ERMENİSTAN (Diyaspora) +ASALA=PKK

 

 

Mustafa Nevruz SINACI

 

Ermeni-PKK ilişkisiyle ilgili bir başka çarpıcı örnek ise, 6- 9 Ocak 1993 tarihlerinde Beyrut’taki iki ayrı kilisede düzenlenen ve Lübnan Ermeni Ortodoks Başpiskoposu, Ermeni Parti yetkilileri ile 150 gencin katıldığı toplantılarda kullanılan şu ifadelerdir:

· Şimdilik Türkiye’ye karşı sakin tutum gösterilmelidir.

· Ermeni toplumu gittikçe büyümekte ve ekonomik yönden güçlenmektedir.

· Geliştirilen propaganda faaliyetleri sayesinde, bütün dünyada (sözde) soykırım daha iyi bilinmeye başlanmıştır.

· Ermenistan devleti kurulmuştur, her geçen gün toprakları genişlemektedir ve atalarının intikamını mutlaka alacaklardır.

· Başta ABD olmak üzere, diğer batılı ülkeler de Karabağ’da sürdürülen savaşta Ermenileri haklı bulmaktadırlar. Bu fırsatı değerlendirmek gerekir… Karabağ’da savaşan Ermeni gençlerine yenileri katılacaktır.

· Türkiye’de -PKK terör örgütü ile yapılan mücadele kastedilerek- iç savaş devam edecek, Türk ekonomisi sıfır noktasına gelecek ve vatandaşlar baş kaldıracaklardır.

· Türkiye bölünecek ve bir Kürt devleti kurulacaktır.

· Ermeniler Kürtlerle olan ilişkilerini iyi bir şekilde yürütmeli ve Kürtlerin mücadelelerini desteklemelidirler.

· Bugün Türklerin elinde olan topraklar, yarın Ermenilerin olacaktır.

Özetle; Ermeni terör örgütlerinin müşterek amacı; her fırsattan yararlanarak Türkiye’yi istikrarsızlığa sürüklemek ve sözde işgal altındaki Ermeni topraklarını kurtararak “Bağımsız Büyük Ermenistan”ı kurmaktır. Bugün devlet olma özelliğini de elde eden Ermenilerin, söz konusu isteklerinin değişik başlıklar altında devam ettiği görülmektedir.

Bugünkü Durum

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, 23 Eylül 1991’de bağımsızlığını ilan eden Ermenistan Cumhuriyeti, Türkiye’ye yönelik “sözde soykırım” iddialarını bir devlet politikası haline getirmiştir. Ermeniler, zulme ve haksızlığa uğramış bir toplum imajı yaratarak, başta ABD ve Fransa olmak üzere belli başlı devletleri ve uluslar arası kuruluşları, Ermeni davası lehine çekmeye çalışmaktadırlar.

Soykırım iddialarının kabulü ve tesciline bağlı olarak, Türkiye’den yüklü bir tazminat almak ve son aşamada ise Türkiye sınırları içerisinde bulunduğunu iddia ettikleri sözde Ermeni topraklarının, “Batı Ermenistan”ın iadesini sağlayarak Büyük Ermenistan’ı kurmak yönünde bir siyaset izlemektedirler.

Nitekim Ermenistan Parlamentosu’nca 23 Ağustos 1990’da kabul edilen bildiride; “Ermenistan Cumhuriyeti, Osmanlı Türkiyesi ve Batı Ermenistan’da gerçekleştirilen 1915 soykırımının uluslar arası kabul görmesi çabasını destekler” maddesine yer verilmiştir.

Sözde soykırımın tanınmasını hedefleyen girişimler, birçok ülkede yoğunlaşmış, bu ülkelerde ardı ardına soykırım anıtları dikilmiş, hatta bazı ülkelerin okullarında “sözde soykırım” ders olarak okutulmaya başlanmıştır.

Türk-Ermeni ilişkileri Ter-Petrosyan yönetiminde nispeten ılımlı bir havada geçmiştir. Ancak Nisan 1998’de Taşnaksutyun örgütünün gizli lideri Koçaryan’ın cumhurbaşkanı olmasıyla birlikte aşırı milliyetçi hareketler serbest bırakılmış ve Ermenistan, Türkiye ile ilişkilerinde sertlik yanlısı bir politika izlemeye başlamıştır.

Koçaryan, yapmış olduğu resmi bir açıklamada; “soykırımı hiçbir zaman unutmayacaklarını, dünyaya bu trajediyi hatırlatmak durumunda olduklarını, soykırımın cezasız kaldığını, uluslar arası tanıma ve kınamanın layık olduğu şekilde gerçekleşmediğini” ifade etmiş, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 53. oturumunda da bilinen iddialarını tekrarlayarak, Ermenistan’ın Türkiye ve Azerbaycan tarafından abluka altına alındığı savunmuştur.

Koçaryan gibilere en güzel cevabı şüphesiz, Türkiye’de yaşayan Ermeni cemaati vermektedir. 7 Ekim 2000 tarihinde yayınlanan Ceviz Kabuğu adlı TV programında konuşan Kandilli Ermeni Kilisesi Başkanı Dikran Kevorkan soykırım iddiaları ve yer değiştirme uygulaması hakkında unları söylemektedir:

“Soykırım ve tehcir (bir yerden alıp başka bir yere götürmek) farklı anlamlara gelir. Emperyalistlerin oyunları, Ermeni idarecilerin apolitik düş öncüleri (medya, kiliseler, din adamları) bütün bu olaylara sebep olmuştur. Patrik ruhani bir liderdir, siyasi konularda patrikten görüş alma gibi bir yanlış yapılıyor. Emperyalist güçler ASALA ve PKK’nın arkasında olmasaydı onlar ne yapabilirlerdi? Yer değiştirme meselesinde Almanya’nın İstanbul’a baskısı vardı. Burada Almanya’nın, yerleşik düzeni sarsmak ve Bağdat demiryolu mevzusunda ekonomik menfaatlerini sağlama almak amacı vardı(1).”

Kevorkan’ın “asimilasyon” iddiaları hakkındaki görüşleri ise şöyledir:

“Bugün dünya üzerindeki Ermenilerin en rahatlıkla, en güçlü şekilde kendi kimliklerini muhafaza ettikleri ülke Türkiye’dir. Yurtdışındaki, Diasporadaki Ermeni, ismini değiştirerek mücadeleye giriyor. Çünkü oralarda, bir kültür ağırlığıyla, o insanların kültürünü eritmek var. Bugün Türkiye’nin aleyhine konuşulan Diasporadaki Ermeniler çok iyi biliyorlar ki, Amerika’nın belli kiliselerinde kurban ayinleri Pazar günleri İngilizce yapılıyor, Ermeniler ana lisanlarını kaybediyorlar.

Bunu söylediğin zaman kötü kişi oluyorsun. Biz onun için Türkiye’deki Ermeni vatandaşlar olarak üzüntümüzü dile getiriyoruz. Ne için? Atatürk’ün emanet ettiği Kuvay-i Milliye ruhuna bir haksızlık yapılmaktadır. Bütün bunlar dışarıdakilerin oyunudur.

PKK, ASALA, bu kararname, bütün bunlar dışarıdakilerin oyunu. Biz Türkiye’deki vatandaşlar olarak bir haksızlık yapıldığını düşünüyoruz. Ermeniler eğer akıllıysa maşa olarak kullanılmasınlar(2).”

Patrikhane devrede

Türkiye Ermeni Patriği II. Mesrob ise, 22 Mayıs 1999’da İstanbul Hilton Oteli’nde düzenlenen bir resepsiyonda yaptığı konuşmada, sözde Ermeni iddialarının pek çoğunu çürüten şu mesajları vermiştir:

“İstanbul Ermeni Patrikliği’nin kuruluşu tarihte eşine rastlayamayacağımız bir olaydır. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethinden sekiz yıl sonra, 1461’de Batı Anadolu’daki Ermeni Piskoposluğunu çıkardığı bir fermanla İstanbul Patrikliği’ne dönüştürmesi Fatih’in ve Osmanlı Sultanlarının gelecek vizyonu ve diğer dinlere gösterdiği hoşgörünün çok açık bir örneğidir.

Tarihte bir dine mensup bir hükümdarın başka bir dinin üyeleri için ruhani riyaset makamı tesis etmesi, ne Fatih’ten önce, ne de sonra görüldü. Yeni bir binyıla girerken dünyada yaşanan gerginlikleri, özellikle yakın çevremizdeki savaş ortamını göz önünde bulunduracak olursak, 538 yıl önce gerçekleşen bu olayın değerini, dinler ve kültürler arası hoşgörünün önemini, sanıyorum daha iyi kavrayabiliriz.

1) Kanal 6 Televizyon, Ceviz Kabuğu Programı, 7 Ekim 2000)

2) Kanal 6 Televizyon, aynı program.

(DEVAMI VAR)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ERMENİSTAN (Diyaspora) +ASALA=PKK (2)

Mustafa Nevruz SINACI

            Dikkat Ediniz Lütfen!

            PKK’nın ASALA’dan iblağ bir Ermeni terör ve tedhiş örgütü olduğu bütün Türkiye de ve dünyada çok iyi bilinmektedir. Hatta yıllardır bu terör ve tedhiş örgütünün Rus, Yunan, Sırp ve İsrail ile sürdürülen bütün ilişki, yardım ve yataklık şifreleri de yıllardır çözülmüştür.

            Dahası, anarşi-terör ve tedhiş örgütünün dahili destekçilerinin sözde kürt-alevi kisvesi altına bürünmüş, dönme-devşirme, Ermeni-RUM-Yunan ve Yahudi asıllı koza ve kriptolar olduğu da çok net bir biçimde devlet ve hükümetlerce bilinmektedir. Hatta 1938-1950 dönemi ve özellikle 1960’dan sonra işbu Ermeni asıllı ve fakat Türk-çü ve Müslüman görünen ihanet şebekesi unsurlarının devletin en tepelerinde dahi görev aldıkları herkesçe malumdur.

            Meselenin tarihi boyutu yanında bu “güncel” boyutuna da eğilmek ve vatana ihanet ve Ermenistan’a sadakat ve hizmette sınır, onur, yasa ve kural tanımayan bu siyaset simsarları, din ve milliyet tüccarlarını araştırmak ve mutlaka teşhir etmek gerekir.

            Türk Milleti ve Türk Milliyetçiliği’nin bu hakikatleri bilmeye hakkı vardır.

            MİNNETLE ANILAN 83 PATRİK!…

İmparatorluk sınırları içindeki Ermeni toplumunun hayatını onun örf ve adetlerine göre düzenleyen Fatih Sultan Mehmet’i, onun doğrultusunda ülkeye hizmet eden devlet adamlarını ve 1461’deki ilk İstanbul Ermeni Patriği Bursalı Hovagim’den başlayarak bu makama sadakatle hizmet eden 83 patriğimizi sevgiyle ve minnetle anıyoruz.

Biz Türkiye Ermenileri, ülkemizde yaşayan en kalabalık Hıristiyan cemaati olarak 75. yılını coşkuyla kutladığımız Türkiye Cumhuriyeti’nin aydınlık geleceğine tüm kalbimizle inanıyor ve yarınlara ümitle bakıyoruz(3).”

YA SONRAKİKLER?

Taşnaksutyun örgütünün gizli lideri Koçaryan, Ermeni Devleti’nin başkanı olduktan sonra “4 T Planı”nın uygulanmasına hız verilmiştir. Nihai hedef, Türkiye Cumhuriyeti’nin toprak bütünlüğüne yöneliktir ve onu parçalamayı öngörmektedir. Bu strateji, geçmişteki üç-beş Ermeni örgütünün hedefi olmaktan çıkmış, bugünkü Ermenistan’ın da ülküsü halini almıştır. Eğer bugünkü Ermenistan’ın en önemli üç belgesine bakarsak bu durumu açıkça görürüz.

Bunlar “Bağımsızlık Bildirgesi”, “Bağımsızlık Kararı” ve 1995 yılında kabul edilen “Ermeni Anayasası”dır. Ermenistan Sovyet sosyalist Cumhuriyeti Yüksek Sovyeti’nin 23 Ağustos 1990 tarihli “Bağımsızlık Bildirisi”nin 12. Maddesinde “Ermenistan Cumhuriyeti, 1915 Osmanlı Türkiyesi ve Batı Ermenistan’da gerçekleştirilen soykırımın uluslar arası alanda kabulünün sağlanması yönündeki çabaları destekleyecektir” denilmektedir.

ERMENİSTAN PARLAMENTOSU

Ermenistan Parlamentosu, 23 Eylül 1991 tarihinde aldığı bağımsızlık kararında aynı konuyla ilgili olarak “Ermenistan Bağımsızlık Bildirisi’ne sadık kalacağını” beyan ve taahhüt etmiş, 1995 yılında kabul edilen Ermeni Anayasası’nda ise “Ermenistan’ın bağımsızlık bildirisindeki ulusal hedeflere bağlı kalacağı” bir anayasa hükmü haline getirilmiştir.

Dolayısıyla olmayan bir soykırımın kabul ettirilmesi ve Batı Ermenistan olarak nitelendirilen Türkiye’nin doğusundan toprak talebi, gizli bir emel olmaktan çıkmış, belki de bir başka ülke anayasasında rastlanılmayacak şekilde, resmen dünyaya açıklanmıştır. Anayasadan ayrı olarak haritalarla bu durumun propagandasını yapmaktadırlar.

Ermenistan’ın bu yayılmacı politikası karşısında, NATO ve AGİT’in anlaşma metinlerine bakmak gerekecektir. Her iki kuruluş ve bu kuruluşların temel mantığını oluşturan belgeler, üye devletlerin toprak bütünlüğünü teminat altına almaktadır.

Bilindiği gibi NATO bir askeri pakttır. Ancak, AGİT’e temel teşkil eden Paris Şartı’na bakacak olursak; “…

BİRLEŞMİŞ MİLLETLER YASASI

Birleşmiş Milletler Yasası ile yüklendiğimiz mükellefiyetler ve Helsinki Nihai Senedi’nin getirdiği taahhütlere uygun olarak, herhangi bir ülkenin toprak bütünlüğüne ya da siyasi bağımsızlığına karşı kuvvet kullanmaktan veya kuvvet kullanma tehdidinde bulunmaktan ya da bu belgelerin ilke ve amaçlarıyla bağdaşmayan bir tarzda eylemde bulunmaktan sakınacağımız taahhüdünü tekrarlarız. Birleşmiş Milletler Yasası ile yüklenilen mükellefiyetlere uymamanın, uluslar arası hukukun ihlali olduğunu hatırlatırız…”

hükmünü görürüz.

Bu madde de olduğu gibi, her iki organizasyonun mantığı açık iken, diğer tarafta “Türkiye’den toprak talep eden” ya da Türkiye toprağını “Batı Ermenistan” olarak yorumlayıp Anayasası’na koyan bir ülkeye yönelik NATO ve AGİT üyelerinin tavrı tartışılmalıdır. Uluslar arası işbirliği tarafların karşılıklı hak ve menfaatlerine saygıya dayalıdır. Bir tarafta her iki uluslar arası kuruluşun üyesi olan Türkiye, diğer tarafta Türkiye’nin toprakları üzerinde hak iddia eden ve yayılmacı politika güden Ermenistan…

Sonuç

Tarihte olduğu gibi günümüzde de Ermeni toplumu üzerinden siyasi ve ekonomik çıkar sağlamaya çalışan ülkeler bulunmaktadır. Bazı ülkelerde Türkleri ve Türkiye’yi sözde soykırımla suçlayan anıtlar dikilmekte, bazı ülkelerde sözde soykırımı tanımaya yönelik kararlar parlamento gündemlerine getirilmekte, hatta kimi ülke parlamentolarında kabul edilmektedir. Gerçekte tarihçilere bırakılması gereken bu konular, siyasetçilerin elinde çıkar aracı haline dönüştürülmektedir.

Ermeni sorununun ortaya çıkışından bugüne kadar, katliamı ve katletmeyi meslek edinen Ermeni terörünün amacı; tarihi gerçekleri tamamen görmezlikten gelerek, sözde Ermeni soykırımı iddialarını ve Ermenilerin taleplerini dünya kamuoyuna duyurmaktır. Ulaşmak istediği son ise, “Büyük Ermenistan” rüyasıdır.

Ermeniler ve destekçileri, Büyük Ermenistan rüyasını gerçekleştirmek amacıyla, Ermenilerin göç ettirilmesini soykırım şeklinde istismar eden “Dört T Planı”nı uygulamaya koymuşlardır. Bu plan, Ermeni iddialarının dünyaya “tanıtılması”nı, Türkiye tarafından “tanınması”nı, Türkiye’den “tazminat” alınmasını ve nihayet “Batı Ermenistan” olarak adlandırılan “toprak” parçasının Türkiye’den koparılmasını amaçlamaktadır.

Ermeni sorunu, Osmanlı devletini parçalayarak çıkarlarına ulaşmayı amaçlayan ülkelerce ortaya çıkarılmış, bugün ise isimleri değişmekle birlikte aynı çıkar çevrelerinin Türkiye üzerindeki emellerini gerçekleştirmek için sıcak tuttukları temelsiz, yapay ve maksatlı bir sorundur.

TEMELSİZ İDDİA VE İFTİRALAR

Bu temelsiz iddia ve iftiralarla çıkar elde edenler, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde kendi örf-adetlerini ve dinlerini özgürce yaşayan Ermeni asıllı Türk vatandaşları değil; açlıkla karşı karşıya bulunan Ermenistan topraklarından fiziken ve ruhen çok uzakta bulunan diaspora Ermenileri ve oy avcılığı yaparak halkını boş ve tehlikeli emeller uğruna peşinden sürükleyen fırsatçı politikacılardır. Bu fırsatçıların, tarihi gerçekleri hiçe sayarak tamamen politik ve ekonomik çıkarlar amacıyla Türkiye’ye yaptıkları haksızlıklara son verilmelidir.

Tarihi gerçekleri ve haklı davamızı dünya kamuoyuna anlatmak, her Türk vatandaşının, özellikle de devlet idarecilerimiz, bilim adamlarımız ve basın-yayın organlarımızın vazgeçilmez görevidir.

3) 23 Mayıs 1999, Gazeteler 

  - ermeni turk bayrak

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir