan Tatarlarının ise, bu Moğol-Tatar yönetimiyle mücadele ettikleri ve sonunda Rusların Kazan’ı almasıyla “kurtuldukları” tezi kabul edilir. Evet bu, Tatarları Bulgar yapma girişiminin sebebini anlamak zor değil. Güçlü devletlerin, köklü medeniyetlerin izini barındıran Tatar tarihi, Tatarların Ruslarca yutulmasına izin vermez. Onun içindir ki, Rus devleti ve Rus ulusu için Tatarlar, ta günümüze kadar ezeli ve ebedi düşman olarak algılana gelmiştir. Alman düşünürü Nietzsche, “Ulusları birbirine düşman yapan tek güç tarihtir” derken elbette haklıdır.
Stalin döneminin komünistlerinden-akademisyenlerinden olan Ebrar Kerimullin’in (1925-2000) ve Mirfatih Zekiyev’in (1928), “Tatar değil Bulgarız” tezinin kökü, yukarıda tanımı geçen 1946 Moskova Konferansı’nın derinliklerinde yatmaktadır. Tatar düşmanlığı bayrağını, bu günlerde bile elinden düşürmeyen Zekiyev’in, Tatar milliyetçilerine-Tatar aydınlarına karşı duyduğu kin ve nefreti, şu ifadeler ile bu kitapta da yerini bulmuştur: “Tatarları Cengiz Han’ın ve Batu Han’ın seferlerinden artakalan bir halk olarak sunmayı, kendilerine vazife edindiler, kendilerinin “milliyetçi” görevi saydılar” ( PULTAR 2008, s: 289).
Zekiyev’in, unvan ve makam sahibi yaptığı için, Moskova’ya bir vefa borcu olarak kaleme aldığı, “Türki-Tatar Etnogenezı” (1998) (Türkçesi-Türklerin ve Tatarların Kökeni—2006) adlı eserinin adı bu kitapta geçse bile (PULTAR 2008, s: 80), içeriği-tanımı tam olarak açıklanmamıştır. Tatar düşmanlığı ile, Tatar aydınları arasında itibar kaybetmiş Zekiyev, Tataristan’da bu kitabına redaktörlük yapacak birini bulamayınca, Türkiye’de yaşayan Nadir Devlet Mirzaya redaktörlük yaptırmıştır. Nadir Devlet Mirzanın bu kitaba yazdığı redaktörlük sözleri şu ifadeler ile başlanmaktadır: “Bu eser, Prof. Dr. M. Zekiyev’in hayat icadı, yarım asırlık çok ciddi bilimsel araştırmalarının olgunlaşmış meyvesidir” (ZEKİYEV 1998, s: 5). Nadir Devlet Mirza bu övgüsünün karşılığı olarak, Zekiyev’in temsil ettiği, Moskova Akademisinin çocuğu olan Kazan Tatar Akademisinden “Şeref Unvanı Ödülü”nü almıştır. Moskova’nın emriyle yazılmış ve hiçbir bilimsel değeri olmayan bu kitap, yalan, boş gurur ve iftiralarla doldurulmuş bir çöp torbasıdır.
İlyas Kamalov, “Moğol kabilelerinden olan Tatarlar, Cengiz Han ve oğullarının birlikleri içerisinde bugünkü Tatarların yaşadıkları İdil-Ural coğrafyasına düzenlenen seferlere katılmış olsalar da, bugünkü Tatarlarla bir bağları yoktur” diyor (PULTAR 2008, s: 121, 122). Bağlarının yokluğunu nereden çıkardın? Elinde bir belgen mi var? Anlaşılıyor ki, İlyas Kamalov, 1946 Moskova Konferansı’nın dayatmasına sadık kalarak, Zekiyev’in ve Nadir Devlet Mirzanın peşinden koşmaktadır, güle güle…. Tam bu konuda, “KAZAN HANLIĞI TARİHİNE ÖZGÜ ARAŞTIRMALAR” eserinin yazarı, Stalin devri kurbanı HUDYAKOV (1894-1936) şöyle diyor: “Kazan Devleti, eski Bulgarların yerleşik halkı ve kültürü temeline oturtulmuş, yabancı Tatarların devlet kuruluşundan ibaret ikili unsurdan oluşmuştur.” (HUDYAKOV 2008. s: 171).
