KİM KKTC’Yİ İDAM EDEBİLİR Kİ

Avrupa Toplulukları Adalet Divanı, ATAD Savcısı Juliane Kokott’un Orams davası ile ilgili olarak tavsiye niteliğinde açıklanan raporu “KKTC’nin idam kararı” olarak yorumlamak biraz abartılı bir benzetme.

Böylesi bir raporun KKTC’nin idam kararı olabilmesi olanaksız.
Bir insanın bir kere idam olabileceği gibi, bir ülke de ancak bir kez idam edilebilir.

KKTC’miz, bu kimseye zararı olmayan küçücük devletimiz, ilan edildiği 15 Kasım 1983 tarihinden günümüze kadar zaten 5 kez idam edildi. Daha kaç kez idam edilebilir ki.
Bundan sonra KKTC’nin aleyhine yapılacak olanların veya Orams raporu benzer raporların ne kadar daha zararı olabilir ki kanla, gözyaşıyla ve soykırıma uğramak pahasına kurduğumuz Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetimize.

Devletimiz, doğduktan 3 gün sonra, 18 Kasım 1983 tarihli ve 541 No.lu BM Güvenlik Konseyi kararı ile daha henüz 3 günlükken zaten boğularak idam edilmişti. Hatırlayın o meşum ve lanet kararı. Cumhuriyetimizin ilanını kabul etmiyordu, hiçbir ülkenin KKTC’yi tanımamasını ve ilişki kurmamasını emrediyordu. O gün bu gündür yaşadığımız izolasyonların kökeninde de bu lanet karar yatıyor.
İki ay sonra 15 Aralık 1983’de alınan 544 No.lu karar, 4 Mart 1964 tarihli kararın geçerli olduğunu ve adanın tanınan tek devletinin Kıbrıs Rum Cumhuriyeti olduğunu tekrar vurguluyordu.

Aradan daha altı ay bile geçmeden, 11 Mayıs 1984 tarihinde alınan 550 numaralı karar ise KKTC’nin üçüncü idam kararı idi. TC ile KKTC’nin karşılıklı Büyükelçiler atamasını kınıyor ve 541 No.lu kararı tekrar edip birazda genişletiyordu.

Bu karardan on yıl sonra, KKTC hükümeti ile AB arasındaki ticari ilişkiyi düzenleyen 1972 Ortaklık Anlaşması’na rağmen -ki birincil hukuk olmuştu- 1994 yılında Rumların istekleri ve hedefleri doğrultusunda, Kıbrıs Türk Halkını baskılarla dize getirebileceğini ve azınlık haklarına mahkûm edebileceğini düşünen AB, Kıbrıs’lı Türkler aleyhine çaktırmadan yoğun bir baskı kampanyası başlattı ve ihracatımızı engelleyip, ekonomimizi çökertmek amacı ile de kendi mahkemelerinde bir takım kararlar aldı. Ne ki, kısa süre içinde KKTC ekonomisi yeniden toparlanınca bu kez narenciye, patates ve konfeksiyon ihracatımızı engellemek için Rumlar tarafından İngiliz Mahkemelerinde davalar açıldı. İngiltere Mahkemelerinde açılan bu davalar daha sonra, aynen Orams davasında olduğu gibi, ATAD’a aktarıldı ve 5 Temmuz 1994’de ATAD’ın verdiği kararla da narenciyemizin ve patatesimizin AB üyesi ülkelere ihracı yasaklandı, konfeksiyon ürünlerimize de %14 oranında gümrük uygulaması başlatıldı. KKTC üzerindeki gerçek ticari ambargo, 1994 yılında ATAD’ın aldığı bu karar ile başladı.

Türkiye aleyhine açtığı davayı kazanan Myras Ksenidis-Aresti’nin kocası Yorgos Arestis, ATAD yargıcı. Yunanlı Vasilios Skouris da Baş yargıç. Tabi Aresti’nin kocası Yorgos ile Vasilios’un, Orams ile ilgili kararın Rumların lehine çıkması için her tür kulis faaliyetini yapacağından hiç kimsenin şüphesi olmaması gerekir. Rumlar ATAD’dan, AB Katılım Sözleşmesi’nin 10. Protokolü ile AB normlarının uygulanmadığı bir bölgede yapılan bir işlemle ilgili olarak Rum Mahkemelerinde alınan bir kararın AB üyesi ülkelerde uygulanabileceği kararını alabilirlerse, bunu baz alarak derhal Türkiye aleyhine kendi mahkemelerinde işgalci kararı alacaklar ve bu kararı önce AB’ye sonra da BM Güvenlik Konseyi’ne götürerek “Türkiye’nin derhal adayı terk etmesini” talep edeceklerdir.

AB’nin Kıbrıslı Türklere attığı son kazık ise, 10-23 Eylül 2003 tarihli (AB) Kıbrıs ile ilgili Protokolü’nde, KKTC topraklarını Kıbrıs Rum Cumhuriyeti egemenliği altında AB toprağı olarak kabul etmesi ve “AB müktesebatının Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümetinin etkin kontrolü dışında bulunan Kıbrıs Cumhuriyetine ait bölgelerde askıya alınmasının gerekli olduğunu” vurgulaması.
Aslında AB’nin bu kararı, KKTC hükümetinin Yunanistan’ın kuzey kısmında yer alan Batı Trakya bölgesinin KKTC toprakları içinde olduğuna dair karar alması kadar mantıksız ve saçma. Ama siz bakın ki, AB’nin, şimdilik kağıt üstünde olsa da adanın tümünün Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetinin kontrolü altında olduğuna dair bir karar almış.

Tabii İngiliz hükümeti Orams davası ile ilgili bu zokayı yutar mı.
Benim bildiğim İngiliz Hükümeti, Rum’un menfaati için kendi vatandaşlarının zarar görmesine göz yummaz.
Belki bu rapor üzerine inşa edilecek karar ile Rum Mahkemelerinin kararları, AB ülkelerinde geçerli olacak ama Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde yaşayan İngiliz vatandaşları ile ilgili olanları, İngiltere’de İngiliz vatandaşlarını mağdur edecek şekilde uygulamaya konamayacak. İngiliz Mahkemelerinin ve deneyimli yargıçlarının kendi yazılı olmayan hukuk sistemleri içinde bulacakları ve uygulamaya koyacakları kararları, Rum Mahkemelerinin kararlarının ne İngiltere’de ne de KKTC’de, kendi vatandaşlarının aleyhine uygulanmasına olanak tanımayacak.

KKTC’yi ne AB, ne BM ne de başka bir güç idam edemez. BM’nin 541 No.lu kararı KKTC’yi öldüremedikten sonra onun altında olan hiçbir kuruluşun kararı, KKTC için idam kararını alamaz.
KKTC’yi ancak biz kendimiz idam edebiliriz, ancak biz kendimiz varlığına son verebiliriz.
Bizden başka hiç kimsenin gücü bunu yapmaya yetmez.
Zaten aramızda sayıları az da olsa Rum’a inanan ama KKTC’ye inanmayan ve yok etmek isteyen kişiler de var. Ya bizler gibi düşünenler KKTC’nin yaşamını sürdürmesini sağlayacaklar, ya da canlar pahasına büyük bir mücadele sonunda kurduğumuz bu devletimizi, Rum idaresi altında yaşamak isteyen bu insanlar idam edecek.

Prof. Dr. Ata ATUN

Avrupa Toplulukları Adalet Divanı, ATAD Savcısı Juliane Kokott’un Orams davası ile ilgili olarak tavsiye niteliğinde açıklanan raporu “KKTC’nin idam kararı” olarak yorumlamak biraz abartılı bir benzetme. - kktc bayragi

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir