23 Haziran 2008
TARAF GAZETESİ
Yazı İşleri Müdürlüğüne,
15 Haziran 2008 Pazar günü Gazetenizin 13. sahifesinde, “Taner Akçam’ın Yusuf Halaçoğlu’na Cevabı” şeklinde verilen ve Sayın Taner Akçam tarafından “Yalancının mumunun Sönmesinde Fayda Var” başlığı ile yayınlanan yazısına cevaptır.
Sayın Akçam bu yazısında kişilik haklarıma saldırıda bulunmuş ve bir bilim adamı ile ilgisi olmayan bir üslupla, şahsımı “yalancılıkla” itham ettiği gibi, Türk Tarih Kurumu’nu da “Türk Tahrifat Kurumu” şeklinde nitelendirmiştir. Bu nedenle şahsım ve kurumumuz adına doğan cevap hakkımın aynı sahifede yayımlanması için gereğini rica ederim.
Öncelikle şunu belirtmem gerekir ki, bilimsel tartışmalar, ancak bilim adamları arasında olur. Bu bakımdan Sayın Akçam’ı muhatap almak istemiyorum. Zira açık ve net belgeleri bile tahriften çekinmeyen birine bilim adamı sıfatı vermek doğru olmayacaktır. Ancak ne var ki, “Taraf Gazetesi” okuyucularını bilgilendirmek ihtiyacını duymaktayım.
Şimdi iddialarına ve çarpıtmalarına kısa kısa, fakat net cevaplar vereceğim ve yaptığı tahrifat ile ilgili de değerlendirmelerde ve çaıklamalarda bulunacağım. Bu cevaplarım ve değerlendirmelerim, gazetede çıkan yazısı paralelinde olacaktır.
1397 Çarpıtması meselesi : Sayın Akçam benim 1397 kişinin mahkemeye verildiğimi söylediğimi iddia ederek bunun üzerine kurgular oluşturuyor. Bu sayıyı nereden aldığını bilmiyorum, ama şurasını iyi biliyorum ki, bendenizin kitabında böyle bir rakam yoktur. Herhalde yine kurgularından biridir. Zira benim kitapta verdiğim rakam, 1673’tür. Evet 1915 yılı sonbaharında mahkemeye sevkedilenlerin toplamı budur ve hangi şehirlerden ne kadar kişi mahkemeye sevkedilmiştir kitapta yer almaktadır (s. 94). Şayet kitabı okumuş olsaydı, 93 ve 94. sahifelerde kimlerin mahkemeye sevkedildiğini belgeleriyle görecekti. Ayrıca yine kitabı okumuş olsaydı, 95. sahifede mahkemenin hangi tarihte verdiği kararlarla, kimleri mahkum ettiğini de görecekti. Yine mahkemeye sevkedilen bu kişilerden 524 kişinin hapse, 67 kişinin idama, 68 kişinin kürek, para, paranga ve sürgün cezalarına çarptırıldığını, 227 kişi hakkında beraat verildiğini, 109’unun mahkemesinin devam ettiğini, 4 kişinin velisine teslim edildiğini ve 624 kişi hakkında da henüz bir işlem yapılmadığını okuyacaktı. Hatta mahkemeye sevkedilenlerden 528 kişinin asker, polis, teşkilat-ı mahsusa elemanı, 107’sinin sıhhiye müdürü, tahsildar, kaymakam, emval-i metruke reisi, belediye başkanı v.s. olduğunu görecekti. Ne diyeyim okumadan okumuş gibi davranıp ahkam kesmek ne anlama gelirse öyle tanımlamak gerekir. Dolayısıyla bu konuda Sayın Akçam’ın söylediklerinin hiç biri doğru değildir ve yazılı bir kitabı bile tahrif etmektedir. Bu nedenle Türk Tarih Kurumu’nu “Türk Tahrifat Kurumu” olarak nitelendirmesi tesadüfi değildir. Kişi aynada kendisini görür.
