Eskiler, delilik ile velilik arasında bir bıçak sırtı mesafe vardır derler.
Siz, bunu delilikle bilgelik arasındaki mesafe olarak da anlayabilirsiniz.
Ancak şimdilerde bu mesafe, aydınla hain arasındaki çizgiyi anlatmak için kullanılıyor.
Hele de Orhan Pamuk’un, “Türkiye’de otuz bin Kürt, bir buçuk milyon da Ermeni öldürüldü” diyerek Nobel Edebiyat ödülü almasından sonra bu adlandırma çok daha kullanılır oldu.
…
Aydın kimdir sorusuna verilecek en kestirme cevap;
Bilgili, kültürlü, okumuş insan cevabıdır.
Eskilerin deyimiyle “Münevver”, yani nurlanmış, ışıklanmış demektir bu.
Buradaki nur veya ışık, güneş ışığı veya AKP’nin ampulünden kaynaklanan ışık olmasa gerekir.
Bu nur ve ışık, bilgi, kültür, ilim ve fenden kaynaklanan ışıktır.
Peki, bu bilgi nasıl bir bilgidir?
Elbette milletine ve insanlığa faydalı bilgidir.
Dolayısıyla aydın veya münevver denilen kimse, sahip olduğu bilgi ve deniyim sayesinde, olayları ve olguları çevresindekilerden daha önce sezer, tahmin eder ve olması muhtemel olaylar hakkında ulaşabildiği insanları bilgilendirmek ve onlara haber vermek suretiyle, onların tedbir almasını, kendilerine fayda sağlamasını veya en azından olan ve olacak olaylardan zarar görmemelerini sağlar.
Ya da, çevresindeki insanların mutlu olmalarını ve birbirleriyle iyi geçinerek toplum düzeninin sağlanmasına katkıda bulunur.
Hain ise, bunun tam tersi şeyleri yapar.
Doğu Ergil Ne Demek İstiyor?
Hain, elbette tehlikelidir.
Ancak hainin kim olduğunu bilirseniz gerekli tedbirleri alır, bundan zarar görmezsiniz.
Ancak en tehlikeli hain tipi, okumuş hainlerdir.
Eskilerin “kitap yüklü merkep” diye tavsif ve tasnif ettikleri (sıfatlandırdıkları ve sınıflandırdıkları) aydın taifesinden bahsediyorum.
Zira bunların hainlikleri sinsidir, kolayca keşfedemezsiniz.
Bu tip hainler, hainliklerini aydın ve münevver sıfatı altında yaparlar.
Yapmış oldukları hainlikleri “düşünce özgürlüğü” ile açıklarlar.
Bazen de “ezber bozmak” olarak adlandırırlar giriştikleri denaetleri (düşmanlıkları) ve işledikleri melanetleri.
Tıpkı Prof. Dr. Doğu Ergil’in yaptığı gibi.
Dün (21 Aralık 2008) yayınlanan “Ruhat Mengi ile Her Açıdan” programına katılan ve Ermenilerden “Özür Dileme Kampanyası”na imza koyan Hüseyin-Kezban Hatemi çifti ve Adalet Ağaoğlu gibi Azeri kökenli sözüm ona aydınları kınayan Giresun Üniversitesi Rektör Yardımcı Prof. Dr. Aygün Atar aynı kampanyaya imza koyan Prof. Dr. Doğu Ergil hakkında dedi ki;
“Doğu Ergil, katılmış olduğu bir TV. yayınında, Hocalı katliamını hatırlatan birini azarlayarak -ne yani Hocalı’da böyle bir şey yapılmış diye biz dost olabilme fırsatını neden kaçıralım- dedi. Ben şimdi onun hafızasını tazelemek istiyorum. Biz Eurovision’da bu hoşgörüyü gösterdik. Turizm Bakanlığı Ermenilere yüzde 50 indirim yapmış. Onları kaçak gelince sınırdışı etmiyoruz. Geçen günkü o yayına Ermenistan’dan bir kadın katıldı. Bilal Şimşir Hoca o hanıma -Siz Hocalı’da yaşananlarla ilgili özür dilemeyi düşünüyor musunuz?- diye sordu. Hanım -Hayır. Orası bir savaştı- dedi. Oysa 1915’te ‘savaş esnasında vatana ihanetten sevk ve iskân kararı’ var. Ama o zaman savaş kabul edilmiyor. Ama Hocalı sivil toplumun yaşadığı bir kasabaydı. Elinde silah olan bir tek insan yoktu. Onları katlettiler.”(1).
