Derin devletin özü: Doğal stabilizatörler


                                                                                                 Mustafa Nevruz SINACI

Her devletin bir görüneni, bir de görünmeyeni “derin” olanı vardır.

Dünyanın bütün ülkelerinin değişmez kuralı, kaderi karakteri budur.

Stratejik açıdan fazla önem taşımayan, iktisadi, siyasi, sosyal ve kültürel potansiyeli zayıf, rantabilitesi düşük yapılanmaların bir; Zengin, etkin, potansiyeli güçlü ve jeostratejik konumu hayati, rant imkânları cazip ülkelerde ise, kesin olarak iki derin devlet daha oluşur.

Gerçekte bu yapılanmalardan sadece birisi derin devlet; Diğer ikisi iç bağlantılı ve dış uzantılı oligarklar tarafından teşekkül ettirilen Gladyo ve mafyadır. Tam bir gizlilik ve sinsilik içinde bünyesine yerleştiği devlet veya milletin ‘derin devleti’ görüntüsünü özellikle veren ve bütün unsurları ile gasp-irtikap, anarşi, terör, tehdit, şiddet, yalan-talan, hırsızlık ve yolsuzluk üzerine kurulu gizli örgütler, milletlerin kanını emer, kimyasını bozar, milli-ilmi-manevi ve ahlâki değerlerini derinden sarsar. Milletlerin tarih ve tabiatlarını tahrif ve tahrip ederler. 

Bu nedenle aşağıda öz ayrıntıları açıklanacağı üzere; Varlığında hırsız, yolsuz, soysuz (koza-kripto) barındıran, sahtekâr ve suiistimal unsuru bulunduran hiçbir kurum, kuruluş, organize veya reorganize (refleks) yapılanma ‘derin devlet’, milli, milliyetçi veya ulusalcı olarak nitelendirilemez. Derin devlet asla bir örgüt değil, olağan ve doğal bir yapılanma; Daha açık bir anlatımla ‘kamu vicdanı’dır… Devletlerin “namuslu, dürüst, onurlu, sorumlu, erdemli ve üretken” unsurlarıdır. Onlara, AB anayasalarında “İyi insan ve iyi vatandaş” denilir.

AYRINTILARA BAKALIM 

Bunlardan birincisi/Yani gerçek derin devlet: Bütün canlı varlıklar ve herkeste olan doğal refleks, tıbbi deyimle parasempatik sistem, milli şuur, toplumsal-ortak akıl veya güncel deyimle: Dip Dalga. Daha açık-net ve belirgin bir tanımlamayla: ‘Doğal stabilizatörler’ Milli denge unsurları, ulusal sağduyu ve/veya milli ve manevi dinamikler.

            İkincisi: Uluslar arası ahtapot-vahşi kapitalizm ve küresel emperyalizmin ulusal antaktı icra vasıtası, global (Internatıonal)  biçimde örgütlenen Gladyo. Emir-kademe, intikal-iletişim ve paylaşım zincirinde yer alan nihai yapılanma. Mahalli kol-şube, uzantı ve bağlantıların başı odak noktası, DTM, CFR ve BİLDERBERG’in ulusal merkezi.

            Üçüncüsü: Global mafya (uluslar arası Gladyo) nun lokal timleri ‘yerel sektör’ uzantı ve dayanaklarını oluşturan alt üniteler olup; Bilinçsiz, bir üst organizasyonca sömürüldüğü ve kullanıldığının farkında olmayan, genellikle dini, milli, hamasi, siyasi, sosyal-kültürel, ırkçı-etnik, ayrımcı duygu ve olgularla donatılmış, beyinleri “dezinformatik-psikolojik savaş ürünü dogmalarla” yıkanmış prototip varlıklar; Dönme-devşirme, ateist-pagan, insani değerlerini yitirmiş, yurttaşlık bilincine vakıf olmayan, bir çeşit ‘kullanıma açık’ paralize veya primitif varlıklar olup; Bunlar rüşvet, iltimas, gasp-irtikap, ayırma-kayırma, görevi ihmal-suiistimal, hırsızlık-yolsuzluk, kaçakçılık, süfli işler, militanlık, taşeronluk, yalan-talan gibi, küresel mafyanın pis işlerini yürüttükleri için, ülkelerin yapısal durum ve etnik-dinsel altyapılarına göre: Sağ-sol, alevi-sünni, milli-gayrimilli, inanan-ateist, üst yapıya doğru ilerledikçe mason, siyonist, bilderbergci vs. gibi kategorilerle gözlenir. En belirgin özellikleri: Hiçbiri organize edildikleri kurulum formasyona ait-raci olmayıp, bütün esas ve unsurları ile yapay, sanal ve mukallittirler. Yani, ne sağcı ne solcu vb. Sadece çıkarcı, yalancı-talancı…

