Zeynel Lüle
29.11.2008
Paris Temsilcimiz Muammer Elveren’in haberinden, Fransa’nın 1 aralıktan itibaren aile birleşimiyle Fransa’ya gelecekler için dil sınavı talep ettiğini öğrendik. Belli ki Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, seçiminden önce nutuklarında dile getirdiği “Yabancılara kapıları kapatacağı” yönündeki söylemini, aileleri birleştirmeyerek yerine getiriyor. Böylelikle bir Türk, evlendiği kişiyi yanına alabilmesi için, önce onun Fransızca öğrenmesini sağlayacak. Öyle eften püften bir Fransızca bilgisi de yetmiyor. Çünkü bu kişi “dil ve kültür” sınavına tabi tutulacak. Bu sınavı geçemezse, yine bir sınava daha girecek.
Doğrusu, Fransa’daki siyasetçilerin konuştukları zaman insan hakları ve özgürlükler konusunda mangalda kül bırakmadığını biliyoruz. Peki “aile birleşmesi” ne hakkıdır? Kişilerin, özel ve aile hayatlarına saygı gösterilmesi gerekmez mi? Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8’inci maddesi, bu hakkı güvence altına almaktadır.
Fransa bari, kimin kiminle, nasıl biriyle evleneceğine karışsa ve bu kişiyi bizzat “devlet” olarak bulsa da, hiç değilse insanlar evlenecekleri kişiyi arama zahmetine katlanmasa…İnsan hakları ve demokrasi havarisi Fransa, ailelerin birleşmesini “güçleştirerek”, insanların özel ve aile hayatlarına yönelik özgürlüğü kısıtlamaktadır.
XXX
Bildiğim kadarıyla geçen yıldan bu yana zaten Fransa, “aile birleşmesi” yoluyla ülkeye gelen her kişiye”uyum kontratı” uygulaması yapıyor. Bu kişi ülkeye gelir gelmez bu kontratı imzalıyor ve durumuna göre 200 ile 400 saat arasında “zorunlu Fransızca dil kursu” görüyor. Bunun dışında, altı saat yurttaşlık dersi ve altı saat “Fransa’da yaşamak” adı altında derslere katılmak zorunluluğu bulunuyor. O halde Fransa’ya gelmeden önce aylar ve belki de yıllar sürecek dil ve kültür dersleri alması ve ardından da sınava girerek başarması zorunluluğu nereden çıkıyor? Bu tutum, Türkiye’den evlenmeleri zorlaştıracak, büyük bir zaman kaybı yaratacak ve (belki de amaç bu) insanları bezdirecek. “Türkiye’den biriyle evleneceğime, Fransa’da yaşayan biriyle evleneyim” düşüncesine yol açacak.
Fransa ya da başka bir ülkeye gelen her Türk vatandaşının mutlaka o ülkenin dilini öğrenmesi gerektiğini yadsımıyoruz. Ve bunun zorunlu olduğunu düşünüyoruz. Ama, dili öğrenmenin o ülkeye gelinmesinden sonra daha kolay olduğunu, daha çabuk gerçekleşebileceğini biliyoruz. Zaten “uyum kontratı” ile bu zorunlu hale getirildiyse (ki bence makul), gelmeden önce “dil sınavı” nereden çıkıyor?
BİR ÇİFT SÖZ DE ALMANYA’YA
Bugün herhalde biraz tersimden kalktım. Fransa’ya yaptığım eleştiriyle yetinmeyeceğim ve bir nebze de Almanya’ya “laf”dokunduracağım. PISA araştırmalarının sonuçlarına göre, Almanya’da ki eğitim sisteminin başarısızlığının nedeni, göçmen kökenli çocuklara bağlanmış. Almanya Türk Öğretmen Dernekleri Federasyonu (ATÖF) Genel Başkanı Mete Atay da haklı olarak bu yaklaşımı eleştirmiş. Atay, göçmen kökenli çocukların “ötekiler” diye dışlanmasının yanlış olduğunu belirtiyor ve “Bunun yerine bu çocukların başarılarını arttıracak bir eğitim sistemi kurulmalıdır. Göçmen kökenli çocuklar, artık geldikleri ülkelerin değil Almanya’nın ve Alman eğitim sisteminin bir parçasıdır” diyor.
Bu sözlerin altına imzamı atıyorum.
ÇOCUK BÜYÜDÜ VE 20 YAŞINA GELDİ
Strasbourg’da yaşadığım yıllarda, arkadaşım Faruk Günaltay, Türk Sineması’nın içinde bulunduğu her türlü zorluğa rağmen elinden tutmuş ve her yıl bu şehirde “Türk Sinema Gösterisi” yapılmasını sağlamıştı. O dönemlerde ben de mümkün olduğu kadar bu çok önemsediğim inisiyatifin “sorunsuz” gerçekleşmesi için yardımcı olmuştum. 1988’de doğan bebek büyüdü ve 3 aralıkta 20’inci yaşını kutlayacak. Türkiye dışında en eski ve en önemli sinema etkinliği olma özelliği taşıyan “Strasbourg Türk Sinema Gösterisi”nin 20’incisi, Can Dündar’ın “Mustafa” filmiyle açılış yapacak. Faruk Günaltay’ı ve başta ASSTU olmak üzere, ona yardımcı olan Strasbourg’da ki dernekleri kutluyorum.
Bir yanıt yazın