Tansu Çiller zamanında döviz fırladığında onu farketmiştim. Kapalıçarşı’da
ayaklı borsanın yan sokağında seyyar satıcılık yapıyordu. Zayıf ve ihtiyar birisiydi.
Tekerlekli ve camekanlı arabasında nohutlu pilav satıyordu.
Yan çaprazındaki sokakta kıyametler koparken, doviz fırladı, borsa düştü, memleket battı, ne
olacak bizim halimiz, hükümet vatandaşı unuttu mu, memleketi kelepire
satıyorlar, eşe dosta peşkeş çekiyorlar, laiklik elden gidiyor diye deli
saçması laflar ayyuka çıkarken, o ihtiyar pilastik tabaklara nohutlu pilavından
dolduruyordu.
Etrafını hiç umursamıyordu. Kötü olsa da iyi olsada memleket ahalisi ona
geliyordu..
Bu yaygarayı koparanlar yoruluyor, acıkıyor, bir ara nefeslendiklerinde
gidip bu adamın pilavıyla karnını doyuruyor, pet şişe içindeki suyla da
susuzluklarını gideriyorlardı.
Bu, benim bir defalık da olsa rastladığım ve hatırımda karikatür gibi resmi yadıgar kalan bir manzaraydı.
Aradan yıllar geçti. Ecevit zamanındaki üçlü koalisyon hükümetinde bu adam
aklıma gelmedi nedense. Etraf toz dumanken bu ihtiyar ne yapıyordu diye merak bile etmemiştim…
Peşinden Ak Parti hükümeti geldi. Adamı hepten unuttum… Halbuki unutulacak gibi değildi.
Başına, kenarı ve köşesi olmayan kişiliksiz kelimelerden birisi olan son zamanların moda tabiri “küresel” lafı
eklenilerek dillerde gezen sözüm ona yüzyılın krizinde, “küresel krizde” bu adam karşıma
tekrar çıktı. Aklıma gelmeyecekti, eğer o ropörtajı yapan haber muhabiri mikrofonu ona uzatmasaydı…
Televizyon kanallarından bir tanesi, Türkiye’de dovizin uzun bir zaman sonra düştüğü yatalak
durumdan tekrar eski haline geldiği, 1.7 TL rakamına eriştiği gün mikrofonu
eline alıyor ve Kapalıçarşı’daki ayaklı borsaya gidiyor.
Ayaklı borsa da nedir demeyin. Bu bizim Kapalıçarşı’daki garip halli, pejmürde kılıklı, abuk sabuk heriflerin terminal simsarlarının kulakları tırmalayan anlamsız avazları gibi, Boğaziçi’nde peşinde koştukları Şehirhatları vapurlarının ardından aç martıların canhiraş çığlıkları gibi niye bağırdıklarından habersiz bir avuç kalabalığın oluşturduğunu söyledikleri borsamız. İşte ayakları olan borsamız budur… “Tam alınır, çeyrek satılır” diye literatürleri de vardır bunların. Başka memleketler, borsalarının ayakları olmadığı için krizlerden bir türlü kaçıp kurtulamıyorlar galiba! Ne demekse ayaklı borsa, işte oraya gidiyor bu muhabir…
Her ne kadar oradaki serseri ve salahana tiplerin bir araya gelip amele
pazarı gibi herele gürele bağırmalarına, uzaktan bakanın “memlekette başka adam yok mu ki bunları bulup getirdiler” diyeceği “tipi kayık” adamların magandalıklarına, sokak ortasından memleket idare edilircesine bu ayaklı borsanın ülke ekonomisindeki yerini İMKB gibi üst düzey olarak algılayan gazeteci, köşe yazarı, televizyoncu, siyasetçi, halk… kravatlı insanların dışa vuran “mahsus salaklıklarına”, döviz çıkarken de düşerken de battık diyenlere hayatım boyunca hep hayret etmişimdir.
Fakat Cuma günü “öğle namazı”, Salı günü “Cuma namazı” kıldıran medyanın bu
durumda da yaptığını değerlendirmeye almayacağım.
Benim üzerinde duracağım nohutlu pilav satan ihtiyar seyyar satıcıdır.
Televizyon muhabiri vatandaş, elindeki mikrofonu, meslekleri kurbanlık sığır satmak olan ama
kurban mevsimi olmadığı için mecburen Kapalıçarşıya takılan o “ayaklı öküz satıcılarına”,
ayaklı borsacılara uzatıp ısrarla ne düşündüklerini soruyor.
Yan çapraz sokaktaki nohutlu pilav satan ihtiyar seyyar satıcıya, “bir tabak nohutlu
pilav ver” demesini beceremeyen ayaklı öküz satıcısı vatandaşlar, bildikleri bütün
Türkçe kelimeleri kahve değirmenine atıp öğütürcesine, art arta hiç bir cümle
yapısına uymadan, hiç bir düşünceyi hedeflemeden dudaklarının ucunda yüksek tonda dışarıya döküyorlar..
Bizim televizyoncu “Zihni Sinir” muhabirimiz de çarpıcı ropörtaj yapmanın huzurunu yaşıyor.
Neyse sırada nohutlu pilav satan ihtiyar seyyar satıcımız var.
Ona da mikrofon uzatıyor.
“Doların yükselmesine ne diyorsun?”
-“O asansör gibidir. İner çıkar. Sen bana bak bana. Ben yıllardan beri burdayım!”
Adam olana bu laf yeter.
Dahasını yazana da, soranada iyi kurbanlıklar dilerim:)