            Uluslar arası ‘küresel mafya’ aristokrat, burjuva, ateist-pagan seçkinci, gayri millidir. Başta organizasyona göbekten bağlı kripto aydınlar, sahte din, yalancı siyaset ve talancı tacirler olmak üzere, genellikle ülke zengini ve elitini kendinden oluşturur ve kendi içinde barındırır. Gazi Mustafa Kemâl Atatürk’ün dahili bedhah (gizli düşman) söyleminin birinci dereceden muhatabı bu; İki yüzlü, yalancı, talancı, çoğu çifte vatandaşlık ve çift pasaporta malik, mutlak dış bağlantılı ve kökü hariçte kriptolar, oligarklar, Truva atları ve baronlardır.

            Siyaset-iktisat/ekonomi bağlantı kuramının esası bu ittifaka dayanır. Dolayısıyla ilmi, milli-manevi, siyasi-sosyal ve kültürel meselelerde, millet iradesine dayalı ‘milli menfaat ve

halk yararına milli duruş’ ortaya koyamayan bütün politik-ACILAR bu güruhtandır.  

İstikrar “İslamcılık” mı?

Mustafa Nevruz SINACI

Türkiye’de sürekli olarak birtakım kişilerin, ülkenin kuyusunu kazmaya çalıştığından, istikrar perdesini delmeye diş bilediğinden, kısacası kendi menfaatleri için vatana ihaneti dahi göze alanların pervasızlığından bahsedilir durur. Bırakın Türkiye’dekileri, dünyanın gözü dahi Türkiye’deki yükselen demokrasi ve istikrar üzerine odaklanmış durumdadır. Genç ve dinamik nüfusu, muhteşem teşebbüs gücü, başarıya aç enerjisiyle örneği az bulunan ve nüfusunun neredeyse tamamı Müslüman ve demokrasiyi içine sindirmiş bir ülke olmamız nedense batıda bazı kişiler için rahatsızlık uyandırmaktadır.

Kendisini dünyada demokrasinin ve özgürlüklerin merkezi olarak gösteren batı, Türkiye’nin temel hak ve özgürlükler alanında elde ettiği başarının sadece İslam dünyasında değil dünyaca takdir edilmesinden ve örnek alınmasından elbetteki rahatsızlık duyacaktır. Çünkü onlara göre Türkiye’nin istikrarı İslam’ın zaferi olup, Hıristiyanlığın sonunun gelmesi olacaktır. Türkiye’deki huzurdan huzursuz olan Batı istikrardan canı yandığı için her türlü kozu kullanmaktadır.

Seçim sonuçlarına ilişkin Batı basınında bazı siyasi çevrelerden aktarılan yorumlar da “Demokrasi kazandı, seçmenin tercihine saygı duymak gerekir.” türü ağırbaşlı yorumlar dile getirilirken bunu içine sindiremeyen bazı çevreler ise iç çatışma senaryoları üzerinden politika yapmışlardır. Örneğin AB Komisyonu Başkan Yardımcısı Franco Frattini’nin “Türkiye’de laik azınlığın hakları korunmalı” şeklindeki açıklaması bunun basit bir göstergesi olup son derece tehlikeli ve tahrik edicidir. Yine ABD Ankara Büyükelçisi Mark Parris’in seçimi Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kaybettiğini söylemesi, varolan sıkıntıyı provoke edici sözlerdir. AK Parti’nin Türkiye’yi irticaya hapsettiğini ve şeriat rejimine sürüklediğini söyleyen ABD’deki bazı çevreler seçim sonucunu “İslamcı tehdit” olarak tescil etmişlerdir.

