Arslan BULUT
Türkiye’den başka hiçbir ülkede, devlet televizyonları, bir etnik dilde 24 saat yayın yapmıyor! Türkiye, onlardan daha demokratik bir ülke mi oldu, yoksa, Abdullah Öcalan’ın “demokratik cumhuriyet” tezi benimsendi de federasyon veya konfederasyonda karar mı kılındı?
Bazıları, bizim etnik dillere yasak getirilmesini savunduğumuzu zannediyor. Hiç böyle bir düşüncemiz olmadı. Yıllardan beri söylediğimiz şudur ki devlet, ortak kültürü geliştirmekle görevlidir, devletin etnik dilleri ve kültürleri geliştirmek gibi bir mecburiyeti yoktur. Ancak devlet herkesin kendi kültürünü yaşamasında, geliştirmesinde de bir sakınca görmemelidir. Mesele bundan ibarettir.
Nitekim, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal CNN Türk’de Fikret Bila ve Murat Yetkin’in sorularını cevaplandırırken, etnik talepler doğrultusunda 70 milyonun parasının harcanamayacağını ifade etti:
“Türkiye’de bir RTÜK düzeni vardır. O, RTÜK düzeni içerisinde nasıl özel televizyonlar varsa, Kürtçe yayın yapmayı uygun gören bir televizyon çıkar yayını yapar. Buna kimse hiçbir şey diyemez. Ama devletin parasının, devletin kaynaklarının, 70 milyonun parasının sadece bir kesim vatandaşlarımızın etnik talepleri doğrultusunda harcanması doğru değildir. Yani bizim anlayışımıza göre devlet etnik kör olmalıdır. Karşısındakinin etnik kimliğini görmemelidir. Dini inancını, mezhebini görmemelidir. Buna yönelik kaynak ayrılması para harcanması yanlıştır. Bu giderek, devleti her türlü etnik kimliğin talebine karşı güç bir duruma sokar. ‘Çerkezce yayın yap, Arapça yayın yap, Gürcüce yayın yap’ diyenler olursa ne olacak?
Devletin görevi, etnik kimlikleri teşvik etmek değildir. Etnik kimliklerin devlet düzeyine çekilmesi çok tehlikeli sonuçları doğurur. Temel hak ve özgürlükler çerçevesinde her kesim örgütlenerek istediği gibi yayın yapabilir. Devlet para harcayamaz bu işe. Benim anlayışıma göre böyle. Yanlış bir istikamete gidiliyor. Bir süre sonra bunun çok ciddi sonuçları olacak. Devlet başka kesimlere karşı da benzer davranışlar yapmak zorunda olacak. Bu bir kamu hizmeti ise o kamu hizmetini neden burada tutacaksın. Bunun içi personel yetiştireceksin. Belli bir dilin, eğitimini kültürünü devlet sorumluluğu olarak üstleneceksin. Bunlar çok büyük kararlar. Bunlar ya ne yaptıklarını biliyorlar. O zaman çok tehlikeli bir iş yapıyorlar. Ya da ne yaptıklarını bilmiyorlar.”
* * *
Bizim de başından itibaren söylediğimiz budur. Ancak, AB ülkelerinde böyle bir uygulama olmadığı halde, AB’ye uyum yasalarında başta Kürtçe olmak üzere bütün etnik dillerde televizyon yayını yapmak şartı getirilmişti.
Aslında Sevr Anlaşması, Kürt bölgelerine Kürt kökenli memurların atanmasını ve eğitim, hukuk ve sağlanan tüm hizmetlerin dilinin Kürtçe olmasını şart koşuyordu.
TRT’nin yaptığı, Sevr kaynaklı AB ve PKK taleplerini yerine getirmektir. Madem bu talepler yerine getirilecekti, devlet 1984’ten beri PKK ile niçin mücadele etti. Bunca şehit vermeye ne gerek vardı?
2003 yılı Kasım ayında Diyarbakır’da yapılan Kürt konferansında, farklı Kürtçe’lerin birleştirilmesi ve tek dil haline getirilmesi kararlaştırılmıştı. İşte şimdi TRT eliyle yapılan budur!
RTÜK Başkanı ise hiçbir talep olmadığı halde TRT’de başlayan Kürtçe yayına Gürcüce’yi ekleme çabası içindeydi.
Şu anda yapılan iş, Kürtçe’nin resmi dil olarak kabul edilmesi, bir millet içinden ikinci bir millet çıkarılmasıdır. Bu durum Anayasa’nın değiştirilemez maddelerinin ihlâlidir. Anayasa’nın değiştirilemez maddelerinin değiştirilmesini isteyenler, devleti Türk devleti olmaktan çıkarmak ve çok milletli federatif bir yapıya sürüklemek niyetindedir.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, “Bu yıl Anayasa değişmeli” derken, acaba neyi kastediyor açıklamak zorundadır.