İnsanüstü tüm çabalarına rağmen Obama, Erdoğan değil, Gül’le görüştü…
Erdoğan, İran konusundaki açıklamaları ile ABD ve İsrail’i çok ama çok kızdırdı…
Tüm bunlardan sonra bana da, Abdullah Gül’ün Mart 2006’da AKP’nin Kızılcahamam toplantısında, söylediği şu sözleri hatırlatmak düştü:
–Biz İran’ın nükleer programıyla ilgili olarak BOP kapsamında ABD ile birlikte hareket edeceğiz. Girişimlerimiz de sürecek. Ancak olumsuz bir tablo çıkarsa Türkiye, İran kapısını kapatmak zorunda kalacak…
-BOP’u destekliyoruz, proje Türkiye’nin dış politika hedef ve ilkelerine uyuyor. İslam ülkelerinde demokrasi, insan hakları ve özgürlüklerin geliştirilmesini ve tüm İslam dünyasına yayılmasını amaçlıyoruz. Eğer Türkiye’de özgürlük ve demokrasi olmasaydı biz de şu anda iktidar olamazdık…
İçimden bir ses, Erdoğan’ın sadece içeride değil, artık dışarıda da by-pass ya da by by sürecine sokulduğunu söylüyor!..
Küçüğünden büyüğüne, sağcısından solcusuna, çobanından Cumhurbaşkanına herkeste bir sevinç bir, heyecan…Neymiş; Obama ABD Başkanı olmuş. Eee? ABD Irak’tan çekilecekmiş, PKK’yla mücadele edecekmiş, bize daha iyi davranacakmış falan. ABD bizim gibi çadır devleti ya, baş değişince, bunca yıldır kan ve gözyaşı üzerinden yatırım yaptığı planları, hedefleri, kırmızı çizgileri de değişecek sanıyorlar. Bilmezler ki, Cumhuriyetçilerle, Demokratlar arasında sadece üslup farkı var. Biri döve döve, diğeri öpe öpe yürür. Mesela Rice, “BOP’un içinde Türkiye de var” dediğinde kıyamet kopmuştu. Ama hala ülkemizde pek sevilen Clinton, TBMM’nin ortasında, “20. yüzyılın kaderini Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılması belirledi. 21. yüzyılın kaderini de Türkiye belirleyecek” dediği halde, vekillerimizce ayakta alkışlamıştı.
“Kürdistan’ın kurulması” ABD’nin ana planlarından, kırmızı çizgilerinden birisi değil mi? “Kürdistan”ın kurulmaması, Musul-Kerkük’ün durumu da Türkiye’nin kırmızı çizgileri diye biliniyor. En azından şimdilik öyle…Peki Obama yönetiminde bu meseleler ne olacak, kim kırmızı çizgilerinden vazgeçecek?
En baştan anlatmaya çalışayım:
Şimdi herkes ABD’nin Irak’ta batağa saplandığını sanıyor. Aynı görüşte değilim. ABD Irak’a niçin geldi? Lozan’la yırtılıp atılan Wilson prensiplerine uygun olarak “Kürdistan’ı kurmak”, enerji kaynaklarının üzerine oturmak -özellikle Kerkük’ü kontrolünde tutmak-, Irak’taki dini ve etnik grupları bir daha bir araya gelemeyecek şekilde birbirine düşürüp, Irak’ı parçalamak, böylece İsrail’e tehdit eden bir devleti devreden çıkarmak için değil mi?
ABD şimdi hangi noktada? “Kürdistan” fiilen kuruldu. Resmileşmesi, daha önemlisi yaşayabilmesi için Türkiye’nin tanıması çalışmaları sürüyor…Irak’ta dini ve etnik gruplar boğaz boğaza. En azından Kürtler tümüyle koptu. Hasılı Irak’ın bütünlüğü artık bir hayal…Tüm enerji antlaşmaları ABD’nin istediği şekilde yapıldı. Sadece Kerkük meselesi askıda. Tahminim ABD, “Kürdistan’ı Türkiye’ye tanıttırma” vaadi karşılığında Barzani’yi, Kerkük ısrarından şimdilik vazgeçirdi. Herhalde, “Sonra biz kendi aramızda hallederiz” diye düşünüyorlar.
Bu hedef-sonuç tablosuna göre, ABD Irak’ta başarısız mı olmuş, başarılı mı? Yüzde 100 başarılı.
Eh öyleyse daha Irak’ta kalıp, ne yapsın? Afrika’da, Asya’da parçalanmayı bekleyen ülkeler varken, öldürdüğü binlerce insanın yasını mı tutacak, tecavüz ettiği binlerce Iraklı kadının namusunu mu temizleyecek, Saddam döneminden beter yoksullaştırdığı Iraklıları zengin etmekle mi uğraşacak?
Bakın Bosna savaşında ABD Büyükelçisi sıfatıyla başrollerde olan Peter Galbraith, geçenlerde ne dedi; Irak Şiiler, Kürtler ve Sünniler arasında üçe bölünmeli. Obama’nın yardımcısı Joe Biden’ın Irak konusuyla ilgilenmesini sağlayacağım. Biden, ‘üç parçalı Irak’ın baş savunucusu…Bu zat hangi başkanın büyükelçisiydi, hatırlıyor musunuz? Clinton’un…
Aynı zatın, geçtiğimiz yıllarda, “Türkiye’de derin devlet içinde de Kürdistan’a sıcak bakanlar var…Eskiden bağımsız bir Kürt devleti hayalinin önünde en büyük engel olarak görülen Türkiye’nin tutumu belirgin şekilde değişti. Türk strateji uzmanları ki, bunlara derin devlet, ordu ve istihbarat kurumları da dahil, Batı yanlısı ve laik bir Kürt devletini güneyindeki bir dinci Arap devletine tampon olarak görüyor” iddiasında bulunduğunu da hatırlatalım.
SOFA Antlaşması ya da Türkiye’nin sırtından kurban kesme…
İliştirilmiş aydınlarımıza düğün-bayram yaptıran ABD-Irak arasında imzalanan SOFA antlaşmasını işte kabaca çizdiğim bu çerçevede değerlendirelim. Atı alan Üsküdar’ı geçiyor, Dışişleri Bakanı Ali Babacan, hala anlaşmayı incelediklerini söylüyor. Zahmet buyurmayınız da, Türkiye’ye uğradığınız bir gün, bir an evvel millete, TBMM’ye, Türkiye’nin ne yapacağını, kırmızı çizgilerini nasıl koruyacağını anlatın. Çünkü sadece 3 yılımız var!..
Niye 3 yıl? Anlaşmaya göre, ABD, Irak’taki askerlerinin tamamını Aralık 2011’de çekecek. Çekecek de nereye çekecek, ne olursa çekecek? Bu 3 yıl içinde Türkiye’nin Barzani kukla devletini resmen tanıması mı sağlanacak? Böylece gözü arkada kalmadan gitmek mi planlanıyor? Veya kuvvetlerinin bir bölümünü, aynen 36. paralel oyunu gibi Barzani bölgesine getirip, bir yandan Güneydoğu-İran-Suriye üzerindeki çalışmalarını sürdürüp, “Büyük Kürdistan” hedefine yürürken, öte yandan Türkiye’nin Musul-Kerkük’e sahip çıkması ihtimaline karşı yeni “Çekiç Güç”mü yapacak?
Kuklaların haysiyeti!..
Abdullah Gül, Dışişleri Bakanı iken, bir gün, ansızın Rice’la Stratejik Vizyon Antlaşması imzaladı da ne olduğunu, Türkiye’nin ne işine yaradığını anlayamadık.
Bir de ABD’nin, kendi atadığı Irak yönetimi ile imzaladığı SOFA Antlaşması’nın sürecini anlatmak istiyorum.
Geçen Ocak’tan beri pazarlığı sürüyor. En son ABD 5 Kasım’da, “Kabul ya da reddedin” resti çekti. Iraklılar bazı değişiklikler daha istedi, ABD geri adım atmak zorunda kaldı. Bu 11 aylık çetin müzakereyi yürüten Irak heyetinin başkanı Muvaffak el Rubai geçenlerde, şunları söylediğinde inanın içim cızzz etti. Dedi ki; “Beni uysal biri olarak bilirler, ama o gece son derece ısrarcı ve zorlu bir tutum takındım. Amerikalılar gerektiğinden fazla kırıcı olduğumu düşündüler. Bir ara masaya çıkıp onları döveceğimi sandıklarını da tartışmanın sonunda itiraf ettiler”.
Şu başmüzakereciye bakın, bir de bizimkilere!..
Irak’ın direnişi Rubai’den ibaret değil. Başbakan Maliki de konuştu ve Irak’ta merkezi hükümetin güçlendirilmesini istedi, buna paralel olarak anayasada bazı değişikliklerin yapılması gerektiğini söyledi. Maliki’nin en önemli çıkışı ise Kerkük ve diğer koparılmış bölgelere ilişkindi. Maliki, buralarda milis güçlerinin oluşturulması talimatı verdi. Yani Türkmenler ve Araplar üzerinde terör estiren Barzani Peşmergelerine, “defolun” dedi. Yine bu günlerde Talabani’nin Sünni Yardımcısı Tarık El-Haşimi de, Irak ile Türkiye arasındaki ilişkilerin güçlendirilmesi gerektiğini söyleyip, kibarca, “Kürtlerle değil, bizimle işbirliği yapın” mesajı verdi.
Bizimkiler hiç duymadı ama Kürt cephesinden gelen tepkiler, mesajın alındığını gösteriyordu. Önce hükümeti yıkma tehdidinde bulundular, “Kürtler artık Maliki’nin hükümetinde fazla kalamaz’’ dediler. Ardından, Irak ile ABD arasında güvenlik anlaşmasının imzalanmaması durumunda Kürtlerin uluslararası güvence talebinde bulunacağını duyurdular. Uluslararası güvenceden kastedilen de, “bölgede gözü olan Türkiye veya İran’ın ani bir saldırısına karşı BM, ABD ya da diğer uluslararası güçler”di.
Çok ilginçtir, Maliki’nin Kerkük’teki Peşmergeler konusundaki tavrına, Musul’daki ABD Güçlerinin Komutanı General Tony Thomas da, “Musul’daki Peşmerge varlığı yasaldır” tepkisini gösterdi.
Barzani tayfasının neye-kime güvendiği, nelerin planlandığı sanıyorum iyice anlaşılmıştır.
Türkiye Oltadaki Balığın Peşinde
Oltadaki balık dediğim PKK. PKK’nın ipleri ABD’nin elinde. Var mı itirazı olan?.. Sadece yeni bir safhaya geçildi. Türkiye ile Barzani’yi masaya oturttu ve ABD ile PKK’nın arası şimdilik limoni. O da, Türkiye’den alınacak tavizlerin miktarı, zamanı ve şekliyle ilgili bir limonilik. ABD elbette bunca yıllık kader ortaklığı yaptığı PKK’yı bir kalemde satmak istemiyor. Türkiye’den, onların gönlünü de yapacak tavizler alıp, Güneydoğu’daki “terörü bitirmeyi” ve “Büyük Kürdistan” projesine katkıda bulunacak başka bölgelere nakletmeyi planlıyor. Haa, kendini antiemperyalist(!) ilan eden PKK, ABD’nin yeni siparişlerine direnirse o başka!..Lojistik desteğini keser ve PKK’yı şıp diye bitirir, MKK’yı kurar. PKK, himayesiz, desteksiz yaşayamayacağına göre, abisine kuzu kuzu “evet” diyecek.
Erdoğan’la değil, Gül’le görüşmeyi tercih eden Obama’nın ilk mesajı da “yumuşak karnımız” PKK üzerinden olmadı mı? Artık bizimkiler “dükkan senin Obama abi” diyerek, Erbil’de Barzani’yi de ziyaret eder, Barzani Anayasasındaki “Sevr” maddelerini de görmez, Musul-Kerkük’ün lafını bile etmez. Hatta, ABD güçlerinin çekilmesine “yardım-yataklık” eder.
Allah’ım bize akıl ihsan eyle!…Önce PKK Koordinatörlüğü icat ettiler, sonra bunu Türkiye istemiş gibi yaptılar, bizi 1 yıl oyaladılar. Ardından Üçlü Mekanizma’yı uydurdular. Yine biz istemiş olduk. 1 yıl da böyle gitti. Şimdi ABD yönetiminin ta en başından dayattığı, “Üçlü Mekanizmada Barzani de temsil edilsin” formülü yürürlükte. İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın karşısına oturtulan da, kaçırılan askerlerimizi “serbest bırakma töreninde” Kandil’de teröristleri, kutlayıp, ellerini sıkan Barzani’nin sözde İçişleri Bakanı!..
ABD Dışişleri Bakanlığı Terörizmle Mücadele Koordinatörü Dell Dailey, geçen hafta Ankara’ya gelip, Beşir Atalay’la görüştü. Bu görüşmeden sonra Üçlü Mekanizmaya işlerlik kazandırılması kararlaştırıldı, dahası, “üçlü yapıya K. Irak yönetiminin de dahil edilmesini Türk tarafının istediği” duyuruldu. Barzani de işte o adamı gönderdi.
İşte burada önemli bir kopuşa tanık oluyoruz.
Zira Atalay, ABD’liyle görüşürken, Başbakan Erdoğan, ABD’de idi ve “Türkiye ile Irak’ın kuzeyindeki yönetim arasındaki duruma” ilişkin bir soru üzerine, “Türkiye’nin muhatabı, Irak’taki merkezi yönetimdir” diyordu.
İnsanüstü tüm çabalarına rağmen Obama, Erdoğan değil, Gül’le görüştü…
Erdoğan, İran konusundaki açıklamaları ile ABD ve İsrail’i çok ama çok kızdırdı…
Tüm bunlardan sonra bana da, Abdullah Gül’ün Mart 2006’da AKP’nin Kızılcahamam toplantısında, söylediği şu sözleri hatırlatmak düştü:
–Biz İran’ın nükleer programıyla ilgili olarak BOP kapsamında ABD ile birlikte hareket edeceğiz. Girişimlerimiz de sürecek. Ancak olumsuz bir tablo çıkarsa Türkiye, İran kapısını kapatmak zorunda kalacak…
-BOP’u destekliyoruz, proje Türkiye’nin dış politika hedef ve ilkelerine uyuyor. İslam ülkelerinde demokrasi, insan hakları ve özgürlüklerin geliştirilmesini ve tüm İslam dünyasına yayılmasını amaçlıyoruz. Eğer Türkiye’de özgürlük ve demokrasi olmasaydı biz de şu anda iktidar olamazdık…
İçimden bir ses, Erdoğan’ın sadece içeride değil, artık dışarıda da by-pass ya da by by sürecine sokulduğunu söylüyor!..
Kaynak: Meyyal Uygur-Açık İstihbarat