Can Dundar’in “Mustafa” filmini henuz gormedim ama tartismalari izliyorum. Oyle gorunuyor ki Ataturk’un devrimciligi ile insanligi konulari arasindaki denge pek kurulamamis ya da kurulmak istenmemis. Belki filmi yapanlar, “Nutuk” u, “Su Cilgin Turkler”i anlayarak, hissederek okusalar, filmdeki denge isi cozulebilirdi diye dusunuyorum.
Bugune kadar bircok lider filmi seyrettim: Gandi, Washington, Churchill, Kennedy… Bunlarin hepsinde liderin hem insani hem de fikri tarafi mutlaka ama mutlaka yanyana bulunur. Baskasi da zaten dusunulebilir mi? Bu dusunceler beni asagidaki yorumlara sevketti.
Bati, Ataturk’u sanki bizden daha iyi anladi.
Bakin bugun Norvec’te “Ataturk gibi dusun” diye yaygin bir halk sozu vardir. Norvec’te birine zor bir is veya proje verirseniz ve o da korkup kacmaya kalkarsa, ona “Oglum, Ataturk gibi dusun ve coz su sorunu ” derler. Peki neden boyle?
Cunku Ataturk’un gerceklestirdiklerine bakarsaniz bu islerin eldeki imkanlarla olmasi mumkun degildir sonucuna varirisiniz. Girdileri bir bilgisayara soksaniz, dumanlar cikar ve bilgisayar patlar. Girdileri bir Batiliya anlatasaniz, ellerini havaya atip “Olamaz. Mumkun degildir” diye bagirir. Zaten Ingiliz, Fransiz, Yunan, ve diger Birinci Dunya Savasi aktorleri de istihbarat bilgilerine bakip aynen oyle dusundu. Sonra da Istanbul, Izmir, Adana, Gaziantep, Urfa, Maras, ve ulkenin her yani, ateskes anlasmasina aykiri olarak, isgale ugradi.
Nutuk’u iki defa okudum. Her okuyusumda daha da yavas ve sindirerek okuyorum. Kitabi ara sira kapatip dusuncelere daliyordum. O anlari, o insanlari, o cografyayi dusunuyordum. Ben olsam boyle davranmayi akil edebilir miydim ya da cesaret edebilir miydim diye soruyorum. Cok zor.
Iste, diyorum, bu zorluklar once bir gosterilse, anlatilsa, sonra zaman tuneline girilip bugunlere ulasilsa, o zaman istedigin kadar “insancil” yon eklnebilir bir filme. Ama buyuk Ataturk’u devrimlerinden soyutla, “Efendim, ben sadece insancilligini isliyorum” de ve onu oyle don-gomlek orta yerde birak… Bu haksizlik olur diye dusunuyorum.
Iste size bir boyle zor bir durum (senaryo degildir ama filmciler bu konuyu senaryo olaraka kullanabilir:)
Mecliste Mustafa Kemal karsitlari “Aman Pasa bir hata yapsa da sunu Meclis disina itiversek” hesaplari icinde Mustafa Kemal’e bir teklif gotururler: “Pasa Hazretleri, askeri ileri en iyi siz bilirsiniz; o halde ordunun basina gecin cunku durum vahimdir.”
Ordu dediginiz de carigi, corabi, yemegi, silahi, egitimi olmayan, sayisi ve gucu belirsiz bir gurup fakir Anadiolu koylusu. Tamam, hepsi gercekten korkusuz ve hepsi gercekten kararli ve inancli. Ama yinede insan sormadan edemiyor. Bunlarla mi duzenli, bakimli, moralli, ve tam techizatli bir Yunan ordusu geri puskurtulecek? Eldeki bir kac Turk topunun mermileri bile birbirine uymuyor ve bazilarinin atislardan once “tornalanmasi gerekiyor”.
Mustafa Kemal “Maliye Bakanini” cagirir. Sanki bilmiyormus gibi yine de durumu sorar ve aci haberi duyar: hazine tamtakir… para yok, pul yok. Yeni vergi deseniz bile, duyurmasi, toplamasi aylar hatta yillar alir. Zaten halkin da bitmeyen savaslardan dolayi verecek takati kalmamistir.
Halbuki Yunan ordusu Ankaraya dogru adim adim ilerliyor. Yunan ordusundaki gicir gicir Ingiliz toplari daha ambalajindan yeni cikmis. Meshur Sheffield celiginden yapilmis binlerce Ingiliz topu, o yakici Ege gunesi altina piril piril parliyor ve bir yilan surusu gibi ilerliyor. Yunan garnizonlarinda kurmay komutanlar sampanyali toplantilar yapiyor ve alinan kararlar oradaki yabanci muhabirler araciligi ile ayni gunde Londra’da New York’ta duyuruluyor. Sanki savasa degil de bir Afrika safarisine cikmislar.
Iste boyle bir durumda M. Kemal’in sabaha kadar kahve-sigara ice ice “yapayanliz” bir calismasi var. Ertesi sabah da uykusuz gozlerle ama sasmayan bir kararlilikla yazdirdigi bir dizi emirler var. Hangi vatandas nasil vergiler verecek, neler toplanacak, nasil toplanacak, nerelere nasil getirilecek, ve oradan kimlere ulastirilacak diye. Bu kisimlari Nutuk’ta gozleri yaslanmadan okuyabileniniz cikarsa sasiririm…
Hayatta “yapayanliz” kalan bir yasindaki bir bebek olan babami, bitmeyen yokluklar icinde universiteye kadar okutan, onun 1939 da orman muhendisi cikmasini saglayan o gozleri yasli, cebi delik, ama mangal yurekli Turkiye’m, acaba boyle dengesiz bir Ataturk filmini hak etmis miydi? Yoksa filmin yapimcisi, kendi donanimsizligini ortmek icin mi “sadece insancil” takiliyordu? Ya da finansman zorluklari nedeniyle film kisa mi kesilmisti? Bilemiyorum.
Babam yokluklarda yetim buyuyen biri. Istanbul Bebek’te Dar-ul Eytam (Yetimler-Oksuzler evinde) once Osmanli (1912-1923) ve sonra da Turkiye Cumhuriyeti (1923 ve sonrasi) tarafindan buyutulup egitiliyor. Annemle 1939 da evlendiginde, yedek subaylik 3 yil. O cephe senin bu cephe benim dolasip duruyorlar (Turkiye ikinci dunya savasina hic girmedgi halde.) babamin nufus kagidinda “Filanca tarihte ekmek istihkaki verilmistir” diye damgalar vardi. Yani fakirlik, yokluk, ve yoksulluk herkesi kasip kavuruyordu.
Paki Ataturk beni sahsen nasil etkiledi? Yasamimda Ataturk’u hic kullaniyor muyum?
Evet, belki de hergun. Beraber calistigimiz firmalar, en zor projeyi getirip onume koysalar, risktenkacmayacak birini ariyoruz deseler, yine de gozumu korkutamiyorlar. Cunku hemen kendime soruyorum “Simdi burnuma uzatilan su proje Ataturk’un karsilastigi zorluklardan daha mi zor?” Ve baliklama atliyorum. Projelerde bir duvara tosladigimda da yine kendi kendime telkin yapiyorum: “Ataturk gibi dusun ve asiver su engeli.”
Neden bunlari anlatiyorum?
Cunku benim icin, “Ataturkculuk”, bugundur, yarindir…
Once Bati medeniyetini yakalamaktir ve sonra da asmaktir.
Bu ugurda gereken maddi, manevi altyapiyi yaratmaktir; akli ve bilgiyi uretmektir.
Bu buyuk vizyonu sikayet etmeden, mazeret uydurmadan kovalamaktir..
Bitmeyen bir ozguven, cesaret, ve israrla problemlerin ustune gidip onlari cozmektir.
Benim icin “Ataturkculuk” basi dik yasamak icin cok calismak, cok uretmek, ve insanligin mumkun olan en ust mertebesine ulasmaktir. Dunyanin en ileri, en hayran olunan ilk on ulkesi arasina girmektir.
Oyleyse “Ataturkculuk artik eskidi” denebilir mi?
Engel tanimadan ilerleme ve yukselme anlayisinin ve kararliliginin neresi eskiyebilir ki?
Bu ruyanin, bu hedefin, bu projenin, bu fikrin nesi eskir ki?
Her saniye kendi kendini yenileyen, akli tetikleyen, yaratici, enerji yukseltici, hirslandirici, heyecanlandirici muthis bir yaklasimdir “Ataturkculuk”.
Ergun KIRLIKOVALI
10 Kasim 2008
Yazıları posta kutunda oku