Arkadasim Uluc Gurkan’dan “Mustafa” filmi elestirisi.
Timur Sumer
Mustafa Kemal Atatürk
Diyorlar ki, Can Dündar Atatürk hakkında resmi söylemin dışına çıkmama paradigmasını yıktı, çok hayırlı bir iş yaptı.
Doğru mu bu? Türkiye’de gerçekten Atatürk hakkında resmi söylemin dışına çıkmama paradigması mı vardı? Can Dündar piyasaya sürdüğü “Mustafa” filmiyle bunu mu yıktı?
Can Dündar’ın havasının da bu olduğu anlaşılıyor. “Mustafa” filmini niçin yaptığını anlatılırken, “Benim okuduğum Atatürk, bana anlatılan adama uymuyor. Benim oğluma anlatılan da benim bildiğim adam değil” diyor ve filmi bu durumu değiştirmek için yaptığını söylüyor. *
İyi hoş ama Can Dündar “benim bildiğim adam” dediği Atatürk’ü hangi kitaplardan, hangi kaynaklardan okumuş? Nerede öğrenmiş? Yeraltındaki gizli toplantılarda yasak kitaplardan, karartılmış belgelerden mi?
Can Dündar’ın belgesel diye biraraya getirdiği Atatürk’ü hedef alan imaların ve iddialarının hiç biri yeni değil. Hepsi yıllardır belli çevreler tarafından yazılıyor, çiziliyor, konuşuluyor. Kitap olarak basılıp piyasada da satılıyor.
Bu durumda Can Dündar bir paradigmayı yıkmış değildir. Tam aksine, nerede ve nasıl edindiğini bilemediğimiz önyargılarını kendince belgelendirmeye çalışmıştır.
Bakmayın siz, Can Dündar’ı savunmaya soyunan kimilerinin “Mustafa” filminin bir belgesel olmadığına sığınmalarına. Onlar Can Dündar’a dahi yaranamıyorlar. Can Dündar her fırsatta, “Mustafa belgelere dayalı bir film, dolayısıyla bir belgesel” diye konuşuyor.*
Ancak Can Dündar’ın oldukça keyfi bir belgesel anlayışı var. “Hayattaki her şey gibi, belgeseller de sübjektif” diyebiliyor. “Mustafa” filmindeki sübjektifliğini ise şöyle açıklıyor>:
“Önünde 500 belge vardır, sen sana yakın olan 5’ini seçersin, ben bana yakın olan 5’ini. Aynı belgelere bakarak Bekir Coşkun farklı bir belgesel çekerdi, Yılmaz Özdil farklı çekerdi. Bu, benim Atatürk’üm, bana ait bir Atatürk yorumu. Bunun “gerçek Atatürk’e daha yakın biri olduğunu belgelerle kanıtlamaya çalışıyorum.” *
Belgeseller kimsenin işine gelenleri kullanıp, işine gelmeyenleri görmezden gelerek yapılmaz. Yapılırsa, özellikle de bu iş olumsuzluklara odaklanmak, bulunabilen insani zaafları abartmak kastıyla olursa, gerçekte bir belgeselden söz edilemez. Çünkü yapılan iş gerçek Atatürk’e yakınlaşmak değildir. Ondan uzaklaşmak, en hafif deyimiyle Atatürk’ü ve yaptıklarını saptırmaktır, çarpıtmaktır.
Madem Can Dündar 500 belgeden 5 belge seçmekten söz ediyor, biz de filmdeki onlarca saptırma ve çarpıtmadan 5 örneğin altını çizelim.
1. Vahdettin ile ilişkiler
Filmde Vahdettin’in Atatürk’ü Samsun’a “devleti kurtarmak” için gönderdiği iddia ediliyor. Bunu yabancı bir gazeteciye anlatan Atatürk’ün kendisidir. Ancak bu röportajda, Vahdettin’in kurtarılacak devlet anlayışı ile kendisinin uğruna savaşacağı devlet anlayışının farkını da vurgular. Can Dündar’ın bunu atlaması olaya ister istemez farklı bir anlam yüklenmesi sonucunu yaratmıştır.
Ötesinde, Vahdettin ile ilişkiler bu noktada bitmez. Vahdettin, Atatürk Samsun’a çıktıktan hepsi hepsi 21 gün sonra Atatürk’ü İstanbul’a geri çağırır. Dönmeyince önce Şeyhülislam Fetvası ile sonra gıyabi Divan-ı Harp kararıyla Atatürk’ün idamına hükmeder.
Bir belgeselde bunlar görmezden gelinir, Vahdettin olayı sadece Atatürk’ü Anadolu’ya vatanı kurtarmak için görevli gönderdi denilirse, tarihe saygılı olunduğu, gerçeklere bağlı kalındığı söylenebilir mi?
2. Can Dündar Atatürk’ün 1930’da halkın arasına çıktığını, gördüğü yoksulluk nedeniyle “biz bu işi başaramadık” diyerek bunalıma düştüğünü aktarıyor. 1930’lu yılları kapsayan sonrası için de akşam oturduğu rakı sofrasından ancak sabah olunca kalkan ve yatıp akşam rakı vaktine kadar uyuyan bir adam portresi çiziyor.
Atatürk’ün 1930’da tanık olduğu yoksulluktan etkilendiği, moralinin bozulduğu doğrudur. Ancak bu olay bir belgeselde anlatılırken, 1930’un 1929 dünya ekonomik buhranı ortamı olduğunun, Atatürk’ün bu buhranın Türkiye’deki yansımalarını bizzat gözlemlemek istediğinin yansıtılması gerçeğe saygının gereğidir.
Ötesinde, Atatürk’ün direktifini vermenin ötesinde tartışmalarına bizzat katılıp sonuçlarını adım adım takip ettiği 5 yıllık sanayi planı da dünya ekonomik buhranının olumsuz etkilerini gidermek için başlatılan bir çalışmadır. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki kapitalist kalkınma arayışından, devletçilik ilkesinin kabulüyle karma ekonomi modeline geçiştir.
“Mustafa” filmine göre Atatürk rakı sofrası ya da yataktayken herhalde gıyabında okuduğu, satır altlarını çizdiği ve sayfalarına eliyle tartışma notları yazdığı 4.150 kitabın bu döneme ait olanları da çoğunlukla ekonomi üzerinedir.
Atatürk gördüğü yoksulluk nedeniyle yılmamıştır, havlu atmamıştır. Yeni bir sanayi hamlesiyle hala satıp satıp bitiremediğimiz kamu iktisadi teşebbüslerinin kurulup üretime geçmesi sürecinin bu dönemde başında ve içinde olmuştur.
Bu dönemi sadece rakı ve yatak muhabbetiyle geçiren sözde canlandırma belgeleriyle geçiren bir filme ne denir? Böyle bir film inandırıcı olabilir mi?
Ayrıca unutmamak gerekir ki, 1933’de yazılıp okunan Nutuk dahi, 1930 sonrasında Can Dündar’ın çizdiği bunalımdaki Atatürk portresinin tarihi gerçeklerle hiç uyuşmadığını kanıtlamaktadır.
3. Filmde ikide bir, İzmir suikastı davasına atıf yapılarak, Atatürk’ün gözünü kırpmadan arkadaşlarını darağacına gönderdiği dillendiriliyor. Peki, kimdir bunlar? Kazım Karabekir mi, Ali Fuat Cebesoy mu, Rauf Orbay mı, Refet Bele mi?
Atatürk’ün bu arkadaşlarıyla yolları ayrılmıştır ama hiç biri idam edilmemiştir. İdam edilenlerden Atatürk’ün arkadaşıydı denilebilecek bir tek “Ayıcı” Arif vardır.
Bir devrim sürecinde yol ayrılmasını darağacı edebiyatına dönüştürmenin anlamı ne olabilir?
4. Filimde Atatürk’ün adeta Kürtlere özerklik verilmesini, eyalet sistemi istediği gibi bir izlenim zorlanıyor. Oysa burada Atatürk 1921 Anayasa’sının yerel yönetim modeline atıf yapmaktadır. Bu model de, sadece Kürt kökenli Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları için değil bütün ülke için geçerli bir yönetim modelidir.
5. Kurtuluş gerçekleşmiş, kuruluş sürmektedir. Cumhuriyet ilan edilmiş, Hilafet kaldırılmış, Latin harflerine geçilmiş, Miladi takvim kabul edilmiştir. Bunları anlatan Can Dündar, medreselerin de kaldırıldığını söyler ve müstehzileşen bir ses tonuyla ekler: “Böylece medresede Kaymak Hafız’dan yediği dayağın intikamını almış oldu…”
Can Dündar bu konudaki eleştiriler karşısında, “Ben bunu filme gayet masumane koydum. Keşke koymasaydım, pişman olduğum cümlelerden biri… Amacını aşan bir cümle…”
Diyerek bir tür özeleştiri yapsa da bu benim acımı dindirmedi. Can Dündar’ın “Mustafa” filmini bilemem ama Türk devrim tarihi Kaymak Hafız’ın iki tokadı kadar ucuz değildir.