Yıl 1917, sırasıyla Şubat Burjuva Devrimi ve Ekim Bolşevik Devrimi patlak verir. Şubat Burjuva Devrimi’nin lider ve taraftarları hazırlıklı ve girişken değildir. Çünkü onların eski rejimle bağları vardır. Devrim lideri Kerenskiy’nin babası Taşkent’te Çar hükümetinin maarif müfettişidir (TOGAN 1999, s: 118). Bolşevikler hazırlıklı olmasalar da, iddialıydılar ve devlet-toplum düzeninin paramparça olmasından büyük yararlar bekliyorlardı. Devrim lideri Lenin’in kardeşi Çar hükümetince idam edilmiştir. Bu iki devrimin bu iki temel özelliğinin dürtüsü, Rusya terkibinde yaşayan ve Rus baskısından inleyen Tatar aydınlarının, toplumdaki konumu ve kişiliklerine göre, ikiye bölünmesine sebep olmuştur:
1. Rus demokrasisinin yardımıyla “kültürel özerklik”i elde etmek ve Ruslar ile birlikte yaşamak. Bu görüşün temsilcileri: Sadri Maksudi Arsal ve Ayaz İshakıy.
2. Hiç olmazsa “toprağa dayalı özerklik”i elde etmek ve ileride ulusal devlet sahibi olarak, Ruslardan ayrılıp İdil-Ural Devleti’ni kurmak-Türk Birliğine doğru (Pantürkizme doğru) yol almak. Bu görüşün temsilcileri: Mirseyit Sultangaliyev, Zeki Velidi Toğan, İlyas Aklin.
Zamanında Zeki Velidi Togan, “unitarist” olarak vasıflandırıp, Sadri Maksudi Arsal’ı ve Ayaz İshakıy’ı “Rus demokrasisinin hayranları” (TOGAN 1999, s: 500-501), diye eleştirirken, bugünlerdeki Rus demokrasisinin, Rus Emperyalizminin maskesi olma kimliğinden de yalın bir şekilde anlaşıldı ki, Onun haklılığını tarih birebir kanıtlamıştır.
Ayaz İshakıy, ancak yazarlığı ile değerlendirilebilir.
Sadri Maksudi Arsal ise, ömrü boyu siyasi idealler peşinde değil, siyasi çıkarlar peşinde koşan makam düşkünü bir insandır.
Yusuf Akçura, Mirseyit Sultangaliyev, Zeki Velidi Togan ve İlyas Alkin’ler söz konusu olduğunda, şu ifadeleri kullanmaktan gurur duyuyorum: Ömür boyu siyasi idealler peşinde koşan ve sonuna kadar koşmasını bilen ulu şahsiyetlerdir. Onlar Tatar ulusunun 20. yüzyılda, benliğinde biriktirip-yoğurup-geliştirip doğurduğu ulusal cevherleridir.
Yabancı bilgin GEORGEON, Yusuf Akçura ve Onun ünlü “Üç Tarz-ı Siyaset”i için şu tanımlamayı kullanmıştır: “Pantürkizmin babası”; “Üç Tarz-ı Siyaset her zaman Pantürkizmin manifestosu olarak kabul edilegeldi” (GEORGEON 1986, s: 8, 37).
Emine Gürsoy-Naskali’nin yazısında, asli Tatar nehri olan “İdil” adının kökeni sadece ses benzerliğine dayanarak “Yedi il” anlamı ile yanlış açıklanmıştır (PULTAR 2008, s: 131). “İdil” sözcüğü Tatar ulusu için sadece bir nehir adı değil, onun içeriğinde Tatar ulusunun tarihi ve ulusal kimliği saklıdır. Bu sözcüğü içine alan şarkıların, methiyelerin sayısı bilinmez. “İdil” sözcüğü, “idi” (büyük, Tanrı anlamında) ile “yl” (yılga, nehir anlamında) köklerinin birleşmesinden oluşarak “büyük nehir” anlamını vermektedir“(KURBAN 1989, s: 21). Doğu Türkistan’ın Turfan şehri ve onun yöresi, tarihte “İdikut Devleti” (Büyük Kutlu Devlet) adıyla yaşatılan bir Uygur devletinin toprakları idi. Evet, uzak kuzeydeki Tatar nehri ile uzak güneydeki bu Uygur ovasını, tek vatan olarak bu “idi” (büyük) denilen asli Türk sözcüğü birleştirmektedir (KURBAN 2007, s: 47).
“Atilla” adının kökeni, “İdilli, İdil kişisi” yani İdil nehri boyunda doğan anlamından gelmektedir (KURBAN 1989, s: 39). Bu İdil-Ural dünyasına özgü özel adların kökeni hakkındaki bilimsel açıklamalar, Türk-Tatar Onomastiğinin babası olarak bilinen Akademisyen Prof. Dr. Gomer Sattarov’un (1933) bir ömürlük emeğinin meyvesidir. Maalesef bu büyük bilgine bu kitapta hiç yer verilmemiş, hiç gereksiz olan Nadir Devlet Mirzaya ise 40 sayfalık yer ayrılmıştır.
Ey benim aziz ulusum, acılarının derinliğini-sonsuzluğunu biliyorum; senin için ne yapabilirim?! Daha yakında, 450 yıllık bir aradan sonra, henüz gerçekleşmemiş olsa bile, “bağımsızlık-ulusal devlet” denilen sözcükleri dile getirip, sevinmekte-coşmakta idin. Bu coşkuyu yaşamak 1995 yılında bana da nasip olmuştu. Fakat, senin bu cüzi sevincini senden esirgeyen Rus celladı-kan içici Putin ve tarih boyunca sahneden hiç inmeyen hainlerin yine iş başındadır.
Tatarlık benden sorulur dercesine, kendisinin Altın Orda Mirzaları soyundan geldiğini ilan eden, bu boş gurur kölesi Nadir Devlet Mirza, bu kitaptaki uzun yazısında (PULTAR 2008, s: 201-242), Tatarların yazgısıyla direkt bağlantılı olan önemli bir olguyu atlamıştır. Neden? O, bu olguya değinen şu tek cümle ile yetinmiştir: “Kazan şehrinin kuruluşunun 1000. yılının 30 Ağustos 2005’te kutlanması elbette Moskova tarafından da mali destek gördü” (PULTAR 2008, s: 239).
Putin ve Şeymiyev işbirliğiyle uydurulan, “Kazan şehrinin kuruluşunun 1000. yılının 30 Ağustos 2005’te kutlanması” denilen bu kastlı dayatmanın ne olduğunu anlamak için, samimi bir tatar ruhlu insan olmak yeter. Tatarlık, bağımsızlıktan vazgeçmeye izin vermez.
