Mustafa Nevruz SINACI
Nisyan (unutmak) ile malul hafıza-i beşer… Amma tarih unutmaz ve milletin tamamı gaflet, dalâlet ve hıyanet içinde olamaz. Halkın âlimleri ve gerçek amirleri uyanıktır, umur-u devlettir ve daima iş başındadırlar. Yani, hakikatte bu mesele 1332’den bu güne bir senaryo.
Önce Osmanlı’yı bölme ve parçalama üzerine kurgulandı. Başardılar.
Şimdi Türkiye üzerinde oynanan büyük oyun ve son tango versiyonuna dönüştü.
Kripto Ermeniler, baş destekçileri Rum-Yunan ekalliyet ve menfur ekabilleri.
Bu ekabillerden kastımız elbette iç siyaset kurumlarımız, gizli dernekler, devletimiz ve resmi uzuvlarımız içinde örgütlü dahili bedhahlardır.
Yani Ermenistan, Yunanistan, Fransa, İngiltere, Almanya ve ABD bağlantılı Türk, Türkiye ve İslâm düşmanları… Daha dün komünist Mustafa Suphi ve Yunan Akritas örgütleri ile işbirliği içinde Mustafa Kemâl’e ihanet eden;
1890’lardan itibaren de ‘Çeteler teşkil etmek, hedef kitle durumunda olan Osmanlı-Türk toplumunun maneviyatını bozmak, Türkleri eldeki bütün imkânları kullanarak öldürmek, yok etmek, egemenlik haklarından mahrum kılmak, Ermeni azınlık topluluklarını silahlandırmak, ihtilâl, isyan, anarşi-terör ve azgın tedhiş timleri hazırlamak, ihtilâl komiteleri, katliam grupları, birlikleri kurmak, hükümet kuruluşlarını tahrip edip, yağmalamak’ gibi insanlık suçu fillerinin failleri.. Bolşevik Hınçak, Taşnak ve komitacı geçinen anarşi, terör ve tedhiş odakları.
Türk milletinin iyi niyet, acıma hissi, insanlık-kültür-medeniyet ve İslâm dininin engin hoşgörüsünden yararlanarak Anadolu’nun bağrında; Harici düşmanların heves ve ihtiraslarına alet olarak da dışarıda örgütlenen fanatik kalıntılar, Dahiliye Nezareti kararıyla 24 Nisan 1915’de, “Ermeni siyasi teşekkülleri ve komite merkezlerinin kapatılarak dağıtılması, menfur suç belgelerine el konularak 2345 kişinin tutuklanması” biçimindeki “meşru müdâfaa, yasal tehcir ve tasarruf” hakkımızın kullanılmasını bahane ederek mezkür günü “Ermeni Soykırım Günü” ilân etmişlerdir.
Oysa, bizatihi Mustafa Kemal’in 24 Nisan 1920 günü TBMM’de yaptığı konuşma ve resmi açıklama, Doğu Anadolu ve Erivan mıntıkasında meskün 700 bir Türk ve Müslüman’ dan en az 300 bininin Ermeniler tarafından “soykırım” yoluyla katledildiğini ispatlamaktadır. 1923’lere doğru bu rakam neredeyse 2 Milyon Türk, Arap ve Kürt Müslüman’a ulaşmıştır.
Buna rağmen; 1972 yılında Taşnak Partisi tarafından ‘Ermeni Soy Kırımı Adalet Komandoları’ kurularak Türkiye’nin dış temsilciliklerine yönelik terör, tehdit, cinayet-katliam ve tedhiş eylemlerine yeniden başlanmış; Marksist-Leninist Hınçak Örgütü 1973-1985 yeni Ermeni terör döneminin tedhiş uygulayıcısı, varlığı anarşi-terör ve tedhişe dayalı ASALA’nın kuruluşunun fikri-fiili ve manevi kaynağını oluşturmuş, bu cinayet örgütünü özendirmiş ve desteklemiştir; Keza 1968’den itibaren ASALA çekirdeğine eş-paralel ülke içi gizli-devrimci (!) yapılanmaya ağırlık vererek sonuçta PKK ve mütemmim cüzleri olan 300 küsur sempati, destek, yardım ve yataklık unsurunu faaliyete geçirmek suretiyle bu günlere kadar gelinmiştir.
1960 sonrası Türk hükümetlerinin gözü önünde cereyan eden bu süreç ibret ve dehşet vericidir. Üstelik günümüz müttefiklerinin himaye ve desteği ile bu günlere kadar gelinmiştir.
Doğrusu: Hangi görüşlerle açıklanmaya çalışılırsa çalışılsın, Ermeni örgütlerinde bu kavramlar terörle-tedhişle eşdeğerli olup; Hangi nam altında işlenmiş olursa olsun bütün faili meçhul, anarşi-terör-tedhiş, cinayet fiil-fail ve teşebbüslerinin tereddütsüz tamamının ardında Rum-Yunan ve Ermeni örgütleri vardır.
Zira amaç ve beklenti sürekli şekilde Türk ve Türkiye düşmanlığı, kan, intikam ve kin üzerine “sinsice, gizlice, illegal ve örtülü biçimde” bina edilmiştir.
BİR BAŞKA KURAM: HAFİFLİK VE SİNSİLİK
İsterseniz, bir fıkrayla açıklık getireyim: kapısında “giriş ücretsizdir” yazan diskotek önünde gençler kuyruğa girmişler, eğlence bedava ya, bu olanaktan gönüllerince yararlanacaklar. Eğlence bitiyor ve gençler diskotekten çıkmaya koyulurken, kapıdaki görevli adam başı 50 ytl talep ediyor. Gençler, “nasıl olur” diyorlar, “giriş ücretsizdi”, görevli pişkince yanıt veriyor, “iyi de çıkış ücretsizdir” demedik ki!
Burada ne var? Hile, desise, kara mizah görüntüsü ardında aldatmaca ve kandırmaca.
YASA VE ANAYASA DEĞİŞİKLİKLERİNDE DURUM NE?
İşte, Anayasalarda ve yasalardaki “ancak”lar bu anlama geliyor. Bütün tehditler bu ancak ve acabaların arkasına gizleniyor. Ülkemizde, düşünce ve ifade özgürlüğü, olabildiğince bu istikamette istismar ediliyor. Bunun yanı sıra örgütlenme özgürlüğü, bu özgürlüklerin nasıl kullanılacağına ilişkin sayısız yasal düzenlemeyle adeta cendereye alınıyor ve cumhuriyetçi, milliyetçi, adalet, hak ve hukuk., hürriyet ve hakimiyet yanlısı sivil toplum net biçimde yok edilirken karşıt pozisyonda yer alan harici mihrak odaklarına sınırsız imkan, hareket serbestisi ve ortam tanınıyor.
Bu bağlamda sorun, özgürlüklerin nasıl kullanılacağı değil, bu özgürlüklerin hangi amaçla, nerede ve nasıl kullanılacağı ile ülke ve millet aleyhine kullanılmasını sınırlayan, kısıtlayan, yasaklayan engellerin nasıl ortadan kaldırılacağı sorunudur.
Devlet ve yurttaş, iki ayrı perspektiften bakıyor, soruna.
Örneğin, dernek kurmak hakkı, kişi topluluklarına özgü en temel hak ve özgürlüklerden biridir.
Ancak, bu hak, dönemler boyunca, çıkartılan onlarca yasayla katmerli bir biçimde yasaklarla donatıldı. 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerinde, Dernekler Yasası, derneğin amacına ve kurucularına ilişkin sayısız yasayla gitgide ağırlaştırıldı.
Vakıflar yasasında birçok değişikliğe gidildi.
Bunların tamamına demokratiklik görüntüsü verildi.
Oysa, demokrasi adına yapılan hiçbir uygulama, değişiklik ve adaptasyon gerçekte demokratça değildi. Hepsi birer aldatmaca idi. Bu taa 1961 anayasası ile temelleri atılan bir durumdur. Doğal olarak sonraki anayasalarda da sinsice sürdürülen bir gelenek halini almış veya her ne kadar anayasada sert gibi görünen, “değişmez ve değiştirilemez” gibi bilinen bazı hüküm ve maddeler var ise de;
Anayasanın muhtelif yer ve hükümlerine konulan küçük, anlamsız gibi görünen ve çok basit bazı cümlecikler ile bütün değişikliklerin yapılabilmesine, tedricen veya art arda pek çok değişiklik ile adalet ahlakı ve hukuk yaşamının felce uğratılmasına imkân veren mini tuzaklar vardır. Bunlar bubi tuzakları gibidir ve çok tehlikelidir.
Meselâ, Türk Medeni Kanunu (TMK) ile Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu (CMUK) da yapılan bazı değişikliklerin ne kadar kolayca gerçekleştirildiği ve fakat sonuçta bu gün resmi güvenlik kurumlarını derinden rahatsız ve mutazarrır eden çok büyük rahatsızlık ve yasal boşlukların nasıl çıktığını, çıkartıldığını bir izleyin de görün bakalım.
NETİCE: Ülkemiz, medeniyetimiz ve necip halkımıza yönelik düşmanca plân, proje, senaryo ve eylemlere; Legal yahut illegal taraf durumundaki bütün kurum, kuruluş, devlet ve hükümetlere ‘açık tavır” almanın ve misliyle mukabil politika izlemenin zamanı gelmiştir. Dış İşleri Bakanı ve hükümete duyurulur. Zira artık, tek ve yegâne çare budur. Mevcut hükümet ise “konuyla ilgili olarak” Türk Milleti ve devletine karşı sınavıdır.