Rauf DENKTAŞ
Son zamanlarda katıldığım toplantılarda veya konferanslarda bana en çok sorulan soru “KKTC’nin geleceği ne olacaktır” sorusudur.
Kimse, bütün açıklamalara ve gazetelerdeki köşe yazılarına, televizyonlarda yapılmakta olan tartışmalara ve eleştirilere rağmen, devam etmekte olan Talat-Hristofyas görüşmeleri bir sonuca vardığı takdirde KKTC’nin ortadan kalkmış olacağını ve bunun yerini sözde kurucu devlet adı verilecek olan, merkezi idareye bağlı bir eyaletin yer alacağını anlamak, bilmek veya görmek istemiyor.
“Devam etmekte olan görüşmelerde KKTC ortadan kalkar; kurucu vilâyetin her yanına, AB normlarına göre ’Kıbrıslılar’yani Rumlarla AB üyesi olan yabancılar gelip yerleşir, mal mülk alır ve bunlara siyasi haklar da tanınır” dediğimde “bu teslimiyet değil mi?” sorusu ile karşılaşırım.
Kıbrıs’ı birleştirip bütünleştirme ve Türkiye AB üyesi olmadığı halde Kuzeyi de AB toprağı yaparak saadete erme meraklılarına göre böyle bir gelişme teslimiyet değildir, mutlak barıştır, Kıbrıslıların Kıbrıslılar olarak kaynaşması ve bütünleşmesidir. Bütünleşmekten ve birleşmekten adanın Türk Garantisinden kurtularak Kıbrıs Elenleri’nin (yani gerçek Kıbrıslıların) adaya hakim olmalarını murat eden Rum tarafı için ise Kıbrıs’ın Enosis’i yasaklayan, Türklerle ortaklığı ve eşitliği garantileyen antlaşmalardan kurtularak tam bağımsızlığa kavuşması ve çoğunluk idaresini sağlayarak demokrasiyi taçlandırmaktır.
Bu izahatımı dinleyenlerin derhal gündeme getirdikleri soru Türkiye’nin Talat-Hristofyas görüşmelerini desteklemek suretiyle kendi haklarından da feragat edip etmediğidir. Bunun da cevabı, ne yazık ki, Türkiye Annan Planına evet dediği andan itibaren Kıbrıs’ın Türkiye’nin üye olmadığı bir AB’ye girişine müsaade etmekle 1960 Antlaşmalarının öngördüğü en kadim hakkından (Türk-Yunan dengesinden) vazgeçebileceği işaretini vermiş olduğudur.
Talat-Hristofyas görüşmeleri, Türkiye’ye ve bize referandumda evet dedirtmiş olan ABD’nin bu ’evet’imize getirdiği yorumun çizgisinden başlatılmıştır: Ayrı devlet, ayrı egemenlik istenmeyecektir, dolayısı ile, Annan Planında olduğu gibi, Kıbrıs bütünleşecek ve Türkiye’nin üyesi olmadığı bir AB’ye girişle Türk-Yunan dengesi Yunanistan’ın lehine bozulmuş olacaktır. Türk hükümeti Talat-Hristofyas görüşmelerini desteklediğini açıkladığına göre bu görüşmeler doğal sonucuna ulaştığı takdirde Türkiye’nin bundan bir şikâyeti olmayacağı anlaşılmaktadır.
Bu teslimiyet tablosunu kabul edemeyenler derhal Sayın Toptan ile Sayın Çiçek’in açıklamalarında “Kıbrıs gerçeklerinin kabul edilmesi şarttır ve bu gerçekler Kıbrıs’ta iki eşit halk, iki demokrasi, iki devlet ve Türk Garantileri vardır; bunları kaale almayan bir Anlaşmayı kimse kabul etmez” dediklerini gündeme getirirler. Bizim halkımızın da yüzde yetmişten fazlası aynı görüştedir ancak Türkiye tek halk, tek egemenlik, tek devlet esası üzerinden yürütülmekte olan Talat-Hristofyas görüşmelerini desteklediğini de açıklamaktadır. O halde Türk tarafının kırmızı çizgisi nedir sorusu açık kalmaktadır. Talat-Hritofyas görüşmeleri KKTC’yi dışlamaktadır; Türk-Yunan dengesini ortadan kaldırmaktadır. Başarıya ulaştığı takdirde bu sonuçları verecek olan süreci Türkiye’nin desteklemesinin tek anlamı Türkiye’nin de, Sayın Talat gibi, ayrı devlet, ayrı egemenlik istemediği ve 25 yaşını doldurmuş KKTC’den, geçici bir uzlaşmayı elde etmek için vazgeçileceğidir.
“Geçici uzlaşma” dedim çünkü üç ülke tarafından garantilenmiş bir anlaşmayı yırtıp çöpe atan Rum liderliğinin “AB üyesi” Kıbrıs’ta AB normlarını vesile ederek neler yapacağını tahmin etmek için kâhin olmak gerekmez. Rum’u bilmek ve geçmişi yaşamış olmak bu maksat için yeter de artar bile!
Bir yanıt yazın