Bilindiği gibi Tatar ulusu, 30 Ağustos 1990’da tüm dünyaya bağımsızlıklarını Kazan’dan ilan eder. İşte o günden başlayarak, Moskova ve dünya bu Tatar bağımsızlığını tanımasa bile, “30 Ağustos” bağımsızlık simgesi haline gelir ve bu gün coşkulu bir şekilde kutlanır. Fakat Tatarların bu sevincinden rahatsız olan Putin, bu bağımsızlık coşkusunu ortadan kaldırmaya kararlıdır. Yıl 2005, Ağustos ayının 28’i, Putin Kazan’a gelir ve 30 Ağustos gününün Kazan’ın 1000.yıl doğum günü olduğunu ilan eder. Bundan sonra bu günün, Kazan’ın doğum günü olarak kutlanmasını da emreder. Böylece, Putin’in düşüncesine göre, “bağımsızlık” denilen bir şey de ortadan kalkar. Putin yalan uydurup halkı kandırmış, Nadir Devlet Mirza ise, bu yalana ortak olup suç işlemiştir. Rus yanlısı Tatar düşmanı olan bu hain, bu hizmetinden dolayı Putin imzalı madalya sahibi olmuştur.
Kazan şehri ile sınırlı kalmayan bu, Kazan şehrinin 1000. yıllı kutlama töreni, aynı yılın 04 Ekiminde Ankara şehrine de taşınır. Resim ve Heykel Müzesi’nde düzenlenmiş kokteylde, Rusya Federasyonu Ankara Büyükelçiliğince ödül sahiplerine verilir. Ödülün bu kitaptaki izahı-adı şöyledir: “2005’te Başkan Putin’in kararnamesiyle-Kazan şehrinin 1000. yılı kutlamaları nedeniyle madalya.” (PULTAR 2008, s: 433). Kişiliği izin vermiş olan birçok Tatar ile birlikte, Gönül Putlar da bu Putin madalyası ile şereflendirilir (PULTAR 2008, s: 430, 433). Bu törene eşim ile beni de davet etmişlerdi, biz gitmedik. Çünkü Rus gülümsemesinin arkasında saklı olabilecek kirli oyunlardan, okuduğum tarih ve yaşadığım özgeçmişim bana yeterli bilgi vermişti.
Putin, “Kazan şehrinin 1000. yılı” denilen bir oyun ile Tatar ulusunun bağımsızlık ideallerini-sevincini baltalamakla yetinmemiş, Tatarlar arasındaki hainleri bulup, taraftar toplamayı da ihmal etmemiştir. Putin’in bu hilekar-kirli kişiliğinden dolayı, ona Tatar ulusu “Küçük Stalin” lakabını vermiştir. İdil-Ural adını taşıyan ve İdil-Ural uğuruna yazılmış bu kitap, ne yazık ki, İdil-Ural düşmanı Putin’in adını ve imzasını taşıyan Putin madalyası ile kirletilmiştir.
TATAR KİMLİĞİ
Ulu Tatar bilgini Şehabetdin Mercani (1818-1889), “Tatar adını bize tarih verdi” diye, ulusal tarihinden gurur duymaktadır. Arkeolog ve tarihçi Ravil Fehretdinov (1937) ise, Tarihten korkan-Tarih ile oynayan bu yalancılara-bu namussuzlara karşı, şu can alıcı yanıtını vermektedir: “Tatar Oğlu Tatarım” (FEHRETDİNOV 1993a).
Tatarların uzak ataları söz konusu olduğunda, Büyük Atilla’yı doğuran 5.yüzyıl Avrupa Hunlarından indiği söylenebilir. Yanı sıra Kubrat Han’ı doğuran 7.yüzyıl Karadeniz Bulgarlarından ve Karadeniz Kıpçaklarından indiği de söylenebilir. Tatarların yakın ataları, Tatar adı ve 1000 yıllık siyasi tarihi söz konusu olduğunda, Cengiz Han’ın ve onun torunu Batu Han’ın ordularında savaşmış, Orhun Abidelerinde adı geçen ve adından da Türk asıllı kabile olduğu anlaşılan Tatarlardan indiği söylenebilir.
