Mustafa Nevruz SINACI
Geleneksel Türk siyaset hayatında adalet ahlâkı, hak-hukuk ve demokrasi söz konusu olduğunda “konuşan toplum” kavramı öne çıkar.
Buna “MEDENİ SİYASET” denilirdi.
“Konuşan toplum sağlıklı siyaset ve sağlam gidişat alâmetidir.” Diye bilinirdi.
Çok seslilik, kamu vicdanını dillendirmek, onurlu-erdemli ve sorumlu vatandaş olarak “Yönetimi Denetleme, hesap sorma, takip, teklif, muaheze ve müzakere hakkını kullanmak”.
Ne güzel. Aidiyette duyulan mutluluk herhalde bu haller için söylenmiş olmalı.
HİÇBİR ŞEY ESKİSİ GİBİ OLMAYACAK!..
En azından “namuslu-dürüst ve demokrat” siyasetçilerin hakim unsur ve hükümran olduğu bir toplumda ve/veya devlette insan evlâtları veya genç nesillere hitaben: (asla yalan söylediği zehabına kapılmadan ve acaba gelecekte böyle mi olacaktır kaygısı duymadan)
–Siz hiç kuşku duymayın, kaygılanmayın ve endişe etmeyin artık her şey düzelecek. Bundan böyle halk devletle, devlet halkla; Halk hükümetlerle, kamu kurum ve kuruluşları ile bürokratlarla yüzleşecek. Kamu alem hesap verecek, özeleştiri yapacak. Bir gram dahi olsa kul hakkı, yetim-öksüz, garip-guraba hakkı yemiş olan varsa misliyle iade edecek. Hesabını verecek. Cezasını çekecek. Varın siz artık rahat olun. Huzur duyun. Hiç bir şey eskisi gibi olmayacak…. Diyebilen var mı? Yok. Niçin? Çünkü: konuşan, “konuşabilen” toplum yok.
KONUŞAN TOPLUM OLABİLMEK
Konuşan toplum, bir taraftan iktidarda olan veya iktidarı paylaşan birincil muhatabı öz eleştiri bombardımanına tutarken, diğer taraftan da kendi kendini muaheze ederek tartar ve eleştirir. Bu bir nevi mukayeseli bilim, klasik politika ve fazilet anlamında umur-u siyasettir. Umur-u siyasette fazilet tezahür eder. Emniyet ana unsurdur. Namuslu ve dürüst siyasetçinin olduğu bir ülkede kesinlikle anarşi, terör, tedhiş, hırsızlık, yolsuzluk, yalan-talan, soygun ve vurgun yoktur.
Esasen ve zaten müzmin hale gelen yalan-talan, yolsuzluk, soygun-vurgun; Kalıcı olan ve kronikleşen anarşi, terör, tedhiş; Hükümet ve siyasette hakimiyet sağlandığının kanıtıdır. Bu süreğenlik meşruiyet kurumunun yok edildiğini, halkın sürekli aldatıldığını ve seçimlerin artık bir oyun ve düzenden ibaret kaldığını gösterir.
UMUR-U DEVLET VE SİYASET
Umur-u devlet ve siyaset, öncelikle ve evvela hak, adalet ve hukuk hakimiyetidir.
Umur-u siyaset aynı zamanda onurlu, erdemli, hâkim, hükümran ve sorumlu siyaset “siyaset fazilettir” anlamını taşır. Bu bir huzur, emniyet ve güven iklimidir.
Kahir ekseriyeti kokuşmamış, kire-çamura, pisliğe-necasete bulaşmamış, yozlaşmamış çürümemiş siyaset kurumlarında çok açık, net, dürüst ve mert bir “meydan okuma” gözlenir.
Kime ve neye karşı:
Yalan söyleyen, çamur atan, asılsız iddia, iftira ve isnatlarda bulunan taraflara, kurum, kuruluş, özel ve tüzel kişilere karşı, her hal-i karda tekzip müessesesi işletilir, itiraz, ispat hakkı ve dava yoluna müracaat olunur.
HUKUKİ MÜCADELE
Sonuçta: “hukukun içinde hukuk mücadelesi verilir”
Hukuk devletinde baskı, tedhiş, tehdit, örtbas, cebir-şiddet ve icbar yoktur.
Açık veya gizli misilleme, gayrimeşru darp, haksız fiil, hasım ve/veya muarıza karşı yasa dışı yaptırım, düşmanca saldırı ve tasarruf kimsenin aklının ucundan bile geçemez.
Geçerse “devlet yok”; Hükümet “gaspçı, gayrimeşru ve işgalci” demektir.
Daha açık ve net bir deyimle hukuk devletinde “haklıların güçlülüğü” (bon-sens) ilkesi hâkim; Kuvvetler ayrılığı, adalet ve hukukun olmadığı devletlerde ise baskı, sindirme, zulüm, işkence, zorbalık, kabadayılık gibi, insanlık dışı alt varlıklar, yasa dışı, koza ve kripto ağırlıklı organize çıkar-suç örgüt karakteri münhasır uygulamalar hakimdir.
Doğrusu devlette bilumum politik hareket, tasarruf, temlik ve kamusal faaliyetlerin belirli bir miyar (objektif ölçü) muvacehesinde herkes (halk) ve her kesimce müzakeresi sağlıklı siyaset, sağlam gidişat (istikrar) ve yöneten (hakim) unsur açısından teşvik edilmesi gerekir bir siyasettir ki bu, meşruiyet alametidir.
Meşru yönetimler adalet, hakkaniyet ve hukukun teminatı;
Meşruiyetini yitirmiş yönetimler ise; Gasp-irtikap, inat-ısrar, agresif karakter ve daimi tahammülsüzlük nedeniyle sürekli korku durumu ve sinsice tuzak ve saldırı konumu, saklılık-gizlilik, işgalcilik psikolojisi içine düşmüş mütegallibe (zorba. hak ve hukuka riayet etmeden hüküm ferma olmak isteyen) mesabesindedir.
KADİM ATALARIMIZ VE MEDENİ SİYASET
İşte atalarımızın sırrı buradadır. Sır nedir? “Müsademe-i efkardan Bârikayi hakikat çıkar” Konuşan (açık) toplum, eski (kadim) bir deyişle ‘müsademe-i efkâr’; Yandaş, yoldaş, karşıt ve sair bilumum fikir, kanaat, eylem, söylem ve düşüncenin; Yöneten unsur hakkında her tür eleştiri, tenkit, duyum, iftira ve iddialar dâhil her hususun korkusuzca edep, ahlâk ve hukuk çizgisinde serbestçe dile getirilmesi biçiminde telakki olunur.
Bunun özgün söylem biçimi: “Müsademe-i efkardan Bârikayi hakikat çıkar” dır.
Kısa öz olarak “müsademe-i efkâr”: Fikirlerin çarpışması, muhtelif fikirlerin birbirine karşı söylenişi; Barika-i Hakikat: Bu nedenle hasıl olan parıltı, parlak fikir. Yani Parıldayan hakikat anlamınadır.
ÖYLEYSE;
“Oysa başta elektrik, su, ekmek, akaryakıt, doğalgaz ve sair hayati tüketim unsurlarına yılbaşından bu yana en az % 50’yi bulan, yerine göre % 100’ü de aşan zamlar yapılmış iken, nasıl olur da yıllık enflasyon yüzde 10’larda dolaşabilir? Memura iyileştirme zammı yapılır emekliye yapılmaz; Seyyanen zam yerine yüzdeli zamma devam olunur. Dişliler üretilir.
AKP hükümetinin “başarısı”! Ekmeğe zam… Doğalgaza zam… Elektriğe zam… Sloganımız belli zaten: “Durmak yok, zamma pardon yola devam…”
Ne var ki işin asıl çarpıcı yanı sürekli yapılan zamlar değil, bu zamların neden yapıldığı… Daha açık soralım: Elektriğe yapılan zammın nedeni bugüne kadar uygulanan yanlış politikalar mı? Yoksa elektriğe yapılan zammın, temel bir üretim ve tüketim malı için basit bir fiyat ayarlaması olmanın ötesinde, Türkiye’deki siyasal rejimin niteliğini gösteren ve iktidarın aslında kimin emrinde olduğunu gözler önüne seren bir boyutu da var mı? Kısacası elektrik zammının ardında teknik nedenler mi var, yoksa siyasal nedenler mi?
Şimdi biraz geriye gidelim ve elektrik zammının ardındaki nedenleri anlayabilmek için 2007 yılının son aylarında geçen bazı olayları hatırlayalım.”
BIRAKIN HER ŞEY KONUŞULSUN!..
Bırakın kendinden menkul efendi adına yazan yazsın, söyleyen söylesin. Bireyler bazında halk, STK, gazeteler, partiler, sendikalar ve sair kurumlar açıkça, hiç kimseden korkmadan çekinmeden konuşsun. Yoksa! “nasıl müsademe-i efkar” olacak “bârikayı hakikat nasıl ortaya çıkacak” değil mi? Haydi kimseyi susturmayın, kimseyi durdurmayın.
Herkes eteklerindeki taşı döksün.
Halefler, Selefler, STK’lar, Kurumlar, Kuruluşlar, Sendikalar, HOLDİNG’ler…
Ya şimdi konuşsun ya da ebediyyen sussun!…
Bir yanıt yazın