Geçen hafta sözde “Ermeni soykırımı” iddialarını kabullenmemenin dışarıdaki faturalarını aktarmıştım. Bugün ise aynı bu çirkinliğin ülkemizde nasıl yaşandığını göreceksiniz.
Yıllardır medyadan takip ettiğimiz ve ne yazık ki kanıksadığımız bir durum vardır: 2.Cumhuriyetçi medyada, ulusalcı ve solcular sansür edilirler, dünyaya hep anti-Kemalist gözlükle bakılır. Medyada yıllardır hangi sergi veya kitabımın hangi basın organlarında, nasıl sayfalardan son anda çıkarılarak yok edildiğini, içinden örneklerle biliyorum. Siyasi duruşumla direkt olarak bağlantılı olan bu zavallılıklara, Kemalizm’e hayatımın onuru olarak baktığım için aldırmadım. Artık, aynı grubun kültüre sızmış kesimi, bu iğrenç tavrı sanat yaşamımıza yönlendiriyor.
İlk örnek bu yıl, Frankfurt’ta düzenlenen “Made in Turkey” sergisi: Küratör Heike Stockhaus, sergiye katılan kimi sanatçıların “Bedri Baykam bu sergiye alınırsa, biz girmeyiz” dediklerini kendi ağzıyla, hatta “sanatçı” isimleri sayarak bana aktardı. Hem de eleştirmen Ayşegül Sönmez’in önünde, bir restoranda, “ben başından beri sizi istiyordum ama bu laflar karşısında çaresiz kaldım” diyerek! Ben de bu sözleri esefle dinledikten sonra, gerek kendisiyle, gerek bu demokrasiden nasibini almamışlarla yüzleşmeye ve gündem üstünden medenice tartışmaya açık olduğumu anlattım. Sonuçta Stockhaus, bu şekilde Türk sanatını temsil edecek bir koca serginin yükünün onu ezdiğini kanıtlarcasına, bu insancıkların baskısına boyun eğdi: Bu sergiye, ne ben, ne de Ekrem Kahraman gibi tescilli ulusalcılar alındı, fatura gülünç biçimde Türk sanatına çıktı.
Bu skandalı, tüm boyutlarıyla Frankfurt’ta görevli olan kültür ataşesi Hüseyin Gazi Coşan’a aktardım. Sanki bu sergiyi yapacak, bu ülkede kimin ne olup olmadığını bilen sanat insanı kalmamış gibi, bu görevin bu basiretsizlikleri gösteren Stockhaus’a verilmiş olmasını, tekrar tüm ayrıntılarını öne çıkararak eleştirdim. Türkiye temsilcileri bu ikazlara hiçbir karşılık vermedi. O anda iki alternatifim vardı: Bu anti-demokratik büyük rezaleti kamuoyuna açıp, sergiye eser vermiş tüm sanatçılara duyurup, bu iğrenç oyunu durdurmak veya binbir güçlükle yurt dışında ses bulan Türk sanatının “önünü tıkamamak” için, hesaplaşmayı geleceğe bırakmak… Ben ikinci yolu seçtim.
Aradan henüz birkaç ay geçmemişti ki, bu tartışmaları hiç bilmeyen Ekrem Kahraman, Piramid Sanat’ta tesadüfen edindiği bir bilgiyi benimle paylaşarak ciddi bir ikaz yaptı. “İstanbul’da açtığınız 68’in 40. Yılı sergisini Almanya’ya götürecekmişsiniz. O konuda bir özel üniversitenin çevresindeki bir 68 sergisiyle ilişkili olan kişiler, Alman kurumlarla temas ederek, projeyi engelliyorlarmış, dikkatli olun” (Aynı sergiyi, bu cuma Ankara Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlarda 68 sanatçı ile açıyoruz)
Kanım dondu. Ekrem’in bu sergi ile ilgili çeşitli Alman küratörlerin bizimle temas etmiş olduğunu kendi başına bilmesine imkan yoktu. Büyük bir ciddi teklif ve çalışma gerçekten vardı. Üstelik o zamanlarda da Almanya’dan gelen sesler, somutlaşmak üzere olan projenin yavaşladığı şeklindeydi. “Onay almış projeniz, İstanbul’dan gelen ikinci teklifin öne sürdüğü şartla durdurulmuş” diyen Ekrem’in sözlerini ciddiye almayacak mıydım?
Bardağı toptan taşıran olay, son haftalarda yaşandı. Yine Almanya’da bir müze; iki yılı aşkın bir süredir yapılan temaslar sonucu oluşan büyük bir sergiyi benimle yapma kararı almıştı. Birinci elden, serginin ve müzenin yetkililerinden aldığım bir bilgi, midemin ömrümde bir daha belki olamayacak kadar kalkmasına neden oldu. Türkiye’den bir ünlü “sanat insanı”(!), bu kişilerle konuşarak, hakkımda gerçekle hiçbir ilişkisi olmayan iftiraları, malum her Atatürkçü’yü“faşist-ırkçı-aşırı milliyetçi” gösterme taktikleriyle, bu üç kişinin önüne, bir pislik torbası olarak bırakıp gitmiş! Müze müdürüne, yüzleşmeye hazır olduğumu söyleyerek “Bakın, bir kalpazanın bile, ortaya paranın sahtesini koyarken harcadığı bir emek vardır. Yalan söylemek bu kadar ucuz mu?” diye sordum ve ekledim: “Ben Orhan Pamuk gibi düşünmeye mecbur muyum? Kemalist yorumlar Avrupa’da yasaklandıysa, bildirirsiniz, zaman kaybetmeyiz. Öyle değilse, bu şahıs utanç verici iddiaları hakkında, daha önce haddi bildirilmiş mesnetsiz dedikodular dışında, bir tek kanıt getirirse, ben sanatı, yazarlığı ve bu hazırladığımız sergiyi bırakacağım. Getirmezse, ki getiremeyecek, ondan aynı onurlu tavrı beklemiyorum. Sadece bundan sonra sizlerin gözünün içine bakamasın, yeter”.
Türkiye’de benden çok farklı siyasi görüşlere sahip sanatçılara karşı, buna benzer arkadan hançerlemeleri, ayak kaydırmaları, biz Kemalistler yapmayı neden aklımıza getirmedik, hiç düşündünüz mü? Bu ülkeye demokrasinin tüm altyapısını biz getirdik ve bunu olgunlukla hazmettik de ondan! Her biri kendini iyi bilen ve farklı düşünen insanları yok etme hayalleri ile beslenen bu şahısları, tüm hoşgörüsüzlükleri ve anti-demokratiklikleriyle baş başa bırakıp, kendileriyle yüzleşmelerini bekliyorum. Yoksa, tarih üzerinden kendilerine yapışacak bu leke asla silinmeyecek…
Bedri Baykam