Ravil Fehretdinov, Tatar kimliği hakkında öz olarak şunları yazmaktadır:
“Tatar adı siyasi terim veya lakap değil, Moğol-Tatar ulusunun tarihte oynadığı olağanüstü rolü gereği, birleştirici güç olarak doğmuş etnik bir etkendir. Maalesef bu etken tarihi görevini tam olarak yerine getirememiştir. Altın Orda Devleti terkibindeki tüm Türki halkların Tatar adı çevresinde birleşip bir ulus olarak şekillenmesine zaman ve fırsatlar yeterli olmamıştır. Altın Orda Devleti çağı atlatamamış, Ortaçağ Devleti olarak doğmuş ve Ortaçağ devleti olarak ömrünü bitirmiştir. Bu devletin doğuşunda rol oynayan ulusal güç, git gide dinsel Ortaçağ ideolojisiyle çürümeye mahkum kalmıştır. Bu devletin tarihi de, dili de, medeniyeti de, halkı da Tatardır. Bu devlete bugünkü Kazan Tatarlarının sahip çıkması gayet doğaldır” (FAHRETDİNOV 1993b, s: 16)
Altın Orda Devletinin 200 yıllık bir aradan sonra çökmesi ve çürümesi, elbette Rusların işine gelmiştir. Altın Orda’nın devamı olarak doğan Kazan Hanlığı, 100 yıllık bir aradan sonra, bir Tatarın beş Urusa karşı savaştığı eşitsiz bir güç denenmesinde-1552 yılında düşer. Ruslar, Kazan şehri sakinlerini sonuna kadar kılıçtan geçirir. Bu cani ulus, Tatarları sadece devletsiz bırakmakla yetinmez, ulusça topyekun yok etmenin tüm soykırım yollarını dener.
İşte bugünkü Tatarların, Ruslara karşı 457 yıldır süregelen bitmez tükenmez savaşı, bu yok etmeye karşı, Tatar kalma savaşıdır. Artık yaşlanmış-itibarsız Rus Emperyalizmi ömrünün son dönemini yaşamaktadır. İdil-Ural Devleti uğuruna yapılan 20.yüzyıl savaşları, 21.yüzyıla girerken, yerini kurulacak olan İdil-Ural Devleti’nin umut dolu denemelerine bırakmıştır. Bu devlet mutlaka kurulmalıdır, aksi halde Tatarları ve Başkurtları Rus Emperyalizmi yutacaktır.
Yazıma son verirken, Stalin devri kurbanı şair Segıyt Sünçeley’in (1889-1941), şu ölümsüz bir ruh ile seslenişi, aklımdan geçti:
Gökteği nurlu güneş bir ihtimal
Sönse söner, ışığı kalmaz biter,
Ama hiç sönmez bizim Tatar.
KAYNAKÇA
FAHRETDİNOV, Ravil, TATAR UGLI TATARIM, Çallı 1993a.
FAHRETDİNOV, Ravil, ZOLOTAYA ORDA İ TATARI (Altın Orda ve Tatarlar), Çallı 1993b.
GEORGEON, François, (çeviren: Alev ER), TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİN KÖKENLERİ-Yusuf Akçura-(1876-1935), Ankara 1986.
HUDYAKOV, Mixail Georgieviç, (Çevirenler: Roza-İklil KURBAN), KAZAN HANLIĞI TARİHİNE ÖZGÜ ARAŞTIRMALAR, Berlin 2008.
KURBAN, İklil, YAŞLI TARİHİN YANKISI (Bulgar-Tatar Tarihi ve Medeniyeti), İstanbul 1998.
KURBAN, İklil, GERÇEKLER VE YALANLAR (Anılar-Yansımalar: 1943-2007), Ankara 2007.
PULTAR, Gönül, Yirmi Birinci Yüzyılda İDİL-URAL, İstanbul 2008.
RORLİCH, Azade-Ayşe, VOLGA TATARLARI, İstanbul 2000.
TOGAN, Zeki Velidi, HATIRALAR, Ankara 1999.
ZEKİYEV, M.Z., TÖRKİ-TATAR ETNOGENEZI, Kazan 1998.
İklil KURBAN
Bir yanıt yazın