DÜN İlhan da yazdı: Bizler, yalnız gazete olarak değil, kararlı “cumhuriyetçiler”, yani ters koşullara karşın Kemalist Cumhuriyet’in devrimci kuruluş felsefesine inanıştan hiç vazgeçmeyenler olarak da haklı çıktık.
Haklı çıkmaktan yorulup şimdi bir kenara çekilenlerimiz bile hep haklı çıkmış olmanın inanılmaz keyfini sürerek dinlenmekteler. Böyle olduğu içindir ki, yaşları ne olursa olsun, diriliş günü geldiğinde onların da gerekeni yapıyor olmanın sevinçli çabasına katılacaklarından emin olabilirsiniz.
Haklı çıkış, “yeni emperyalizmin, yeni dünya düzeninin, yeni liberalizmin aslında yeni bir sömürü safsatası oluşu”nu söylemiş olmaktan ibaret değil. Soğuk Savaş’ın bitişinden sonra cumhuriyetin temel felsefesinden ödün vermemeyi, devrimci ilkelerden geri dönmemeyi savunan ve geri adımlar atılmaya başlanırsa sonucun kötü olacağını söyleyip yazanlar da bizlerdik.
Sonuç, Türkiye’nin bugünkü yalpalayışları ve şaşkınlıklarıyla ortadadır.
Karşı-cumhuriyetçiler amaçları için devlete hâlâ geri adımlar attırmakta ve bunu özgürlükçülük saymayı sürdürmekteler. Örneğin, resmi dili Türkçe olan Cumhuriyetin resmen Kürtçe yayına başlaması övünülecek iş midir? Bu adımın eğitim diline sıçrayıp yönetimde de özerkliğe varacağını kestirmek kâhinlik mi sayılır?
Adım adım gerileyişin ve bunu “bir adım önde olmak” diye sunuşun ters sonuçları en açık olarak dış politikada görülüyor. 23 Aralık’ta Meclis Dışişleri bütçesini görüşürken CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen’in saydığı örnekler cidden endişe vericidir: AB ilişkilerinde kabul edilmeyecek bir Ek Protokol’ü imzalayıp onaylamamakla köşeye sıkışma başta olmak üzere, önce hevesli görünüp cakası satılan, ama sonrasında sıkıntısı çekilen o kadar çok durum var ki.
Böyle durumların en acıklı olanları Kıbrıs konusunda sürekli yaşanıyor.
Ada Türklerini Annan Planı’na “evet” dedirtmek yüzünden düşülen durumlar malum. Ama, asıl sıkıntı mal mülk konusunda yaşanmakta. Strasburg’daki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin tamamen siyasal nitelikteki Loizidu kararına karşı güçlü bir hukuk savaşı açmak yerine, hükmedilen tazminatı tıkır tıkır ödeyip sonraki iki davanın sonuçlarına katlanmakla KKTC’nin hukuk yapısı iyice sulandırıldı ve öylesine edilgin bir hava yaratıldı ki gerisi çorap söküğü gibi geldi. Şimdi konu Orams davasıyla Lüksemburg’daki Avrupa Adalet Divanı’na kadar gitmiş durumda. Altı bin İngiliz ailesinin Türklerden satın alınmış taşınmazlarını Rumlara vermeye zorlayacak olan böyle bir dava diplomatik yollarla geri çektirilmezse Kıbrıs davamızın büyük bir darbe yemiş olacağı bellidir.
AKP iktidarı başkalarına böyle bir geri adım attırmayı becerebilecek mi? Yoksa şimdiye kadar attığı geri adımların bu bedelini de ödeyip kendi kesin çöküşünün kuyusunu mu kazmış olacak?