Türk Avrasya İş Konseyleri Başkanı Tuğrul Erkin, 1991’den beri Ermenistan’la iş konseyi kurulması için, her yolu denediklerini ancak sonuca bir türlü ulaşamadıklarını söylüyor.
Tuğrul Erkin’e göre her defasında bu çabaları diaspora tarafından engelleniyor. İlişkilerin gerilmesi, çıkmaza girmesi, ne Türkiye’deki ne de Ermenistan’daki Ermeniler yüzünden!
DEİK’in (Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu) kuruluşundan bu yana üyesi olan ve Türk Avrasya İş Konseyleri’nin ikinci dönemdir başkanlık koltuğunda oturan Tuğrul Erkin, belki de Türk işadamları içinde, Ermenistan’la ticari ilişkilerin geliştirilmesi, dostluğun pekiştirilmesi için en çok çalışan isimler arasında ilk sırada yer alıyor. Özellikle o bölgedeki Ukrayna, Azerbaycan ve Gürcistan gibi pek çok ülkenin iş konseyi başkanlığını yürüten Erkin, halen Gürcistan İş Konseyi’nin başkanı. Erkin, son günlerde olur olmaz herkesin Ermenistan meselesi ve sözde Ermeni soykırımı iddiası hakkında konuşmasını eleştiriyor ve pek çoklarının hiç kitap okumadığını ekliyor. On yıl önce basılmış kitapları yeni bulmuş gibi heyecanla anlatmalarına inanamıyor. Türkiye-Ermenistan İş Konseyi kurulması için uzun yıllar mücadele eden ve her ne kadar “Biz amatörce bu işi yapmaya çalıştık” dese de en çok uğraş veren isimlerden biri. Tuğrul Erkin, “Ermenilerden Özür Diliyorum” kampanyasıyla alevlenen Ermeni meselesi konusunda iş hayatında bugüne kadar yaşananların kısa bir özetini İş’te Hayat’a yaptı…
* Ermenistan İş Konseyi niye kurulamıyor?
Çok çabaladık ama hep olurken olmadı. 1991’de Rusya’da Gorbaçov, “Sovyetler Birliği bitti” dedikten sonra o bölgede 15-16 ülke bağımsızlığını ilan etti. Bunlardan biri Ermenistan’dı. Türkiye bu ülkeleri zaten arka arkaya tanıdı, Türkiye tanıdıkça biz de oralarda iş konseyi kurmaya başladık. Çok iyi hatırlıyorum. Tarabya Oteli’nde büyük bir toplantı yaptık. O ülkelerden insanlar geldi. Hatta iki Ermeni de vardı. Biz ciddi bir şekilde Ermenilerle iş konseyi kurmak için konuştuk. Ama işte Ermenistan Anayasası’nda Türkiye’nin bazı illerinin Ermenistan’a dahil edilmesi gibi bizim toprak bütünlüğümüze kasteden maddeler var. O yüzden de zaten Türkiye bütün diğer ülkeleri tanırken, Ermenistan’ı tanımadı. Ermenistan’ın hiçbir şekilde soykırımdan vazgeçmeyeceği de aşikârdı. Bir dönem karşı tarafta daha mülayim bir cumhurbaşkanı vardı. Müzakere edilir bulmuştu. Ama işte siyasi bütün ilişkiler dondurulunca biz de konsey kurma fikrimizden vazgeçtik.
* Ama sonra siz pek çok kez denemelerde bulunduğunuzu söylediniz…
Zaman zaman Türkiye’den ya da Ermenistan’dan bu konunun çözümünü isteyen başvurular oldu. Hatta Ermeni tarafı siyasi taraftaki olumsuzluğu daima unutarak hep ticari ilişkide bulunmak istedi. Ben hep diasporanın bu ilişkinin kurulmasına engel olduğunu düşünüyorum. Bir şeyi unutmamak lazım tabii. Milli gelirlerinin en önemli bölümü diasporanın gönderdiği paradan oluşur. Ermenistan nüfusunun büyük bir kısmı dışarıda. Çeşitli toplantılarda hava koridorunu açmak, sınır kapılarını açmak gibi konuşmalar yapıldı. Karşılıklı konuştuğun zaman uzlaşıyorsun. Ama yaptırım gücün yok. Yine de birçok toplantıda, hem diasporadan hem de Ermenistan’dan temsilciyle görüştük. Son derece kolay iletişim kurduk. Ama her defasında öyle bir an geldi ki hep “Arkadaş siz önce şu soykırımı tanıyın” dendi ve bitti toplantılar.
DİASPORANIN KİŞİSEL ÇIKARLARI
* İtiraz hep diasporadan mı geliyor?
Türkiye’deki ya da Ermenistan’daki Ermenilerden değil, dışarıda yaşayan Ermenilerden, yani diasporadan geliyor hep. Niye? Çünkü para oradan geliyor. Ben şöyle düşünüyorum. diasporayı ayakta tutan, bir arada tutan güç bu soykırım iddiası. Sanki bu iddia ortadan kalksa balon patlayacak. Tabii diasporanın temsilcileri, vakıfları bundan geçiniyor. Bundan besleniyor. Buradan gidip yeşil kart alıyorlar. First class uçuyorlar. Onların kişisel çıkarları da eklenince, toplantılardan bir sonuç alamaz olduk. Ermenistan için diaspora önemli; çünkü oradan gelen parayla geçiniyorlar. Düşünün ülkeye bir mal satmadan para geliyor. Özetle bizim toplantıları sürdürmemiz imkânsız hale gelince bu konudaki girişimlerimizi kestik.
* Türk Avrasya Konseyleri Ermenistan meselesine ne kadar girebildi?
Aslında biz çok da girmek istemedik. Ama üyelerimiz, “Soykırımı iddiaları”yla ilgili gelen sorulardan rahatsızdı ve bu konuda bir şey yapmamız isteniyordu. Ben de o yıllarda biraz da işin içine girdim. Hiç unutmuyorum bir Rus tarih profesörüyle tanıştım ve bana çok açık olarak o yıllarda neler yaşandığının Rus arşivlerinde kayıtlı olduğunu söyledi. Dedi ki o dönemin yazışmalarında, telgraflarında; Türkiye’deki Ermeniler, “Siz silahları verdiniz. Ama adamları camilere dolduruyorlar. Çoluk çocuk kesiyorlar. Tavır koymamız lazım. Yoksa büyük patlamalara neden olacak” diyorlar ve bizde bu belgeler var. Biz de Avrasya İş Konseyleri olarak Rusya’da bir Rus’un bu araştırmayı yapmasını istedik. Ama sonra bir Azeri bulduk, profesör. Arkadaşlarımız gitti, konuştu. Koruma istediğini söylediler. Biz de “Peki” dedik. Ama sonra bir istek daha geldi. Ömür boyu koruma istiyordu ve Türk devletinin kendisinin ve ailesinin yaşamasını garanti altına almasını istiyordu. Olayın derinliğini anlatmak için bunlardan söz ediyorum şimdi. Biz bunları amatörce yaptık. Bütün bilgileri de Ankara’ya ilettik. Ben her hükümete “Bana bir görev düşüyor mu” diye sormuşumdur. Sonra tabii benim de konsantrasyonum dağıldı. Dışarıdan okumaya başladım.
* Ermenistan’ın içinde olma ihtimali olan büyük proje ne olabilir?
Mesela İpek Yolu. Tren yolu geçebilir de geçmeyebilir de. Yani çok önemli projeler var, ama Ermenistan hep izole.
Bir Azeri’nin Ermeni’ye duyduğu nefreti Kars’ta bizzat yaşadık
* Niye Ermenistan’la ilişki kurulacak diye Türkiye, Azerbaycan’ın önemini göz ardı etmesin diyorsunuz?
Çünkü Azerbaycan’ın Ermenistan’la çok büyük ihtilafları var. Ermenilerin yaptığı daha yeni büyük katliam var. Azeri’nin Ermeni’ye duyduğu nefret inanılmaz. Kars’ta bir konferansta gözümün önünde üstelik de profesör seviyesindeki Azerileri, Ermenilere saldırmamasınlar diye zor tuttuk. Yani bu denklem içinde bakmak lazım olaylara. Azerbaycan petrol ülkesi. Bizim ticaretimiz çok iyi. Hayati projelerimiz var. Asrın en büyük projesi denilen Bakü-Tiflis-Ceyhan projesi, arkasından Kars-Erzurum doğalgaz hattı, şimdi Kars demiryolu hattı, ki Çin’e kadar gidecek. Çin’den aynı tren Londra’ya kadar gidecek. Ermenistan’ın direnci bu projelerin dışında kalmasına yol açtı.
* Sırf Ermenistan’ı kazanmak için Azerbaycan’ı kaybetmek hata mı olur diyorsunuz?
Hata olur. Kaybetmeye zaten Türkiye cesaret de edemez. Azerbaycan hep “Bir millet iki devlet” mesajı veriyor. Kültürel olarak büyük bir yakınlık var.
Ekonomide patlama lehimize olur sandık
* Ermeni İş Konseyi kurulsun diye müthiş bir çaba harcamışsınız, umudunuz var mı hâlâ?
Hep şöyle bir umudumuz vardı. Ekonomik ilişkilerde patlama olursa siyasi ilişkilerdeki talepleri de azalır. “Siyasi ihtilaf oldukça sağlıklı bir ilişki kurmak mümkün değildir” görüşü var tabii. Ki nitekim Yunanistan’la siyasi sorunlar çözüldükten sonra 100 milyon dolar civarındaki ticaret hacmi 2.5 milyon dolara çıkıverdi.
Özür dileme konusunda sizin fikriniz nedir?
Cumhurbaşkanının kurduğu diyaloğu şans diye düşünmüştüm. Mesela Karadeniz Ekonomik İşbirliği’nde dönem başkanlığının onlarda olması da önemli. Ama bu özür dileme kampanyasının yanlış olduğunu düşündüm. Toplumda direnme duygusunu uyandırdı. Bakın işte toplu mezarlar tekrar ortaya çıktı, öldürülen Türk çocukları da… Şimdi tabii tarih hatırlatıldı ama tarih saplantısı olanları tatmin etmiyor. Bir sürü kitap var.
Şu anda Ermenistan’la olan ticari ilişki ne durumda?
Hiç yok. Mallarımız korsan olarak Gürcistan’dan ülkeye giriyor diye biliyoruz.
* İhtilaflar çözülürse ticaret ne olur?
Gürcistan’dan örnek vereyim. Mukayese edilmez ama. Gürcistan’la ticaretimiz 200 milyon dolardı. Son yıl 1.2 milyar dolara çıktı. Türkiye için çok önemli bir rakam olmayabilir ama Gürcistan’ın dış ticaretinde bir numarayız. Onun paralelinde ilişkiler son derece iyi yürüyor. Siyasi platform yaratmak lazım diye düşünüyorum ama bir yandan da onları en iyi anlayanlardan birinin kafasından aşağıya şarap döktüklerini biliyorum.
* Karadeniz Ekonomik İşbirliği’nde Ermenilerin de olması bir umut olmuş muydu?
Oldu tabii. Birliği biz kurduk. Şu anda başkan da Ermeni. Yine on yıl kadar önce de Ermenistan’a gelmişti başkanlık. O zamanki başkan Türkiye’ye geldiğinde, Nihat Gökyiğit’le birlikte yemeğe götürdük. Hatta müthiş samimi bir ortam oldu; rakılar içildi, anılar anlatıldı. Ama işte orada da gördük. Diasporaya rağmen onun da bir şey yapması mümkün değil. Sıcak bir sohbet varken, her şey güzelken, tam “İşi hadi artık başlatalım” noktasına getirmişken, diasporadan biri masaya elini vurdu ve “Siz bu soykırımı yapmadınız mı yani” dedi. O dakikadan itibaren sert bir rüzgâr esti. Nihat Bey buz gibi oldu. Biz de masadan kalktık.
* Gelelim milletvekili Canan Arıtman’a…
Yaptığı çok yanlış. Kafatasçılığın yeri de orası değil. Cumhurbaşkanı’nın annesiyle uğraşmak, bizim tezlerimizi de inkâr eden bir durum. Biz ne diyoruz. Hatta ben size şöyle söyleyeyim. Kesin olarak, ben hiç Ermeni öldürmedim. İkinci kesin bir şey daha söyleyeyim. Benim babam da hiç öldürmedi. Üçüncü kesin bir şey daha söyleyeyim. Benim dedem de öldürmedi. Ondan öncekileri ise bilmiyorum. Beni de bağlamaz. Şimdi şu muhakemenin dışında kalkıp birinci nesilden annesi Ermeni diyorsun!
…………
|
|
|
|
ÖZÜR MÖZÜR DERKEN (AHMET ÇAVUŞOĞLU)
|
29 Aralık 2008, Kaynak : Güneş |
|
Benim çocukluğumda, gençliğimde insanlar, umumiyetle birbirlerinin ne dediklerini anlarlardı.
Şimdi ise mesela ben, konuşulanların yazılanların büyük bir kısmını anlayamıyorum.
Bunun başlıca sebebi uyduruk kelimelerin, tabirlerin kullanılması. Bir başka sebebi de insanların kafasında mefhumların (efendim mefhum arapça imiş onun için türkçe! konsept diyorlar) karışık olması.
Bu özür hikayesi de öyle.
Şimdi beni dinleyin; “Özrü kabahatinden büyük’ , ‘Belediye özürlülere yeni kolaylıklar sağlıyor’ gibi cümleleri bir düşünün hele. Sonra da özür kelimesinin lügat manalarına bir göz atın:
Bahane, sebep.
Mani, engel. Kusur, nakise, sakatlık.
Fevz. Zafer.
Bir kusurun afvı için gösterilen sebep.
Bir adamın kusur ve kabahatinin çok olması.
Demek ki Ermeniler’den özür dileyenler meramlarını tam olarak arz edemiyorlar.
Onlar hislerini ifade edebilmek için şöyle demeliydiler;
‘1915’te Osmanlı Ermenileri’nin maruz kaldığı büyük felakete duyarsız kalınmasını, bunun inkar edilmesini vicdanım kabul etmiyor. Bu adaletsizliği reddediyor, kendi payıma duygu ve acılarını paylaşıyor, onlardan af diliyorum.’
Bu özür bir defasında benim de başıma bela açmıştı.
Avustralya’dayım, arada sırada Tercüman Gazetesi’ne haber yolluyorum. Çanakkale harbinin 75. Senei devriyesinde bir sürü Avustralyalı Türkiyeyi ziyarete hazırlanıyor. Bunların arasında harpe fiilen katılmış bir kaç yaşlı Anzak askeri de var. Bunlardan biri elindeki bir demir parçasını göstererek resim çektirmiş ve şöyle diyor ‘Ben bu tokayı ölmüş bir Türk askerinin kemerinden almıştım. Şimdi Türkiye’ye geri götürüyorum. Rastladığım ilk Türk subayına tokayı iade edip ‘Mütessirim, bu harp hiç olmamalıydı’ diyeceğim.’
Tabii mütessirim benim tercümem. Adam aslında ‘I am sorry..’ demişti. Benim kafama göre sorry’nin en yakın tercüme mütessir olmak.
Ertesi gün Tercüman çıkınca kızılca kıyamet koptu, çünkü gazetede benim yazının manşeti ‘Anzaklar özür dilemeye geliyorlar’ olmuştu. Her halde elemanın biri mütessiri çok Osmanlıca bulmuş ve I am sorry’i özür ile değiştirmişti.
Bu haberi okuyan Avustralyalılar ‘Biz yanlış bir şey yapmadık ki özür dileyelim” diye ayaklanmışlardı.
Halbuki benim kelimelerimi kullanmış olsalardı bir problem çıkmayacaktı.
Şimdi gelelim ermeni meselesine. Ben şlahsen ne özür ne de af diliyorum ama o senelerde ölen ve öldürülen herkes için çok üzülüyorum.
Bu nüansı kızıma şöyle anlattım ‘Zümrütüm, şayet ileriki sokakta bir doğal gaz patlaması olsa ve insanlar ölse. Ben şöyle derim ‘Bu hadiseden dolayı çok ama çok üzgünüm’ Ama tutup da ölenlerin ailelerinden özür dilemem. Çünkü bu gaz patlamasında benim bir suçum kabahatim yok’
Aslında biraz düşünülüp konuşulursa Türkçe dünyanın en güzel lisanıdır ve maalesef Osmanlıca kompleksi, bu canım lisanı perişan etmiştir.
………….
|
ÇEKİLEN ACILARI TARİHE BIRAKALIM
|
30 Aralık 2008, Kaynak : Hürriyet |
|
Türkiye Ermenileri Patrikliği Basın Sözcülüğü, son günlerin en önemli tartışma kaynaklarından birini oluşturan ’özür kampanyası’ ile ilgili yazılı bir açıklama yaparak, “İki millet arasında yaşanmış ortak olumlu yönlerin ortaya çıkarılmasının daha etkili olacağını” vurguladı. Açıklamada, “Karşılıklı çekilen acıları tarihe mal edip sağlam adımlarla geleceğe doğru yürümenin daha doğru olacağı kanaatindeyiz” denildi.
TÜRKİYE Ermenileri Patrikliği Basın Sözcülüğü, son günlerde geniş tartışmalara sebep olan 1915 Ermeni tehciri sırasında yaşanan büyük trajedi dolayısıyla özür dileme kampanyası ile ilgili olarak bir açıklama yaptı. Açıklamada, Birinci Dünya Savaşı’nın insanlara büyük acılar verdiği, ocakları söndürdüğü ve gözyaşları döktürdüğü hatırlatılarak, “Bu acılar geride kaldı. Savaş küllerinden Türkiye Cumhuriyeti doğdu. Bugün Türkiye Cumhuriyeti, Ermenistan Cumhuriyeti ile komşu. İki ülke insanları aynı coğrafyayı paylaşmakta. Bu coğrafya değiştirilemez. Fakat bu coğrafya, karşılıklı iyi ilişkilerin kurulmasıyla, insanların birbirini tanımasıyla bir sevgi denizine dönüştürülebilir” denildi.
Bildiride daha sonra, Türkiye Cumhuriyeti’nin Ermeni vatandaşlarının, iki ülke arasında iyi komşuluk ilişkileri arzu ettikleri vurgulanarak, tarihi tarihe bırakmak gerektiği hatırlatıldı: “Türkiye ve Ermenistan Cumhuriyetleri arasında iyi komşuluk ilişkilerinin kurulması için karşılıklı görüşmelerin ve temasların yapıldığı bu günlerde, iki millet arasında yaşanmış ortak olumlu yönlerin ortaya çıkarılması ve bu olumlulukların karşılıklı paylaşılmasının iyi ilişkiler kurulmasında daha etkili olacağını düşünüyoruz. Karşılıklı güzelliklerin paylaşımının tarafların hassasiyetlerini zedelemeyeceğine inanıyoruz. Karşılıklı çekilen acıları tarihe mal edip sağlam adımlarla mutlu bir geleceğe doğru yürümenin daha doğru olacağı kanaatindeyiz.”
|
|
İMZA ATANLARIN ÇOĞU SOYKIRIMA İNANMIYOR
|
30 Aralık 2008, Kaynak : Hürriyet |
|
GOMİDAS Enstitüsü Genel Direktörü tarihçi Ara Sarafian, “Özür diliyorum” kampanyasını değerlendirdi. Kampanyanın, Türkiye’deki gelişen demokratik sürecin bir yansıması olduğunu belirten Sarafian şunları söyledi: “Söylediklerine katılmanız veya katılmamanız önemli değil. Önemli olan bunun birçok Türk’ün nasıl hissettiğini göstermesi. Onlar bir kamu açıklaması yapıyorlar, çünkü böyle bir açıklamaya gereksinim olduğunu düşünüyorlar. İmza atanların birçoğu Ermeni soykırımı tezine katılmıyor bile. Ama bu onların 1915’in temsil ettiği acı, kayıp ve ıstıraba kayıtsız oldukları anlamına gelmiyor. Onların 1915’e yaklaşımı anlamlı bir diyaloğu olası kılıyor. Çünkü onlar merhametliler, vicdan ve gerçeğin peşindeler.”
ERMENİ CEMAATİNDE PATRİKLİK KAVGASI
|
30 Aralık 2008, Kaynak : Hürriyet |
|
TÜRKİYE Ermenileri Patrikliği Ruhani Meclisi’nin, bir süredir ciddi sağlık sorunlarıyla boğuşan Patrik Mesrob II’yi, oy birliği ile “ömür boyu patrik” ilan etmesi, cemaatin bir bölümünde rahatsızlık yarattı.
Agos Gazetesi, “Patriksiz Patrikhane’ye hayır” diyerek tepkisini dile getirdi. Agos’taki yazıda, “Ermeni toplumunun siyasi, toplumsal, dini, kültürel sorunlarının çözümünün Patrikhane’de gerçek bir idarenin geçerli olmasına derinden bağlı olduğu bu kadar açıkken, bu iddiaya inanmak için en hafif tabirle ’saf’ olmak gerekiyor” denildi.
Agos’un bir önceki sayısında da Episkopos Maşalyan, Patriklik makamının vekáleten yürütülmesine karışı çıkarak, yeni bir patrik seçmenin zorunlu olduğunu savunmuştu.
Bu yazının ardından Türkiye Ermenileri Patrikliği Ruhani Meclisi Divanı tarafından yayımlanan duyuruda ise Mesrob II ömür boyu patrik ilan edilmişti Mesrob II, Nisan ayında troid bezi ameliyatı olmuş, ancak ameliyattan sonra başlayan ’frontal demans’ (hafıza zayıflığı) yüzünden dinlenmeye çekilmişti.
|
RESMİ BELGELERLE ERMENİ VAHŞETİ-5-
|
30 Aralık 2008, Kaynak : Yeniçağ |
|
BATI’NIN BU VAADİ ÖRGÜTLENEN ERMENİ KOMİTALARI AZDIRDI:
Kan dökmekten korkmayın Avrupa sizi himaye eder!
Ermenilerin Osmanlı’ya ihanet süreci, papazların kışkırtması ve Batı’nın desteğiyle başladı. Avrupa’nın hamiliğine güvenen Ermeni çeteler, Anadolu’nun dört bir yanında terör estirdi
Ermenileri Osmanlı Devleti’nin karşısında saf tutmaya sevkeden süreç, Batı’nın yoğun kışkırtması ve desteğiyle başladı. Ermenilere papazlar aracılığıyla Anadolu’da “Kara Haç”, “Armenakan” ve “Vatan Koruyucuları”, Cenevre’de; “Hınçak”, Tiflis’te; “Taşnak” komitaları kurduruldu. Bu komitalara hedef olarak Doğu Anadolu toprakları, amaç olarak ise Osmanlı Ermenileri’nin birliği gösterildi. Bu amaçla kışkırtılan Ermeniler, Erzurum isyanı, Kumkapı gösterisi, Kayseri, Yozgat, Çorum ve Merzifon olayları, Sason isyanı, Bab-ı Ali gösterisi, Zeytun ve Van isyanı, Osmanlı Bankası’nın işgali olaylarında başrol oynadı.
Efendilerini hep sattılar
Doç. Dr. Ertuğrul Kürkçüoğlu Osmanlı Ermenilerinin ihanetinin, Rusya, İngiltere, Fransa, Almanya ve Yunanistan tarafından desteklendiğini belgeleriyle ortaya koydu. Kürkçüoğlu’nun çalışmasında yer alan bazı anekdotlar, Osmanlı’nın kuşatılmışlığını gözler önüne sermesi açısından oldukça çarpıcı: “Ruslar’ın ünlü tarihçilerinden Kavkaz adlı eserin yazarı Vasili Lvoviç Veliçko, tarihi Ermeni siyasetini, ”Ermeniler tarih boyunca devamlı surette efendilerini değiştirmişlerdir. Roma, Bizans, İran, Rus, İngiliz, Fransız, Alman, Türk. Tarih sahnesinde yeni yeni efendi çıktığında, Ermeniler eski efendilerini sistemli olarak satmışlardır“ sözleriyle özetler.
Fransız tarihçisi Jean Laurent’in Ermeni Taşnak, Hınçak, Ramgavar örgütleri için söylediği şu cümleler gerçekten çok anlamlıdır: ”Ermeni çeteleri, kendilerine bol para veren ve servet sağlayan devletin hizmetine girerlerdi. Bu devlet, onların istedikleri gibi soygun yapmaları ve katliam girişimlerine izin verdiği sürece sadakatlerine güvenebilirdi.”
Kullananları ele verdi
1893-1896 yıllarında Doğu Anadolu’da cereyan eden Ermeni terörü günlerinde, Van ve Bitlis’te Rus Konsolosluğu yapan General Mayevski hazırladığı raporunda Ermenileri yoldan çıkaranları ve kullananları şöyle ele veriyordu: “Türkiye Ermenilerin, Türklerin zulüm ve katliamına maruz bulunduklarını Avrupa’ya göstermek icap ediyordu. Program şu şekildeydi: ancak kan dökmek lazımdır ki, Ermeniler serbestisi kazansın. Kan dökünüz! Avrupa sizi himaye eder.” Mayevski, “Bitlis ve Van Vilayetleri İstatistiği” adını taşıyan raporda da, katliamları şöyle ifade ediyor:
Hep yabancılar kışkırttı
“Ermeniler tarafından yapılan katliamların sorumlusu, önce ithal komiteleri ile birlikte hareket eden Ermeni İhtilalcileri, sonra bunları koruyan ve teşvik eden bazı yabancı hükümetlerdir. Türkiye’de komitacıların girmediği yerlerde yaşayan Ermezilerin, Türklerle bir sorunu yoktu. Türk zulmü bir gerçek olmayıp, isteyerek uydurulmuş siyasi bir hikayedir. Gerçeği olduğu gibi söylemek icap ediyorsa, doğuda katliam yapanlar Müslümanlar değil Ermenilerdir. Sonra yaptıkları bu zulmü, himayesiz Müslümanlara yüklemişlerdir.”
Ermeniler masum birer kuzu değil
İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon, 11 Mart 1920’de Lordlar Kamarası’nda şunları söylüyordu: “Ermeniler bazı kişi ve çevrelerin kabul ettikleri ve etmeye hazır oldukları gibi masum birer kuzu değillerdir ve şu anda elimde Ermenilerce Türklere karşı girişilen kanlı olayları belgeleyen dokümanlar bulunmaktadır.”
Ruslara paha biçilmez hizmet sundular
Prof. Dr. Hikmet Özdemir, Ermeni diasporası ve Ermenistan’ın bir tür “seçilmiş travma” olarak ilan ettikleri 24 Nisan 1915 tarihinde yaşananları belgeleriyle ortaya koyarken, şu ifadeleri kullanıyor: “1915 Krizi’ni yaratmak için kullanılan araçlardan iki tanesi, Kafkas Cephesi’ndeki “Ermeni Gönüllü Alayları” ve farklı Anadolu vilayetlerinde Taşnak ve Hınçak Komitelerine bağlı olarak kendilerine verilen askeri görevleri yapan Ermeni Fedailer adlı silahlı gruplardır.”
Prof. Dr. Hikmet Özdemir’in, Genelkurmay Başkanlığı Stratejik Araştırma ve Etüt Merkezi (SAREM) tarafından kitaplaştırılan “1915 Tartışılırken Gözden Kaçırılanlar” isimli çalışmasında, I. Dünya Savaşı sürerken, Kafkasya cephesinde askeri faaliyetlerini devam ettiren Ermeni komitelerinin ihaneti anlatıldı. Bu çalışmadaki belgeler, Osmanlı ve Cumhuriyet arşivlerinden değil, doğrudan Rus ve Ermeni kaynaklarından elde edildi.
1916’da Erzurum’un Ruslar tarafından işgal edilmesinden sonra, Fransa’da Echo de Paris’te yayınlanan bir yazıda. Ermeni ihaneti apaçık gözler önüne seriliyordu: “Türklerin güçlü kalesi Erzurum’da yapılan şiddetli çarpışmalarda cesur Rus Kazak Birliklerinin yanında Ermeni Gönüllü Birlikleri de çarpıştılar. Bölgeyi çok iyi bilen Ermeni Gönüllü Birlikler Rus ordusuna paha biçilmez bir
hizmet sundular.”
Çetelerin hamileri müttefik güçler
Türklerle Ermeniler arasında derin ihtilafın kaynağı olan 1915 krizinin yaratılmasında kullanılan üç araç vardı. Bunlardan biri Ermeni gönüllü birlikler, diğeri Ermeni fedailerin organizasyonu, üçüncüsü ise savaşın doğal bir sonucu olarak değerlendirilen deniz ablukaları ile bombardımanlardı. Bu araçlardan ilk ikisi bilinçli olarak Ermeni komitaları ve onlarla iş birliği yapan müttefikler tarafından planlanmış ve savaş alanına sürülmüştü. 1915 ilkbaharında Müttefik kuvvetlerin Çanakkale Boğazı’na saldırıları ve Doğu Anadolu’ya yönelik Rus ordularının kara harekâtı sürerken, İmparatorluğun kıyı bölgeleri müttefik savaş gemilerinin bombardımanı altındaydı. 24 Nisan 1915 günü İstanbul’daki hükümet, Osmanlı Ermeni komita liderlerini ’düşman orduları lehinde askeri faaliyetlerde bulundukları’gerekçesiyle tutuklamaya başladı. Ermenilerin “seçilmiş travma” olarak seçtikleri 24 Nisan gününde yapılan uygulamanın nedenlerini Osmanlı’nın değil bizzat Fransa’nın arşivlerinden öğrenmek bu konudaki şüpheleri dağıtacaktır.
Komitaların nasıl örgütlendiğini yazdı
Savaş sırasında Doğu Anadolu’da, Ermeni Taşnak ve Hınçak komitaları tarafından Osmanlı ordusuna ve bölgedeki sivil Müslüman ahaliye yönelik askeri faaliyetin en güvenilir anlatıcısı, bir Rus Komutan’dı. Ermeni asıllı Rus General Gavril Korganoff, “La participation des Armeniens a la guerre Mondiale sur le front du Caucase, 1914-1918” (Paris, 1927) adlı kitabında; Ermeni komitaları ve Rusya Genelkurmay Başkanlığı tarafından nasıl Ermeni gönüllü birlikler örgütlediğini ve bunların Türklere karşı nasıl savaştıklarını el ile çizilmiş 30 cephe planıyla birlikte açıklıyordu.
Osmanlı Hükümeti’nin tehcir kararından 90 gün önce 7 Şubat 1915 tarihinde ise, 1185 no’lu telgrafta, Rusya Dışişleri Bakanı’na Kafkasya Valisi Varontsov-Daşkov tarafından şu mesaj gönderiliyordu: “Şu sırada, Zeytun Ermenileri temsilcisi karargâha geldi. Temsilci, yaklaşık 15 bin Ermeni’nin, Türk ulaşım hatlarına saldırmaya hazır olduğunu, fakat silah ve mermilerinin bulunmadığını ifade etmektedir.”
|
RESMİ BELGELERLE ERMENİ VAHŞETİ-6-
|
31 Aralık 2008, Kaynak : Yeniçağ |
|
Ermeni mebus, Rus birliğine iltihak ediyordu!
Osmanlı döneminde 2 dönem milletvekili seçilen Karekin Pastırmacıyan, çetelerle birlikte Rus birliklerine katılıyor ve Ermeni milis alaylarını yönetiyordu
Resmi belgeler, Osmanlı döneminde mebusluk yapan Ermenilerin bile ihanetlerini gözler önüne seriyordu. İşte bu isimlerden biri Arman Garo lakaplı Karekin Pastırmacıyan isimli Ermeniydi. Taşnak liderlerinden olan Pastırmacıyan, 1908 ve 1912 yıllarında yapılan Osmanlı Parlamentosu seçimlerinde Erzurum’dan mebus seçilmişti. 1896’da Osmanlı Bankası’nın işgalini yöneten isim olan Pastırmacıyan, daha sonra, Ermeni ihaneti tablosuna uygun bir profil çizmişti. Bu hain, Osmanlı’ya karşı savaşan Ruslara itlihak etmişti. I. Dünya Savaşı’nda, Osmanlı’ya karşı Rus ordusunun yanında yer alan Ermeni gönüllü alaylarını örgütlemiş ve yönetmiştir. Rus işgalinden sonra Van’da oluşturulan Ermeni yönetiminin başına yine bu isim getirilmişti.
Çoğunluğu Anadolu’dan
Rus Kafkas Ordusu tarafından 1915’te hazırlanan bir raporda ise Ermeni gönüllü birlikler hakkında istatistikler vardı. Bu belgeye göre 6 adet gönüllü birlik oluşturulmuştu. Bulgaristan, Romanya, Mısır ve ABD’den gelen Ermeni gönüllüler de çoğunluğunu Osmanlı Ermenilerinin oluşturduğu bu birliklere katılmıştı. Birinci Ermeni gönüllü birliğinin komutanı Andranik, Rus General Nazarbekov ile görüşmesinde, kendi birliğindeki hainlerin çoğunun Türkiye’den ve Muş vilayetinden geldiklerini söyleyerek, bunların büyük bölümünü Osmanlı Ermenilerinin oluşturduğunu teyit etmişti.
Hain Pastırmacıyan için papazlar tören düzenledi
Osmanlı meclisinde eski Erzurum mebusu olan Karekin Pastırmacıyan, ’Tero’ve ’Haço’çeteleriyle
birlikte Kafkaslardaki Rus ordusuna katılmak için ayrılmadan önce dini tören düzenlenmişti.
Çocukların üzerine gaz döküp ateşe verdiler
Ermeni isyan ve katliamları sırasında katledilen Türklerin sayısı resmi belgelere göre 517 bin 955’di. Ancak olay tarihi ve yeri belli olup sayı tespiti yapılamayanlarla birlikte bu rakam 2 milyona ulaşıyordu. 1915-1919 yılları arasında Rus Ordusu ile ittifak yapan Taşnak, Hınçak ve Ramgavar Ermeni çeteleri Doğu Anadolu Bölgesinde; Alaca, Cinis, Ilıca, Erzurum, Yanıkdere, Karskapı, Ezirmikli Osman Ağa ve Mürsel Paşa konakları, Yeşilyayla, Hasankale, Tımar, Horasan, Kars-Subatan, Van-Zeve, Ağrı, Bitlis, Iğdır-Oba ve Hakmehmet, Nahcivan, Zengezur ve Azerbaycan’da tam bir Türk Soykırımı gerçekleştirdi. Ermeniler, yıllardır bir arada yaşadıkları Osmanlı İmparatorluğu’nun askerlerine karşı her cephede savaş veriyorlar, halkın evlerini basıp yağmalıyorlar, çocukları ve kadınları vahşice katlediyorlardı.
Çeteler terör estirdi
Osmanlı ordusunda askere kayıt olan Ermeniler, ordunun silahlarını ve cephanelerini alıp köylerine geri dönüyor, köylerde terör estiriyorlardı. Ruslar 19 Ocak 1915 tarihinden itibaren cepheden çekilmeye başlamışlardı. Büyük bir taarruz için harekat planlıyorlardı. Ancak Rus ordusu çekilirken Rus Kozakları ve Ermeni gönüllüleri tarafından oluşturulan birlikler, özellikle Murat Vadisi’nde yağma ve katliam yapmaya devam ediyordu.
Diri diri yaktılar
Dönemin bugün yaşamayan tanıkları, yağmacı Ermeni çetelerinin arasındaki yüzleri tanıyorlardı. Bu vahşi katiller, kısa süre önce aynı köyü paylaştıkları, aynı tarlalarda yan yana çalıştıkları komşuları olamazdı. Yaşanan hayal kırıklığı, yavaş yavaş öfkeye dönüşüyor ancak elden hiçbir şey gelmiyordu. Müslüman Türklerin köylerinde neredeyse hiç erkek kalmamıştı. Ermeniler yine Ocak ayında Beyazıt’a saldırdı. O sırada Mahkeme Katibi Ali Şefik Efendi, dört saat uzaklıktaki Berekat-ı Ulya köyüne kaçıp sığındı. Ancak işgalciler çok geçmeden buraya doğru ilerlemeye başladı. İki bin kişilik bir müfrezenin, önlerine çıkan tüm köyleri yakıp yıkarak ilerlediği duyuldu. Şefik Efendi, olayları şöyle anlatacaktı:
Feci manzara
“Rus ve Ermenilerden oluşan bir müfreze yakaladıkları kadın ve çocukları toplayarak bize doğru ilerliyordu. 3 yaşından 10 yaşına kadar olan küçük çocukları bile, kolları bağlı olarak yanlarında gezdire gezdire gelmekteydiler. Can korkusuyla köyden kaçtım, yakındaki bir mağaraya gizlendim. Köyde kalan Müslümanların feci şekilde katledilişini uzaktan izleyebiliyordum. Köyün önünde büyük bir ot yığını vardı. Acımasız katiller, yanlarında yetmiş kadar çocuğu da sürükleyip getirmişlerdi. Ellerinden ve kollarından birbirine bağlı bu günahsız çocukları ot yığınının üzerine oturttular, gazyağı serptikten sonra ateşe verdiler.” İşgalin olduğu gün, Beyazıt Kasabası’nda yaşayan 15 bin Müslüman Türk’ün 14 bini katledildi. Kalan bin kişiden beş yüzü ise esir olarak götürüldü ve kendilerinden haber alınamadı.
Gözü dönmüş Ermeni canilerin, tam bir soykırım gerçekleştirdi. Hainler, hamile kadınlara ve çocuklara bile acımadı. Hunharca katletti.
Vahşetin tanıkları anlatıyor
1915 yılının Ocak ayında Eleşkirt’in Arapkömü (Öztoprak) Köyü ile Kozaklar’da gerçekleştirilen katliam devlet arşivlerine “tanık” ifadeleriyle birlikte geçiyordu. Ortanil Köyü’nde oturan Süleyman oğlu Rıza’nın 3 Haziran 1916 tarihli ifadesinde olaylar şöyle anlatılıyordu: “Ermeniler, 23 genç kızı esir aldı. Bunlar arasında kız kardeşim de vardı. Ama beni en çok gözümün önünde Hazalo adındaki hamile kadına yapılan olay üzdü. Bir Kozak ile üç Ermeni, köyün kadınlarını meydana topluyorlardı. Bu arada Ermenilerden biri hamile kadına saldırdı. Kadının kamayla karnını yaran adam, köylülerin gözü önünde götürüp bir ağaç dalına astı.”
Diri diri derisini yüzdüler
Muradiye Muhtarı Derviş Ağa’nın devlet kayıtlarına geçen ifadesindeki şu sözler dehşet vericiydi: Kadınlara dile getirmeye utandığım kötülükler yaptılar. Yunus isimli bir ihtiyarı ve hanımını parçalamışlar, edep yerlerini kesmişlerdi. Anlatmaya utanıyorum. Kasabamızdan Taho’nun sağ iken derisini yüzüp tulum çıkardılar. Kaymakam Mehmet Bey’in kızı Fatma Hanım’ın butlarını yardılar, cep yaptılar. İçiine pislik doldurdular.
|
|
ONNİK İLE BİRLİKTEYKEN… (ERDAL ATABEK)
|
30 Aralık 2008, Kaynak : Cumhuriyet |
|
Onnik asistan doktorluk günlerimizin arkadaşıydı.
Çok çalışkan, dikkatli, zeki bir tıp doktoruydu.
Hepimiz iyi asistanlardık.
Ortak bir tutkumuz da satrançtı.
Beyoğlu Belediye Hastanesi’nin yüksek pencereli odalarında 64 kareli satranç tahtası pek çok oyunumuzun tanığıdır (1957-58 yılları olmalı).
Dr. Turan da (İrde) satranç meraklısıydı, Capablanca hayranı. Lasker’i de severdi.
Sonra hepimiz uzman doktorlar olduk.
Onnik’in bir Ermeni hastanesine başhekim olduğunu duydum. Çok memnun oldum. Hakkıdır diye düşündüm.
Onun Ermeniliği, filancanın Kürtlüğü, bunun Yahudiliği ne aklımıza gelirdi, ne ayrımcılığa yol açardı. Böyle gördük, böyle büyüdük, böyle yaşadık.
Şimdi 1915 yılında yaşanmış Ermeni göçünün yol açtığı acılar üzerimize şimşekler yağmasına yol açıyor. İçimizden, kimilerini çok iyi tanıdığımız, okuduğumuz, sevdiğimiz kişiler ‘Ermenilerden Özür Dileme’ kampanyası açıyor. Yaşanan ‘büyük felaket’ için acı çektiklerini belirtiyorlar.
Şimdi. Aradan neredeyse yüz yıl geçtikten sonra. Olabilir. Ama neden şimdi?
Şimdi, Türkiye’nin Kürt vatandaşlarını fark etmesi isteniyor. Dillerini, kültürlerini, şarkılarını. Yavaş yavaş illerini, bölgelerini, özerkliklerini. Belki ilerde Kürdistan’ı.
Türkiye yavaş yavaş Ermeni soykırımıyla, Kürt sorununun çözümüyle kuşatılıyor.
Dikkat etmemek artık olanaksız.
Bütün bu sorunlar dünyadaki ülkeler tarafından ele alınıyor, çözmesi için Türkiye’ye koşullar dayatılıyor.
Bir benzeri de Kıbrıs Rum Yönetimi ile yaşanıyor. Yunanistan da bu sorunun tarafı. Kıbrıs’tan çıkmamız isteniyor. Sanki isteyerek girmişiz gibi işgalci ilan ediliyoruz.
Ermeniler, Kürtler, Rumlar, arkası da gelebilir.
Sanki 1914 yenilgisini yaşıyoruz, sanki Sevr görüşmeleri yürütülüyor…
Şimdi 50 yıl sonra Onnik ile düşman mı olacağız?
Hayır, hiç sanmam.
Onnik de, öteki Ermeni dostlarım gibi çok yakın insanlarım.
Kürt dostlarım da, Rum tanıdıklarım da bildiğimden başka türlü olamaz.
Ama ya araya sokulan düşmanlık kıvılcımları?
Lord Curzon’lar, Lloyd George’lar?..
Savaşın galipleri?
Onlar Atatürk’ün Cumhuriyetini unuttular mı? Unuturlar mı?
***
Onlar, İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar, şimdi de Almanlar, Avusturyalılar.
Onlar, şimdi de Amerika. Yeni emperyal Amerika.
Onlar, Türkiye Cumhuriyeti’ni unutmazlar.
Küreselleşmiş emperyalizm.
Bağımsız, laik, üniter ulus-devleti, Türkiye Cumhuriyeti’ni unutmazlar.
Bağımsızlığını ‘Sana yardım ediyoruz’ diye silip atarlar.
Laikliğini, ‘Sen ılımlı İslam ol’ diye ortadan kaldırırlar.
Üniter yapını, orada Kürtler var, burada bakalım kimler varmış diye kemirirler.
Cumhuriyetin kurucusunu gözden düşürmeye kalkışırlar.
Cumhuriyetin kuruluşunu diktatörlük diye etiketlemeye çalışırlar.
Ulusal dediğinde dar kafalılıkla, şovenizmle suçlarlar.
Sen de ‘Acaba onlar haklı da ben mi yanılıyorum’ der misin diye bakarlar.
Ben demem. Neyi beklediklerini anlayacak bilincim var da ondan demem.
***
Küresel emperyalizm karşısında gerçek direniş ‘ulusal bilinç’tir.
Ulusal bilincin yoksa uşaklığı seçersin.
Türkiye, ulusal bilinç üzerine kurulmuştur.
Bugün 85. yılımızdayız.
Türkiye’nin nasıl kuşatıldığını görmemek cehalet değildir, ihanettir.
1919’da da yaşandı, 1923’te de yaşandı, bilinen bir şey.
Benim Onnik’le aram hiç bozulmaz.
Karşılaşırsak bunları ona da anlatırım.
Zekidir. Anlar.
BABACAN: “THE APOLOGY CAMPAIGN COULD HARM TURKEY’S EU BID”
|
30 December 2008, Resource : Turkish Press |
|
Speaking about the initiative to issue an apology for World War I-era killings of Armenians at the hands of the Ottomans, Foreign Minister Ali Babacan over the weekend said that Turkey has freedom of speech and that he cannot stand against this liberty. He added, however, that the campaign, conducted in the midst of Turkey’s European Union negotiation process, could weaken Ankara’s hand and even harm the process.aa
…………
HURRIYET-30 ARALIK
OZDEMIR INCE
|
|
Ben şu işe karışmasam diyordum…
‘ŞU iş’ dediğim, yerli bildiri lobicilerinin özür dileme kampanyası… Kim bu her türlü uygunsuz düğünlere Kamber olanlar? Sözüm bu kampanyanın cazgırlarına; imzacı gafillerine bir sözüm yok!
Ermeni ve Rum lobilerinin ve benzeri lobilerin yerli tayfaları! AKP hükümetinin liberal lejyonerleri! Küresel neo-liberalizmin ortakçı ve otlakçıları! Ütopik ve seraplı ve aslında dadaist bir demokrasi adına soğuk, sıcak, ılık, ara sıcak bilumum İslam’ı durmadan Cumhuriyet rejiminin önüne dikenler! Sabık ve sakıt solcular! Bilim ve sanat alanında bir evlek yeri olmayan “rate” zevat! Tam anlamıyla bir düşkünler harmanı! Bunlar!
KIŞKIRTMA KAMPANYASI
Türk-Ermeni, Türkiye-Ermenistan, Türkiye-Ermeni diasporası ilişkilerinin sessizlik ve dinginliğe gereksinimi var. Özür diliyorum, özür dilemiyorum, teessüf ediyorum, teessüf etmiyorum gibi kampanyalar uzlaşıdan çok gerginliğe yol açar. Nitekim bizim her derde deva, yerli lobicilerin Ermenilerden özür dileme kampanyası da ters tepti.
İslamcılar ateş püskürüyor! Muhafazakárlar ateş püskürüyor! Milliyetçiler ateş püskürüyor!
Ulusalcılar ateş püskürüyor! Kemalistler ateş püskürüyor!
Bir tek sabık ve sakıt solcu neo-liberaller memnun bu işe giriştikleri için.
Normal koşullarda Ermenilere ve Ermenistan’a karşı herhangi bir husumet ve düşmanlık hissetmeyen sıradan insanları bu türden kampanyalarla kışkırtıyorlar.
Soykırım, soykırımdan dolayı özür dileme jest ve mimikleri söz konusu olduğu zaman herkesin aklına ASALA örgütünün işlediği cinayetler, 1890’lardan itibaren Ermeni komitacılar tarafından öldürülen aile efradı, atalar, dedeler akla geliyor.
Nitekim lobi tayfasının başlattığı kampanya da tersine tepti. Bile bile, uzaktan kumandalı, planlı-programlı bir kışkırtma girişimi değilse, lobi tayfasına yaraşır bir basiretsizlik bu!
ERİVAN DA MUTSUZ
Türkiye’de hiçbir hükümet “Ermeni Soykırımı” suçlamasını kabul etmez, edemez. Ermenistan, Türkiye soykırımı iddiasını resmen kabul etmeden görüşme masasına oturmaz.
Bu, karmaşık soruna karşın taraflar tenhalarda kaçamak görüşmeler yapıyorlar.
Ermenistan’ın da özür dileme şamatasından pek hoşnut olduğu söylenemez. Bunu yararlı bir jest olarak kabul ettiklerini de sanmam. Bu hoşnutsuzluk, dilenen özrün resmi olmamasından değil!.. Fincancı katırlarını ürkütmesinden!
Ermenistan’ın pragmatik ve gerçekçi olması gereken yöneticileri, bu türden sahne gösterilerinin Türkiye ile gizli flört buluşmalarına engel olmasından çekinirler!
ONUR HARÇLIK OLMAZ
Ermeni devleti ve diasporası, “Soykırımı kabul etmezsen seninle görüşmem” diyor. Yerli lobiciler, “Ermenilerden özür dilemezsen adam değilsin, barbarsın!” diyor.
Gazetelerde akla ziyan yazılar okuyoruz: Ermenilerden özür dileyenler sanki her türlü suçlarından, erdemsizliklerinden, gaddarlıklarından, her türlü utançlarından arınacaklar, paklanacaklar… Ve “Hele dur bakalım, sen ne hakla bana yol göstermeye, bana akıl vermeye, gözümü kapatıp senin peşinden gelmedim diye beni suçlamaya, karalamaya kalkıyorsun!” diye itiraz edenler utançlı duruma düşecekler, onursuzlaştıracaklar!
Durun bakalım: Kimsenin onuru, düşkün hovardaya harçlık olaaa |
|
|
Bir yanıt yazın