Ekselansları da, “Ermenilerden özür dileme kampanyası”nı ezber bozucu bir girişim olarak nitelendiriyormuş.
Peki, hangi ezberi bozuyorlar bu aklıevvel efendiler?
Elbette Ermeni iddiaları konusunda Türkiye’nin yaklaşık 90 yıldır savuna geldiği tezleri.
Aslında ben bu Doğu Ergil’i bir yerlerden tanıyorum.
Gözlerim bir yerden ısırıyor bu ismi.
Sakın 1995 yılında TOBB adına Kürt Raporu hazırlayan Doğu Ergil, bu Doğu Ergil olmasın!
Raporlar elbette önemlidir.
Hele hele ehil ellerce hazırlanıyor ve problemin çözümüne katkı sağlıyorsa çok daha önemlidir.
Ancak öyle raporlar da vardır ki; mevcut problemi çözmekten öte problemi büsbütün içinden çıkılmaz hale getirmekte ve yeni yeni problemler yaratmaktadır.
Değil mi ki bu raporlar sözüm ona aydınlar tarafından hazırlanıyor, sıradan halkın problem olarak görmediği şeyleri bile problem olarak ortaya koyup, sonra başlıyorlar kenardan gümbürtüyü izlemeye.
Yani bu hain karışımı yarı aydınların hazırladığı raporların tek bir faydası vardır, o da (sözüm mencilisten dışarı ve teşbihte hata olmasın) eşeğin aklına karpuz kabuğu getirmektir!
Bir Fıkra
Yaşlı ve kimsesiz nineye mahallenin (bizim yörenin deyimiyle zırtaboz veya sırtaboz) delikanlılarından birisi, bir saygısızlık etmiş, yaşlı nine de delikanlıyı mahkemeye vermiş.
Bu arada kendisine bir de avukat tutmuş yaşlı nine.
Tesadüf bu ya, tutmuş olduğu avukat da şehrin en lafazan ve ağzı en iyi laf yapan avukatıymış.
Eh biraz da yaşlı nineye acıyıp, delikanlıya kızınca, bütün hünerini ve ikna kabiliyetini göstermeye azmetmiş avukat.
Duruşma günü geldiğinde, bizim yaşlı nineyi elinden tutmuş mahkeme salonuna götürüp bir köşeye oturtmuş.
Söz sırası gelince başlamış müvekkilesini savunmaya.
Öyle laflar etmiş ki avukat, bizim yaşlı nine bile şaşırıp kalmış!
Sonunda nine dayanamamış ve kendi kendisine şöyle mırıldanmış;
“Amaniiin, benim başıma neler gelmiş de haberim yokmuş!”
…
Açık söylemek gerekirse; hain karışımı yarı aydınların hazırlamış olduğu Kürt Raporları da, bizim gariban Kürt vatandaşları üzerinde böyle bir etki yapıyor olmalıdır…
Bu Aydınlara Bir Postal da Benden!
Bugünlerde gazetecilerin politikacılara ayakkabı fırlatması pek moda.
Iraklı gazeteci Muntasır El Zeydi’nin 16 Aralık 2008 günü Bağdat’ta ABD Başkanı Bush’a ayakkabılarını fırlatmasından sonra, önceki gün de (20 Aralık 2008) Ukrayna’da bir gazeteci, Ukrayna’nın NATO’ya girmesini savunan Oleh Soskin isimli politikacıya ayakkabıları fırlatarak protesto etti.
Dolayısıyla gazetecilerle politikacılar arasındaki bu ayakkabı alışverişi son derece tutmuşa benziyor.
Bundan sonra politikacılar hazırlıklı olsunlar, her an kafalarına gökten bir ayakkabı inebilir.
Benim önerim, politikacıların başlarına kask veya baret takmalarıdır…
Hatta basın toplantısı yapılan salonun kapısına “Dikkat baretsiz girilmez!” şeklinde bir uyarı levhası da takılabilir.
Ancak bu gidişle politikacıların basın toplantılarını izleyecek gazeteciler büsbütün çıplak ve ayakkabısız kalacak gibi gözüküyor.
Bundan sonra politikacıların basın toplantısı yapacakları salonların girişine “Ayakkabı ile girilmez!” levhaları asılırsa sakın şaşırmasınlar.
Bundan sonra gazetecilerin, bu tür mekânlara, cep telefonu, el mikrofonu, çakmak, tabaka, küçük ses kaydedici cihazlar ve fırlatmaya müsait kameralar sokmaları yasaklanabilir.
Hele hele kamera ayaklarını veya bizatihi kamerayı fırlatma gücüne sahip genç muhabirlerin bu tür yerlere girmeleri zinhar yasak olabilir!
E yasaklanmalıdır da!
İnsanlık, Bush ve Soskin gibi politikacıları kolay mı yetiştiriyor sanıyorsunuz!?
Geçen gün Melih Gökçek’in balon şovu vardı ve bizim muhabirler oturup kös kös bu şovu izlediler.
İçlerinden şahsiyetli birisi çıkıp da Melih beyi sadede gelmeye davet edemedi.
Sadece Savaş Kerimoğlu isimli muhabir kem küm bir şeyler diyecek oldu.
Melih Gökçek de onu “Şovcu kardeşim” filan diyerek örseleyip salonun dışına attı!
Hiç kimse de bu duruma ses çıkarmadı.
Melih Gökçek’in patlattığı balonlara bir alkış tutmadıkları kaldı bizimkilerin.
İşte bizim aydın taifesinin durumu büyük ölçüde Melih Gökçek’in balon şovunu izleyen basın mensupları gibidir…
…
Ayakkabıların hakaret amaçlı kullanılması çok eski bir Arap geleneğidir.
Geçmişi, ta İslam öncesi cahiliye dönemine kadar uzanır.
Ayakkabıların vurulması veya fırlatılması ile anlatılmak istenen şey, “Sen benim ayaklarımın altındasın” demektir.
Bunu çok yakın zamanda, yine Irak’ta gördük.
2003 yılında ABD askerleri Bağdat’taki Saddam Hüseyin heykelini yıktıklarında Irak halkı toplanıp terlik ve ayakkabılarıyla eski liderlerinin heykelini dövdüler!
Şimdi ne hazindir ki; Saddam’ın heykelini yıkanlar aynı hakarete maruz kalmış durumdalar.
Aynı uygulamaya Hz. Muhammed’in ünlü “Vedâ Haccı”nda şahit oluyoruz.
Zira Hz. Peygamber bu hac sırasında Arafat meydanında okumuş olduğu ünlü hutbesinde şöyle demiştir:
“…Faizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır… Allah’ın emriyle faizcilik artık yasaktır. Cahiliyetten kalma bu çirkin âdetin her türlüsü ayağımın altındadır. İlk kaldırdığım faiz de Abdulmuttalib’in oğlu (amcam) Abbas’ın faizidir…”(2)
…
Bütün bunca sözden sonra, postal hakaret aracı olur mu bilmiyorum ama “Ermenilerden özür dileme kampanyası” başlatan sözde aydınlara, yaklaşık on yıldır kullandığım postallarımı fırlatıyorum.
Kıymetini iyi bilsinler, çünkü antikadır.
Hem de Muntazır el-Zeydi’nin Bush’a fırlatmış olduğu ayakkabıları üreten firmaya komşu firmaca üretilmişlerdir!
————————–
1- bk.
2- internet adresinden alınmıştır.
Bir yanıt yazın