Mustafa Nevruz SINACI
Tıpkı AİHM (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) gibi Anayasa Mahkemesi de siyasal bir karar verdi ve her şey önceden planlandığı gibi yoluna girdi.
Temiz eller operasyonu zamansız ve gereksiz bulunarak gündemden kaldırıldı.
Aleni belgeye rağmen rüşvetin üstüne adalet ve hukuk gitmedi. İnsanlık, ahlak-etik ve hukuk dışı “dokunulmazlık” zırhına rağmen Savcılar zanlıya dokunmadı. Kendilerine dava yolu açık siyaset kurumları ise, her zamanki gibi siyaset ve siyasi ticaret yapmakla yetindi.
Hazır suhulet ve sükunet hâsıl olmuşken fırsat ganimet bilinerek dört elle kurtuluş ümidi AB istikameti ve müktesebatına sarılındı. AB yolunda en ciddi engel olarak görülen KKTC sorunu ve sözde Ermeni soykırımı meselesi aşama-aşama taranmaya, ABF ve AB’ce istenmeyen unsurlardan ayıklanmaya başlandı.
SANGİ AB’YE KATILMA GARANTİSİ ALMIŞIZ GİBİ
Sanki AB için referandum yapılmış gibi… Namuslu, dürüst, ilkeli-onurlu ve sorumlu bir oylama ile aziz milletimize “AB’ye katılalım mı? yoksa Katılmayalım mı?” diye sorulmuş da “evet” cevabı, milletten onay alınmış gibi bir pozisyon var ortada. Hükümet halktan yetki almış gibi rahat. Yok böyle bir şey. 1958’de AET’e ilk başvuru yapılırken tez elden halka baş vuru ve esaslı bir referandum düşünülüyordu. 1963’de başlayan süreçte Türk milletinin varlığı bile dikkate alınmadı. Sanki bu AB entegrasyonu halk için değil de, halk içinden bazı özel ve seçkin ağa babaları, küresel sermaye ve imtiyazlı (dönme-devşirme, oligark ve kripto orijini) şirketler içinmiş gibi bir durum hasıl oldu ortada.
OYSA !…
Kesin tarih alınmadan ve halka sormadan süreç başlatmak abesle iştigal,
Halka sormadan yasa ve anayasa değişikliği yapmak gaflet ve dalalet,
Siyasi Partiler ve Seçim Kanunlarını adalet ahlakı, hak-hukuk norm, standart, ilke ve kriterlerine uygun hale getirip; Gerçekten milletin vekillerini seçmesine, demokrasinin bütün kurum ve kuruluşları ile hayata geçmesine; “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” kesin emir ve umdesinin hayata geçmesine imkân ve ortam sağlamadan “Anayasa Değişikliği” yapmak; Vatana, millete, adalet, hak, hukuk ve demokrasiye ihanettir.
Önce adam gibi siyaset halka maledilir.
Siyaset kurumları Anayasa da tanımlanan “kitle partisi” hüviyetine kavuşturulur.
Adalet ve hakkaniyetle namuslu, dürüst, ilkeli ve onurlu seçimler yapılır.
Partiler despot, diktatör, sahip ver sultalarından arındırılır.
Ve sonra “AB SÜRECİ” başlatılabilirdi.
Aslında diğerlerinde hep böyle oldu.
GB tuzağına niçin tek biz düşürüldük.
Bu hangi dahili bedhahla harici düşmanın organizasyon ve alçakça işbirliği sonucu oluştu? Niçin akil insanlar, yasa koyucu-yasa koruyucu ve Yargı erkçiler tarafından yargılanıp sorgulanmaz? Cumhuriyetin savcıları niçin işin peşine düşmez pek bilinmez…
TÜRKİYE ÖZELLİK SAHİBİDİR.
Türk insanı tarih sahnesinde binlerce yıldır ‘kesintisiz olarak’ varlığını sürdüren nadir milletlerdendir. Türk milleti’nin şu ana kadar tespit edilebilen-belgelenen tarihi 17 bin yıla kadar gitmekte, bu süre içinde 101 devlet ve 16 imparatorluk kurduğu bilinmektedir. Her ne kadar batı tarihçileri bunu inkâr ederse de; Bu noktada Büyük Önder Gazi Mustafa Kemâl’in “Tarih Tezi” bağlamında bütün dünyaya adeta bir ‘meydan okuma’ ve suçlarını yüzlerine vurma gibi açıkça ilân ettiği gerçeği hatırlamakta ve hatırlatmakta yarar vardır. Sözde Atatürk yanlıları, Atatürkçü düşünce örgütleri ve günümüz Kemalistleri bu konulara pek girmezler.
Atatürk, 1932 yılında Surits ile görüşmesinde; “Kirli ve Türklere hor-hakir bakan Batı bilimi ve tarihçilerine” güvenmediğini ifade ederek, Sovyet bilim insanlarını Türkiye’ye davet etmişti. (Perinçek, Mehmet – Atatürk’ün Sovyetlerle Görüşmeleri, İstanbul-2005)
Hatırlanacağı üzere, 19 Eylül 1923’te İstanbul Üniversitesi tarafından kendisine “Tarih Profesörü” unvanı verilmişti. (Günaltay, Şemsettin–“Atatürk’ün Tarihçiliği ve Profesörlüğü Hakkında Bir Hatıra” Sümerbank Aylık Endüstri ve Kültür Dergisi, C: 3-S: 29, Ankara-1963)
Ayrıca Atatürk, dünya Tarihçilerinden bir tek H. G. Wels’e itibar eder; O’nda, Milli Türk devletinin tarih dayanağı gerçeğini görür, yaşanan sorunların çözümü konusunda ise ne İslâmcı, ne Osmanlıcı, ne de Turancı yaklaşımlarla ve ne de Türk düşmanlığını en yükseğe çıkaran ‘Batı taklitçiliğine” itibar etmez, yeni bir ‘tarih bir görüşü’ perspektifine inanır ve Türk’ün kendisini bulup geliştirmesi için bunun zorunlu olduğunu bilir ve söyler, Welles’in tarihinde ‘böyle bir görüşün tohumları’ olduğu görüşünü savunurdu. (Berkes, Niyazi–Atatürk ve Devrimler, İstanbul-1982, s: 22-23) Gazi Mustafa Kemâl (Atatürk) daha Cumhuriyet kurulmadan çok önce 1922 yılında TBMM’nin açılışında yaptığı konuşmada Türk tarihinin derinliğinden bahsederek; Türklerin kökeninin Hazreti Nuh’a kadar dayandığını ileri sürüyor ve “İnsanlığın ikinci babası Nuh’un oğlu Yafes (Yusuf) Türk milletinin ATA’sıdır.” Diyordu. (İnan, A. Afet – “Atatürk’ün Tarih Tezi” Belleten III-10, 1939, S: 245-246)
Milli tarih şuuru konusunda çığır açan ve Türk tarihine ışık tutan Atatürk’ün şu sözünü de kaydederek esas konuya geçmek istiyorum: “…Yakın ve uzak çağlar düşünülürse Türk’e yurtluk etmemiş bir anakara (kıt’a) yoktur. Bütün yeryüzünde Asya, Avrupa, Afrika Türk atalarına yurt olmuştur. Bu gerçekleri yeni tarih belgeleri göstermektedir.” M. K. ATATÜRK
Günümüzde, başta Prof. Dr. Kâzım Mirşan olmak üzere, Prof. Dr. Muazzez İlmiye Çığ ve Semih Tufan Günaltay ile Müslüm Ulusoy gibi değerli araştırmacı ve tarihçiler Ata’ nın açtığı yolda ‘bilimin ve bilincin ışığında’ kararlılıkla yürümekte; Türk milleti’nin siyasal sistemi olan “Medeni Siyaset”, tarih ve sosyolojik esaslarını gün ışığına çıkartmaktadırlar.
Bu bilgiler siyasetçiler ve siyaset bilimciler için hazine değerindedir. Müteakip açılım ve özgün makalelerde Türk Kültür ve medeniyetinin kökleri, örnekleri ile medeni siyasetin usul ve sosyolojik esaslarına değineceğim. Bu kertede “acil” olan mesele şudur:
Özellikle ve bilhassa, AB konusunda ‘dönüşü olmayan’ adımlar atmak ‘millet onayı alınmadan’ ve her hangi bir referanduma başvurulmadan milli iradeye mugayir-aykırı bir yolda ilerleyen iktidarın derhal aklını başına toplaması, 1958 (AET), 63-79 (AT)’a nazaran şartların çok değiştiği ve hususan Türkiye aleyhine değiştirildiğinin farkına varması şarttır. Asgariden, ağzından hiç düşürmediği “insan hakları, adalet, hukuk ve demokrasi” adına: Acilen ve Derhal AB konusunda: REFERANDUMA GİDİLMESİ ZORUNLUDUR.
İnsani boyut ve bilgi toplumu bağlamında “nihai noktası bir uygarlık” (!) dediğimiz AB ülkeleri her konuda yurttaşına danışmakta, sıkça referandumlara başvurmakta ve “çağın medeniyeti” biçiminde adlandırdığı tefessüh etmiş bir yaşam biçimini halkı ile birlikte hayata geçirme çabası içinde bulunmaktadır. Hani, Hazreti Ömer’in İran Valisine “Nüşirevan kadar dahi adaletimiz kalmadı mı” demesi gibi; Biz de buradan deriz ki:
“17 bin yıllık (1071 yılı kuyruklu bir yalandır) Türk kültür ve medeniyetinin varisi-bakiyesi TC’de zerrece adalet, hukuk ve ‘halka saygı’ kalmadı mı?” Kaldı ve iktidar meşru ise eğer; Buyurun:
“Adalet, Hukuk, Demokrasi, İnsan-Vatandaş Hakları ve meşruiyet adına”
AB konusunda REFERANDUM “Halk Oylamasına” GİDELİM.