MEDYANIN KİR SAÇMA YÖNTEMLERİ

            Zat-ı muhteremin adı, Tanıl Bora. Ciddi gazetelerde kendisine saha açılıyor. Ülkemizin saygın kanallarından NTV’de geçen hafta bir sabah vakti, Ruşen Çakır ve Mirgün Cabas kendisini çağırmışlar, beyefendinin Ergenekon gündemi etrafında filizlenen fikirleriyle halkımızı besliyorlar. Tanıl Bey münasip bir ortam bulmuş, coştukça coşuyor: Duyduğumuz geleneksel gizli anti-Kemalist/ liberal bilgiç sataşmalar içinde bir cümle, sigortamı tam attırdı: Eskiden milliyetçilerle ulusalcılar arasında ayrımlar varmış da, artık o farklar da yok olmuş, ulusalcılar artık ırkçılık ve Türkçü aşırı milliyetçilikle, kin ortamı yaratmaktan çekinmiyorlarmış…

İnsan bu kadar desteksiz atarken biraz utanır. Kim ırkçılıkla kavga ortamı yaratmış? Vural Savaş mı? Necla Arat mı? Yekta Güngör Özden mi? Ümit Zileli mi? Ben mi? Kim? Ya da ulusalcı oyları toplayan ana partilerden hangisi bu gericiliklere tenezzül etmiş? İki tane aşırı sağcı derneğin çirkin sloganlarını, bu ülkede kendini adam yerine koyan hangi insan bu ortamda toptan “ulusalcı”lara fatura edebilir? CHP’de yalnız bir milletvekili, Gül’den söz ederken ırkçı bir cümle sarf etti diye, o partinin yöneticileri ne tepkiler verdi, bu bilinmiyor mu?

Açtım telefonu, NTV’nin en yetkili isimlerinden ve iyi niyetine güvendiğim Sn. Cem Aydın’a bunları açıkladım. Şimdi Mirgün Cabas’ın beni veya başka bir ulusal yazarı bulup, bu sorumsuz cümleleri dengeleyecek söylemi cesaretle yayınlamasını bekliyorum… Ama ben bu satırları kaleme alırken aynı programda Ruşen Çakır, yine Star Gazetesi yöneticisi Mustafa Karaalioğlu’nu konuk ediyordu! Hem de aynı doğrultuda Ergenekon yorumlarıyla. Kendisi Bora’yı bile aşabilmek için, Sivas olaylarını Ergenekon’a bağlayan imaları (!!!) orta yere koyuverdi! Daha ne denebilir ki?

Bilgi kirliliğinin yanı sıra, yaratılan korku ortamının en önemli silahı özellikle iyi niyetli ve toy gençleri kandıracak yalanları orta yere bırakıp kaçmak… Psikolojik savaşın en önemli silahlarından biri.  Formül basit: Bu bilmiş-entel havalı ağızlardan, ulusalcılığı çarpıtmak, kirletmek. Ergenekon davası çerçevesinde yandaş medyada kullanılan sahtekarca taktiklerin en önemlisi bu. Onlar “gizli antlaşmaları” gereği her köşe başını tutmuşlar, her TV’de karşınıza çıkıyorlar: Taraf yazarı bir bahtsız, Kanal D’de çıkıp İlhan Selçuk hakkında utanmadan ileri-geri konuşabiliyor!

Tabii bu beyefendilere sormak lazım “Acaba siz, ırkçılık derken, İsrail’in Gazze katliamları nedeniyle bu ülkede ve dünyada Musevilere kin kusan ve bunu kağıda ve sloganlara dökmekten çekinmeyen şeriatçıları mı kastediyorsunuz” diye? Hemen kaçacak delik arayabilirler. Çünkü onlar, malum gazete ve televizyonlarda kutsal ittifak içinde oldukları ılımlı İslamcılarla flört ederek, onları “demokratik”, ulusalcıları “ırkçı-şiddet yanlısı anti-demokratik” göstermekle görevlidirler.