Batı medyası ve AB’nin vurdumduymaz ve asılsız mesnetlerine ek olarak İran medyası bile dar kalıplı düşünceleriyle Türkiye’deki istikrarı tehdit eder durumdadır.

23 Temmuz 2007 İran’daki yüksek tirajlı gazetelerden birisi olan İtimad-ı Milli gazetesinde başyazı olarak yayınlanan bir yazıda, bırakın yazının içeriğini, yazının başlığı bile Türkiye’de istikrar, refah ve güven isteyen bir kitlenin belirli çerçeveler etrafında etiketlenmesine sebep olmaktadır. Yazıdaki birkaç bölüme bakılırsa:

Türk İslamcıların Verdiği Ders

“Türk İslamcıların erken seçim kararı alması her ne kadar birçokları tarafından tehlikeli bir kumar olarak değerlendirildiyse de, seçimlerin ardından elde edilen büyük başarı, içinde önemli mesajlar barındırıyor. Seçim sonuçları, Türk İslamcılarının kendilerine güvenlerinin ne kadar yüksek olduğunu ve geniş toplumsal desteklerini şüpheye yer bırakmayacak şekilde gözler önüne serdi.”

İlk olarak burada bahsedeceğim şey AKP’nin 4-5 yıllık iktidarı boyunca, “İslamcı” olarak tanımlanmasına sebep olacak bir şey yapmadığıdır. Bütün bu isnatların sebebi ise Türkiye de dahil olmak üzere Batıda sembollerle siyaset yapılıyor olması. Siyasetin Başbakan ve bazı bakanların eşinin üzerinden yapılıyor olmasıdır. İran basını belki de verdiği haberle kendisinde bir suç bulmayabilir hatta bu başlığın atılması onlar için çok doğal, sıradan bir şey gibidir. Çünkü İran’da var olan rejim bunu gerektirmektedir. Fakat bu tip ifadeler Türkiye’de bazlarını hortlatmak ve horoz altında yumurta aramak için kafi gelecektir.

Bütün bu iddiaları göz önüne aldığımızda gözümüzün önüne şöyle bir manzara çıkmaktadır: Türkiye’de eğer bir ilerleme varsa, demokratik ve hukuksal alanda adımlar atılmışsa yada ekonomik birtakım gelişmelere imza atılmışsa büyük bir tehdit vücuda gelmektedir. Bu ise: “İSLAMİ TEHDİTTİR” Eğer Türkiye AB standartlarında bir ülke olmaya çalışacak birtakım faaliyetlere girişmişse orada mutlaka “LAİKLİK” tehdit altında ve “CUMHURİYET” elden gitmektedir. Türkiye eğer terörle mücadele planında önlemler almışsa “İSLAMİ TERÖR” büyümekte ve Kürtlerin hakkı gasp edilmektedir denilecektir.

Bütün bu gri tehditlere rağmen Türkiye seçmeni hukuk dışılığına sebep olacak, demokrasiyi sekteye uğratacak, kardeşi kardeşe düşürecek kısacası Türkiye’yi karıştıracak tüm senaryo ve iddialara karşı dik durmasını bilecektir.

