Mustafa Nevruz SINACI
Aslında her kesin ve her kesimin ‘çözüm’ konusunda önerisi aynı.
BELİRLİ KESİMLERDEN MUHTELİF ÖRNEKLER:
“Ülkemizde, anayasa değişiklikleri, özgürlükleri “sözde” geliştirmek adına yapılıyor.
Ancak, bu değişikliklerin bir anlam kazanabilmesi, ilgili ve ilişkili yasalarda özgürlükleri geliştirici düzenlemelerin yapılmasına bağlı…
Ne var ki, öngörülen yasal düzenlemeler bir türlü gerçekleştirilmiyor.
Ülkemizde, yarım yüzyıldan bu yana, özgür düşünceye izin yok!
Anayasa’da, yani “kitap”ta, temel hak ve özgürlüklerle ilgili bölüm başlıkları genelde şöyledir: Temel hak ve hürriyetlerin “sınırlandırılması”, temel hak ve hürriyetlerin “kötüye kullanılması”, temel hak ve hürriyetlerin “kullanılmasının durdurulması”… Kitapta, basınla ilgili bölümde, “basın hürdür, sansür edilemez” der! İki tümce altta, yaklaşık 30 kadar tümceyle de, basının nasıl yasaklanacağı madde madde özetlenir! Dünden bugüne çıkartılan bütün Anayasalarda ve ilgili yasalarda, temel belirleyici sözcük “ancak”tır! Özgürlükler, önce birer birer tanımlanır, sonra “ancak”lı bölümde, birer birer kısıtlanır!
Ayrıca, yasalardan, herkes eşit ölçüde yararlanamaz: diyelim yasa, “dernekler politikayla uğraşamaz” der. Ne var ki, Edebiyatçılar Derneği de, TÜSİAD da, aynı yasayla, dernekler yasasıyla kurulmuş olmalarına karşın, portonlar kulübü TÜSİAD politika yapar, Edebiyatçılar Derneği yapamaz. Yaparsa, görün başına neler gelir!?
Örgütlenme özgürlüğü de, bu anayasal rejimden nasibini fazlasıyla almıştır. Günümüzde, kültürel ve sanatsal ortam içinde etkinlik gösteren yapıların karşılaştığı en önemli sorun, doğrudan “örgütlenme” sorunudur. Anayasalarda ve bağlı yasalarda, sivil/demokratik örgütler, temelde “potansiyel” suç odakları olarak değerlendiriliyor. Yönetici sınıf, oldum olası, bu örgütlerin etkinliklerini kolaylaştırmayı değil, tam tersine zorlaştırmayı görev biliyor. Temel kaygı şu: yurttaşın sivil/demokratik örgütlenmesi karşısında, “devlet”in düzenini korumak! Oysa çok açık: “devlet”in anlı şanlı örgütlülüğü karşısında, “yurttaş”ın sivil/demokratik örgütlülüğünün güçlendirilmesi gerekiyor.
Diyelim, dernek olarak bir etkinlik düzenliyorsunuz; “uygulama” büyük kentlerde farklı, taşrada farklı! Ankara’da ya da İstanbul’da, ya da İzmir’de düzenlediğiniz bir etkinlik için, mülki idareden izin almanıza gerek yok; eğer etkinliği taşrada, diyelim Antakya’da düzenliyorsanız, sizden katılımcıların bütün kimlik bilgileri istenebiliyor. Temel yaklaşım çok basit: etkinliği potansiyel suç hareketi, katılımcıları potansiyel suçlu olarak görmek! Diyelim, düzenlediğiniz etkinlikle ilgili bir afiş hazırlıyorsunuz; bu afişi, bulunduğunuz kentin herhangi bir duvarına “kendiliğinden” asmaya kalksanız, “izinsiz gösteri” suçuyla 18 ay ceza almanız mümkün! Tersi durumda, bir klasör dolusu evrakla, mülki idareye başvurmanız zorunlu! “Asarım ve bir şey olmaz” diyorsanız, unutmayın burası Türkiye!”
DAHA FARKLI BİR ÖRNEK
Örneğin hükümet üniversite yönetimleri ve öğrencileri sağduyuya davet ediyor.
Oysa, 18-22 yaş arasındaki üniversite gençlerinin her türlü tahrik ve provokatif girişimlere maruz kalabileceğini göz önüne alarak; Başta öğretim üyeleri olmak üzere rektörlerin daha ciddi, objektif, tarafsız ve soğukkanlı, bütünleştirici olmalarını sağlamak, koza-kripto, yardım ve yataklık unsurlarını eğitim camiasından uzaklaştırmak zorundadır. Zira, üniversite yönetimi ve öğretim üyeleri siyasal tercihlerine göre öğrenciye yaklaşım tarzını sürdürdükleri müddetçe olaylarının ateşi fitillenmiş olur. Geçmişte bu oldu gün de benzeri bir eğilim görülmektedir.
GİZLİ ÖRGÜTLERİN KİRLİ ELLERİ
Ülkemizi gevşek, boş, amaçsız ve sahipsiz bulan istihbarat örgütleri, derin devletler ve gizli örgütlerin parmağı her tarafa sokulabilmekte; CIA’nın hamisi Soros ve AB provokatörü Karen Fog çocukları ortalıkta cirit atmaktadır. Daha açık bir deyişle: Karanlık emel sahibi derin devletler, gizli örgütler ve istihbarat örgütlerinin Türkiye merkezli, Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkasya üçgeninde cirit attıkları bu dönemde asıl hedef:
“Bölgenin doğal lideri olan Osmanlı imparatorluğu’nun varisi Türkiye Cumhuriyeti devletinin kendine gelmesi, onurlu-güçlü ve kararlı bir dünya devleti olmasını yarım asırdır sekteye uğratan kesimler yeniden iş başındadır.
Eğer ki Ankara’da CİA, MOSSAD ve FBI büroları var ise ve MOSSAD elemanları Türkiye’ye giriş ve çıkışlarında denetim ve kontrol altında değilse, Türkiye’deki faili meçhul cinayetler ve hür türlü provokatif eylemlerin vukuu mutlaktır ve bu ihtimal daima yüksektir.
Bunların Büyükelçiliklerinde diplomatik dokunulmazlık kapsamı içinde olmaları çok dikkat çekicidir. MOSSAD ajanları rahatlıkla elini kolunu sallayarak Türkiye’ye girebiliyor,. FBİ ve CIA’nın elemanları gazeteci, işadamı, sivil toplum örgütü temsilcisi adıyla Türkiye’ye geliyorlar. Bu ajanlar, AB heyetleri ve bazı enteresan diplomatik misyonlar ve misyonerler psikolojik sorunu olan, heyecan ve coşku özelliğine haiz gençleri rahatlıkla terörist eylemlere yönlendirebilir, ülkemiz aleyhine bağlantılar kurabilir veya mevcut şer, anarşi, terör ve tedhiş örgütleri motive edebilirler.
Ülkemize yerleşenler, yerleşik koza ve kriptolar dahil, şu veya bu nedenle giriş yapan bütün yabancılar 24 saat takip edilmedikçe bu netice kaçınılmazdır.
Özellikle ülkemizde, “Kürt Sorunu” iddiasında (ana dil, etnisite, alt-üst kimlik, sosyal ve kültürel farklılık gibi) bulunan; Başta gazeteci-yazarlar, iş adamları ve siyasetçiler olmak üzere “gerçek dışı kuram ve savlar üretip yayanlar” çok dikkatle izlenmek, makam, mevkii, konum ve durumları her ne olursa olsun terör ve tedhiş unsurları ile en küçük bir temaslarında tutuklanıp yargı önüne çıkartılmak zorundadır.
Tedbirsizlik gaflet, dalalet ve hıyanete prim vermektir.
Geçmişte de böyle oldu bundan sonra da olma ihtimali daima vardır.
ÖĞRENCİLER HER ZAMAN KIŞKIRTMAYA AÇIKTIR
Şurası bir gerçek ki, öğrencilerin her zaman kışkırtmaya açıktır.
Dolayısıyla dikkatli olmak gerek. Bu tarz olaylar her dönemde olagelmiştir.
Geçmişte oldu bunlar.
Birileri mevcut ortamdan faydalanır, tutar kışkırtır ve olay çıkar. Her zaman kışkırtılacak bir grup bulunur.
Devlet, adalet ahlâkı, insan hakları, hukuk ve demokrasiyi “medeni siyaset” kavramı dahilinde ebet-müddet kılmak için vardır.
Hiç kuşku duyulmasın ki, “lâiklik” İslâm dininin olmazsa ‘vazgeçilmez” bir kuramıdır. Bunu Cumhuriyet ve demokrasi tamamlar.
Dinli dinsiz ayrımı Müslümanlıkta ve insanlıkta yoktur.
Ayrıcalık, imtiyaz ve Dokunulmazlıklar da insani ve İslâmi değildir.
Dikkat edilmesi gereken şey: Bütün ileri sürüm ve iddialarda objektif norm, evrensel ilke ve kriterleri baz almak; Ücret dahil, sosyal güvenlik (norm-standart birliği) gelir adaletini sağlamak; İyi insan ve iyi vatandaşa arka çıkmak ve her ne pahasına olursa olsun sonuna kadar suç ve suçluyla mücadele etmektir. Dürüstlükten yana ve sonuna kadar.
Bir yanıt yazın