Atalarımız “Ayıdan post …’den dost olmaz” demişler.
Üç noktanın yerine siz kendinize göre uygun olan meslek erbabını koyabilirsiniz.
Bu üç noktanın yerine sivil ağızda genelde “polis” ve “asker” kelimelerinin konulduğunu da söyleyelim.
Biz bu yazıda üç noktanın yerine “Gazeteci” kelimesini koymayı uygun bulduk.
Türk tarihinin en kapsamlı soruşturması olduğu söylenen Ergenekon soruşturmaları da gösterdi ki; gerçekten de gazeteciden dost olmazmış!
Hele de bu adam, gazeteciliği sadece bir örtü ve kılıf olarak kullanıyor, bu saygın mesleği, bazı kirli amaçlarına ulaşmak için araç olarak kullanıyorsa…
Malum; şu Toronto Bülbülü Tuncay Güney de aslında bir gazeteci.
Ya da öyle biliniyor.
Zira geçmiş yıllarda Akşam Gazetesi’nde muhabir olarak çalıştığı, Samanyolu Televizyonu’nda da program yaptığı söyleniyor.
Ergenekon soruşturması ise büyük ölçüde onun ifşaatları ve evinde ele geçirilen belgeler çerçevesinde yürütülüyor.
Demek ki; bu herif aslında bir gazeteci değil, ikna kabiliyeti çok yüksek bir istihbaratçı, bir ajan imiş!
Kendisine sorarsanız; James Bond’u bile gölgede bırakan zehir hafiye imiş!
Gazeteciliği tamamıyla bir örtü meslek olarak kullanmış.
Gazeteci sıfatıyla pek çok kişi ile ilişki kurmuş, birçok kişi ile dost olmuş!
Belki de bu dostluk ilişkilerine dayanarak hem muhatapları, hem de muhataplarının muhatap olduğu üçüncü kişiler hakkında bilgi ve belgeler toplamış.
Bazı kişiler de muhtemelen onun dostluğuna itibar ederek hem kendileri, hem de başkaları hakkında ona sürekli bilgi ve belge aktarmışlar.
Kim bilir belki de bu adamı sürekli olarak beslemişler.
Cebine irili ufaklı miktarlarda sürekli harçlıklar koymuşlar.
Bir zamanlar Tuncay Güney ile yakınlaşanlar, yakınından geçenler ve aynı karelerde poz verenler muhtemelen şimdi islim üstünde duruyorlardır.
“Bu adam acaba bizim hakkımızda neler yumurtlayacak!” diye kara kara düşünüyorlardır şimdilerde.
***
Tuncay Güney bir yana; gazetecilerden asla dost olmayacağını bugüne kadar pek çok gazeteci ispatlamış durumdadır. Bir zamanlar, asıl işi olan gazeteciliği bırakıp patronunun işlerini takip edenler, komisyon karşılığı ihale ve iş takipçiliği yapanlar, patronla araları bozulunca kıvrak bir manevra ile bir zamanlar velinimeti olan patronunun arkasına geçmekte, altını oymakta hiçbir beis görmüyorlar. Bir zamanlar, her Allah’ın günü kapısında yattığı patronunu, politikacıyı, yüksek dereceli devlet ve iş adamlarını satanlar bile vardır aralarında. Gazetecilerdeki bu davranış bozukluğunu, bırakın gazetecilik etiğini ve basın ahlak ilkelerini, genel ahlaka sığdırmak bile mümkün değildir.
Yine Tuncay Güney ölçeğindeki ne idüğü belirsiz adamlar bir yana; bugün köşe başlarını tutmuş ve mesleklerinde duâyen olarak, mesleğe yeni başlayanlara hocalık ve üstatlık edenler bile var “Ayıdan post, gazeteciden dost olmaz” atasözünü doğrulayanlar arasında. Bunlardan birisi de galiba Milliyet Yazarı Hasan Cemal olmalıdır. Dedesinin Türk Milleti’nin başına açmış olduğu belaya aldırmaksızın, Ermenilerden Özür Dileme Kampanyası’na katılmakta ve söz konusu bildiriye imza koymakta hiçbir fütur göstermeyen Hasan Cemal, ikbal zamanlarında yemeklerini şapırdatıp, şarap ve viskilerini höpürdettiği, muhatap kabul edilerek zamanlarını çaldığı ve belki de bazılarından maddi anlamda destekler gördüğü dostlarını bugün kolayca satabileceğini göstermiş bulunuyor.
8 Ocak 2009 tarihli ve “Kendilerini ‘hukuk üstü’ görenlere hukuk dokunmaya başlayınca…” başlıklı ibretlik yazısında, Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklananlardan bazıları hakkında, toplumun ve Savcı Zekeriya Öz’ün bile bilmediği, dost ve tanıdık sıfatıyla sadece kendisinin bildiği şeyleri de ifşa etmiş bulunuyor Hasan Cemal.Bir zamanlar evlerinde misafir olacak kadar yakınlarında bulunan Yalçın Küçük’ün, tutuklanması sırasında “Bu bir diktatörlük” diye bağırmasıyla dalga geçen Hasan Cemal, Em. Org. Kemal Yavuz’un, İkinci Ordu Komutanı sıfatıyla Birinci Körfez Harekâtı arifesinde Turgut Özal’ı sert bir dille eleştirdiğini ifşa ediyor.
Buradan çıkarılacak sonuç, Birinci Körfez Harekâtı sırasında Hasan Cemal’in Irak’a girme taraftarı olduğudur. Zira Turgut Özal Irak’a girmek istiyordu. Hatta dönemin Genel Kurmay Başkanı Necip Torumtay bile Özal’a katılmadığı için istifa etmişti. Demek oluyor ki; o tarihlerde İkinci Ordu Komutanı olan Org. Kemal Yavuz da N. Torumtay gibi düşünüyordu ki; Hasan Cemal’in ve Uğur Mumcu’nun yanında Özal’ı ağır bir dille eleştirme cüreti göstermiş. Hasan Cemal bu durumu, Kemal Yavuz aleyhine olmak üzere bir eksi puan olarak gördüğüne göre, demek oluyor ki; Hasan Cemal, en azından birinci körfez harekâtı sırasında Türk askerinin Irak’a girmesi taraftarıydı. O tarihteki yazılarında bu yönde bir görüşü var mı bilmiyorum. Eğer yoksa Hasan Cemal bugün tam bir iki yüzlülük içindedir…
Hasan Cemal Em. Org. Tuncer Kılınç hakkında da şöyle diyor: “Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği döneminde tanışmıştım kendisiyle. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne, Amerika’ya sırtını dönüp Rusya’ya, Orta Asya’ya, Çin’e, hatta İran’a, kısacası Avrupa yerine Avrasya’ya açılmasını savunuyordu, eski Jandarma Komutanı Şener Eruygur Paşa’yla birlikte…”. Hasan Cemal, bu tür görüşleri yanlış bulup eksi not olarak değerlendiriyorsa, o zaman hayatı boyunca savunduğu ilkelerden tümüyle vazgeçmiş demektir. Çünkü Hasan Cemal, hayatı boyunca Siyonizm’in güdümündeki Amerikan emperyalizmine karşı durmuş, Sovyet Rusya ve Çin Halk Cumhuriyeti yanlısı fikirler taşımış bir adamdır. Şimdi Türkiye’nin Rusya’ya ve Çin’e yaklaşmasına neden karşı çıkıyor ki? Karşı çıkmıyorsa, Tuncer Kılınç’ın ve Şener Eruygur’un bu konudaki görüşlerini neden bir kusurmuş gibi sunuyor ortaya. Böyle ikiyüzlülük ve tutarsızlık olur mu? Rusya ve Çin’e yaklaşmamıza karşı çıkmasının ve ısrarla AB’yi savunmasının sebebi, yarım asırdır türküsünü çığırdığı siyasal ve ekonomik sistemlerin, işe yaramaz oldukları gerekçesiyle tarihin çöplüğüne atılmış olmaları olabilir mi dersiniz?