Avrupa Türkiye’yi AB dışında tutmak için yüzyıllardır bahanelerle oyalıyor.AB’ye girmek için Türkiye’nin 40 sene bekletilmesinin başka örneği yoktur.Türkiye’nin zayıf düşürülmesi,dünyadan soyutlanması için PKK denen terör örgütü oluşturuldu.Paravan devletler;Yunanistan,Ermenistan ve Suriye destekleyici olarak kullanıldı.PKK’nın arasındaki esas güçler Fransa,Almanya,İngiltere,Hollanda,İsveç,İsviçre idi,hatta iş olsun diye Danimarka dahi PKK savunma hattına girdi.Bir terör örgütünün masrafları çok yüklü olduğu için başta Fransa,Hollanda olmak üzere PKK yı uyuşturucu üreten bir terör örgütü haline getirdiler.

Önemli olan Türkiye’nin zayıf düşmesi ve Ortadoğu üzerinde etkinliğinin azalması idi.Zamanla Fransa ve Almanya Saddam ile işbirliğine girince, ABD de Ortadoğu da fiili ağırlığını arttırdı.Irak’ta ABD’nin Barzani-Talabani kartına karşılık,Avrupa (ingiltere hariç ) PKK kartını ellerinde tutmaya başladı.Daha doğrusu Avrupa ve ABD Irak’ta endirek mücadeleye başladı.Fakat ABD zaman içinde PKK’ yı da dolaylı olarak kontorlüne aldı.ABD direk olarak PKK ile karşı karşıya gelmedi çünkü PKK’nın arkasındaki devletler olan Fransa,Almanya,Hollanda gibi ülkelere ait uyuşturucu sektörü vardı;sonraları bu çarkın içine ABD uyuşturucu sektörü de girdi,kendine zararsız olanlarla Türkiye için karşı karşıya gelmeye gerek yoktu.

ABD’nin bu kararı Genelkurmaymay Başkanları olan Orgeneral Peter Pace’nin Mart 2006’da Ankara’da bulunan Bilken Otel ve Konferanslar Merkezi’ndeki ”Küresel Terörizm ve Uluslararası İşbirliği Sempozyuu ” adındaki toplantıda yaptığı konuşmada saklıdır.Orgeneral Pace ”…PKK,basit çözümü olan konu değil,basit olsaydı 30 yıldır hükümetleriniz mücadele ediyor olmazdı…” demişti.Bu cümlenin arkasında siz PKK ile değil süper güçlerle mücadele ediyorsunuz anlamı vardı.

Kısaca PKK’nın arkasında süper devletler ve uluslararası uyuşturucu sektörü var demek istemişti.Bunun açık delillerinden birisi yakalanan PKK militanlarında;gizli kameralı Güneş Gözlükleri,Kalem Tabancalar,Avuç içi büyüklüğünde Bilgisayarlar,Ses Değiştiren aletler,Cep telefonu kullanımını engelleyen parazit yayıcılar,CD ye yüklenmiş yüzlerce kimlik,Devlet katlarında kullanılan profesyonel grafik tasarım,kart baskı programı gibi istihbarat elemanlarının,casusların kullandığı,son teknolojik aletler bulunuyordu.Bu nevi aletler veya malzemeler ancak güçlü devletlerin istihbarat teşkilatlarında kullanılmaktadır. 

Türkiye’nin önemli sıkıntılarından birisi dış güçlerin Ankara Hükümetine yaptığı baskılardır. Yıllardır esk hükümetlerin ve gayri kanunu örgütlerin yaptığı yanlış düşünceler ve gafil hareketlerden dolayı ülke dış baskılarla sürekli karşılaştı.Bu baskılarla zor dönemler yaşadı. Türkiye bu baskıları asgari noktaya indirgemek için proje hazırladı.Bu proje yerel yönetimlerin gücünün arttırılması ile ilgiliydi.Yerel ve bölgesel projelerle Ankara’nın siyasi,idari ve ekonomik gücünü azaltmak,büroksiden bıkan Türk toplumunun   bu projeleri desteklemesi karşı bir hareket olarak ortaya çıktı.Böylece ülkenin gücü tabana indirgenmiş;ekonomik,siyasi ve idari yönetiminin Ankara dışına çıkmasıyla Ankara yönetimi dış baskılara karşı topu yerel yönetimlere atmış olacaktı. 

Mustafa Kemal Atatürk

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir