Televizyonda Obama’nın iktidarı devralma şenliklerini imrenerek izliyorum. Darısı bizim başımıza! Aman ha Bedri! Dikkatli konuş! Sonra “zemin hazırlıyor bak” diye başına çorap örmeye kalkarlar ha(!) Tanrı şahit ki, bu iktidar gittiği gün yaşanacak bayram, Obama’yı bile kıskandırabilir!
Birkaç haftadır sarsılmış durumdayım. En yakın ve en eski arkadaşlarımdan biri, yalnız kendisinin bildiği sebeplerle, Paris’te yaşamına son verdi… Hem de hayatında nihai ve entelektüel dünyanın gerilimleri olmamasına karşın. İçimde açılan yaranın kapanabileceğini sanmıyorum.
Bazen insanlar intihar eder, bazen de ülkeler… İleride 1980’den günümüze yaşananlara bakan tarihçiler, bu ülkenin göz göre göre, milyonlarca insanın ikaz davulları arasında nasıl intihar ettiğini hiç anlayamayacaklar. Aynen bir tek yargı mensubuna, hangi mantıkla, demokrasiyi tek başına alt üst edip durdurma noktasına getirebilecek gücün nasıl verilebildiğini anlayamayacakları gibi!
Sevgili Hıncal Uluç da geçen hafta dayanamamış, hem de Sabah’ta içini dökmüş: Bu polisin nasıl Ordu’yu yıpratmada kullanıldığını, devlet televizyonunun nasıl o gün polisin nereleri basacağını önceden bilebildiğini, o malum kazılar yapılırken, nasıl o operasyonlarda yalnızca TRT’ye izin verildiğini ve Atatürkçülerin bu ülkede sindirilmesini hedef alan her komployu, sansürsüz kaleme almış… Hem de bu cesareti gösterme gücünün bugün olduğunu haykırarak…
Şu andan itibaren neler yazacağımı lütfen dikkatle okuyun. Bazı ezberlerinizi bozacak, ama bunları söylemeye mecburum. Unutmayın ki bu satırların yazarının yayınlanmış 21 kitabı arasında en az altısı, Atatürkçülük ve onun çizgisindek Sosyal Demokrasiyi anlatıyor; ömrümde bu konuda binlerce makale yazdım, konferans verdim. Bunları hatırlayarak okuyun.
Amerikalılar, dünyanın geri kalan kısmı gibi olmasa da, George Bush’un yarattığı kanlı senaryoyu, çirkin savaş dünyasını, kendi ülkelerinden ve pasaportlarından utanarak yaşadılar. Her ülkenin kendi gerçekleri vardır. Bush’un dünyaya kustuğu ölüm, kin ve dehşet günlerini durdurma ümidiyle, demokrat Amerikalılar, umutlarını, George Washington veya Abraham Lincoln’un anıt mezarlarına giderek ayakta tutmaya çalışmadılar. Bu dünyada, günümüz gerçekleri ile yaşadığımızı bilerek kendi durumlarına el attılar. Baş aşağı yuvarlandığını gördükleri ülkelerini tekrar gün ışığına çıkarmak için iktidar aradıklarını biliyorlardı. Bunun yolunun da yeni liderlerini yaratmaktan, ona enerji ve bağlılık aktarmaktan, onu yüceltip, onunla beraber yükselmekten geçtiğini çok iyi biliyorlardı. Onlar, bizim bir türlü erişemediğimiz parti içi demokrasi koşullarında, liderlerini seçip onunla yürüdüler ve karanlığın ardından bugünkü görkemli manzaralara ulaştılar…
Ülkemizde Atatürk’ün yeri ve önemi, başka hiçbir ülke alınmasın, hiç kimseyle kıyaslanamaz. Ne George Washington’la, ne De Gaulle’le, ne de Lenin’le! Bunun da çok karmaşık ve derin nedenlerini esas biz biliriz. Bu nedenle de dünya, ölümünden 70 sene sonra, Atatürk’ün nasıl hala bizim için en heyecan uyandıran konu ve insan olduğunu pek anlayamaz.
Ancak bir türlü göremediğimiz bir gerçekle artık yüzleşme zamanı geldi: 10 Kasımda, 29 Ekimde ve 23 Nisanda Anıtkabir’i doldurup taşıralım. Her içimizden geldiğinde de, kendimiz için veya kurumumuz için Anıtkabir’e gidelim. Ama yaşadığımız dramatik siyasi akış konusunda, Atatürk’e durumumuzu şikayet etmek için gitmeyelim! AB veya ABD ile ilişkilerimizi anlatmak ve ona bu sloganlarımızı duyurmak için gitmeyelim. Bu iktidarın hukuktan sapışı, laikliği yıpratışına karşı yapılan o görkemli Cumhuriyet Mitinglerinin ardından da Anıtkabir’ e uğramayalım: buna benzer durumlarda kaderini değiştiren ve tarih yazan dünya halkları nereye yürümüşlerse, oraya yürüyelim. Örneğin yeni liderimiz olarak görmek istediğimiz bir insanın evinin ya da partisinin önüne… Ya da birini protesto edeceğimiz bir alana… Atatürk bu Cumhuriyeti kurdu ve bizlere emanet etti. Ama bu şekilde gençliğe sorumlulukları da devretti. O gençlik, Anıtkabir’e dönüp Bursa Nutkunu, zaten kendisi yazmış olan Atasına geri okuduğu zaman, Atatürk kabrinde dört dönüp kahroluyor… Atatürkçülük bu değil. Türkiye Cumhuriyeti böyle korunmaz. Acil kararlarla, yeni liderlerle, demokratik alan sonuna kadar “terletilerek” sahada korunur, Anıtkabir’de değil.
Dünya bu formülü uyguladığı için, Lulalar’ını, Chavezler’ini, Obamalar’ını buluyor… Bizde ise köktendinciler bile, bu dünyanın insanlarına kendi geleceklerini teslim ederken, bizler “kurtuluşu” Atatürk’te arıyoruz. Hem de her birimizin O’nun düne ve bugüne ilişkin potansiyel yorumları hakkında farklı inançlara sahip olmamıza rağmen! Karşı taraf ise, enerjisini tek partiye ve canlı liderlere devrettiği için, bizi kukla yerine koyup, ülkeyi istediği gibi yönlendiriyor.
Bilmem anlatabildim mi? Anıtkabir bizim kökümüz, kalbimiz… Ama bu sevgiyi yanlış kullanmak, bugün artık Atatürk’ün Türkiyesini ölüme ya da intihara sürüklüyor!
Bedri Baykam