15 KASIM 2008
Nazım Hikmet’in söyleyişi ile;
(…)
Demir, kömür,
ve şeker, ve kırmızı bakır
ve mensucat
ve sevda ve zulüm ve hayat
ve bilcümle sanayi kollarının
ve gökyüzü
ve sahra, ve mavi okyanus
ve kederli nehir yollarının,
sürülmüş toprağın ve şehirlerin bahtı (’nın )
bir şafak vakti” değişebilmesi için;
“Artık yeter!.. Çökmekte olan neo-liberal dünyaya hayır!” demek ilk işimiz olmalıdır.
Mustafa Kemal’in 1923 İzmir İktisat Kongresi’ndeki deyişiyle; Türkiye’nin yeniden “Çalışkanlar diyarı” olabilmesi için; Antiemperyalist, ulusal bağımsızlık hedefini ve bu ulusal bağımsızlık içinde toplumsal özgürlükleri öne çıkaran, emekten yana, geniş halk kesimlerinin arzu ve çıkarlarını gözeten, aydınlanmacı hareketi başlatmak artık zorunluluktan öte bir durumdur.
“Yeniden Aydınlanma Devrimi”; günümüzde yaşanan çok boyutlu krizden çıkış yollarının, toplumsal kesitlerin talepleri doğrultusunda bilim insanlarının düşünsel katkıları ile kolektif bir çaba ile yaratılabilecektir.
IMF, Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşların ve onların arkasındaki ABD ve AB gibi güçlerin, Yeni Dünya Düzeni’ne teslim olmaya eğilimlilerin yarattığı düşünsel karartmalara ve küresel sermayenin ideolojik saldırılarına karşı; bağımsızlıkçı, eşitlikçi ve özgürlükçü çıkış yollarını ortaya koyma hedefi ile toplanan kurultayımız tespitlerini iki ana eksende toplamaktadır: Gözlemlerimiz ve İlkelerimiz.
1. Gözlemlerimiz:
Yön duygusu yitirilmiş, ortak coşku yok olmuştur, Umutlar boşa çıkarılmış, tutulan dallar kırılmıştır, Çılgınca tüketme rüzgârı estirilmiş, üreterek kazanma hevesi söndürülmüştür.
Yatırımdan uzaklaşılmış, ülkemiz yurt dışında üretilen malların pazarı haline dönüştürülmüştür.
İnsanca değerlerin yerini para motifli çıkarlar almaya başlamıştır.
Aşılmış olması gereken ikilemler aşılamamış, kutuplaşmalar keskinleştirilmiş, yeni karşıtlıklar icat edilerek toplumsal çatışma başlıkları arttırılmıştır.
Kamuya hizmet anlayışı aşınmış, kamu yönetimi yozlaştırılmış;
kamusal alan tahrip edilerek yoz değerlerin istilasına uğramış
özel alana yer açılmıştır.
Sosyal güvenlik sistemi, dengesiz ve plansız politikalarla içi boşaltılarak tasfiye edilme sürecine girilmiştir.
Dıştan ekonomik model dayatılırken, içte düşünce terörü estirilmiştir.
Türkiye, dünyadaki yeri bakımından şaşkına çevrilmiştir.
Zayıflatılan ekonomik, sosyal ve siyasal bünyeye paralel olarak Cumhuriyet ve O’nu var eden değerler ve demokrasi kemirilmektedir.
2. Cumhuriyetin yeniden inşası için yirmi ilke:
-Cumhuriyetin devrimciliğine inanmak.
-Evrensel değerlere bağlı kalmak.
-Küreselleşmeye teslim olmak yerine, sorgulamak.
-Düşünceyi özgür kılacak ortamı yaratmak.
-Ulusal devlete sahip çıkmak
-Ulusal bütünlüğü yeniden inşa etmek.
-Eğitimi en sağlam bütünleştirici unsur saymak.
-Nitelikli ve parasız eğitimi temel amaç saymak.
-Planlamaya geri dönmek
-Kamu yönetiminin güçlendirilmesine öncelik tanımak.
-Ekonomiyi, yatırımcılığa ve üretime yöneltmek.
-Karma ekonomi modelini ehlileştirmek.
-Kamunun ekonomik gücüyle bireyi özgürleştirmek.
-Sağlık hizmetinin ticarete dönüşmesini önlemek.
-Bütün ulusu sosyal güvenliğe kavuşturmak.
-Polise ve adalete güveni artırmak.
-Ulusal çıkarları korurken uluslararası saygınlığı artırmak.
-Devlete demokrasiyi güçlendirerek sahip çıkmak -Alaşağı edilen demokrasiyi ayakları üzerine oturtmak.
-Partileşmeyi “ortak aklın örgütlenmesi” olarak görmek.
SONUÇ
- Üretim, dolaşım, (dış ticaret, borçlanma, finansal akımlar), dağıtım ve fikir alanına topyekûn sahip “bağımsızlıkçı kadroların ortak bir amaç fonksiyonu / ulusal bir strateji etrafındaki “netlik ve kararlılığına” günümüzde çokça ihtiyaç vardır ve bu ihtiyaç “özel önem” arz etmektedir.
- Özellikle 1930’lar Türkiye’sinde ve günümüzün diğer başarılı ülke modellerinin örneğin Almanya, Japonya, Çin ve Güney Kore gibi ataklarındaki devletin kural koyucu, düzenleyici ve denetleyici fonksiyonları hatırlanmalıdır. Etkin ve etkili bir devlet müdahalesini göz ardı etmeyen, sektör önceliklerini saptarken yapılabilecek hataları en aza indirgeyen, süreleri ve kapsamı önceden belirlenen ve sanayileşme amaç ve hedefleri üzerine kurulmuş yeni devlet yardımları / teşvik sistemine, bu sistemi işlerliğe geçirebilecek destek fonları, ulusal temelli, teknolojik gelişmeye katkıda bulunacak yeni bir kurumsal yapılanma oluşturulabilecek olan ulusal sınaî tasarımı / kalkınma stratejisi geliştirilme çabalarına büyük bir önem ve büyük bir hız verilmelidir.
- Türkiye’nin, uzun vadeli ve dengeli bir sanayileşme / kalkınma vizyonu, kısa / orta vadeli ama ardı arkası kesilmeyen istikrar programlarına terk etme zihniyetinden vazgeçmesi gerekmektedir. Sektörler ve bölgelerarası kaynak tahsislerini uzun vadeli bir iktisadi kalkınma stratejisi doğrultusunda yönlendiremeyen hiçbir ülkenin özellikle de Türkiye gibi görece geri bir ekonomik yapılanmanın gelişmiş ülkeler arasına girmesi ve orada varlığını korumaya devam etmesi olasılığı bulunmamaktadır.
- Günümüz Türkiye’sinde üretim faaliyetlerinin mekânsal dağılımı, ülkeyi sanayisizleşmeye götüren kaynak tahsisi politikaları doğrultusunda çarpık bir görünüm almıştır. Bu politikalar, çoğu deniz kıyısındaki büyük kentlerimizde önemli yığılmalar yaratmış, zaten çok zayıf olan arazi kullanım ve imar disiplini hemen tümüyle ortadan kalkmış ve bu çarpık ve yetersiz sanayileşmeyle birlikte ülkemiz, oldukça derin çevre yozlaşmaları ile karşı karşıya kalmıştır. Anlamlı bir bölgesel gelişme programının uygulanabilmesi / sanayinin yaygınlaştırılması için, çok daha basit ve köklü başlangıç şartlarının oluşması, yani arazi kullanımı, kentleşme ve imar disiplinini sağlayacak mevzuatın da elden geçirilmesi ve tavizsiz uygulanması gerekmektedir.
- Dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi, Türkiye’de de başarılı bir uygulaması bulunmayan ve genellikle, tarım, tarıma dayalı sanayiler, alt yapı ve sosyal yatırım ağırlıklı projeler toplamından oluşan bölgesel kalkınma planlarının, başka bir ifade ile gelişmemiş mekânlara sanayi götürmek için teşvikler ve topluma maliyeti çok yüksek projelerin yerine, yakın tarihin başarılı sanayileşmiş ülke deneyimlerinin öğrettiği, belirli sektörler üzerine yoğunlaşan ve bir liberasyon takvimine bağlı olarak uygulanan “selektif korumacılık” temelinde kurgulanan / tasarlanan “sektör – proje hedefli sanayileşme politikaları” uygulanmalıdır.
- Sektör / proje hedeflemesi’nden anlaşılması gereken, dinamik karşılaştırmalı üstünlükler yaratılmasına yönelik olarak belirli sektörlerin saptanıp, bu sektörlerde planlı, programlı bir gelişme stratejisinin uygulanmasıdır. Hedefleme sözcüğünün de ima ve telkin ettiği gibi, sektör hedeflemesi, kaynak dağılımı işlevini tamamen piyasanın eline bırakmamakta, hangi sektörlerin uluslararası pazarlarda rekabet edebilir hale geleceğine devletin karar vermesini öngörmektedir. Devlet, bu yönde gerekli teşvik ve koruma araçları ile seçilen sektörlerin rekabet gücünü artırmayı planlar. Burada elbette “piyasalar” mı? yoksa “devlet” mi? sorusu / ikilemi akla gelebilir Ancak, kalkınmışlık düzeylerindeki başarıları hakkında tartışmasız ortak mutabakat sağlanmış ülke örnekleri “objektif” olarak incelendiğinde, bu başarıların hiçbir biçimde “piyasa mucizesine” dayanmadığını görmek mümkündür. Zira, rekabeti teşvik eden ve ülke kaynaklarını en iyi kullanmayı hedef alan bir devlet yönlendirmesi, piyasaları ikame etmekten ziyade piyasa mekanizmasının işlemesine katkıda bulunabilmektedir.
- Günümüz itibariyle uygulanmakta olan Devlet Yardımları Sisteminin (teşvik sisteminin) seçicilik ve yönlendiricilik özelliği kalmamıştır. Bununla birlikte, ülkemiz uzun dönem sağlıklı büyüme rotasını da kaybetmiştir. Dolayısıyla da yeni bir sistemin oluşturulması gereği açıktır ve bu nokta bir tutku haline gelmiş bulunan Avrupa Birliğine giriş sürecinin de olmazsa olmazlarındandır. Bu çerçevede öncelikle ülkemiz için yukarıda hareket noktası üzerine değinmede bulunduğum yeni bir kalkınma / büyüme stratejisi hazırlanmalı ve devlet yardımları sistemi bu stratejiye dayandırılmalıdır.
- Ülkenin reel sektör envanteri ve buna bağlı gelişmişlik haritası çıkarılmalı ve Devlet Yardımları Sisteminde gerek 4325 sayılı Yasa gibi Vergisel Teşviklerde gerek KOBİ kredileri v.b. gibi teşvik politikalarında yer alan aynı illeri kapsayacak şekilde yeniden belirlenmeli ve gerekirse 2002/4720 Sayılı BKK “İstatistikî Bölge Birimleri Sınıflandırması” da dahil (ya da paralelinde) yeniden gözden geçirilmelidir. Örneğin mevcut teşvik sistemi anlamında 4325 sayılı Yasa kapsamında 22 il, KOBİ’leri destekleme de 33 il, Acil Destek Programlarında 26 il ve Kalkınmada Öncelikli Yöreler Kapsamında da 50 il (2 ilçe) bulunmaktadır. Öncelikle gelişmişlik haritası bir temele bağlanmalı, adı koyulmalı ve ortak bir zemin yaratılmalıdır. Böylece, ülkemizde genellikle il / ilçe düzeyinde ele alınmakta olan bölgesel gelişme farklılıklarını gidermeye dönük karar ve uygulamaların (özellikle Kalkınmada Öncelikli Yöreler ve Doğu-Güneydoğu Anadolu bölgeleri) iller düzeyinde değil bir gelişme havzası / cazibe merkezi mantığıyla ele alınmasının da yolu açılmış olacaktır.
- İktisadi büyümenin kaynakları arasında Toplam Faktör Verimliliğinin payını artırabilmek için beşeri sermayenin gelişmesine katkı sağlamak amacıyla eğitim ve sağlık harcamalarına ilişkin kaynak tahsisinde; sosyo-ekonomik ve / veya insani gelişme düzeylerini esas alan bir yaklaşımla bölgesel kaynak tahsis modelleri geliştirilmelidir.
- Yeni alanlara yatırım yapacak firmaların finansmanını gerek geleneksel “ticari” esaslı bankacılık yöntemleriyle gerekse de uygulamaları itibariyle kısa dönem perspektifli sermaye piyasalarıyla çözüme kavuşturmanın güçlüğü nedeniyle devlet, bu “finansmanı” esas olarak Kalkınma ve Yatırım Bankaları aracılığıyla özel bir tarzda düzenlemek durumundadır. İktisadi kalkınma (sanayileşme) / büyüme için; mali kesimin (özellikle bankacılık kesiminin) ekonominin reel kesimiyle paralel bir gelişme göstermesi zorunludur. Kullanılabilir fonların yatırımcılara kısa ve dolaysız yoldan ve de asgari kaynak maliyetiyle aktarılabilmesi mali piyasaların / bankacılık sektörünün sağlıklı çalışmasına bağlıdır.
- Bankaların temel iktisadi fonksiyonu, ülkenin iktisadi büyümesinin sağlanarak refah düzeyinin yükseltilebilmesi için tasarruf – yatırım ilişkisini düzenlemek ve ödünç verilebilir nitelikteki fonları verimlilik düzeyi yüksek yatırım projeleri arasında tayınlamak / dağıtmaktır. Bu bağlamda, genel olarak finansal piyasalar ve özel olarak da bankacılık kesimi ile iktisat politikaları arasında tutarlı organik bağlar yeniden tesis edilmelidir. Ayrıca, hazırlanacak yasal düzenlemelerde de bu birliktelik kesinlikle ihmal edilmemelidir.
- Ve son olarak, bir gün ülkemiz, bankacılık sektörüne kalkınma ve sanayileşmenin motoru olma işlevini kazandırmayı hedefleyen bir iktidara kavuşursa, yabancı bankaların egemen olduğu bir durumla uğraşmak ve ulusal finansal mimariyi yeniden inşa etmek çok daha güç ve belki de imkansız olacaktır.
Bir yanıt yazın