Evet “Ermeni Tehciri ve Gerçekler” kitabımda bazı görevlerini sui istimal edenlerle, Ermeni kafilelere saldıranların divan-ı harplere sevkedildiğini yazmıştım. Burada da bazı belge numaraları verdim. Sayın Akçam bunların mahkemeye sevkedildiğini kabul etmiyor. Gazetede kitabımdan numaralar da vermiş. İşte bunlardan sadece birini burada olduğu gibi aktarıyorum. Şifre Kalemi, 57/116 numarada kayıtlı telgrafta şunlar yazılmış : “Sivas Vilâyeti’ne; Aziziye kaymakamı Hâmid Bey’in mahallî Ermenilerinin esnâ-yı sevkindeki [sevkleri sırasında] ahvâl ve harekât-ı gayr-ı layıkasına [takındığı tavır ve ilgisiz kalışına] binâen azli derdest bulunduğundan [görevden alınması gerektiğinden], eli işden çekdirilmesi muktezîdir [gerekir]. Mumâileyhe aid evrâk-ı tahkikiyyenin Divân-ı harb-i Örfi’ye tevdi‘i [yollanması], Hey’et-i tahkikiyye reisi Mazhar Bey’e iş‘âr [yazı ile bildirme] kılınmışdır. Fi 12 Teşrîn-i evvel sene 331 [6 Kasım 1915]. Nazır Talat”. Belgeye göre kaymakam görevden alınmış ve Divan-ı harbe sevkedilmek üzere tahkik heyeti başkanına gerekli talimat verilmiştir. Sayın Akçam’a göre bu belgede mahkemeye verilme yokmuş. Buna benzer birçok görevli veya sivil kimseler hakkında aynı işlem yapılmıştır. Tabii olarak bunlar görmezden gelinmektedir. Zira hedef “soykırımı” olduğunu ispat etmektir. Nitekim mahkemeye verilenleri ve ne gibi ceza aldıklarını da “Sürgünden Soykırıma Ermeni İddiaları” adlı ikinci kitabımda yayımladım. Yine bu kitaba Suriye Divan-ı Harb-i Örfisi’nin mahkeme ilamının bir sahife örneğini koydum. Bütün belgeyi herhalde kitaba koymam mümkün değildi. Ama arşiv numarasını verdim. Bu belge “Hariciye Siyasi, No. 2882/29-25”tedir. Eğer mahkeme ilamına da inanmıyorsa söylenecek bir şey yok. Ancak bu durum Sayın Akçam’ın olduğu gibi bazılarının telaşlanmasına neden olmuştur. Zira sevk ve iskân kararını veren hükûmetin Ermenilere kötü muamele yapmaktan suçlanan kişileri mahkemeye çıkarması ve cezalandırması, uluslararası hukuk nezdinde, “soytırımı” iddialarının tümünü geçersiz hale getirmektedir. Gerçekten de Sayın Akçam, bu belgeyi görünce “şapkadan çıkan 13. belge” şeklinde telaşını göstermiştir. Sayın Ayşe Hür’e de yolladığım bu belgeden bir sahife, maalesef gazetede yayımlanmamıştır. Buna karşılık Sayın Hür’ün belgeyi Sayın Akçam’a yolladığı anlaşılıyor. Osmanlıca bilen okuyucular, arzu ederlerse ya kitaptan, ya da arşivden görebilirler. Örnek olarak verdiğim belgede, 16 kişi görülmektedir ve bu sadece birinci sahifedir. Diğer sahifelerindeki kişilerle birlikte kaç kişinin yargılandığı kitapta yer almaktadır. Herhalde kendilerine belgelerin tümünü yollayacak değildim. Bunun yerine numarasını kitapta verdim. Yine birinci, ikinci ve sekizinci sırada olanların idam edildikleri ve idamın infaz edildiği belirtiliyor. İdam sebepleri ise Ermeni mallarını zor kullanarak gasb, yağma ve nihayet Ermenileri öldürme olarak belirtiliyor. Bu arada asılsız ihbarlar da tetkik edilerek, şikayetin doğru olup olmadığına göre dava açılıyor veya açılmıyor. Demek ki Ermeni insanına zarar verenler ve Ermeni mallarına el koyanlar mahkemeye çıkarılmışlar ve idamla cezalandırılmışlardır. Öte yandan bu mahkemede idama mahkum olan (kitapta yanlışlıkla Ahmed oğlu Recep yazılmıştır) “Çete reisi Sirozlu Çerkes Ahmed bin Receb’i Çerkes Ahmet ile karıştırmakta ve 17 Eylül 1915’te idam edildiğini söylediği Teşkilat-ı Mahsusa üyesi gibi göstermektedir. Halbuki Mahkeme 19 Şubat-12 Mart ve 22 Mayıs 1916 tarihlerinde üç celsede karar vermiş ve bundan sonra idamlar gerçekleştirilmiştir. Böylesine açık ifadelerin yanlış aksettirilmesini veya çarpıtılmasının ne anlama geleceğini ve bununla ilgili değerlendirmeyi, okuyucuların kendilerine bırakıyorum.
Ne kadar Ermeninin geri döndüğü meselesine gelince : Burada en önemli belgelerden biri ABD Arşivi’nde (NARA, T 1192 R2. 860J.01/395) yer alan ve Ermeni Patriğinin de onayladığı belgedir. Bu belgede Sevr’in hemen öncesinde geri dönen ve Anadolu’da yaşayan Ermenilerin sayısı 644.900 olarak verilmiştir. Bu belgenin kopyası da kitapta vardır ve her nedense görmezden gelinmektedir? Emlâk-i metruke mallarının verilmesi meselesi ise, elimizdeki mevcut belgelere göre değerlendirilmektedir. İleri zamanda arşivin tasnifinin tamamlanmasından sonra muhtemelen bunlar da çıkacaktır. Ancak ABD Büyükelçisi Henry Morgenthau, hatıratında Ermeni Protestanlarının vekili olan Zenop Bezciyan’ın ifadelerine yer vererek, Ermenilerin yerleştirildikleri yerleri, bunların işlerini kurup hayatlarına devam ettiklerini belirtmektedir (Heath W. Lowry, The story behind “Ambassador Morgenthau’s story”, İstanbul 1990, s. 62). Ne diyeyim, en azından ABD Halep konsolosu J. B. Jackson’un raporlarına da baksın. Bu rapor Ara Sarafyan tarafından da neşredilmiştir (Bkz. United State Official Documents on the Armenian Genocide, Vol.I, s. 112-113). Jackson’ın bu raporunda, ABD yardım kuruluşlarının 486.000 Ermeni’ye yardım edildiği ve yerleştirildikleri kasaba ve köyler gösterilmektedir.
Yollarda veya bulundukları yerlerde Ermenilere yardım edildiği konusuna gelince : Sayın Akçam burada da yakalanmışlığın verdiği telaşla, belgeleri tahrif ettiğimi söylüyor. Pekala yukarıdaki belge dışında, Osmanlı Arşivi’nden de ŞFR, No. 60/281’in tam metnini veriyorum. Okuyucularımız buna göre değerlendirme yapsınlar. Bu belgede : “Halep, Ma‘muretül-aziz [Elazığ] Vilayetleriyle Kayseri Mutasarrıflığına; Amerika Konsolosu veya misyonerleri tarafından Ermeniler’e tevzi‘ edilmekde (dağıtılmakta) bulunduğu bildirilen paraların, hükûmet-i mahalliye [mahalli idareler] me’murları ma‘rifetiyle [aracılığı] ve nezaretiniz [kontrolünüz] altında tevzi‘ etdirilmesi (dağıttırılması) ve inbâsı. Fi 27 Kânun-ı sânî sene 331 [9 Şubat 1916], Nazır Talat” şeklinde talimat bulunmaktadır. Bunun inkar edilmesi, kimin belgeyi çarpıttığını açıkça ortaya koymaktadır. Öte yandan yine Sayın Akçam Dr.W.M. Post’un ifadelerinin çarpıtıldığını söylüyor. Gerçekler onun dediği gibi midir yoksa başka türlü mü? Sayın Kemal Çiçek kitabında (s. 261) bu konu üzerinde şunları yazmıştır : “Üstelik Wilfred Post, 1915 Eylül ayında yazdığı raporunda, hükumetin kamptaki sürgün mağdurlarına yetişkinler için 1 kuruş, çocuklar için 20 para günlük harçlık dağıttını belirtmiştir”. Tahrif etme ve çarpıtma uzmanı olarak nitelediği Sayın Çiçek’in kitabının tümünü okumuş olsaydı, Akçam’ın yer vermediğini söylediği satırlara da sahife 237-238’de genişçe yer vermiş olduğunu görürdü. Burada dikkat edilecek bir husus ise, raporda bu paranın birkaç gündür ödenmeye başladığının belirtilmesine ve ne kadar süre ile verildiğinin bildirilmemesine rağmen, Akçam ödemenin birkaç günlük ve sınırlı olduğunu belirtmek suretiyle, göz göre göre kitaptaki bilgileri de tahrif etmiştir ve en büyük tahrifat uzmanı olduğunu göstermiştir.