O insanlarda parmak ucu kadar haysiyet olsa, Rahip Santoro ve Dink cinayetlerinin, tam tersine, yıllardır bizlerin tam karşıtımızda yer alan ve şeriatçı-faşist kozadan beslendiklerini kabul ederler. Ama ne var ki bu makalede bir kere daha deşifre ettiğimiz malum “2. Cumhuriyetçi-İslamcı” ittifakı onları köreltmiştir.  Kimi alçaklar hala bu cinayetleri ima düzeyinde bırakıyorlar ama kimi alçaklar Hrant Dink cinayetini, malum faşist dinci yapılanmalardan söküp, tılsımlı kelimeler “milliyetçilik” ve “Ergenekon” üstünden ulusalcılara ulaştırmaya gayret ediyorlar. Onlar artık birer medya maymunu olarak, yüz kızartıcı görevlerini ifa etmeye mahkum, beyin sinir uçları yakılmış, “mantık” soğancıkları tıkanmış, birer acı misyoner olarak yaşamaya mahkumdurlar!… Bir gazeteden diğerine, bir kanaldan öbürüne koşturarak bu ortamı canlı tutarlar ve “Ergenekon” öcüsü ile oluşturulan cadı avına uygun bir rüzgar estirilir. Sapkın gazetenin teki, “ETÖ” adı altında bir terör örgütünden PKK gibi söz ederken, Atatürkçüler, kimi aşırı sağcılar ve kimliği belirsiz kişilerle aynı sepette “götürülürlerken”,  tüm bu ince ayar taktiklerinin özel önemleri vardır. Bu sayede öğreniyoruz ki halkın yüzde “61.7”si Ergenekon diye bir örgütün varlığına inanmış!

Medyamızın objektifliği, oportünizmi ve oto sansürü, işte bu liberal beyin tutsaklıklarına paralel at koşturan, malum çıkar ilişkileri etrafındaki mayınlı bölgelerde yürüyüşe çıkmıştır… Bu gerekçelerin merceği altında, programa kimlerin çağırılacağı, kimlere sütun verilip verilmeyeceği şekillenir. Avrasya TV’ye yapılan çirkin baskın, soğuk bir habercilikle geçiştirilir. “Nasıl olsa bizlere kadar gelmeye cüret etmezler” diyerek,” bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” cümlesine geçerlilik kazandırılır. Hiçbir “empati” kurulmaya çalışılmadan, bu operasyon, sanki olası bir terör yuvasına yapılmış bir üslupla geçiştirilir. İşin kılıfı da “tarafsız” (yani ne kokar ne bulaşır!) haberciliktir. “Tetikçi medya” içinde, yüzü kızarmadan yeni tutuklanacak yazar jurnalciliğine soyunan zavallılar grubuna dahil olmayan medyacılar, bu pasif-utangaç-renksiz kimliklerle durumlarını idare etme yoluna gitmişlerdir. Bu arkadaşlar, sokağa hiç çıkıyorlar mı bilmiyorum, ama yankılanan sesler kulağımda çınlıyor: “Susma, sustukça, sıra sana gelecek”!

Bedri Baykam

            Zat-ı muhteremin adı, Tanıl Bora. Ciddi gazetelerde kendisine saha açılıyor. Ülkemizin saygın kanallarından NTV’de geçen hafta bir sabah vakti, Ruşen Çakır ve Mirgün Cabas kendisini çağırmışlar, beyefendinin Ergenekon gündemi etrafında filizlenen fikirleriyle halkımızı besliyorlar. Tanıl Bey münasip bir ortam bulmuş, coştukça coşuyor: Duyduğumuz geleneksel gizli anti-Kemalist/ liberal bilgiç sataşmalar içinde bir cümle, sigortamı tam attırdı: Eskiden milliyetçilerle ulusalcılar arasında ayrımlar varmış da, artık o farklar da yok olmuş, ulusalcılar artık ırkçılık ve Türkçü aşırı milliyetçilikle, kin ortamı yaratmaktan çekinmiyorlarmış… - rusen cakir

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir