Osmanlı Arşivleri ne zaman açıldı?
Türkiye’de ve dünyada bilinenin aksine Osmanlı Arşivi hiç bir zaman kapalı olmamıştır.
Hatta savaş yıllarında, Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı yıllarında bile açıktır ve istifade edilmiştir. Neden açıktır?
Bize kitaplarda terk-i miras öğretildi, Osmanlı tuka dendi biliyorsunuz. Ama işin aslı öyle değil. Türkiye Cumhuriyeti daha kurulmadan, yani ilk meclis kurulduğunda 1920’de bile Osmanlı arşivinden belge istemiştir bu belgelere bakmıştır yararlanmıştır.
Çok küçük ve biraz da benim özel ilgimden dolayı spesifik olan fakat konuya çok güzel örnek teşkil ettiği için vermek zorunda olduğum bir ayrıntı..
Ben Rize Çayeli ilçesindenim. Bizim ilçede Bakır madenleri var. Mesut Bey zamanında Kanadalılara verildi ve halen işletiliyor. Zengin altın rezervi olduğu da söyleniyor ama bizden başka önemseyen yok.
Bu maden 1914 senesinde 99yıllığına Çayelinden iki kişile kiralanmış. Tam dünya harbi patlak verdiği sene. Bu kiralama belgelerini buldum. Devletin normal zamanlardaki işleyişine uygun bütün bürokratik aşamaları takip edebiliyorsunuz. Savaş var diye bürokrasi de hiç bir tıkanma yok.
Bu belgeler tek başına olduklarında, yani konu ile ilgili başka belge yoksa, şu demektir ki, Osmanlının burasını kiraladığı adamların torunları bu yer hakkında hakk talebinde bulunabilirler.
Nitekim de bulundular.
Bunu nerden öğreniyorum.
Cumhuriyet arşivinden araştırdım ve konunun Cumhuriyet tarihi boyutunu ordan takip ettim.
Burası ile ilgili bir dosya var. İçinde yüzlerce belge. Bu belgelerin bir bölümü Osmanlı Arşivi’ndeki belgelerin devamları. Bazı yazışmalar da Osmanlı Arşivi’ndeki dosyada bulunan belgelere atıfta bulunuyorlar. Neticede Atatürk 1937’de bu ve diğer bütün madenleri kamulaştırmış ve imtiyazlarını feshetmiş. Atatürk’ün kararnamesinde de yukarda saydığıım aşamalara atıfta bulunuluyor. Yani diyor ki, 1914’de filancaya verilmiş., imtiyaz sözleşmesinde şunlar yazıyor, bu adam onları yerine getirmemiş, bizim mühendiser gidip yerinde bakmışlar.. sonuç imtiyazın feshedilmesi…
Bunu neden anlattım, sene 1937, Atatürk imzalı bir karannamede Osmanlı Arşivi’nde bulunan bir dosyaya atıfta bulunuluyor ve konu ile ilgili dosyanın devamı Ankara’da Cumhuriyet Arşivi’ndeki dosyada duruyor. Bu iki dosya ise konunun aktif bölümlerine delil teşkil edenleri Ankara’da, tarihi belge statüsünde olup yasal dayanak olmaktan çıkanları ise İstanbul’da Osmanlı arşivinde bulunuyor. Yani Türkiye Cumhuriyeti işleyişinin devamına yönelik belgeleri kurulduğu ve işlemeye başladığı andan itibaren Ankara’ya taşımıştır ve belgesel kesintisizliği sağlamıştır. Öyle milletin zannettiği gibi redd-i miras edip belgeleri imha etmemiştir. Hakikaten Osmanlı Arşivi’ndeki pek çok belgenin Cumhuriyet idaresi tarafından alınıp işlemi sürdüğü müddetçe kullanılması ve işlemi bitince de devletin arşivine kaldırılması konusu bugüne kadar üzerinde hep olumsuz olarak durulan bir konuydu. Ama aslında öyle değildir. Dolayısıyla Osmanlı arşivleri hiç bir zaman kapalı kalmamıştır.
Cumhuriyetin ilerleyen zamanlarında da gerek araştırmacılar ve gerekse devlet makamları Osmanlı Arşivi’nden sık sık ve kesintisiz olarak yararlanmışlardır.
İstanbul’da eski Sadrazamlık (başbakanlık) olan valilik binasının arkasındaki bahçede bulunan Osmanlı Arşivi ki eski adı Hazine-i Evrak Nezareti’dir, Yani evrak hazinesi bakanlığı demektir, daha sonraki adıyla Başvekalet Arşivi olmuş 1986 senesinde ise Başbakanlık Osmanlı Arşivi adını almıştır. Bu tarihte de şimdiki yeni ama İl Özel İdaresinden kiralık olan binasına taşınmıştır.
Kamuoyunun Osmanlı Arşivleri açıldı dedikleri konu, Rahmetli Turgut Özal ve Hasan Celal Güzel’in girişimleriyle gerçekleşen 1986 yılındaki bu binaya taşınma işidir. Bu olay Osmanlı Arşivleri açıldı olarak algılanmış ve nedense de böyle sunulmuştur. Belki siyasetçilerimizin eksik bilgilendirilmesi veya hoşuna gittikleri üzere bu yolu tercih ederek “ben açtım” saplantılarından dolayıdır belki de birilerinin işine böyle geldiği içindir. nedendir ben de bilmiyorum, 1986 yılı Osmanlı arşivlerinin açılışı olarak bilinir oldu.
Halbuki Türk Arşivcilik günü olarak 159. yılını bu yıl kutladık. Yani Osmanlı arşivleri uzun bir süredir vardır. Osmanlı İmparatorluğu zamanında da arşivler tutulmuştur ve bununla ilgili pek çok belge vardır. Devletin devam eden ve yaşayan bir canlı olduğunu düşünürsek arşivsiz devlet düşünülemez ve arşivler her zaman müracaaat edilen yerlerdir. Tek olumsuz tarafı bir türlü gündeme gelmediği ve aynı anda herkesi ilgilendirmediği için, yani toplumsal olay olarak hüviyet kazanmadığı için asla gündemde olmamıştır.
Osmanlı Devleti’nde evrakın muhafaza edildiği “mahzen” olarak kullanılan ilk yer Yedikule’dir. Oradan Atmeydanı’na nakledilen arşivler, bilâhare Topkapı Sarayı’nda Hazine-i Âmire ve Enderûn-ı Hümâyûn’a yerleştirilmiştir.
Devletin arşiv evrakının bulunduğu yerlerin farklı semtlerde olması ve resmî muamelelerin yürütülmesindeki güçlük sebebiyle, Sultan Abdülmecid’in 19 Zilkade 1262 (1846) tarihli irâdesi gereğince, modern bir arşiv binasının inşasına başlanılmış ve 1849 tarihinde ilk modern Hazine-i Evrak binası tamamlanmıştır. Bu şu demek modern manada kurumsallaştığı tarih demek oluyor. Yoksa daha önceleri de gerek Yedikule de gerekse diğer yerlerde bu malzemeler gerektiğinde bakılmak üzere saklanıyordu. Hatta eski zamanlra ait arşiv kanunlarımızda ölüm cezası bile vardı. Halbuki günümüz Türkiyesinde henüz millî arşiv kanunumuz yoktur. Çok tuhaf ama gerçek budur.
Türkiye Cumhuriyeti’nin müstakil olarak Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü şeklindeki yapılanması ise 1977 yılındadır. Bu tarihe kadar her kurum kendi arşivini tutuyordu. Halen daa büyük çoğunluk bu şekilde ise de, Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Türkiye Cumhuriyeti kurumlarının evraklarından devlet ve millet tarihini ilgilendiren türde olanlarını kurumlarında saklama sürelerini doldurmaları neticesinde Ankara’daki deposunda -ki bu deponun raf uzunlugu 270 km uzunluğundadır ve her kurum için orda yer ayrılmıştır- muhafaza etmekte ve araştırmaya açılabilir süresini dolduranları da araştırmaya açmaktadır.
Şumdi bu bilgiler ışığında diyebiliriz ki Osmanlı Arşivleri her zaman açıktır.
Burada dikkat edilmesi gereken teknik bir husus vardır.
Osmanlı arşivleri devlete açıktır, bazı özel izinle araştırma yapan araştırmacılar -ki bunlar öğretim görevlileridir- da buradan zaman zaman yararlanmışlardır.
Araştırmaya en büyük engel belgelerin dilidir. Yani Osmanlı Arşivi’ndeki bütün belgeler Osmanlıca’dır. Pek azları İngilizce, Fransızca, rusça ve Arapça’dır.
Açık olan Osmanlı Arşivinden yararlanmaya, yani araştırmaya engel ikinci büyük konu ise belgelerin tasnif edilmemiş olmasıdır.
Ermeni sorunu ve Osmanlı Belgeleri
Bu iki husus, yani belgelerin tasnifi ve Osmanlıca bilenlerin istihdamı konusu, 1986 yılından itibaren kademeli olarak çözüldüğü için Osmanlı Arşivleri araştırmacılara açılmıştır. Yani yerli ve yabancı bütün bilimadamlarına ve araştırma yapmak isteyen bütün insanlara araştırmaya açılmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti’ne yönelik yapılan saldırıların başında Ermeni iddiaları geliyor. Bunların talepleri 4 T şeklinde özetlenmiştir. Bu plan şu dört kavrama dayanmaktadır: Tanıtım, Tanınma, Tazminat ve Toprak… Yani, sözde Ermeni sorunu tüm dünyada terör yoluyla “tanıtılacak”, sözde iddialar dünya kamuoyunca kabul edilip Türkiyece “tanınacak”, sözde soykırımdan dolayı Türkiye’den “tazminat” alınacak ve “Büyük Ermenistan” rüyasını gerçekleştirmek için gerekli olan “toprak” Türkiye’den koparılacaktır!..
İş sadece bu bilimsel ve tarihi çerçevede kalsaydı Türkiye Cumhuriyeti’nin bir şey yapması söz konusu olmazdı. Çünkü yeni devlet geleneğimiz yurttas sulh cihanda sulh esasını benimsemişti, bana dokunmayan yılan bin yaşasın demek olan ana fikir çerçevesinde bu konuya eğilmeyecektik. Fakat ASALA terör örgütünün dış temsilciliklerimize saldırması ve pek çok bürokratımızı şehit etmesi Türkiye’yi ayağa kalkmaya zorladı.
Aslında olay şudur: Ermeniler 3 milyon Ermeni’nin öldürüldüğünü iddia ediyorlardı.
Hitler 500 bin Yahudiyi öldürmüş, Almanlar soykırım cezasına çarptırılmış, 2004 senesinde son taksidi mağdurların yakınlarına ödenen 125 milyar marklık tazminatı ödemişti.
Eğer Ermeniler bu iddialarını kabul ettirirlerse, daha doğrusu Ermeniler üzerinden yabancı güçler bu iddiaları kabul ettirirler de Türkiye’yi suçlu ve haksız duruma düşürlerse bu rakamları iddia edilen ölü sayısı ile çarpmak yeterliydi. İlaveten ülkemizden 6 vilayeti de istiyorlardı kendi toprakları olarak… Kısacası bu olay Türkiye’yi bölme ve yok etme projesi olan Osmanlı’daki adıyla ŞARK MESELESİ, yeni lisana aktarılmış haliye DOĞU SORUNU, yeni konjöktüre uyarlanmış haliyle Küreselleşme, AB veya BOB çerçevesinde yürütülen çalışmanın bir parçasıdır.
Bu izahatı şunun için yaptım.
Ermeni iddiaları dediğimiz iddiaların dillendirilmesini yapan ve bunlara bilimsel destek bulmakla görevlendirilen yerli işbirlikçi ve yabancı tarihçiler, Osmanlı Arşivleri açılmadan tarih yazılamayacağını, Osmanlı arşivlerinin mutlaka açılması gerektiğini her yerde yazıp çizmeye başladılar.
Bizim milliyetçi muhafazakarlarımız da bu propagandaya balıklama atlayarak ecdadımızın yadıgarı muhabbetiyle ceddin deden neslin baban çığlıkları ile eşklik ettiler. Başbakanlık bizzat kendine bağlı olarak yapılandırrdığı Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü bünyesinde Osmanlı Arşivi Daire başkanlığını tasnife açtı. Osmanlıca bilen ve alanında yeterli donanıma sahip uzmanlar aldı. Ve belgeler büyük bir hızla tasnif edilmeye başlandı.
Burda dikkat çekilmek istenen hususu atlamamak lazım.
Yabancılar için artık Ermeni iddialarını desteklemesini umdukları belgeler her an çıkabilirdi.
Onlara göre eksik! olan tarih tamamlanacaktı.
Belgelerin tasnifinde bizzat çalışan birisi olarak ilk ağızdan verebileceğim bilgi şudur ki, tasnifine başlanan Osmanlıca belgeler hiç de iç açıcı ortamlarda değillerdi.
Çuvallarda istifenmiş, aralarında fare ölüleri bulunan, dedete zehiri ile ilaçanmış, dağınık, istifli, saklama koşulları bulunmayan, rutubetten bir kısmı muhallebi kıvamında çamur haline gelen, taşlaşmış, fersude olmuş belgeler bulduk. Bu belgeler bu ortamlarda nasıl bu vaziyette saklanmıştı. Tam bir vatan hainliği durumu ile karşı karşıya idik.
Bu olumsuz koşullar altında Türk milleti olarak atalarımızın yaptıklarına dair ürettikleri belgelere ilk el uzatan olmanın heyecanını yaşayamadık. Çünkü bizzat Ermeni belgeleri ilk evvela tasnif edilmeliydi. Ermeni konusu ile ilgili ne kadar belge varsa hepsi bir bir tasnif edildi, referans numaraları verildi, gömleklendi, özetlendi, katalog bilgileri çıkarıldı, dosyalandı, modern depolara kondu, kitap halinde yayınlandı, internete konup bütün dünya ile paylaşıldı. Ermeni belgelerinin tasnifi bitti ve ortaya iki durum çıktı:
1. Ermeni iddialarına delil teşkil edecek bir tek belge bile yoktu. Hatta Ermenilerin 2 milyon müslümanı öldürdükleri ortaya çıktı. Bunların 517 bininin isimleri bile tespit edildi. Bu çerçevede şu da anlaşıldı ki bütün Osmanlıdaki Ermenilerin sayısı 1 milyon 500 bin kadarmış. Ondan sonra Ermeni iddiaları soykırımda 1 buçuk milyon emeni öldürüldü şeklinde düzeltildi. Fakat bu bir buçuk milyonu tamamen öldürdüysek Türkiye’deki ermeniler ile tehcire tabi tutulup Suriye ve Amerika’ya giden Ermeniler nerden türediler, o daha netleşmedi!!
2. Ermeni iddialarını destekleyen belge çıkmayınca, Osmanlı arşivindeki tempo dibe vurmuştur. Yani Ermeni sorunu halledildi, sıra Türk tarihine geldi ya. Anında olay bitti. Kimin umurunda Türk tarihi… Arşiv bir kere genelin araştırmasına açıldığı için ve belge tasnifini yürütmek için alınan uzmanların işlerine son verilemeyeceği için Osmanlı Arşivi sürüncemede çalışır vaziyette bulunmaya devam eder oldu. Hani niyet böyle olmasa da vaziyet bunu açıkça ve bağırarak ifade etmektedir. Bir öğretmenin 4 katı maaşla üniversitelerden uzman getirtilerek başlanılan tasnif işi, Ermeni sorununa dair belgelerin tasnifi bitince ve durağan bir durum yaşanmaya başlanınca, bu uzmanlar, tekar üniversiteye dönmüşlerdir ve tasnifin yürütülmesi için yeni eleman alınmamıştır. Sadece alınmadı demesinler diye sayıya bile dahil edilmeyecek miktarda göstermelik eleman alınmıştır o kadar… Bunlarla arşivin bitmesi hayal… Şu anda 150 milyon belgelenin Ermeni belgeleri de dahil olmak üzere ancak 25 milyonunun tasnifi, hemen erişilebilir olmak üzere bitirilmiştir. Geriye kalanların sayısının bile hesaplanması konusunda mutabık kalınan bir rakam yoktur en azından 150 milyon belge olduğu kabaca hesaplanmıştır. Yani iş Türk milletinin tarihine gelince olay bitmiştir.
Yukarıdaki tablonun neticesi olarak Ermeni iddialarının destekçiliğini yapan yerli ve yabancı tarihçiler yeni söylem geliştirdiler. Madem Osmanlı arşivinde bu iddiaları destekleyici bege çıkmadı o zaman söylemin değişmesi lazımdı. Nedir o söylem: Osmanlı belgeleri tek başına tarih olamaz!!!
Şu anda telaffuz edilen ve kaideleştirilmeye çalışılan durum budur.
Ermeni iddialarının -bizim resmi söyleme göre- çürütülmesi esasına yönelik olarak belgelerin tasnif edilip araştırmaya halkın ve bilim dünyasının araştırmasına hazır hale getirilmesi tarihi 1986 yılıdır. Bu ameliye 1995-96 yıllarında nihayet bulmuştur. O tarihten beridir de kapatmaya utandığımız arşivin mevcut haliyle yürütebildiği tasnif çalışmaları neticesinde ortaya çıkan belgelerle de kendi tarihimizin günışığına çıkarılması sağlanmaktadır. Bu personel ve tempo ile yaklaşık 245 senede arşivin tasnifi bitmiş olur ve bu araştırmaya açılan belgeler internet üzerinden erişilebilir şekilde digitalleştirilebilir.
Bugüne kadar basına verilen bilgi notlarındaki bilgiler çerçevesinde mikrofilme aktarma ve digitalleştirme ameliyesinin tahmini bitmesi için 150 sene gerekiyor. Ermeni sorunu hemen halledildi, kendi sorunumuz ise tarihe havale edildi!
Arşivden yararlanma ve Araştırma Yapma
Arşivlerden araştırma yapılması hususu ise övüneceğimiz tek husustur diyebilirim.
Türkiye’de ikamet sorunu olmayan bütün yabancılar ile yerli ve araştırma yapmak isteyen bütün halkımıza arşivler açıktır.
Türkiye’de kütüphaneler ve diğer arşivlerden yararlanmak isteyenlerin iflahını kesen ve şevklerini kıran bir geleneksel araştırma örf ve adetinden dolayı bilinen fiili bir durum vardır. Bugün git yarın da gelme şeklinde halk arasında formule edilen bu durum, Osmanlı Arşivlerinden yararlanma bahsini de kamuoyu nezdinde olumsuz olarak önyargılı ve negatif bir durumda bırakmıştır.
Gerek Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığında ve gerekse Cumhurriyet Arşivi Daire Başkanlığımızda araştırma yapmak dünyada eşi benzeri görülmeyen bir hız, çabukluk ve kolaylıktadır.
Şöyleki araştırma talebinde bulunmak için sabahleyin kuruma gelen vatandaşın talebinin o gün sonuçlandırılması yapılır. O zaman zarfında, yani başvuru yaptığı andan itiaren kataloglarımızdan belge taraması yapabilir ve konusunun araştırmasına başlayabilir. Veya interten veya başka kaynaklardan ulaştığı bir belge numarasını ve kodunu vererek belge talebinde bulunabilir. Araştırma başvurusu gün içinde kabul edildiği andan itibaren de belgesi kendisine verilir ve fotokopi alma veya digital kopyasını edinme imkanına kavuşur.
Yani burada süra azami olarak 6 saattir.
Bu dünyada eşi benzeri olmayan bir durumdur. Bununla da övünebiliriz.
Osmanlı Arşivinde yabancı uyruklu olarak yaklaşık olarak 5 bin kişi araştırma yapmaktadır. Bunlar zaman zaman gelip araştırmalarına devam etmektedir. Japonlar başta olmak üzere Amerikalılar, Ermeniler, Fransızlar, genel ifadesiyle Araplar, Bulgarlar, Yunanlar… Kısacası bütün dünya ülkelerinden araştırıcı bulabilirsiniz. Bu bizim için o kadar olağan bir durumdur ki, üzerinde hiç durmadığımız için dışardan bakana Osmanlı Arşivleri yabancılara kapalıdır gibi geliyor. Oysa Arşivlerimizin açık kalmasını biz bu yabancı araştırıcılara borçluyuz. Türk bilimadamlarının ihtiyaçları önde tutulsaydı arşivlerimiz buundukları depolarda çürümeye devam ediyor olacaktı.
Kitap konusuna gelince,
Devlet Arşivleri genel müdürlüğü yayınları arasından çıkan Ermeni sorununu içeren belgeleri havi onlarca kitap vardır. Bu kitapların tamamı internet üzerinden yayınlanmıştır. Pdf olarak de indirilebilir online olarak da incelenebilir. Satınalmak için Ankara’da Cumhuriyet Arşivi Daire Başkanlığı kitap satış bürosundan, İstanbul’da da Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı kitap satış bürosundan temin edilmektedirler.
İnternet üzerinden genel müdürlüğümüz tarafından gerek Ermeni sorununa dair gerekse Osmanlı belgelerine dayanılarak hazırlanan eserlerimize aşağıdaki adresten erişebilirsiniz:
Burdaki kitapların giriş bölümleri konuyu oldukça güzel anlatmaktadır. Büyük çoğunluğunda bizzat kendim de hazırlayan olarak varım. Tek sorun biraz akademik ve teknik oluşlarıdır.
Sadece ermeni konuna hasredilen ve bütünüyle başlangıcından nihayetine kadar problemin her aşamasına dair belgelerle desteklenen bir çalışma olarak da şu link yeterlidir sanırım.
Bunların haricinde Ermeni sorununa dair tavsiye edilebilir kitap olarak şunları verebiliriz. Muhatap kitlesi halk olan türden kitaplar olarak…
Ermeni Dosyası
Kamuran Gürün
Rüstem Yayınevi
Ermeni Tehciri ve
Tarihi Gerçekler
Prof Dr. Yusuf Halaçoğlu
Türk Tarih Kurumu Yayınları
Tarihin Işığında Ermeni Dosyası
Cemal Anadol
IQ Kültür-Sanat Yayıncılık
Bu eserleri okuyanlar zaten neleri daha okuyacaklarını kendileri bulacaktır…
Zamanımızda interneti çok kullanan bir gençlik olduğuna göre internet ortamındaki kaynakları da tavsiye etmeliyiz.
Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü bu konuda en fazla bilgi veren durumundadır.
www.devletarsivleri.gov.tr
adresinde Ermeni sorunu, Katalog tarama, yayınlarımız başlıklarından gerekli bilgi ve belgelere erişmek mümkündür.
Ayrıca oldukça öz bir şekilde hazırlanan ve daha çok yerli ve yabancı dünya kamuoyuna hitaben kaleme alınan Ermeni sorunu ile ilgili şu siteyi de tavsiye ederim.
Ermeni sorununun veya tarihimizin müfredata konulması, okul kitaplarında yer bulması hususuna gelince…
Atatürk’ün Samsun’a çıkışı olayında Vahdettin var mıydı yokmuydu konusunu yeni halleden bir ülkenin Ermeni sorununun müfredata konulması bahsini nasıl halledeceğini varın siz düşünün!
Ancak şu kadarını söylemem lazım.
Ermeni konusu, okul tarih kitapları yazacak herhangi bir tarihçinin kaleme alacağı bir mevzu değildir. Milli Eğitim Bakanlığı’nın ihale ile belirlenen müfredatın yazıldığı kitap hazırlama projesinde bu konunun gereği gibi ele alınması imkansızdır. Zira Ermeni sorunu ilkokul ve lise tarih hocalarının veya bunlara müfredata göre kitap yazanların becerebileceği bir konu değildir. Burada mutabakat sağlanırsa müfredata Ermeni konusunun ele alınması sorun olmaktan çıkar.
Türkiye’nin ihtiyacı, belge, bilgi, bilimadamı, alet edevat ve benzeri ekipmanlar değildir.
Türkiye Cumhurileti vatandaşlarının artık tiyatro oyuncuları gibi resmi ve şahsi iki kimlik taşımaları konusu halledilmedikçe,
toplumsal bilinç Kızılelma veya Allah’ın adını yüceltme yani İla-yı Kelimetullah gibi formulüze edilmedikçe,
Sopa zoruyla dışanın değil de kendi ihtiyaçlarımız doğrultusunda kendimiz için bir şeyler yapmadıkça,
23 milyon okuyan nüfusun ne anlama geldiğini anlamadıkça,
Her ile bir üniversite, her evden bir üniversiteli kavramlarını olağanlaştırmadıkça,
Salak zengin gibi altın dolu küpün üzerinde oturup züğürtlük çekmekten vazgeçmedikçe
ne yapsak azdır.
Bİze lazım olan müfredattır tabii ki, ama daha önemlisi o müfredattan beklentisi olan kitlenin bu beklentilerine uygun kalem sahibi insanların yeterli milli şuura ve iradeye sahip olmaları daha da önemlidir.