Gelelim Sayın Akçam’ın “Ermeni Meselesi Hallolunmuştur” isimli kitabı ile ilgili söylediklerine : Sayın Akçam’ın Şifre Kalemi, 54/406 numarada kayıtlı belgede geçen “Mardin’de murahhas” şeklinde “a” harfini yanlışlıkla yazmadığını belirttiği kelimeyi, yetkilendirilmiş devlet görevlisi şeklinde anlamlandırıyor ve ben de kısaca “devlet görevlisi” şeklinde yazdım diyor (Develioğlu’nun lügatinde “murahhasa” Ermeni piskoposu; “murahhas” delege, devlet veya bir kurum adına selahiyetli olarak bir yere gönderilen kimse olarak tanımlanmaktadır). Develioğlu’nda “murahhasa” olarak hatalı yazılan kelimenin aslı “marhasa”dır. Sayın Akçam bilmediği bu kelimeyi araştırmak zahmetine katlanmayarak (zira belgenin bu cümlesinde, kelimenin, Akçam(ın verdiği bu mana ile alakası yoktur), bu şekilde okumasının suçunu Devlet Arşivleri’nin yayınladığı “Osmanlı Belgelerinde Ermeniler (1915-1920)” kitabına yüklüyor. Fakat her ne hikmetse, belgenin orijinalinin de kitapta yer aldığını söylediğini unutuyor ki, bir bilim adamı belgenin orijinali varsa ondan faydalanır ve en azından kontrol eder. Kaldı ki Akçam peşin olarak “marhasa” şeklinde bir kelime olduğunu bilmediğini söylüyor ve hatta yok diye belirtiyor. Halbuki, çevresindeki Ermeni arkadaşlarına bir sorsaydı sorunu çözebilirdi. Evet Devlet Arşivleri bu kelimeyi yanlış okumuş ve kitaba yazmıştır. Bu birşeyi değiştirmez ve burada Sayın Akçam’ın yanlış okuması da önemli değildir. Ancak önemli olan kelimeyi bilerek devlet görevlisi şeklinde yazmasıdır. Zira Marhasa, Osmanlılarda Katagikos’un üzerinde Ermeni din adamına verilen isimdir. Bunun için herkesin güveneceği Sir James W. Redhouse’un Osmanlıca-İngilizce lügatinin 1807. sahifesindeki ilgili kelimeye bakılabilir. Ayrıca Lügat-i Osmaniyye’de de aynı kelimeyi görebilir. Ben burada Sayın Akçam’ı Osmanlıcadan imtihan etmiyorum (böyle bir şeye de zaten gerek yok ve beni ilgilendirmez) ama bir kelimeyi yanlış yazmak bir yana, yaptığı bu yanlışı “devlet görevlisi” demek suretiyle, cinayetlerin onlar tarafından işlendiğini bildirmesi vahimdir. Ben bununla belgeyi nasıl çarpıttığını ortaya koymak istiyorum. Kaldı ki, belge aynen şöyledir ve Sayın Akçam siyah kelimeleri ve belgenin kalan kısmını atlamaktadır ve böylece anlamı tamamen değiştirmektedir : “Son zamanlarda vilayet dahilindeki Ermeniler ile bilâ tefrik-i mezhep [mezhep ayırımı olmaksızın] hıristiyanlar hakkında katliamlar tertib olunduğu ve ez-cümle [bu cümleye bağlı olarak], ahiren [bunun sonrasında] Diyarbakır’dan sevk olunan eşhas [şahıslar] vasıtasıyla, Mardin’de Marhasa ve Ermenilerden ve diğer hırıstiyan ahaliden, geceleri yediyüz kişinin harice çıkarılarak [şehir dışına çıkarılarak] koyun gibi boğazlatdırıldığı ve şimdiye kadar bu katl-i âmlarda maktul olanların [öldürülenlerin] ikibin kişi tahmîn olunduğu ve buna seri‘ ve kat‘i bir netice verilmezse, civar vilâyatdaki ahali-i islâmiyyenin de kıyâm ederek [ayaklanarak] bi’l-umum hıristiyanları, katl etmelerinden korkulduğu istihbâr edilmiştir. İttihaz edilen [tasarlanan] tedâbir-i inzibâtiye ve siyâsiyenin [siyasi ve kontrol altında tutma tedbirinin] diğer hıristiyanlara teşmili [diğer hıristiyanları da kapsaması] kat’iyyen gayr-ı câiz olup… [kesinlikle uygun olmayıp]” şeklinde, katliamların haber alınması üzerine, yani bu cümleye bağlı olarak, sonradan Diyarbakırdan tahkik için bazı kimselerin gönderildiği ifade edilmiş, bu görevlilerin, Mardin’deki Ermeni din adamı, Ermeniler ve diğer hıristiyanlardan işi sordukları ve ikibine yakın kişinin koyun gibi boğazlatıldığını haber aldıklarını merkeze bildirmişlerdir. Buna rağmen Sayın Akçam’ın ısrarla tahkik için gönderilenler tarafından Ermenilerin öldürüldüğünü iddia etmesi, aslında nasıl bir zihniyetle belgeleri ele aldığını ortaya koymaktadır. Belgenin devamındaki “tedâbir-i inzibatiye ve siyâsiye” tabirini de aynı şekilde katletme emri olarak nitelendirmektedir. Osmanlıca bilenler gayet iyi bilirler ki, inzibat kelimesi “zabt u rabt altına alma”, tedâbir-i siyasiye ise “siyasi tedbirler” karşılığıdır. Bununla, İtilaf devletleriyle işbirliği içinde bulunduğu düşünülen ve bir Ermenistan kurmayı hedeflediği belirtilen Ermenilerin kontrol altında tutulması anlamına geliyor (Bununla ilgili pekçok belge mevcuttur). Buradan nasıl oluyor da öldürülmelerine emir verildiği çıkarılıyor. Aslında söylenecek iki şey vardır. Ya Sayın Akçam Osmanlıcayı yeterince bilmemektedir, ya da olayları belli bir idieoloji çerçevesinde çarpıtmaktadır.
İkinci konu olarak, kitabına ismini veren belgedir. Burada da Sayın Akçam yine belgeyi kendine göre yorumlamaktadır ve çarpıtmaktadır. Efendim belgede “fuzuli” kelimesi varmış da, bu fuzuli olan ve olmayan demekmiş de… Fuzuli kelimesinin lügatteki anlamı “Boş boğaz, haksız ve kanunsuz olarak başkaları hakkında tasarrufta bulunan” demektir. Yani fuzuli kelimesinin anlamını belgedeki yerine koyacak olursanız, haksız yere ve kanunlara aykırı olarak Ermenilere zulmedilmek suretiyle (öldürülmesi değil), Millet ve hükûmetin lekedar edilmesine lüzum olmadığı ifade edildiği görülecektir. Nitekim belgeyi hiçbir değişiklik yapmadan aşağıda vermek yerinde olacaktır (Sadeleştirilmeden belgenin tam okunuşu) : “Ankara Vilayeti’ne, Şifre. Vilâyât-ı Şarkıyye’ye [Doğu vilâyetleri] aid Ermeni mes’elesi hall olunmuşdur. Fuzûli mezâlimle Millet ve hükûmetin lekedâr olmasına lüzum yokdur. Ale’l-husûs Ermenilerin Ankara’ya yakın bir mevki‘de dûçar olduğu [uğradığı] tecâvüzâtın [saldırıların] şekl-i cereyanı [meydana geliş biçimi], bu sevkiyata me’mur olanların, âdeta aleni olan idaresizliği [gözle görünür biçimde idaredeki zaafları] ve bu meyanda me’mur jandarma ve ahâlinin sırf hiss-i hayvanîlerinin sevkiyle hetk-i ırza [ırza geçme] ve sirkate [hırsızlığa] ictisârları [cesaret etmeleri] merkezce pek ziyâde tevcih-i te’essüf olmuşdur [üzüntüye yol açmıştır]. İ‘tidâl [ölçülü] ve intizâm dairesinde [düzen içerisinde] cereyânı [yerine getirilmesi] matlup olan [talep edilen] mu‘amele-i sevkıyyenin [sevk işleminin] fırat-perver ellere [görevini suistimal edenellere] kat‘iyyen tevdi‘ olunmayarak [bırakılmayarak], ba‘demâ [bundan sonra] sevk olunsun olunmasın Ermenilerin her türlü tecâvüzât ve taarruzâtdan [saldırı ve baskıdan] te’min-i ma‘suniyeti [hariç tutulması] merkezce şiddetle taleble, bu ma‘suniyet te’mîn olunamayan [bunun sağlanamadığı] mahallerde sevkiyâtın te’hiri [ertelenmesi] muktezîdir [gerekir]. Ba‘demâ [bundan sonra] vâki‘ olacak [meydana gelecek] her dürlü tecâvüzâtın vuku‘undan [her türlü saldırının meydana gelmesinden] bi’l-umum [bütün] alâkadar [ilgili] me’murîn [memurlar] ale’d-derecât [aynı derecede] mes’ul tutularak Divân-ı Harblere [askeri mahkemelere] tevdi’ edilecekdir [sevkedilecektir]. Bu yolda îcâb edenlere [gerekenlere] gayet kat‘î [kesin] emir verilmesi elzemdir [birinci derecede önemlidir]. Fi 16 Ağustos sene 1331. Nazır(imza)”.
Yukarıdaki belgeyi okuyanlar aslında Sayın Akçam’ın nasıl bir halet-i ruhiye ile yazılanları çarpıttığını anlayacaktır. Belgenin anlaşılması için köşeli parantez içinde bazı kelimelerin anlamını verdim. Belgeden anlaşıldığına göre, Ermenilere hiçbir surette mezalim yapılmaması, Ankara civarında bazı jandarma ve halkın sırf hiss-i hayvanîlerini tatmin için ırza saldırmaları ve hırsızlık yapmalarının bakanlıkça son derece üzüntüye sebep olduğu, düzen içinde yapılması gereken sevkiyatın, şayet düzen içinde yapılamıyorsa vazgeçilmesi, şayet bundan sonra Ermenilere saldırı yapılacak olursa, her kademedeki görevlilerin aynı derecede sorumlu tutulacağı ve askeri mahkemelere sevkedileceği, bunun için her yere kesin emir verilmesi ifade edilmektedir. Belgenin tarihi ise miladi tarihle 29 Ağustos 1915’dir.
Son olarak şunu söylemek gerekir ki, tarih tarihî belgelerle yazılır. Belgeye ihtiyaç duymayan bir zihniyet zaten kararını önceden vermiş demektir ve yazdığına tarihi roman demek daha doğru olur. Araştırmalarda bölgesel anlatımlar tabii olarak dikkate alınır ama bunlar yalnız başına, böylesine geniş bir coğrafyada cereyan etmiş olayları açıklamakta yeterli olmaz. Keza aynı şekilde, Ermeni komitelerinin yaptıkları katliam ve zulmü anlatan Müslümanlar için de, aynı şekilde düşünülmelidir. Aksi takdirde onların anlattıklarını da aynı zihniyetle değerlendirirsek, Müslüman soykırımından söz etmemiz gerekir. Bu bakımdan, Ermenilere olduğu gibi, Müslüman halka karşı yapılan katliamları da toplantılarda ele almak objektif bir yaklaşımın gereğidir. Böylece, Birinci Dünya Savaşı’nda insanlığın yaşadığı trajedide kimlerin rolü olduğu ve kimlerin nasıl kullanıldığı da su yüzüne çıkacaktır. Türk Milleti, tarihi doğru yazanla, gerçek tahrifatta bulunanları ayırt edecek niteliklere sahiptir. Sayın Akçam’ın bundan hiç şüphesi olmasın. Zaman içerisinde kimin haklı çıkacağı görülecektir.
Prof.Dr. Yusuf HALAÇOĞLU
TÜRK TARİH KURUMU BAŞKANI
Bir yanıt yazın