Cengiz ÇANDAR
Derdimiz Hamas mı, Filistin halkı mı?
Başbakan Tayyip Erdoğan, önceki gün Gazze’de başlayan İsrail kara harekâtının hemen ardından “duygularını” bu sözcüklerle dile getirerek tepkisini ortaya koydu. Başbakan’ın insan yüreği taşıyan herkesin Gazze’deki insanlık trajedisini gördükçe hissettiklerini yansıttığına kuşku yok. Özellikle infial halindeki Türkiye kamuoyunun duygularının en kestirme ifadesi bile sayılabilir.
Tayyip Erdoğan dün de El Cezire televizyonuna verdiği demeçte, İsrail’in “insanlık dışı” eyleminden söz etti. Bunun İsrail’in Türkiye ile ilişkilerine zarar verdiğini ve “cezasız kalmayacağını” belirtti. Bir yandan da, Türkiye’nin Güvenlik Konseyi’ne “Hamas’ın taleplerini yansıt acağı” bildiriliyor.
Ortada hem birbiriyle ilintili ve hem de birbirinden bağımsız iki durum var:
1. Gazze’de Filistin halkının yaşadığı akıl almaz ıstırap ve çile;
2. Hamas’ın konumu.
Türkiye, Başbakanı başta olmak üzere, Gazze’de Filistin halkının içinden geçtiği “ateşle imtihan” ve çile konusunda en20duyarlı davranan ülkelerin en önünde yer alıyor.
Aynı Türkiye, siyasi plânda, giderek “Hamas’ın hamisi” görüntüsüyle, paradoksal biçimde, Filistin halkının büyük ıstırabının dindirilmesinde, oynayabileceği rolü giderek etkisizleştiriyor.
Daha düne kadar Türkiye’nin en büyük “dış politika sermayesi” İsrail ile Suriye arasında müzakerelerin başlaması için yaptığı arabuluculuk, herkesin güvenini kazanmış ve kapısının çaldığı bir ülke olarak kendisini sunabilmesi idi. En “işlevsel” olabileceği bir noktada, İsrail’in Gazze savaşı sırasında “arabuluculuk” önerisinin İsrail tarafından reddedilmesi, “işlevselliği”nin uğradığı erozyonu yansıtıyor.
Bütün bunlara ek olarak, dün Ankara’da Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim’in Ali Babacan ile ortak basın toplantıs nda, Türkiye ile “tam bir görüş birliği içinde” olduklarını açıklaması, BM Güvenlik Konseyi üyesi Türkiye’nin rolünün ne kadar kısıtlanabileceğini gösteriyor.
Suriye, Arap Birliği dönem başkanı ve Gazze saldırısından bu yana geçen 10 gündür olağanüstü Arap Zirvesi toplayamadı. Çünkü Mısır ve Suudi Arabistan Zirve’nin toplanmasına taş koyuyorlar. Bu iki önde gelen Sünni Arap ülkesi, ortaya çıkan bu durumun sorumlusu olarak Hamas’ı görüyorlar.
Suudi Arabistan ve Mısır, Hamas ile Fetih arasında 2007 Mekke Anlaşması ile sağlanan uzlaşmanın yürümemesinden de, 2008 Kasım’ında İsrail-Hamas arasındaki ateşkesin uzatılması amacıyla Kahire’de düzenlenen zirvenin sabote edilmesinden de Hamas’ı, bu arada Hamas-Fetih uzlaşma görüşmelerinin torpillenmesinden Suriye’yi sorumlu tutuyorlar.
Türk veya Tayyip Erdo=C 4an diplomasisi, belirgin biçimde İran-Suriye-Hamas ekseni üzerine oturmuş gözüktüğü ölçüde, Türkiye’nin Gazze’deki kan banyosunu durdurmakta etkili olmasını beklemek gerçekçi olmaz.
*** *** ***
Peki, Gazze’deki bu vahşi saldırı daha ne kadar sürecek? Nerede duracak? Hangi şartlar yerine geldiği vakit sona erecek?
Doğru cevap şu: Son sorunun cevabı üzerinde anlaşıldığı vakit.
Gazze’de Filistinliler artan can kayıplarıyla sapır sapır dökülürken, Gazze’nin alt yapısı tahrip edilirken diplomatik trafik de bir yandan sürüyor. Şu sıra en önemle üzerinde durulan girişim Fransa Cumhurbaş kanı Nicolas Sarkozy’nin bugün başlayacak Ortadoğu turu. İsrail, BM Güvenlik Konseyi toplantısının bile Sarkozy gezisi için ertelenmesini sağladı.
BM Güvenlik Konseyi’nin dün toplanması gerekirken, toplantı İsrail’in Fransa ile teması nedeniyle çarşambaya ertelendi. Pazar günü ABD’nin itirazı nedeniyle Gazze’deki gelişmeler nedeniyle bırakın karar almayı bir açıklama bile yapmadan dağılan Güvenlik Konseyi yarın karar alabilecek mi?
Bu büyük ölçüde Sarkozy’nin bölgedeki temaslarının sonucuyla Mısır ile Hamas arasında el altından başlayan görüşmelerde İsrail’i tatmin edecek bir sonuca ulaşılmasına bağlı. Mısır, Hamas’ı “derhal ateşkes”i kabule zorluyor. Ancak, “derhal ateşkes”in beraberinde getireceği bazı sonuçlar da var. Gazze’nin İsrail dışında dış dünyaya açılan tek sınır kapısı olan ve Mısır’a bağlanan Rafah kapısının nasıl denetleneceği üzerinde varılacak anlaşma, bu sonuçlardan biri.
Mısır, Hamas’a meşruiyet tanımamak için, bu kapının Mahmut Abbas başkanlığındaki Filistin Yönetimi tarafından denetlenmesini istiyor. Bu, Hamas’ın Gazze sınır kontrolüne sahip olmaması anlamına geliyor.
Üzerinde tartışılan bir başka konu da, altı ay süren ateşkesin bozulmasının gerekçelerinden biri olan Gazze üzerinde İsrail ekonomik ablukasının kaldırılması ama bunun karşılığında bir Gazze güvenliğinin bir “uluslararası güç”e terk edilmesi. Yani, 2006’da Güney Lübnan’a Hizbullah ile İsrail arasında yerleştirilen UNIFIL benzeri bir uygulama.
Bu, Türkiye’nin “iki aşamalı plânı”nda var olan bir husus. Ayrıca, dün Suriyeli konuğu ile ortak basın toplantısında Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın “Türkiye’nin bir gözlemci grubu içinde yer alması istenirse, kuşkusuz Türkiye böyle bir sorumluluktan, böyle bir önemli görevden kaçmaz” demesi, Türkiye’nin böyle bir “uluslararası güç”e katılmaya teşne olduğunun da göstergesi.
İsrail buna ne kadar teşne, işin o tarafı henüz belli değil. Böyle bir güç oluşsa veya daha uzun süreli bir ateşkes için başka bir çözüm formülü de bulunsa, Gazze savaşının durmasının İsrail için “olmazsa olmaz” bir temel şartı, Gazze’den İsrail kentlerine Hamas roketlerinin gönderilmesine son verilmesinin güvence altına alınması.
Yani, Gazze’deki insanlık trajedisinin son bulması için bütün bu hususlarda daha gidilecek yol olduğu görünüyor.
Amerika’da bavullarını toplamakta olan bir yönetimin son günleri ile ondan farklı bir dış politika açılımı yapması söz konusu olan ama henüz Beyaz Saray’a yerleşmemiş bir yeni yönetimin görevi devralmamasından önce İsrail’in başlattığı Gazze savaşı, Ortadoğu’da yeni bir “siyasi denklem”i oturtma amacını taşıyor.
Gazze savaşı, İsrail’in Hamas üzerinden “vekâlet” yoluyla İran’a karşı yürüttüğü bir savaş. Tıpkı 2006’da Lübnan’da Hizbullah ile savaşı gibi. İsrail doğrudan İran’a saldıramadığına göre, “eşeğini dövemeyen semerini döver” tipi bir davranış içinde.
Bu, şu demek: Ortadoğu’da İran nüfuzunu belli ölçülerde zayıflatana dek, yani Hamas’ı ağır yaralı hale getirene dek, İsrail Gazze savaşını s rdürecek.
Bunun önünü kesebilecek tek şey, savaşı durdurması için İsrail üzerinde kurulacak uluslararası baskının Yahudi devleti için dayanılamayacak boyutlara varması. Bu ise, ABD’nin de kabul edeceği “yeni ateşkes parametreleri” üzerinde uzlaşılması demek.
Türkiye, savaşın durdurulmasında, Filistin halkının bir nebze ferahlatılmasında dinamik bir rol oynamak istiyorsa, “İran-Suriye-Hamas ekseni” içinde gözükmemek zorundadır.
Aksi halde, gözyaşları içinde, intikam yeminleriyle öfkeli tepkileri her gün dillendirmekten başka bir şey yapamayız. En insancıl duygularımızı en yüksek sesle dile getirmiş oluruz.
Bu da, her şeye rağmen, bir acz ifadesi olmaktan öteye gitmez…
Bir yanıt yazın