Diyor ki Hasan Cemal; “Prof Dr. Kemal Gürüz’le 28 Şubat döneminde tanışmıştık, o tarihlerde ahbaplığımız vardı. Onu ne zaman görsem, eski İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Kemal Alemdaroğlu’yla birlikte, ‘Ordu göreve!’ pankartıyla yapılan o gösteri gözümün önüne gelir.” Eee, ne var bunda. Kemal Gürüz ve Kemal Alemdaroğlu, laiklikleriyle tanınmış ve bunu, zaman zaman din düşmanlığı yapmakla suçlanacak derecede ileri götürmüş iki insandır. Doğru ve yanlış, inandıklarını da erkekçe savunmuşlardır! Peki; Hasan Cemal, dindar birisimi midir? Ahbap ve dost olacak kadar iyi ilişkiler içinde olduğu bu iki Kemal’e hiçbir gün, “Yahu beyler biraz ileri gidiyorsunuz. Bu tavrınız, dindarlar üzerinde nefret uyandırıyor. Karşınızdaki cephe genişliyor. Türbanlılara bu kadar zulmetmeyiniz. İmam-Hatip Liseleri’ne alan sınırlaması da neyin neni? İlahiyat Fakültelerinin kontenjanlarını neden düşürdünüz? Bakın sizin bu katı tavrınız yüzünden bazı İlahiyat fakülteleri kapanma noktasına geldi. Siz bir gün bunun altında kalırsınız…” diyebilmiş midir? Bu konuda AKP iktidara gelinceye kadar kayda değer herhangi bir yazı yazmış mıdır?(1) O zaman bu adamların, 28 Şubat sürecinde sergiledikleri tavrı, bugün neden tenkit ediyor? Böyle tutarsızlık olur mu? Bu tavır, Osmanlı Paşası torununa yakışan bir tavır mıdır, Allah aşkına söyleyin.
Büyük Cemal Paşamızın torunu yine buyur muş ki; “1980’lerin başından itibaren tanıdığım, özellikle İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı sırasında yakından izlediğim Bedrettin Dalan… Belediye’deki makamının arka tarafındaki küçük odada yediğimiz öğle yemeklerinde, Turgut Özal’ın Türkiye’yi nasıl gizli bir gündemle ‘Şeriat düzenine doğru’ götürdüğüne inandırmaya çalışırdı beni…”
Yuh artık! Adam bırakın Belediye Başkanlığını yolgeçen hanına çevirmeyi, Belediye’deki makamının arkasındaki özel odasında (muhtemelen) belediye bütçesinden satın alınmış kebapları lüpledip kadeh tokuşturduğu Dalan’a bile iftira atıyor. Neymiş efendim, Dalan, Özal’ın Türkiye’yi gizli bir gündemle “Şeriat düzenine doğru” götürdüğü konusunda Hasan Cemal’i ikna etmeye çalışmış! Sen kim oluyorsun da Dalan seni ikna etmeye çalışsın be adam? Sen ikna olsan ne olacak, olmasan ne olacak?
Aslında seni hatırlıyorum Hasan Cemal: Merhum Özal, Suriye ve Ürdün’e yapacağı bir resmi seyahat sırasında “Gel dedenin valilik yaptığı yerlere seni de götüreyim” demişti de, sen gitmemiştin. Üstelik Turgut Özal hakkında başlı başına bir kitap (Özal Hikayesi) yazacak kadar yakınında olduğun halde. Şimdi bedenen ölmüş Özal ile siyaseten ölmüş Dalan üzerinden prim yapmaya çalışıyorsun. Biz seni gazeteci bilirdik Hasan Cemal. Meğer sen dostlarını satmaya, yemeğini yediğin sofraya pislemeye çalışan biriymişsin. Sayın Bedrettin Dalan muhtemelen gelip savcıya ifadesini verecek, sonra da serbest kalacak! Peki, o zaman sen hiç mi utanmayacaksın? Sayın Dalan’ı din düşmanı ilan ettiğin için hiç mi pişmanlık duyup yüzün kızarmayacak? Seni tanıyorum Hasan Cemal, Türkiye’nin Özal’lı yıllarına kadar Marksizmin beşiğinde, Marks’ın ve Lenin’in söylediği ninnilerle uyurken, birçok arkadaşınla birlikte Şeyhiniz Özal sayesinde hidayete erip kucak değiştirdiniz. Özal’a kapılandıktan sonra Kapitalizmin kucağına oturup Liberalizm şarkıları söylemeye başladınız. Hemen hepiniz, şeyhiniz Turgut Özal hakkında birer kitap yazdınız. Sürekli güçten ve iktidardan yana tavır koydunuz. Bu tavrınız hâlâ devam ediyor…
***
Bu ülkenin mafyadan ve çetelerden temizlenmesini kim istemez ki? Ancak bu ülkede Savunma ve Adalet Bakanlıkları yapmış Hikmet Sami Türk gibi bir insanın, Ergenekon kazılarında bulunan silahlar için, “Bunlar işgale karşı saklanmış silahlar olabilir”(2) şeklinde, bu ülkede Tümen komutanlığına kadar yükselmiş Em. Tüm.Osman Pamukoğlu gibi bir adamın, “Bunlar çok bakımlı. Pırıl pırıl görünüyor. Sanki fabrikadan alınıp gömülmüş gibi. Bu kadar temiz olması ilginç”(3) şeklinde, konuştuğu, birçok medya mensubu ve politikacının da son dalgada tutuklanan general ve YÖK Başkanı’nın, hem de tutuklama kararı veren savcı tarafından salıverilmesini Genel Kurmay Başkanı’nın Başbakan ve Cumhurbaşkanı ile yapmış olduğu görüşmelerle irtibatlandırmaya çalıştıkları(4) bir ortamda, ister istemez karamsarlığa düşüyoruz. İster istemez şüphelere gark oluyoruz. Ve ister istemez bu soruşturmalardan ülke ve millet yararına somut sonuç çıkacağı konusunda ümitsizliğe kapılıyoruz…
14 Ocak 2008
Ömer Sağlam
_________
1- 28 Şubat sürecinde zorunlu temel eğitimin 8 yıla çıkarılmasıyla birlikte binlerce Kur’an Kursu, yüzlerce İmam-Hatip Lisesi kapanırken, İlahiyat Fakülteleri öğrenci bulamazken kılını kıpırdatmayan ve bu dönemin iki büyük organizatörü olan iki ahbabı Kemal Gürüz ve Kemal Alemdaroğlu’na toz kondurmayan Hasan Cemal, AKP iktidarıyla birlikte derhal kulvar değiştirmiş ve birden en büyük türban savunucularından oluvermiştir. 16.12.2007 tarihli ve “Türban ya da din korkusu!” başlıklı yazısında bakın neler diyor; “…zorunlu din dersleri, Kuran kursları, imam hatipler deyince Türkiye’nin vücut kimyası bir anda bozuluyor, siyaset dengesizleşiyor. Türbanda da durum farklı değil. Türban yasaklarıyla ilgili tartışmalar öylesine bir üslup içinde yapılıyor ki, toplum geriliyor, toplum kutuplaştırılıyor… Günümüzde bir kadının türbanla, başörtüsüyle modern hayata katılmasından daha doğal bir şey olamaz. Bu bir bireysel tercihtir. Siz bu tercihin alanını, kamusal alanı aşırı ve gereksiz şekilde genişleterek daralttıkça, bu ülkede barış ve huzurla oynamış olursunuz. Örneğin bu açıdan üniversitedeki türban yasağı, yıllardan beri söylediğim gibi, büyük bir yanlış ve ayıptır. Bu tutum demokrasiye de, insan haklarına da aykırıdır. Ben böyle düşünüyorum…” Bence Hasan Cemal’deki bu tavır, büyük ölçüde “Kral öldü yaşasın yeni kral” tavrıdır.
2- bkz. 13.01.2009 tarihli Vatan Gazetesi, “Eski bakandan şok iddia” başlıklı haber.
3- bkz. . Osman Pamukoğlu, bu görüşü 12 Ocak akşamı Haber-Türk TV’de, 13 Ocak akşamı da Star TV’de dile getirmiştir.
4- Örn. Bkz. Sabahattin Önkibar, “Paşaların serbest bırakılmalarının ardındaki sır” başlıklı yazısı, Yeni Çağ, 13.01.2009.