Soner YALÇIN
Bir grup liberal aydının peşine takıldık ve neredeyse üç-beş ayda bir onların topladıkları imza metinlerini tartışmaktan yorulduk. Bu kez gündemde 1915 tehciri nedeniyle Ermenilerden özür dileme kampanyası var. Ben de bu fırsattan yararlanıp Balkanlar’da Türklere yapılan soykırımı anlatmak için Fransa’ya giden Osmanlı heyetinin yaşadıklarını anlatayım. Heyet hangi ünlü siyasi isimlerden oluşuyordu? Paris’te kimlerle görüştüler? Neler anlattılar? Ve heyetin anlattıkları karşısında şaşkınlığa uğrayan Fransa solunun efsanevi ismi Jean Jaures, Türk heyetine ne önerdi?
YIL 1913. Osmanlı Devleti 1910’da başlayan Balkan Savaşı faciasını atlatamamıştı.Hálá camilerinde, dergáhlarında, vakıf binalarında, okullarında binlerce Rumelili muhacir kalmaktaydı. Yoksulluk yetmezmiş gibi salgın hastalıklara karşı bir şey yapılamıyordu. Özellikle küçük çocuklar, ölüme karşı koyamıyordu.
İstanbul’a kaçıp sığınan Balkan göçmenleri yine de kendilerini şanslı sayıyordu.
Yüzlerce yıldır yaşadıkları topraklardan hiç de iyi haberler gelmiyordu; kaçamayan Türkler katlediliyordu.
Son yıllarda Balkanlar’da Osmanlı’ya karşı sistemli bir oyun oynanıyordu:
Terör eylemi yapanlar, katliam gerçekleştiren Sırp, Bulgar, Yunan gibi bağımsızlıkçı milliyetçiler, Avrupa basınını etkileme konusunda da çok başarılıydılar. “Türkler barbar, Türkler bizi katlediyor” propagandasıyla Avrupa kamuoyunu yanlarına çekmişlerdi.
Avrupa basını, araştırma zahmetine katlanmadan ayrılıkçı terör örgütlerinin verdiği her yalan bilgiyi gazete manşetlerine taşıyordu.
Ayrılıkçı teröristlerin baltayla başını kopardıkları Türk köylülerinin fotoğrafları bile Osmanlı’nın vahşeti olarak gösteriliyordu.
1913 başında Babıáli darbesiyle tekrar iktidara gelen İttihat ve Terakki, hem kendi meşruiyetini hem de Balkanlar’daki gerçekleri anlatmak için bir heyet oluşturup Fransa’ya gönderdi.
Üç kişilik heyet
Osmanlı heyeti üç kişiydi:
Şûra-yı Devlet Reisi Halil Bey, İzmir Valisi Rahmi Bey ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin önde gelen ismi Dr. Nazım.
Dr. Nazım, Selanik 1912’de Yunanlılara geçtiğinde esir düşmüş ve daha yeni esaretten kurtulmuştu. Heyete dahil edilmesinin nedeni, İttihatçıların kaçak Paris döneminde çok fazla Fransız aydını ve gazeteciyi tanımasıydı.
Keza Halil Bey ve Rahmi Bey de 1908 Temmuz Devrimi (II. Meşrutiyet) öncesi Paris’te bulunmuşlardı. Ve samimi oldukları Fransız politikacılar vardı.
Üç kişilik Osmanlı heyeti, daha birkaç yıl önce kaçak yaşadıkları Paris’e bu kez devlet görevlisi olarak gittiler.
Heyeti Paris Büyükelçisi Mehmed Rifat Paşa karşıladı. Elçilikte kimlerle görüşüleceği planlandı. Gerekli randevular alındı.
İlk görüşme, Fransız sosyalistlerinin yayın organı L’Humanite’nin kurucusu ve yazarı sosyalist Jean Jaures olacaktı.
Jean Jaures’in tavsiyesi
55 yaşındaki Jean Jaures, Fransız sosyalistlerinin önde gelen ismiydi. Paris Komünü bastırıldıktan sonra dağınık durumdaki solun toparlanmasında ve eski gücüne gelmesinde büyük rolü vardı.
Dr. Nazım ile yıllar önce Paris’te tanışıp dost olmuşlardı. Bu nedenle eski dostuna hemen randevu vermişti.
Jean Jaures, misafirlerini Paris banliyösündeki ufak köşkünün büyük kütüphanesinde kabul etti.
Hal hatır sorulduktan, konyaklar yudumlandıktan sonra Dr. Nazım önce Babıáli Baskını’na neden mecbur bırakıldıklarını, bundan sonra nasıl bir politika izleyeceklerini anlatıp sözü Balkan Savaşı’na getirdi. Avrupa basınındaki haberlerin aksine Rumeli’de Türklere soykırım yapıldığını; topraklarını bırakıp kaçan Türk köylülerinin yollarda katliamlara uğradığını belgelerle/fotoğraflarla göstererek anlattı.
Jean Jaures söylenenlerden etkilendi; fotoğraflardan ve katliama uğramış binlerce Türk’ten ilk kez haberdar olduğunu söyledi. Daha önce yazdığı makaleler için özür diledi. Türklere yapılan soykırımın duyurulması için bundan sonra elinden gelen tüm çabayı göstereceğini söyledi.
Ve bu arada şunu ekledi:
“Bu gibi felaketler her millet için mukadderdir. Umutsuz olmayınız. Yalnız sizin için daha büyük bir tehlike belirmektedir. Ermenistan’da ıslahat propagandası başladı. Korkarım ki Ruslar son darbeyi vurmak için bunu ele almış olmasınlar. Kendiliğinizden oralarda esaslı ıslahatlara başlayın, belki tehlikeyi bu suretle önlemiş olursunuz.”
Burada araya girip bir not eklemeliyim: Paris’ten dönen Halil (Menteşe) Bey, Jean Jaures’in Ermeni meselesine ilişkin sözlerini başta Sadrazam Mahmud Şevket Paşa ve Dahiliye Nazırı Talat Paşa ile paylaştı. Ve İttihatçılar reform yapmak için hemen adım atmak istediler. Bu konudan İngiltere’yi haberdar etmek için Londra Sefiri Tevfik Paşa’yı devreye soktular. Ancak ne oldu dersiniz: Rusya’nın (ve müttefikini kızdırmak istemeyen İngiltere’nin) muhalefetiyle karşılaştılar! Yılmadılar. Ermeni Cemaati’nin önde gelen isimleriyle ev toplantıları yaptılar; yıllardır birlikte siyaset yaptıkları Ermenilere Rusya’nın oyununa gelmemelerini rica ettiler. “Geliniz ıslahatı elbirliğiyle yapalım” dediler.
Ermenilerin bazıları ikna olacakken bu kez ne oldu dersiniz; 1914 Mart ayında Kürtler ayaklanıp Ermenileri keserek Bitlis’in yarısını ele geçirdiler. Neyse, bu haftanın konusu bunlar değil. Merak edenler, “Halil Menteşe’nin Anıları” adlı kitaba bakabilir. Ancak sahaflarda bulabilirsiniz; artık bu tür kitapların yeni baskıları yapılmıyor!
Başbakan Edouard Herriot
Üç kişilik Osmanlı heyeti, gelecekte Fransa’nın başbakanı olacak Edouard Herriot gibi dönemin önde gelen solcu politikacılarıyla da görüştüler. Ancak kimse Balkanlar’daki Türk soykırımıyla ilgilenmiyordu. Gündemde artık sadece Ermeni meselesi vardı.
Yunanlılar, Sırplar, Bulgarlar dün nasıl Avrupa kamuoyunu etkilediyse bugün de Ermeniler benzerini yapıyordu. Propaganda malzemeleri ve metotları birebir aynıydı. Yani, Türkler zalim ve barbar; Ermeniler ise alabildiğine masumdu!
Avrupa’daki Ermeniler, çalışmaları sırasında bulundukları devletlerin sonsuz maddi ve manevi desteğini alıyorlardı. Bir başka ifadeyle Avrupa devletlerinin tamamına yakını Ermenileri, Osmanlı Devleti aleyhine desteklemekte ve hatta teşvik etmekteydi.
Osmanlı Paris Büyükelçisi Mehmed Rifat Paşa, İstanbul’a çektiği telgrafı konuğu Dr. Nazım’a gösterdi.
Telgrafta; Paris’te bulunan Ermenilerin hükümete yakın çevrelerin yönlendirmeleriyle hareket ettikleri ve yine bunların teşvikleriyle Fransız gazetelerinde Osmanlı Ermenilerinin her türlü zulme uğradıklarını iddia eden makaleler yayınlattıkları ve Fransız hükümetinden zulmün durdurulması için gerekli girişimlerde bulunmasını istediklerini belirtmekteydi.
Jaures’in son sözü
Halil Bey, Rahmi Bey ve Dr. Nazım Bey Paris’e, Balkan katliamını anlatmak için gitmişlerdi, ama Ermeni meselesiyle karşılaşmışlardı. Lobi faaliyetlerinde yine geç kalınmıştı. Çaresiz yurda döndüler.
Bu arada Osmanlı heyetinin anlattıklarından etkilenen ve Türklere yönelik insan hakları ihlalleriyle ilgili makale yazan barışsever-solcu lider Jean Jaures, aşırı milliyetçi Raove Villain tarafından 31 Temmuz 1914 tarihinde akşam yemeğini yediği Croissant adlı kahvede vurularak öldürüldü.
Ve bir gün sonra Fransa’da seferberlik ilan edildi; sebebi Jean Jaures’in suikasta uğraması değildi; Fransa Birinci Dünya Savaşı’na girmişti.
Jean Jaures’in öldürüldüğü haberini alan Dr. Nazım, sosyalist dostunun şu ünlü sözünü anımsamış mıydı acaba:
“Yurtseverliğin azı, enternasyonalizmi zayıflatır, yurtseverliğin çoğu enternasyonalizmi güçlendirir; enternasyonalizmin azlığı yurtseverliği zayıflatır, enternasyonalizmin çoğu yurtseverliği güçlendirir.”
Türk solunun efsanevi ismi Mihri Belli, bu sözü çok sever ve her fırsatta söyler. Peki, bizim enternasyonalist imzacılar, sosyalist lider Jean Jaures’in bu sözünü anımsıyorlar mı acaba? Hiç sanmam.
93 Harbi: On günde 80 bin göçmen
Savaş nedeniyle, sadece 15-24 Ocak 1878 tarihleri arasında, yani on günde Rumeli’deki katliamdan kaçıp İstanbul’a gelen Türk muhacir sayısı 80 bindi. Bu savaş, Ermeniler için neden milat oldu?
RUMELİ’den sadece 20’nci yüzyılın başındaki Balkan Savaşları sonucu göçmen gelmedi. İlk büyük göç “93 Harbi” diye bilinen Osmanlı-Rus Savaşı’nda (Mayıs 1877-Mart 1878) oldu.
Zağra Müftüsü Hüseyin Raci Efendi, “Tarihçe-i Vak’a-i Zağra- Hercümerc-i Kıt’a-i Rumeli” adlı eserinde Balkanlar’dan İstanbul’a akın akın gelen göçmenlerle ilgili şunları yazdı:
“Rumeli’den boşanan yüz binlerce ahali araba ve hayvanlarla, trenle yahut yaya, gece veya gündüz demeyip İstanbul’a döküldüler. Son nefesteki canlarını, Payitaht-ı Saltanat’a ve İstanbulluların merhametine attılar.
Sirkeci mevkii, Ayasofya, Sultanahmet, Yenicami, Nuruosmaniye ve diğer camilerle birçok mektep ve binaların avluları ve bütün meydanlar mahşere döndü.
Trenler tasavvur olunmaz bir halde geliyordu. Vagonların içi ve üstü, erkek kadın, kucak kucağa istif olmuş, yanları hatta ön ve arkadaki zincirlerin üstleri insanla örülmüş idi. Soğuktan donarak düşenler, istasyonlarda hasta kalanlar hesapsızdı. Bunların çoğu hastalıktan ve soğuktan kırıldı. Allah’ın hikmeti, o günlerde şiddetli fırtınalar, kar ve yağmurlar durmayıp bu biçarelerin üstünden geçti.
Vagonlardaki sıkışıklık ve ıstırap içinde lohusalar ve nice anneler yavrularıyla telef olup gittiler.”
Araştırmalara göre sadece 15-24 Ocak 1878 tarihi arasında, yani on günde İstanbul’a 80 bin muhacir gelmişti. 93 Harbi sonucu Balkanlar’dan yaklaşık 200 bini aşkın Türk muhacirin geldiği tahmin ediliyor.
1910-1914 arasında Balkanlar’dan kovulan, katliamdan kaçan Türk göçmen sayısının ise 645 bin olduğu söyleniyor.
Peki ya kaçamayıp öldürülen Türkler? Sayının kaç olduğunu bilen yok!
Bilinen, Ermeniler 93 Harbi’nden sonra tarih sahnesine çıkıp, “Madem bazı milletler isyan edip bağımsız devlet oluyor, biz neden olmayalım” diyerek silaha sarılıp ayaklanmışlardır.
Yani, 1915 Ermeni tehcirine bir günde gelinmemiştir.
Türk aşuresinden Ermeni anuşuna
GELECEK hafta muharrem ayı başlıyor.
Muharremin 10. günü aşure günü.
Aşure gününün her dine ve mezhebe göre anlamı var:
1-Allah, Hz. Musa’ya aşure gününde bir mucize verip, denizi yararak Firavun ile ordusunu sulara gömdü.
2-Hz. Nuh’un gemisi aşure günü karaya çıktı.
3-Hz. Yunus, balığın karnından aşure günü kurtuldu.
4- Hz. Ádem’in tövbesi aşure günü kabul edildi.
5- Hz. Yusuf, kardeşlerinin atmış olduğu kuyudan aşure günü çıkarıldı.
6- Hz. İsa, o gün dünyaya geldi ve o gün semaya yükseldi.
7-Hz. Davud’un tövbesi o gün kabul edildi.
8-Hz. İbrahim’in oğlu Hz. İsmail o gün doğdu.
9-Hz. Yakub’un, oğlu Hz. Yusuf’un hasretinden dolayı kapanan gözleri o gün görmeye başladı.
10- Hz. Eyyub, hastalığından o gün şifaya kavuştu.
Oruç günü
Hz. Peygamber, Medine’ye hicret ettiğinde orada yaşayan Yahudilerin oruçlu olduklarını öğrendi. “Bu ne orucudur?” diye sordu. Yahudiler, “Bugün Allah’ın Hz. Musa’yı düşmanlarından kurtardığı, Firavun’u boğdurduğu gündür. Hz. Musa, şükür olarak bugün oruç tutmuştur” dediler.
Bunun üzerine Hz. Peygamber, “Biz, Musa’nın sünnetini ihyaya sizden daha çok yakın ve hak sahibiyiz” buyurdu ve o gün oruç tuttu, tutulmasını da emretti.
Yani, muharremin onuncu günü, Yahudilerin Yom Kipur, kefaret/günahlardan arınma gününe denk gelmektedir ve Yahudiler o gün oruç tutarlar.
Aşure, İslam öncesi cahiliye dönemi Arapları arasında kutsal bir gün olarak biliniyor ve oruç tutuluyordu. Hz. Ayşe şöyle demektedir:
“Aşure, Kureyş kabilesinin cahiliye döneminde oruç tuttuğu bir gündü. Resulullah da buna uygun hareket ediyordu. Medine’ye hicret edince bu orucu devam ettirdi ve başkalarına da emretti. Fakat ramazan orucu farz kılınınca kendisi aşure gününde oruç tutmayı bıraktı. Bundan sonra Müslümanlardan isteyen bugünde oruç tuttu, isteyen tutmadı.”
Türkiye’de muharrem ayında oruç tutanlar genellikle Alevilerdir.
Bunun nedeni, Hz. Hüseyin’in muharremin onuncu gününde Kerbela’da şehit edilmesidir. Şiiler ve Aleviler için muharrem ayı, yas ayıdır. Muharrem ayının biri ile onu arasında oruç tutarlar. Et yemezler, yeni giysi giymezler, su içmezler, gülmezler, onuncu günü ağlayıp dövünürler. Yas bittikten sonra Hz. Hüseyin’in Kerbela’da yoldaşlarının getirdiği yiyeceklerin karışımıyla yaptığı aşureyi yapıp komşularına dağıtırlar.
Yahudiler ve Müslümanlar için kutsal olan aşure günü, Ermeniler için de önemlidir.
Ermeniler, 25 Aralık ile 6 Ocak arasında yaptıkları tatlı çorbaya “anuş” derler. Hz. İsa’nın doğumunu müjdelemek için yaparlar. Bu tatlı çorbanın malzemeleri, Hz. Nuh’un gemisinin karaya oturduğunda hayvanları kesmemek için bütün gıda artıklarından yaptığı gibi, her yiyecek karıştırılarak yapılır.
Yani anuşun içindeki malzemeler ve hazırlanışı, aynen Müslümanların aşuresi gibidir. Ermeniler de komşularına ikram ederler. Rumların “koliva”sının hazırlanışı ve tadı farklı olmakla birlikte o da dinsel ritüelin bir parçasıdır.
Ortak payda
Demem odur ki; Anadolu’da farklı dinden olmalarına rağmen kültürleri bu kadar birbirine benzeyen halkların ayrılıklarını değil de birlikteliklerini ön plana çıkarmamız daha barışçıl olmaz mı?
Neden hep geçmişteki kötü günler/olaylar anımsanıyor da, dostluklar-kardeşlikler yazılıp konuşulmuyor?
93 Harbi’nde Osmanlı’nın bir karış toprağının yitip gitmemesi için koşa koşa ölüme giden Ermeni taburundan neden kimse bahsetmez? Ortak paydalarımız yerine iki halkı birbirine düşman edecek meselelerin üzeri neden hep kaşınmaktadır?
Türkiye’yi sürekli geren bir avuç liberal aydının amacı nedir?