Viyana’da Büyükelci Aktan’in ile kücük bir animiz
Büyükelci Gündüz Aktan’in ölümünü Viyana’dan büyük üzüntü ile ögrendik. Kendisine Allah’tan Rahmet ailesine, dostlarina ve sevenlerine sabirlar dileriz.
Büyükelci Aktan ile 1993 yilinda Viyana’da düzenlenen Dünya İnsan Haklari Konferansin’da o zaman kisa adi EATA olan Avrupa Türk Akademisyenler Birliginin (su anda ne yazikki neredeyse kayboldu) PR’i olarak su anda Franfurt’ta yasayan Schow TV’nin temsilcisi sayin Ahmet Özay ile birlikte tanismistik. Bundan 15 yil öce bu konferansda dünyanin her yerinden İnsan Haklari İhlallerine ugrayan topluluklarin dernekleri NGO olarak kücüklü, büyüklü ‚standlar’ (tanitim masalari) acmislar canla, basla yazdiklari bildirileri ve fotograflari gelen ziyaretcilere dagitiyorduTürkiye aleyhine en az 10 kurum oradyken Türkiye adina kimse orada NGO olarak temsil edilmiyordu. Halbu ki Balkanlardan Türkiye göc eden insanlarin insan haklari sorunu cok idi..kuzey Kibris Türklerin sorunu ortada idi…Dünya basini oradaydi ve tüm NGO lar ise basinin odak noktasi idi. Özellikle NGO’larin basin toplantilari bir kac basin odasinda yapiliyor ve en az on kamera bu basin toplantilarina elli basin mensubu ile birlikte katiliyordu. Bu konfedransda son anda yer almak cok zordu. Dernegimiz adina bir konu secmek ve bu konunun tanitim brosurlerini ve yazilarini hazirlamamiz ve cogaltmamiz gerekiyordu. Konumuzu kisa bir toplanti secmistik. Almanya’da evleri yakilan Türkler. O zaman Almanya basbakani Khol yanilmiyorsam Solingende yanan ailenin evinin önünde yapilan anma toplantisina bile katilmamisti. (Oglu sonunda bir Türk hanimla evlendi ve torunu yari Türk oldu) Türklere irkci saldirlar Almanay’ad cok fazla idi. Almanya sorunu ignore ediyordu…Bu bizlerin cok gücüne gidiyordu. Bizlerin yaslari o zaman 20-25 yas arasinda idi. Bazilarimiz Üniversiteye yeni baslamis veya (benim gibi) yeni bitirmistik. Bu konuda uzman olan arkadasimiz Ahmet Özay bizleri yanilmiyorsam Rahmetli Büyükelci Gündüz Aktan bu konferansda (1993, Dünya İnsan Haklari Konferansi) ile tanistirdi. Büyükelci Aktan bizi Konferansin oldugu bir odaya alarak Irkcilik ile kaleme aldigi bir yaziyi (iki dilde) verdi ve özellikle su ana kadar aklimda cikmayan ‚AYNA’ , ‚PROTESTANLIK’ ve ‚IRKCILIK’ ile ilgili enfes bir sunum yapti. Toplam 7 genc anlatilanlari pür dikkat dinleyip bu hizli ama cok düzgün konusan, heyecanli ve cok zeki oldugunu hemen anladigimiz bilgi dolu insana hayran kalmistik. Bilgimiz Büyükelcilerden degildi… Avrupa’da ve dünyadda özellikle Hiristiyanligin Protestan mezhebine ait olan topluluklarda (Almanya, Avustralya vs..) neden daha cok irkciligin oldugunu bu kadar basit, anlasir ama o kadar da derinlemesine herhalde anlatilamazdi. Kotolik dünyasinda var olan Papaz’dan Kilise’de gidip günah cikarmanin Protestan dininde Luther sayesinde cikdigini bu yüzden ‚icinde ki pislikleri’ kilisede Papaza anlatamayan Protestanlarin nasil disarda pisliklerini kendisinden farkli insanlara (Musevi, Müslüman vs) kusmalarini ve karsisindaki özellikle düzgün insanlarin nasil AYNA görevi görerek bu özellikleri geri yansittiklarini ve sonunda bu yansima ile IRKCILIGIN nasil ateslendigini ilk defa Rahmetli Büyükelcim Aktan’tan duymustuk…Bizler gibi Kitap kurdu olan insan insanlar bu ilerde okuyacagimiz kitaplar icin genis bir ufuktu…Bu sununlardan sonra sBüyükelci Aktan’in yardimlari ile hemen Viyana Dünya İnsan Haklari Konferansin’dan kendi dernegimizi NGO olarak Akredite ettirdigimi unutamam. Bir günde hic uyumadan tüm arkadaslarimiz ile hazirladigimiz yazilar, resimler ile on bes metrelik masamiz ile Dünya İnsan Haklari Konferansinin yildizi olmustu….Konu Almanya idi..Konu Almanya’da yasayan Türk toplumuna yapilan Irkcilik idi…Karikatürler ve Resimler müthisdi..Alman Büyükelcileri cok rahatsiz olmuslardi…Özellikle Solingende yakilan Türklerin tabutlari önünde zamanin Basbakani Khol’un Hitrler biyigi sus isaretini konferansin her yerine asmamiz Alman Büyükelciligi calisanlarinin Protestolarina neden olmustu… Yaptigimiz basin toplantilarina gelen onlarca medya mensubu ile Reportajlar, kameralari hala unutmuyorum..Bugün böyle bir calismayi hayal bişle edemiyorum…Herkes korkak, pirsik ve Saray Soytarisi olma pesinde günümüzde…Bize hic karismayan ama bilgi ve imani atesleyen ve takip eden Rahmetli Gündüz Aktan gelip hepimizi tebrik edip bizlere, ‚’’ Demokratik yurttaslik hakkinizi kullandiginiz icin sizler ile gurur duyorum. Bu demokratik calismlarinizin buralarda devami en büyük dilegimdir’ dedi.….Tüm arkadaslar cok mutlu idik… Kendisi ile tekrar görüsmemde özellikle Balkanlarda Yunanistan’da yasayan Türklere yapilan katliami dinledigimi hatirliyorum ve Türklerin kendilerine yapilan katliam ve soykirimlari hep kapattigini ifadesini hic unutmuyorum..Kendisi ile ondan sonra kontagimiz hic olmadi bir kere Viyana’ya gectigimiz döndem geldiginde kisa olarak animizi hatirlattigimda tekrar dostca kucaklastik…Biz onu hep bir hayranlik ve sevgi ile takip ettik…Onu biz Partiler üstü bir insan olarak sevdik…Inaniyorum ki Rahmetli Gündüz Aktan yasami boyunca bizim gibi yüzlerce insan ile bu anlamda bilgisi, dik durusu ve önderligi ile örnek olmustur ve ates vermistir. O bildigimiz Büyükelelcilerden degildi..
O farkli bir korkusuz Büyükelci idi… Allah’tan Rahmet sevdiklerine sabirlar dileriz…
Selam, Saygilarimla
Birol Kilic ,
TURKISH fORUM DANISMA KURULU UYESI
–
Okurlara veda yazısı
Gündüz Aktan
09/06/2007 (7265 kişi okudu)
1998’in Temmuz ayında Radikal’de yazmaya başladım. Radikal o zaman iki yaşındaydı. Bugün ben ayrılırken 10 yaşında. Türkiye’nin tirajı küçük, etkisi büyük gazetesi niteliğini hep korudu.
İsimler bazen karakterin oluşmasına katkıda bulunuyor. Radikal, değerlerin ve ideallerin yumuşayıp eridiği bugünün dünyasında belki ismiyle müsemma değil. Zira gazetenin ne genel karakteri ne de köşe yazarları radikal sayılabilir. Radikal olan tek şey belki de birbirinden bu kadar farklı düşünen insanların birlikte aynı çatı altında bulunmaları.
Radikal’de yazmaya başladığım sırada, 28 Şubat süreci devam ediyordu. Bugün ne yazık ki bir kere daha rejim krizine girdik. İki kriz arasında PKK terörizminin bitişine ve yeniden başlamasına tanık olduk. AB üyelik süreci başladı ve neredeyse duracak kadar yavaşladı. Kıbrıs’ta çözüm diye az daha gürültüye gidiyorduk.
Ama hepsinden önemlisi, 1998’de Türkiye’nin çevresi bugüne kıyasla bir barış kuşağı görüntüsüne sahipken, şimdi 19. yüzyılın en istikrarsız dönemlerini andırıyor. Irak işgal edildi ve çözülme sürecine girdi. Can düşmanımız Suriye ile kan kardeşi olduk. Birliklerimiz Afganistan’da Taliban’a ateş etmeden iç barışı koruyor. Türk halkı geleneksel bölgesel rakibi İran’a, büyük müttefikimiz Amerika’dan daha çok sempati daha az kuşku duyar hale geldi.
Buna karşılık İslam ile Batı arasındaki uygarlıklar çatışması ortamında, bizi Soğuk Savaş’tan koruyan ittifak sistemine artık güvenden çok korku duyuyoruz. Batı’yı, bizi bölüp parçalamak isteyen 1914’ün ‘devlet-i muazzama’ sistemi gibi görmeye başladık.
Bu ortamda dış politika kabarmaya başlayan bir ırmaktaki taşların üzerinden sekerek kendini alelacele karşıya atmaya benziyor.
Her zaman olduğu gibi asıl sorun ülke içinde. Carl Schmitt siyaseti ‘farklı hayat tarzları arasındaki mücadele’ olarak tanımlıyor. Bu nedenle siyasetin ölümcül olabileceğine dikkat çekiyor. Liberalizmin farklı olanların uzlaşması yaklaşımınıysa, siyasetin doğasını değiştirmek gibi boş bir hayalle uğraşma sayıyor. Daha sonra faşizme kayan Schmitt’in bizzat yarattığı büyük eleştirmeni, özgürlükçü ve demokrat, Leo Strauss da bu bakımdan kendisinden çok farklı düşünmüyor.
Türkiye’nin geçmekte olduğu kriz, belki de ilk kez Schmitt’in tanımına bu kadar uyuyor.
Bu seçimler iktidarın seçiminin çok ötesinde bir önem taşıyor. 22 Temmuz’da Türkiye’nin Cumhuriyet kimliği, toprak bütünlüğü, dünyadaki yeri ve hâkim hayat tarzı gibi varoluşçu sorunlara cevap aranacak.
Simmel toplumların sadece ihtilaf yoluyla gelişebileceğini ileri sürüyor. Çözüm ancak ihtilafı tüm zorluklarıyla yaşayarak oluşturulabiliyor. Bu süreçte demokrasiyi korumak ve kriz sonunda yeni ve ileri bir demokratik aşamaya ulaşmak gerekiyor.
Tehlikelerle dolu böyle bir tarihi kavşakta, akıl, politikaya atılmaktan ziyade yazı yazmaya devam etmenin evlâ olacağını söylüyor. Sanırım bu açıdan köşe yazarı arkadaşlarım benden daha akıllılar.
1998’de 34 yıllık devlet hizmetinden sonra meslek değiştirmek gibi riskli bir iş yaptım. Ama Şükrü Kaya’nın ifadesiyle, üçüncü kâtipten ‘kâtib-i umumiye’ (yani genel sekreter ya da müsteşara) kadar kâtiplik olan bir meslekten gelmenin verdiği en azından kripto yazma tecrübem vardı. Bu nedenle bazıları uzun süre yazdıklarımın anlaşılmaz olduğundan yakındılar. Ancak şimdi 9 yıl sonra bir kez daha, bu defa hiç bilmediğim bir ‘mesleğe’ geçmeyi deniyorum. Tek umudum, herkesin doğuştan biraz da ‘politik yaratık’ olması.
Veda ederken, okurlarıma ya da daha doğru bir deyişle beni okuyanlara ne söyleyeceğimi bilemiyorum.
Umarım yazdıklarım onlar için bir anlam ifade etmiştir.
Bu vesileyle bana karşı gösterdikleri dostluk ve işbirliğinden dolayı İsmet Berkan’a, Murat Yetkin’e ve bir süre birlikte olduğum Ankara ofisindeki mesai arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.
Pek uzağa gitmediğim için de ‘Allahaısmarladık’ demiyorum.
Bir yanıt yazın