Ermenistan Dısisleri Bakani Eduard Nalbandyan’in Istan bul ziyareti ve Dısisileri Bakanimiz ile gorusmesi onusunda TRT I Gundem programinda yaptigim konusmada yararlandigim Not ekte bilgi icin sunulmustur
Dostlukla
Pulat Tacar
TF Danisma Kurulu uyesi
________________________
Pulat Tacar
25 Kasım 2008 TRT I. Gündem programı: Saat 08.10
Konuşma Notları: (Konuşmada bu notların yaklaşık 12-13 dakikalık bölümü dile getirildi)
Konu : Ermenistan Dışişleri Bakanı Eduard Nalbantyan’ın Ziyareti
Ermenistan Dışişleri Bakanı Eduard Nalbandyan 24 Kasım 2008 tarihinde, Ermenistan’ın dönem başkanı olduğu Karadeniz Ekonomik İşbirliği toplantısına katılmak üzere Istanbul’a geldi. KEİ toplantısından sonra bir basın açıklaması yaptı. Daha sonra Dışişleri Bakanımız ve Dışişleri Müsteşarı ile Ermenistan Hariciyesinin Müsteşarının katıldığı iki buçuk saat süren bir iş yemeğine katıldı, aynı gece Istanbul’dan ayrıldı.
Ermenistan Hariciye Vekili ile yapılan iki görüşmelerin ayrıntıları açıklanmadı. Her iki ülkenin kamu oyunun duyarlı olduğu konuların ele alındığı bu gibi görüşmelerin gizlilik içinde yürütülmesi , ilişkilerini düzeltme konusunda ilke kararı almış bulunan her iki ülkenin yöneticilerinin tercihidir ve bence doğrudur.
Gene de buz dağının görünen ucu, bu görüşmeler konusunda bazı ipuçları vermektedir.
Sayın Babacan “ilişkilerin tamamen normalleştirilmesi” konusunda bir siyasal iradenin bulunduğunu belirtti“.İki ülke Dışişleri Bakanları ve Dışişleri bürokratları arasındaki görüşmeler sürecekmiş. Bu da diyalog sürecinin devam etmesi konusunda kararlılığın var olduğuna işaret ediyor. Ancak, çözümün yakın olduğu konusunda bir işaret yok. Bu durgunluk, son zamanlarda Ermenistan medyasında sürecin buzluğa kalktığına dair yorumlar çıkmasına neden oldu. Kafkasya İşbirliği Platformu alanında Türkiye’nin başlattığı girişim de şimdilik somut bir sonuç veremedi. Rusya, Kafkaslarda elinin güçlü olmaya devam ettiğini Ermenistan ve Azerbaycan Cumhurbaşkanlarını Moskova’ya celbedip orada bir deklarasyon yayımlatmak suretiyle kanıtladı.
Ermenistan Dışişleri Bakanı Nalbandyan Ermenistan Cumhurbaşkanının, Sayın Gül’ün davetini kabul ettiğini ve Ekim 2009 ayında oynanacak Türkiye – Ermenistan futbol maçını izlemek için Türkiye’ye geleceğini açıkladı. Medya başka somut bir gelişme göremeyince bu habere ağırlık verdi. Bu sabah dinlediğim BBC ise konuya hiç değinmedi.
Ermenistan Dışişleri Bakanı Türk meslekdaşı ile yapacağı toplantıdan önce düzenlediği basın toplantısında iki ülke arasındaki sınırın açılmasını ve ilişkilerin ön koşulsuz başlatılması taleplerini yineledi. Ayrıca, soykırımı iddiaları konusunda diyasporayı etkileme olanaklarının bulunmadığını (veya etkileyemeyeceklerini) söyledi. İlişkilerin düzelmesi için iki ülke liderleri devreye girmeli dedi.
Bu ifadelerden bazılarını daha ayrıntılı olarak inceler ve yorumlarsak şu hususları görürüz:
-Ermenistan Cumhurbaşkanının Ekim 2009 ‘da futbol maçı için Türkiye’yi ziyaret edeceği pek te yenilik taşıyan bir söylem değil.
-İlişkilerin normalizasyonu için iki ülke liderlerinin devreye girmesi gerektiği temennisi ise, benzer sıkıntıları ve gerginlikleri yaşayan ülkeler halkları arasında barışmayı sağlamaya yönelik olarak alınacak önlemler bağlamında öne sürülen önerilerden biridir. Konuyla ilgili kitaplarda yazılı bunlar. Bu adımları atacak olan liderler belirli siyasal riskler alırlar. Bu riskleri almaları özendirilmektedir .
Sözünü ettiğim öneriler dizisinde ihtilaf konusundaki karşılıklı görüşlerin aynı kitap altında birlikte yayımlanması önerisi de bir seçenek olarak vardır. Kanımca bu son önerinin de tarafımızdan sık sık dile getirilmesi yararlı olur.
Ermenistan Hükumetinin Diyasporayı etkileyemeyeceği söylemi gerçeği yansıtmaktadır. Sadece diyasporayı değil, Ermenistan kamu oyunu da etkileyemezler. Zira dogmalardan vazgeçmek -imkansız dememek için- son derecede güçtür. Soykırımı dogması Ermeni diyasporası ve Ermenistan Cumhuriyeti vatandaşları için kimliklerinin temel taşı veya çimentosu haline dönüşmüştür. Normalizasyonu amaçlayan taraflar bu gerçeği göz önünde tutarak çözüme ulaşmak için çok güç olan sorunların etrafından dolaşmalı, bir anlamda bunları oksijensiz bırakarak -çok uzun dönemde- arka plana itilmesini sağlamayı planlamalılar.
Bu bağlamda Türk tarafının söyleminin bir kaç ekseni olmalıdır kanısındayım:
a. Soykırımı kavramının bir uluslararası hukuk kavramı olduğu ve koşullarının 1948 Soykırımının Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi ile Uluslararası Adlet Divanının bu konudaki kararlarında – örneğin 2007 Şubat Bosma kararında- belirlendiği; bu çerçevenin dışına çıkılmasının uluslararası hukuku yadsımak anlamına geldiği; vurgulanmalıdır;
b.Düşünceyi açıklama özgürlüğüne ve bu konudaki AİHM kararlarına saygı durulması, örneğin şok yaratıcı görüşlerin açıklanmısının cezalandırılmaması gerektiğinin altı çizilmelidir
c. Soykırımını siyasal bir terim olarak istisnar edilmesinin ikili ilişkileri zedelediği gerçeğinin göz önünde tutulması icab ettiği belirtilmelidir;
d. Sorunların tartışılacağı tarihçi, hukukçu, sosyal bilimci ve hatta siyasetçilerin katılacağı her diyalogun özendirilmesinin uzlaşma kapılarının daha çabuk açılmasını sağlayacağının bilinmesi söylenmelidir.
İki ülke arasındaki sınırın tanındığının teyidine gelirsek:
İki ülke arasındaki sınırın tanınmasının da bir sorun olarak ortaya çıktığı biliniyor. Bunun temel nedeni Ermenistan’ın 1921 Kars Anlaşmasınnı, başka bir söylemle iki ülke arasındaki sınırı tanımadığı yolunda yarattığı izlenimdir. Ekim 1921 Kars Anlaşması taraflarca onaylanmış ve onay belgeleri 1922 yılında teati edilmişti. Bu uluslararası hukuki durum değişmemiştir. Türkiye Ermenistanın bağımsızlığını tanıdıktan hemen sonra iki ülke arasında diplomatik ilişki kurulması gündeme gelmişti. Ermenistan Anayasa bildirgesindeki kimi ifadeler ve bazı Taşnak eğilimli politikacıların beyanları Türkiye’yi Kars Anlaşmasının teyidinin Ermenistan tarafından yapılmasını istemeye yöneltmişti. O dönemde, bunun iki ülke arasında mevcut tüm anlaşmaların geçerliliklerini korudukları yönünde bir ortak deklarasyon ile yapılabileceği sanılıyordu. Çözüme çok yaklaşılmıştı. Daha sonra Ermenistan Azerbaycan’a saldırınca, diplomatik ilişki kurulması süreci de askıya alındı. Ermenistan Hükumetini temsil eden yetkililerin ülkemiz ile Ermenistan arasındaki sınır kapısını tanımadıklarto yolunda bir beyana ben rastlamadım. Buna mukabil, Doğu’daki illerimizin bir bölümünün Batı Ermenistan olarak tanımlanması kabul edilemez. Bu ifadenin anayasa bildirgesinden çıkarılması bir önkoşul olarak ileri sürülebilir mi? Bunun yerine başka dengeleyici formüller bulunamaz mı? Yapılacak ikili diplomatik görüşmelerde Kars Anlaşması esaslarının yürürlükte olduğunun bir deklarasyonla sağlanabileceği ümidini koruyorum. Diplomaside bunu sağlayacak çeşitli yöntemler vardır.
Türkiye Cumhurbaşkanı Erivan’a gitti. Dışişleri Bakanımız da kendisine refakat etti. Orada Ermenistan Dışişleri Bakanı ile görüşmeler yaptı. Nalbandyanın Istanbul’a gelmesi ve burada yapılan görüşmeler bunu izledi. Yani, diplomatik ilişkiler sürüyor. Karşılıklı ziyaretler başladı. Diplomatik temaslar yapılıyor. Ermenistan’ın KEİ nezdine Büyükelçisi var Istanbul’da Bu gerçek karşısında, iki ülkenin başkentletinde karşılıklı olarak diplomatik temsilcilik açılmasının zamanının geldiği kanısındayım. Bu Türkiye açısından sıfır maliyetli bir adımdır. Olumlu son uçlar vereceğini sanıyorum.
Uzlaşma konusunda siyasal irade varsa , çözüm de bulunacaktır. Dışişlkeri Bakanımız Sayın Babacan, “tamamen normalizasyonu sağlamak için siyasal iradenin var olduğunu” dün açıkladığına göre, bu ifadenin kuvveden fiile çıkarılması diplomatik temsilcilik açmak olabilir.
İki ülke arasındaki kara sınır kapısının açılması konusu biraz daha farklıdır. Halen Ermenistan ile Türkiye arasnda hava kapıları açıktır. Doğu sınırımızdaki sınır kapısının kapalı bulunması Ermenistan’a bir rahatsızlık veriyor ise, Ermenista’ın da Azerbaycan topraklarını yüzde 25’ni işgal altında tutmasının Türkiye Cumhuriyetine rahatsızlık verdiğinin bilincinde olması sağlanmalıdır. Başka bir anlatımla, Ermenistan, ön koşulsuz ilişki kurulmasını talep ederken amaçladığı hedef, Türkiye’nin Azerbaycan ile ilişkilerini arka plana atarak ve Azerbaycan topraklarının işgal altında bulunması gerçeğine göz yumarak tek taraflı bir adım atmasıdır. Bu taleplere, Karabağ konusundaki gelişmelerin Türkiye-Ermenistan arasındaki kara sınırı sorunlarını da olumlu yönde etlileyeceği yolunda yanıt verildiğini sanırım.
Ermenistan Dışişleri Bakanının soyadı Nalbandyan. Türkçe’den gelen bir sözcük bu. İki ülke haklarını birbirine bağlayan daha başka pek çok şey var. Tarihteki ilişkilerin sadece trajik yönleriini öne çıkaramamak lazım. Bunu söylerken, Ermenilerin “Metz Yeğern” dediği bir “büyük felaketin” vuku bulmuş olduğunu da yadsımamaktayım. Ama, o dönemde Ermeniler dışındaki Osmanlı yurttaşlarının çektikleri büyük acıların da yok sayılmasını onaylamam beklenmemeli. 1913 yılında bir Ermeni asıllı Osmanlı Devletinin Dışişleri Bakanı görevini yürütüyordu. Devletin Dışişlerini Ermeni vatandaşına teslim eden Hükumetin, bütün Ermenileri ortadan kaldırma kastının bulunduğu kanısında değilim. Van isyan ve katliamınıu izleyen Ermeni tehciri kararının “ Ermenileri sırf Ermeni oldukları gerekçesiyle yok etme özel kastı” ile alındığı anlamına gelen soykırımı iddiasının sağlam dayanakları yok bence. Bu durumda tüm hukuksal, sosyal, tarihsel ve siyasal konuları ortaklaşa görüşüp tartışmaktan ve diyalogdan başka bir çare var mı?
İşte, bunun sağlanması da büyük ölçüde sivil toplum örgütlerine ve medyaya düşüyor.
Bir yanıt yazın