Erdal SARIZEYBEK
(E). J. KD. ALB
TUSAM İç Güvenlik ve Terör Danışmanı
Cumhuriyet/Strateji
12 Ocak 2009
Bölücü terör, 2007 ve 2008’de tırmanışa geçti. Türkiye’nin Irak sınırındaki karakolları geçtiğimiz iki yılda Irak’tan gelen teröristlerin saldırılarına uğradı. Türkiye, bölgesel hale gelen sorunu çözmek için çıkarlarının ayrıştığı ABD’yi ikna etmeye çalıştı.
2008 yılı Türkiye için, teröristle mücadele yönüyle etkili olduğu ileri sürülse de, terörle mücadele açısından pek olumlu sonuçlar ortaya çıkarmamıştır, aksine yanlış siyasi yaklaşımların mücadeleyi bir karanlığa doğru sürüklediği dahi söylenebilir. Eğitimsiz vatandaşlarımıza Türkçe öğretmek yerine Kürtçe’nin öğretilmeye kalkışılması, 1991 Körfez savaşında hep yan çizen Talabani-Barzani ikilisinin, terörle mücadelede işbirliği adına, yeniden sahneye çıkarılması, terör örgütünün siyasi kanadı DTP’nin çaresiz halkımız üzerinde otorite olma çabalarına seyirci kalınması, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne karşı eylem yapanların cezalandırılması yerine siyasi polemiklere çekilmesi hep siyasetin yanlışları olarak 2008 yılına izlerini bırakmıştır. Üstelik 2008’de siyasetin yeni açılımlar yapmak yerine, geçen yıla izini bırakan olayların peşinden sürüklendiği de ifade edilebilir. Peki, “perşembenin gelişi çarşambadan bellidir” deyişinden yola çıkarak 2009 yılı için terör ve teröristle mücadele çerçevesinde ne söylenebilir?
2007’NİN İZLERİ
2007 yılının en önemli olayı Genelkurmay Başkanlığı’nın 12 Nisan günlü basın açıklamasında ortaya koyduğu terörle mücadeleye ilişkin değerlendirmelerdir. Birinci ve İkinci Körfez savaşlarında izlenen siyasetin Türkiye’nin ulusal çıkarları açısından olumsuz sonuçlara yol açtığını ifade eden Genelkurmay; Irak’ın parçalanmakta ve kuzeyinde bir Kürt devletinin kurulmakta olduğunu açıkça dile getirmiş ve bu siyasetle Türkiye’nin coğrafyasına hapsolduğunu, ulusal siyasi hedeflerin elde edilebilmesi için artık askeri harekata başvurulması gerektiğini anlaşılır bir dille kamuoyuna duyurmuştur. Terörle mücadelede geçen uzun yılların kazanımları ve deneyimlerini elinde bulunduran siyasi irade bu çağrıya sıcak bakmamış ve elinde ulusal iradeyi temsilen TBMM’nin verdiği savaş tezkeresi olmasına karşın Irak’a harekât yapılmasına izin vermemiştir. Yılın en önemli olayı olarak yakın tarihimize damgasını vuran bu gelişmeyi işbirlikçi medya görmez ve duymazdan gelmiş, Irak’a harekât yapılması gerekliliğini kamuoyuna yeterince yansıtmadığından hükümet de, konuyla bir ilgisi olmayan söylemlerle, askeri harekâtı geçiştirmiştir. Siyasetin bu vurdumduymazlığı 21 Ekim Dağlıca trajedisine neden olmuş ve Irak’tan gelerek bir piyade taburumuza saldıran teröristlerle çıkan çatışmada 12 askerimiz şehit düşmüş, 9 askerimiz ise kaçırılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin hükümranlık haklarına yapılan bu tecavüzün ağırlığı siyasi irade tarafından görmezden gelinmiş, ulusal bir tavır alınması gereken yerde, Başbakan Erdoğan konuyu “ ABD Başkanı Bush ile görüşerek çözmek” gibi ulus iradesinin dışına çekmeyi tercih etmiştir.
5 Kasım 2007’de yapılan Erdoğan-Bush görüşmesinden “PKK müşterek düşman-Anlık istihbarat paylaşımı” şeklinde bir sonuç ortaya çıkmış ve bu sonuçla, PKK terör örgütünün silahlı misyonuna son verildiği, siyasi misyonun ise artık Barzani tarafından yürütüleceği anlaşılmıştır. 1 Aralık’ta ABD istihbaratı ile başlayan hava harekatı, bu tespitimizi doğrular bir şekilde, Irak kuzeyinde konuşlu teröristleri bir yandan hırpalarken öte yandan Barzani’ye doğru süpürmeye başlamıştır. Yapılmasının zorunlu olduğu Genelkurmay’ca ifade edilen kara harekatına siyasi iradenin izin vermemesi ve bundan cüret alan teröristlerin Dağlıca Piyade Taburu’na saldırmasına karşın siyasi iradenin ulusal bir soruna ABD masasında çözüm arayışlarına girişmesi 2008’e devredilecek siyasetin de rotasını belirlemiştir. Siyasi kararsızlığı fırsat bilen DTP, yaptığı eylem ve söylemlerle ardında terör örgütü olduğunu açıkça ortaya koymuştur. Barzani liderliğini ön plana çıkaran hava harekatı ile PKK misyonunu üslenmiş bir Barzani-Talabani ikilisi yeniden sahneye çıkmıştır. İmralı çizgisini koruyan bir DTP siyasi manevralarına ağırlık vermiş, ABD-Barzani yörüngesinde rotasını çizmiş olan AKP ise “teröre siyasi çözüm” adına gerginlik üzerinden bir siyaset arayışına girmiştir. Her türlü siyasi olumsuzluklara karşın teröristle mücadelesini can pahasına yürüten bir TSK, siyasetin yanlışlarını kamuoyuna anlatmakta zorluk çeken bir muhalefet, yokluk ve yoksulluk içinde terörden acı çekmeye devam eden bir Türk milleti ile 2007 yılı bilançosunu 2008’e devretmiştir.
2008 YILINDA YAŞANANLAR
Geçen yılda başlatılmış olan Irak kuzeyindeki terör inlerine karşı hava harekatı yılın ilk aylarından itibaren sürdürülmüştür. Bu harekat ile örgüt önemli darbeler almış, örselenmiş, kısmen dağıtılmış ancak eylem gücünü korumaya çalışmıştır. Bu gücün yok edilemeyişinin başlıca nedeni, siyasi iradenin özellikle AB ülkelerinde faaliyet gösteren örgütün siyasi kanadı ile Türkiye’de dokunulmaz zırhına bürünmüş örgütün siyasi kanadı DTP’yi etkisiz hale getirecek tedbirlere başvurmamış oluşudur. Yani, bir yandan TSK can pahasına teröristle mücadele ederken, öte yandan siyasi iradenin terörle mücadele etmeyişi yüzünden PKK terör örgütü kolaylıkla eleman temin etmiş ve kesilmeyen finans kaynaklarıyla silah ve cephanesini temin ederek eylem gücünü korumuştur. Şubat ayında ani bir manevrayla TSK Irak kuzeyindeki Zap terör kampına bir askeri harekat düzenlemiş, çıkan çatışmalarda 27 vatan evladı şehit düşmüş ancak 300’e yakın terörist de etkisiz hale getirilmiştir. Taktik olarak geçen yılın Ekim ayında başlatılmış olması düşünülen harekatın, kış aylarında yapılmış olması ilk anda kamuoyunda şaşkınlığa yol açmış ise de TSK böylesi zor bir harekatı başarı ile yürütmüştür. Bununla birlikte güneye doğru genişlemesi beklenen harekatın kısa sürede sona erdirilmesi ayrı bir şaşkınlık konusu olmuş, ilk anda şaşkınlıkla başlayıp sonradan öfkeye dönüşen kamuoyunun tepkisi ABD’ye yönelmiştir. Kara harekatının sona ermesini müteakip hava harekatı yeniden başlamış, sessizliğini koruyan siyasetin gölgesinde devam eden harekatla örgüt hırpalanmaya devam edilmiştir. Buna karşın eylem gücünü koruyan terör örgütü, Irak kuzeyinde gerçekleşen bombardımanının arasından çıkarak, 9 Mayıs’ta Aktütün karakoluna saldırıda bulunmuş ve çıkan çatışmada 6 askerimiz şehit düşmüştür. Bu durum ABD istihbaratının güvenilir olmadığı yolunda tartışmalara neden olurken, bizler gibi düşüneler de “ulusal harekat ulusal istihbaratla yapılır” söylemlerini dile getirerek terörle mücadelede ABD ile işbirliğinin sorgulanması gerektiğini söylemeye başlamıştır. ABD’nin Barzani’yi bölgesel stratejik lider olarak ilan etmesi, yapılan hava ve kara harekatı ile İmralı çizgisindeki teröristlerin tasfiye edilmeye başlandığını kavrayan örgüt, var olduğunu göstermek amacıyla çılgınca denilebilecek saldırılara kalkışmış, 9 Mayıs’ta İstanbul Güngören semtinde gerçekleştirdiği bombalı eylemle 17 vatandaşın ölümüne, yüzü aşkın vatandaşımızın ise yaralanmasına neden olmuştur. Bu eylemi Diyarbakır polis aracına yapılan bombalı eylemi izlemiş, bu saldırıda da beş polisimiz şehit düşmüştür. Teröre karşı siyasi çözüm arayışını sürdüren siyasi irade, bu hain saldırılara karşılık “terörle mücadelemiz kararlılıkla sürecek” söylemlerinin ötesinde bir tedbire başvurmamış yani olayları izlemekle yetinmiştir. Örgütün siyasi kanadı DTP ise çaresiz halkımızı meydanlara dökerek şiddet eylemlerine destek vermiş ve bir yanda PKK, öte yanda DTP Türkiye’nin parçalanmasını hedefleyen silahlı ve siyasi misyonlarını sürdürmüşlerdir. Kış mevsiminin gelmesi örgütün kırsaldaki eylemlerini yavaşlatmış, bahar ve yaz aylarında yürütülen askeri operasyonlar sonucu aldığı darbeler yüzünden pek varlık gösteremeyen örgüt, 3 Ekim’de, aynı yıl içinde ikinci kez, Aktütün karakoluna saldırı düzenlemiş ve çıkan çatışmada 17 askerimiz şehit düşmüştür.
2008 yılında gelinen nokta şudur;
– ABD, PKK terör örgütünün silahlı misyonunun bittiğini, siyasi misyonun ise Barzani tarafından yürütüleceğini ilan etmiştir.
– Bu durumu kabullenemeyen ve var olduğunu gösterme çabasında olan örgüt, çılgınca denilebilecek saldırılarını Türkiye’de yoğunlaştırmıştır.
– Talabani ve Barzani ABD’den aldıkları misyona uygun olarak Türkiye’ye yakınlaşma çabasına girmiştir.
– Teröre siyasi çözüm arayışındaki AKP, Doğu’da gerginliğin artmasına yol açarak yaklaşan yerel seçimlerde oy alabilmek kaygısına düşmüştür.
– Muhalefet partileri nerdeyse Doğu illerindeki faaliyetlerini durma noktasına getirmiş, etkin muhalefetten uzaklaşmıştır.
– TSK dağdaki son terörist de yok oluncaya kadar sürdürmeyi hedeflediği teröristle mücadelesine zor kış şartlarında da olsa devam etmekte ve Irak kuzeyindeki terör örgütünün hareket serbestisini yıkmak için hava harekatını sürdürmektedir.
– Güvenlikten yoksun halkımız bir yandan terörün hedefi olurken öte yandan yokluk ve yoksulluğun pençesine düşmüş nefes almaya çalışmaktadır.
İşte Türkiye 2009’a bu bilanço ile girmiştir. Peki yeni yılda Türkiye’yi neler beklemektedir?
2009’DA BEKLENENLER
Anlaşılan odur ki, siyasi iradenin teröre siyasi çözüm arayışları önümüzdeki yılda son hızla sürdürülecektir. Siyasi çözüm adı altında anayasal değişiklikler gündeme getirilecek ve Türkiye yeni yılı kimlik tartışmaları ile geçirecektir. Bu tartışmalar çerçevesinde;
– Belediyelere özerklik verilmesi,
– Kürtçe’nin ikinci dil olarak eğitim ve öğretimde yer alması,
– GKK teşkilatının kaldırılması,
– Teslim olması düşünülen teröristlerin serbest bırakılarak DTP emrinde bir PKK gücü oluşturulması,
– Doğu illerimize Kürtçe bilen personelin atanması,
– Sözde aydınların ortaya çıkarak Ermeni meselesinde yaptıkları gibi soykırım, özür dileme, anıt dikme, meseleyi uluslararası platforma taşıma gibi devletin üniter yapısını parçalamak için zemin oluşturacak konuların gündem oluşturması beklenmelidir.
Siyasetin bu açılımıyla Barzani-Talabani ikilisinin yine sahneye çıkarak bu tartışmalara taraf olması ve bu siyaseti destekleyici beyanlarda bulunup birkaç terörist ve birkaç litre benzini Türkiye’ye vererek dostluk çağrılarında bulunması kaçınılmaz bir gelişme olarak ortaya çıkacaktır. DTP’ye gelince, son hızla kitleleri harekete geçirerek bu siyaseti kendi lehine geliştirecek zorlamalara kalkışması, PKK terör örgütünün ise masaya oturabilmek için çılgınca eylemlerini yer yer sürdürmesi hep bu siyasetin sonuçları olarak karşımıza çıkacağı düşünülmelidir. TSK’nin taraf olmadığı bu gelişmeler yine askeri operasyonları kırsala taşıyacak ve dağdaki teröristi yok etmeye yönelik böylesi bir harekat, ovadaki teröristleri kapsamadığı için etkili bir sonuca ulaşamayacaktır. Bu siyasetin kabulüyle Türkiye, geçen yıl olduğu gibi, önceki yıllarda da olduğu gibi kıymetli yıllarını, kıymetli kaynaklarını terörle mücadele adına harcamaya devam etmiş olmanın ötesinde birlik ve beraberlik gücünü de tehlikeye atmış olacaktır. Doğrusu bu mudur? Hayır, anlatalım…
2009’DA YENİ AÇILIM
Dış Politika: Teröre siyasi çözüm adına Türkiye’de etnik köken ve dini mezhep farklılıklarını derinleştirebilecek açılımlara soyunmak, devletin üniter ve laik yapısını yıkmaya çalışmakla eş anlamlıdır. Böylesi yıkıcı ve bölücü bir siyasetin bir daha gündeme getirilmemek üzere gündemden düşürülmesi zorunludur. Çünkü Türkiye’de etnik köken ve dini mezhep farklılıklarının yarattığı bir sorun yoktur, bu bir İsrail siyasetidir ve Türkiye’de her kim bu tür bir siyaset izliyorsa eğer, İsrail’e hizmet etmiş olmaktadır. Gerçek ise şudur; Türkiye küresel projelerin hedefi durumundadır ve bu küresel projeler Türkiye’deki farklılıkları hedefine ulaşmak için bir araç olarak kullanmaya çalışmaktadır. Avrupa’nın Bizans yaklaşımı, İsrail’in yaşam stratejisi ve ABD’nin Haçlı seferlerini başlatarak Ortadoğu’ya hakim olma düşüncesi bu projelerin temelinde olup Türkiye, öncelikle bu küresel siyaseti etkisiz hale getirebilecek onurlu bir dış politika belirlemelidir. Küresel ölçekli projeler etkisiz hale getirilmeden Türkiye’nin kendi iç meselelerini çözüme kavuşturabilmesi olası değildir. Türkiye’nin AB’ye muhtaç olduğu asla düşünülmemeli ve AB ile ilişkiler yeniden gözden geçirilmelidir. Bu çerçevede Kıbrıs konusu da Hatay gibi bir çözüme ulaşacak bir siyasi manevra alanı içerisinde düşünülmelidir. ABD’nin Irak’ı işgali Türkiye’nin tüm manevra alanlarını kapattığı şeklinde yorumlanmamalı, aksine Kerkük Türkmenlerinin haklarını korumak, Irak’ın parçalanmasını önlemek, Barzani’nin merkezi yönetime sıkı sıkıya bağlı kalmasını sağlamak ve de PKK terör örgütünü yok etmek için Türkiye’nin Irak’a, her hal ve koşulda, müdahale edebileceği hususu asla göz ardı edilmemelidir. Bölgede küresel güçlerin hedefi durumuna gelen İran, ABD’siz bir Irak ve Suriye ile ilişkiler geliştirilmelidir. Türk milletinin varlığı ve bekasına tehdit olan küresel güçlerle işbirliği yapılarak içsel sorunların çözülebileceğini düşünmenin akıl ve mantık dışı bir yaklaşım olacağı da unutulmamalıdır.
İÇ POLİTİKA
İç meselelere gelince, içimizde bir “Şark Meselesi” vardır ve bu meselenin temelinde yüzyıllardır süre gelen bir feodal yapı ile PKK terör örgütü adı ile feodal yapıya karşı güç olarak ortaya çıkmış ve küresel projelere taşeronluk yapan bir eşkıya gücü vardır. Dolayısıyla Türkiye bir yandan bu taşeron PKK örgütünü yok ederken, öte yandan güvenliği sağlayıp terörden doğan yaralarımızı saracak ve Atatürk’ün ilke ve devrimlerini yurt sathına yayacak bir iç politika belirmelidir. Asıl zor olan budur ve Türkiye bu zoru başarmalıdır, çünkü bu feodal yapı toplumun ve siyasetin dokusuna işlemiştir ve orta çağ zihniyetinden demokratik sosyal hukuk nizamına geçmek kolay olmayacaktır. Bununla birlikte, Türkiye’nin tarihten gelen devlet geleneği ve sahip olduğu iç dinamiklerle bu zoru aşmasının mümkün olabileceği düşünülmelidir. Ulusal ve onurlu bir duruşla küresel projelere karşı dik duran bir Türkiye, Türk milletinin fedakarlığı, devletine bağlılığı ve inanılmaz sabrı ile yıllardır içinde yaşadığı sorunları aşmasını bilecek, özlem duyduğu iç huzur ve barışa kavuşabilecektir, yeter ki ülkeyi yönetenler dışa bakmaktan, sırtını dışa dayamaktan, dıştan nasihat almaktan kurtulup içe dönsün ve sahip olduğumuz gücü bir görsün…
Bir yanıt yazın