Mustafa Nevruz SINACI
Bu yıl (2008) aziz-mübarek Ramazan 1 Eylül “Dünya Barış Günü” nde geldi.
Bu harikulâde rastlantının üzerinde durulması ve düşünülmesi gerekir.
Zira insanlık âlemi, gerçekten her zamankinden daha çok karşılıklı barış, saygı-sevgi, anlayış, diyalog, hoşgörü ve toleransa muhtaç.
Yıllardır süren yerel-bölgesel savaşlar, haksız işgal ve ihtilaller, her ne kadar yasal ve demokratik gibi görünse de; Aslında Orta Doğu, Irak, Afganistan, Afrika, Kafkas ve Balkan örneklerinde görüldüğü gibi gerilimi sürekli arttırmakta ve dünyanın negatif enerji birikimi büyük bir patlamaya neden olabilecek boyutlara tırmanmış bulunmaktadır.
İLAHİ BİR FIRSAT
Özellikle Türk ve İslam âlemi için çok büyük bir değer ifade eden “evrensel ibadet” Ramazan, aynı zamanda barış ve olumsuz enerji birikiminden desarj imkanı oluşlturan büyük bir fırsattır. Aslında, bu fırsat “Haram Aylar” denilen, her türlü saldırı-savaş, fiili ihtilaf ve müsademenin yasaklandığı Recep, Şaban ve nihayet Ramazan aylarını kapsar.
Dünyanın içinden geçmekte olduğu şu kriz, stres, bunalım ve buhran döneminde İKO, NATO ve BM’nin öncelikli görevi bu ilahi fırsatın tıpkı bir NOEL gibi değerlendirilmesi idi.
Bu yıllardır işlendi. Sorumlu kurumlardan atılım ve açılım beklendi. Olmadı.
BARIŞ İÇİN GAYRET YOK.
YA MEZALİM VE BASKI?
İşte “o” mahalle, sokak ve cadde baskısı olabildiğince var. Üstelik bunu tıpkı organize çıkar ve suç örgütleri gibi “ben lâik’im” diye haykıran ve Ramazan ayında bir olay çıksın diye köşe bucak pusu kuran güruh yapıyor. Sanki onlara “haydi sizde oruç tutun-namaz kılın-alkol almayın içki içmeyin, açık saçık, adi ve ahlaksızca giyinmeyin” diyen varmış gibi. Yok. Yok ama sanki böyle bir baskı varmış gibi hayali varsayımlar, sanal duygusallık, içgüdü yahut kin ve nefrete dayalı düşmanlıkla inanan insanlar, mütedeyyin ve muttaki Müslümanlara karşı start almış bir saldırı, tertip, fiili ve duygusal tecavüz var.
Ramazan dolayısıyla vaki genel, lokal, kitlesel veya bireysel saldırılar ülkemizde pek yeni değil. Üstelik binlerce tertip, senaryo, komplo ve şantaj türü örnekler var. Bir o kadar da asparagas. Düzmece yalan haber. Alenen tahrik, tezyif, fesat ve tefrika…
İşte bu nedenle konu işlenmeğe değer bulunmuştur.
Fakat biraz esastan alınacak ve şekil iyice irdelenecektir.
BUNUN ADI ERMENİ MEZALİMİ’DİR.
Anadolu insanı geliş istikameti, sebep ve hikmeti meçhul ‘amacı genel’ yani topluma eziyet, zulüm ve işkence, fesat, tefrik, tahrik ve tefrika içerikli fiillere ‘Ermeni mezalimi’ faillerine de ‘Ermeni’ der.
Bahusus deyim ve söylemin çok köklü bir tarihi ve özgün nedenleri vardır.
Bu suçlama ve söylem iki tarihi nedene dayanmaktadır.
1. Neredeyse 1500 yıldır Anadolu’nun doğu ve güneydoğusu, Ortadoğu ve Kafkasya coğrafyasında patlak veren her tür isyan, anarşi, terör-tefrika, fesat gibi bölge istikrarını içten içe yozlaştıran, kemiren, çürüten güdümlü tasarruf ve menfur teşebbüslerin arkasından daima Ermeni unsurlar çıkmıştır. Keza Ermeniler bölgesel Zerdüştlük, mezdekçilik, ateşperestlik, allavilik, dinsizlik ve zındıklığın ebedi hami, usta kullanıcı ve tetikleyici unsurlarındandır.
2. Ermeniler haçlı seferlerinin sadık neferi, Hıristiyan olduklarından itibaren batı kulu-kölesi, Rus kuklası ve ‘şuurlu’ amansız Türk-İslâm düşmanıdırlar. Irki kimlik-kişilik ve ortak karakter bağlamında art niyetli, bencil, kurnaz, dessas, samimiyetsiz, imansız, sinsi, yalancı, hileci, menfaatperest, ikiyüzlü, hain, her derece-düzey kalleşlikle anılır ve ‘melanetin karanlık yüzü’ olarak bilinirler. Hani atamız Osmanlı merhamet göstererek “artık insan, millet, medeni, sakin ve iskân olurlar” ümidiyle Ermeni’ye sadık payesi vermiş, bağrına basmış, amma mukabilinde maraza maruz kalmış, kalleşçe ve kahpece ihanete uğramış, sırtından vurulmuş ve hançerlenmiştir. Bu lütuf, ülfet ve muhabbetin karşılığı ihanet, anarşi, terör, tahrip ve fesat olarak dönmüş, bu güne kadar da ASALA ve PKK olarak sürüp gelmiştir.
Türk, Müslüman ve genel olarak insanlık âleminin ispatlı kanaat nedeni budur.
Nitekim Cumhuriyetin dahi bilumum sinsi, akçeli ve şaibeli işlerinin arkasından daima üç unsur çıkmıştır. Nadiren aleni (Şellefyan) çoğunlukla gizli (kripto) Ermeni, Rum-Yunan ve Yahudi dönmeleri. Bu orijinden intikal ateist ve paganlar, dinsizler ve din tüccarları Türkiye Cumhuriyeti ve asli unsur Müslüman halkın en amansız hasım ve ebedi düşmanlarıdırlar.
Bu pratik etnik, dinsel ve soysal gibi görünen gizli-açık (legal-illegal) veya dahili ve harici bedhah bağlamlı düşmanlık sıralamasında müthiş bir “ortak hareket alanı ve istinat noktası” vardır. Misyonerlik. Masonluk ve bunların altyapı (devşirme) örgütlerini oluşturan sürüyle dernek, vakıf, talimhane, ışık-evi-aşk-evi, stabilizasyon merkezleri ve timler.
Bunlar “vatana ihanet, insana ihanet, Türk ve İslam’ı rencide için” her daim hazır ve her yerde nazırdırlar. Şu kadar ki; aşağıda temas edileceği üzere daima saklı-gizli, örtülü-kapalı, illegal, ikiyüzlü ve sahtekâr… Ancak, unutmayınız ki, “gizlilik” daima şeytani kötülük ve melânet olmakla birlikte, kötü ruhlu, çürük bedenli, yozlaşmış ve kokuşmuş “ölü canlar” için en büyük cazibedir. En büyük korkuları ise: Işık, nur, ilim, iman, insanca yaşam, fıtraten elde edili hak, adalet ahlakı ve hukuktur.
SEZARIN HAKKI
Burada bir hakikatin altını çizmek ve “Sezar’ın hakkı Sezar’a” akaidine uymak gerek.
Şöyle ki; Türk milleti alenen ve resmen Ermeni, Rum-Yunan, Yahudi kaydıyla maruf legal kesimden (istisnalar hariç) her hangi bir kötülük görmemiş, tertip, ihanet ve tasalluta maruz kalmamıştır. Resmi, bilinen ve belli olan ‘namuslu-dürüst’ hukuki azınlık masumdur.
ZANLI:
Kültür emperyalizmi, dez-enformasyon, psikolojik-sosyolojik-iktisadi-siyasi, organik-kimyasal savaş; kartel-kene-akrep-veba-taun, hırsızlık-yolsuzluk, adaletsizlik, haksızlık ve hukuksuzluk” cürümlerinin menfur unsur ve daimi failleri; Asla mensubu olmadıkları halde kendilerini Kürt, Alevi Kürt ve İslâm dışı alevi tarzında açıklayan-tanımlayan gizli Ermeni, saklı Rum-Yunan ve Yahudi dönmesi sabataist unsurlardır.
BUNLAR NE İŞ YAPAR?
NE İLE İŞTİGAL EDER?
İşte milletin esas bilmesi ve bilinç geliştirmesi gereken konu budur.
Şimdi, Türk-İslâm âleminin en aziz ve kutsal Ramazan ayından, 5 Eylül 2008 Cuma günü itibarıyla gözlenen bir kesitten nakiller yaparak açıklamaya çalışacağım. Şöyle ki: Tarihi edep, adet, terbiye ve Ramazan, kutsal Oruç’a rağmen bütün lokantalar açık, vitrin camları perdesiz, cadde ve sokak çıkışları alenen yemek yenen ve servis yapılan masalarla doluydu.
Kocatepe, Selanik, Sakarya üçgeninde öğle vakti sarhoş gezen bir garip tür… Sakarya-Kızılay çıkış koridorunda ortamı ‘duman-altı’ edecek kadar sigara içen her cinsten kalabalık bir güruh… Kızılay-Karamürsel önünde ve dahi yol boyu mini etekli, beden ve ruh kirlisi kancık şeytan aletleri ve onlarla sokak ortasında kucaklayıp oynaşacak kadar iğrençleşen alt varlık, pislik ve yaratıklar; Dolmuş durağında alenen kucaklaşıp halk içinde ve belediyenin iftar çadırı önünde cinnet gösterisi yapan hayvan altı varlıklar.
Bu güruh, çok nazik ve uyarı amaçlı bir insani müdahaleye “ben lâik’im, bana baskı yapamazsın” biçimi öfke, sinir ve saldırganlıkla tepki veriyor bağırıp-çağırıyor; Hak-adalet ve hukuk dışı, lâikliğe aykırı baskı yapıyor, Müslümanlara zulmediyor ve mezalim yapıyorlar.
İşte adına mahalle baskısı denen ermeni mezaliminin güncel versiyonu bu olsa gerek.
Bir yanıt yazın