Akan Kanı Durdurmak!… (1)
Mustafa Nevruz SINACI
Önce akil ve mesul/sorumlu insanlar şunu bir incelesin…
Acaba şu çokça bahsedilen ve sıkça gündeme gelen ‘devlet geleneği’nin aslı, esası nedir ve ne değildir. Devleti nasıl yürütmek ve milleti ne şekilde idare etmek gerekir?
-Milli Siyaset dediğim zaman kastettiğim mana ve medlul şudur; Hududu Milliyemiz dahilinde (Coğrafya hududu ), her şeyden evvel kendi kuvvetimize müsteniden (Milli güç) muhafazai mevcudiyet ederek, (korunarak) Millet ve Memleketin (toplum-ülke) hakiki ümranına (kalkınmasına-gelişmesine, yükselmesine) çalışmak. Alelıtlak Tulü emeller peşinde Milleti İşgal ve Izrar etmemek (maceracı, hain olmamak, başkasına hizmet etmemek )
medeni cihandan, medeni ve insani muameleye ve mütekabil (karşılıklı) dostluğa intizar etmek (ilkeli, onurlu, şerefli ve saygılı olmak)tır. Gazi Mareşal Mustafa Kemal: 1927 (1)
Yani, dış politikanın esası mütekabiliyet (karşılıklılık) ve evrensel hukuktur.
İŞTE EVRENSEL (ULUSLAR ARASI) HUKUK!…
Mesele bir evrensel (uluslar arası) hukuk sorunu ise; İşte cevabı:
ANARŞİ VE TERÖR KONUSU BM ANTLAŞMASI
Madde 51– Bu Antlaşmanın hiçbir hükmü, Birleşmiş Milletler üyelerinden birinin silâhlı bir saldırıya hedef olması halinde, Güvenlik Konseyi uluslararası barış ve güvenliğin korunması için gerekli önlemleri alıncaya dek, bu üyenin doğal olan bireysel ya da ortak meşru savunma hakkına halel getirmez. Üyelerin bu meşru savunma hakkını kullanırken
aldıkları önlemler hemen Güvenlik Konseyine bildirilir ve Konsey’in işbu Antlaşma gereğince uluslararası barış ve güvenliğin korunması ya da yeniden kurulması için gerekli göreceği biçimde her an hareket etme yetki ve görevini hiçbir biçimde etkilemez.
11 Eylül (sözde) provokasyonundan bu yana ABD, uluslar arası onay görmüş bu hükme dayanarak dünyanın yarısında terör estirmekte, maddeyi (Antlaşma hükmünü) tepe-tepe kullanmakta ve pervasızca kan akıtmaktadır.
Antlaşma hükmü gereği Türkiye Cumhuriyeti Ordusu’nun da, gerektiğinde sınır ötesi harekât için hukuki-siyasi bir prosedür veya TBMM’nin tezkeresine ihtiyacı yoktur. Var diyen yalan söyler. Şu hale nazaran; 44 yıldır TSK’nın her ihlâlde derhal Irak’a girme ve gerekirse mütecaviz (terör ve tehdit unsurlarını) Bağdat’a kadar izleme ve tümüyle yok etme, kökünü kurutma hakkı vardır.
KALDI Kİ: “Bir memleketin, bir memleket halkının düşmandan zarar görmesi elbette çok acıdır. Fakat kendi ırkından, büyük (sandığı-bildiği) tanıdığı insanlardan vefasızlık ve felaket görmesi ondan daha acıdır. Bu, Kalp ve Vicdanlar için onulmaz yaradır. (Atatürk)
Ancak, (her ne hikmetse) TSK hukuken sabit uluslar arası yasal hakkını bu güne değin kullanmaktan kaçınmış ve illa hükümetlerden teskere beklemiştir. Bu atalet, kararsızlık ve pasif politikanın bedeli on-binlerce can, mal, ayni ve nakdi değer kaybıdır. Kaldı ki, bu hadisede sınır güvenliğini sağlamakla sorumlu İçişleri Bakanlığı (Polis-Jandarma) ve MİT’in bağlı bulunduğu Başbakanlığın da çok büyük hata, ihmal ve sorumluluğu vardır.
OYSA!..”Bir ordunun kıymeti zabitan (subay) ve kumanda heyetinin kıymeti ile ölçülür.” (Atatürk) Bu cihetle: “Siyasi kuvvet ve hükümetin kıymeti de Cumhurbaşkanı (gereğinde Başkomutan) Başbakan ve Bakanların (devlet kadrolarının) kıymeti (doğru-dürüst ve isabetli politikaları) ile ölçülür!..
Bu hata, ihmal ve sorumluluk sadece ve yalnızca RTE Hükümeti ile sınırlı değil; Bilakis 1968’den itibaren bütün İçişleri Bakanı ve Başbakanları şamil bulunmaktadır. Yani, ülkemiz ve milletimizi bunca acı, kayıp, ıstırap ve şeamete mahküm eden hadise çok derindir.
Devlet Denetleme Kurullarını çalıştırmayan ve kurumlar arası Anayasal eşgüdüm ve koordinasyonu sağlamaktan imtina eden dönem Cumhurbaşkanları da sorumluluk sahibidir.
ÇÜNKÜ: “İstiklali tam dendiği zaman, Bittabi, siyasi, mali, idari, adli, iktisadi, askeri ve harsi (kültürel) ve ilahiri her hususta istiklali tam (hür ve hükümran) ve serbesti tam demektir. Bu saydıklarımızın herhangi birinde istiklâlden mahrumiyet, millet ve memleketin manâyı hakikisiyle (hakiki manada) bütün istiklalinden mahrumiyeti demektir.
İktisaden zayıf bir millet fakirlik ve sefaletten kurtulamaz.
Kuvvetli bir medeniyete, refah ve saadete kavuşamaz.
İçtimai (sosyal) ve siyasi felaketlerden kurtulamaz.
Siyasi ve askeri muzafferiyetler ne kadar büyük olursa olsunlar iktisadi zafer ve muzafferiyetlerle tetviç (tamamlanmaz ve takviye) edilmezlerse kazanılan zaferler asla paidar (kalıcı ve sürekli) olamaz. (Mustafa Kemal Atatürk) (1)
Bu hakikat ve irşatları çok iyi bilen Cumhuriyet hükümetleri ve siyasi kadrolar acaba ne kadar devletin, ilkeleri, gelenekleri, usul ve esaslarına uydu? Veya samimiyetle, sadakatle, taviz ve ivaz vermeden uyguladı? Dikkat ederseniz bütün devlet daireler ve bürolarda mutlaka birer “ATATÜRK” portresi asılıdır ve gün boyu önünde iş gören vatandaşlar her fırsatta Atatürkçü olduklarını söylemekten geri durmazlar.
Bu nasıl bir “Atatürkçülüktür” acaba?…
DÖNELİM ULUSLAR ARASI HAK
VE SICAK TAKİP MESELESİNE!..
Peki, bu hak (iç veya dış fark etmez) ‘hangi ihanet şebekeleri’ yüzünden kullanılmaz?
Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, İçişleri Bakanlığı ve Genelkurmay bu hakkı ve uluslar arası hukukun hükmünü bilir. Yıllardır tehlikenin farkındadır. Kamu vicdanının bu kin, kan ve hain katliam karşısındaki duyarlık ve rahatsızlığının pek ala idrakindedir.
Dahası Türk devleti, ulusu ve ordusu’nun konuyla ilgili düsturu “İstiyorsan eğer devlette sulh-ü salâh, hazır ol cenge her daim” biçiminde olup;
Büyük önder Mareşal M. Kemal Atatürk’ün “Yurtta sulh cihanda sulh” vecizesi, güçlü kuvvetli, kudretli, kararlı, hâkim ve güvenlik sorunlarında tek hükümran; İç ve dış düşmana karşı daima hazır-nazır ve müteyakkız bir ordu anlamını taşır. O, halkı daima hükümetlere karşı uyanık ve dikkatli olmaya ve fakat Peygamber Ocağı “Türk Ordusuna” ilelebet inanmaya, dayanmaya, itimat etmeye ve güvenmeye çağırmıştır. Zira Türk milleti zaten topyekün bir ordudur.
TSK’nın Cumhuriyeti koruma ve kollama görevinin sebep ve hikmeti budur.
Evveli kırk yılı bulan ve ahirinde; Başta ABD, AB, İsrail ve Ermenistan’ın yardım ve yataklığı sayesinde ülkemizin parçalanmasını hedefleyen bu menfur anarşi, terör ve tedhiş örgütünün; TBMM çatısı dahil olmak üzere, alenen faaliyet gösterdiği alanlar, kurumlar, kuruluşlar, şahıslar, gizlendiği inler, girip-çıktığı ve kullandığı bütün mekanlar net olarak (mahalle muhtarından, jandarma, emniyet ve MİT tarafından) bilinir ve devletçe takip edilirken!… Niçin? 12 Eylül 1980’de olduğu gibi TOPYEKÜN üzerine gidilmez ve bir kaç günde bataklık kurutulmaz?
Acaba milli hukukta uygun bir karine mi yoktur?
Bunu iddia eden varsa kör, cahil, aptal ve dumur, değilse ihanetle maluldur!…
Bakınız “Mustafa Kemal ATATÜRK” ne diyor?
(devamı var)
“HÜKÜMET VE HARAKİRİ”
Akan Kanı Durdurmak!… (2)
Mustafa Nevruz SINACI
“Asıl önemli olan ve memleketi temelinden yıkan, halkını esir eden, içerdeki cephenin suskunluğudur. Bu itibarla, kendiniz için değil, bağlı bulunduğunuz ulus için elbirliği ile çalışınız. Çalışmaların en yükseği budur”
DEVAMLA:
“Kendiniz için değil, bağlı olduğumuz ulus için elbirliğiyle çalışınız, çalışmanın en yükseği budur.Bir adam ki, memleketin ve milletin saadetini düşünmek yerine daha çok kendini düşünür, bu adamın kıymeti ikinci derecededir.En iyi kişi, kendinden çok, bağlı olduğu toplumu düşünen, kendini onun varlığının ve mutluluğunun korunmasına adayan insandır.Hususi menfaat, ekseriya, umumi menfaatle tezat halinde olur.Ulusları yönetenler için ilk ve en zor görev, kişisel bencilliğe kapılmaktan kendilerini korumalarıdır.”der.
Kaldı ki Cumhuriyet Anayasası ve TCK terör ve tedhişe karşı idam ve infaz dâhil her türlü hükümle tahkim edilidir. Sanıldığı gibi ne hükümetin, ne Jandarma, güvenlik teşkilatı ve ne de TSK’nın eli bağlı değildir. Olsa-olsa ‘devletin içine çöreklenmiş’ el bağlayan, yol kesen ve engel olan bir takım harici ve dâhili bedhahlar’ ile terör örgütüne yardım ve yataklık eden ayan-beyan eşkıya vardır. Devlette millet adına hüküm süren, maaş alan ve halkın sırtından geçinen (seçilmiş veya atanmış) istisnasız her kamu görevlisinin görevi “bu menfur unsur ve vatan hainlerini” deşifre etmek, yakalayıp yargı önüne taşımak değil midir? Aksi takdirde kendilerinin “vatan haini” sayılacaklarını; Bidayette halkın pasif direniş, meşru müdafaa ve müdahale hakkının olduğunu bunlar hiç bilmezler mi? Yoksa milleti ahmak mı sanırlar?
YOK ÖYLE ŞEY!… Üç Ekim günü öğle vakti 15 askerimiz alçakça şehit edilmiş; 4 Ekim günü akredite medya hain körler ve aptal sağırları oynamış; Genelkurmay ciddiyet ve kararlılıkla bastırınca ancak aklını başına devşirebilmiştir. (Bak: 4 ve 5 Ekim tarihli gazeteler)
Şimdi artık kimse çıkıp da “kanları yerde kalmayacak” diye millete yalan söylemesin.
Buna hiç kimsenin hakkı da yok, yüzü de. Üstüne üstlük hala birileri kalkıp ta “Kürt sorunu var” demesin!.. İşte bunlar ihanet şebekelerinin menfur mensupları, politik-ACILARI veya şeytanın avukatlarıdır.
Aciliyetine rağmen teskereyi 1 Ekim’de gündeme koymayanlar da sorgulanmalı!
Dahası halk 40 yıldır ‘kullanılan’ bu dümenin iç yüzünü, 500 milyar doları aşan sarfını ve bu sarfiyatın kendisine olan maliyetini de çok iyi bilmektedir. Ümraniye soruşturması kapsamında ortaya çıkan belgeleri, iddiaları ve bu güne kadar gizlenen gerçekleri de…
Bu kez onurlu ve sorumlu devlet organlarının resen inisiyatif kullanma ve hükümetin konuyla ilgili ihlas ve samimiyetini ortaya koyma zamanı gelmiştir. Her kurum ve kişinin anayasa ve kanunda yazılan görev ve yetkisi bellidir. Ya herkes “DERHAL” görevini yapsın veya onur, şeref ve haysiyet sahibi ise istifa edip gitsin. Aksi takdirde “yönetimi sorgulamak ve yargılamak üzere” Cumhuriyetin Savcı ve Yargıçları derhal harekete geçmek zorundadır.
HÜKÜMETE GELİNCE: Bu kertede gerekli tedbir ve radikal kararlar alarak derhal uygulamaya koymak en başta hükümetin görevidir. Aksi takdirde aczini itiraf ve istifasını vermek zorundadır. Mevcut ve mer’i siyasi partiler bu neticeyi temine memur ve mecburdur. Aksi takdirde Türkiye de siyasi parti yok demektir. Peki, hükümet her iki formülden birini yapmazsa ne olur? Her halde HARAKİRİ yapmış olur ki, bunun sonu, yalnızca ve sadece kendileri için değil millet için de büyük hayal kırıklığı, bunalım, buhran, muhtemel iç çatışma ve hüsrandır. Bunu ancak vatan hainleri göze alabilir. Aziz vatan, kutsal bayrak ve binlerce yıllık toprağın sahipleri asla!… Görelim mevlâm neyler, neylerse güzel eyler. On sözler:
“Vatan benim için ne yapabilir değil, ben vatanım için ne yapabilirim diye sorun” J. F. Kennedy; “Bencil varlıklar kendileri için çalışırlar, ama onlar ulus için çalıştıklarını sanırlar.” Galip Baran; “Sen görevini yap, gerisini Tanrıya bırak.” Latin Atasözü; “Siz, öncelikle komşularınızı ve mahallenizi içinizden gelerek koruyun. çünkü düşman, komşunun evini talan ederse sıra sendedir.” Nuh Peygamber…
NETİCE: “Niyet hayr, akibet hayr”
“O” NASIL BİR ÖNDER’Dİ? DÜNYA O’NUN İÇİN NE DEDİ?
Dünya basınında Türk Milleti ve Cumhuriyet’in kurucusu Atatürk için söylenenler.
– Başlıca düşüncesi, Türk milleti’nin refah ve mutluluğu idi. Ancak O’nu savaşla değil, barış, güvenlik ve ilerleme ve dostlukla aradı. (Sir Percy LORE İngiltere Büyükelçisi)
– O’nun adı, dünya tarihinin kahramanları arasında, silinmez bir şekilde kalacaktır. Çünkü, kişiliği ülkesinin sınırlarını aşmıştır. O’nun hem düşman, hem dost olarak tanımış olan Yunan milleti, kendisini düşman olarak, ne kadar takdir etmişse, bir dost olarak da, o kadar sevmiştir. (Rum-Yunan Basını)
– O’nun ölümü, Türkiye’nin sarsılması olmayacak; Çünkü genç kuşak, önderleri tarafından çizilen yolu, inançla ve coşku ile izlemektedir. (Macar Basını)
– Benim teessürüm iki türlüdür. Evvela böyle büyük bir adamın adamın kaybından dolayı bütün dünya gibi müteessirim. İkinci teessürüm ise, bu adamla tanışmak hususundaki şiddetli arzumun husulüne artık imkan kalmamış olmasıdır. (Theodora Roosevelt, ABD Bşk)
– Atatürk’ün devlet yönetimi ve yaptığı inkılaplar, yalnız Türkiye’yi değil, bütün dünyayı etkilemiştir. (İ. Metaksas Yunanistan Başbakanı)
– Atatürk bütün Asya kıtasının ATA’sıdır. (Çin Basını)
– Atatürk arkasında istikbalinden emin bir millet bırakmıştır. (Çek Basını)
– Atatürk’ün bir çok insanların maddeten başarmaya muktedir olamadıkları işleri başarmakta gösterdiği azim, irade ve cesarete ve elde ettşğş başarılara bütün Amerika hayrandır. (Amerikan Basını)
– Atatürk; Secaat ve kabiliyetin en büyük sembolüydü. O, yirminci yüzyılın en büyük gerçeğini yaratan insandır. (Danimarka Basını)
– Atatürk gibi dehalar, ancak görünüşte ölürler. Öyle insanlar bir nesil için doğmadıkları gibi, muayyen bir devir için de doğmazlar. (Fransız Basını)
– O ‘ nun ölümü dünya içinde derinliği ölçülmez bir kayıptır. (Rus Basını) (2)
UYARI, ARMAĞAN, MİLLİ MORAL VE MOTİVASYON
Türk milleti, gençliği ve ülkeyi geleceğe taşıyacak nesiller; Şimdi O’nu hakiki umdeleri, Türk inkılâbı’nın yüksek ilkeleri, samimi ‘dindar” Müslüman, örnek ve önder bir insan olarak hayatını çok biliyor ve ‘inanç ve bilinçle’ kendi yaşamlarına monte ediyorlar.
Ayrıca, mevcut yöneticileri mukayesede bir miyar (kıyas ve ölçü) olarak kabul ediyorlar. Dahası: Vefatından sonra yerine geçen İsmet İnönü’nün O’nun başlatmış olduğu yeniden aydınlanma, tetkik ve tefekkür hareketine büyük darbe vurduğunu ve O’nun bütün ilke ve inkılâplarını saptırarak, Türk Milletini yabancılaştırmaya çalıştığını çok iyi biliyorlar..
Yararlanılan Kaynaklar:
1) 1930 senesinde Cumhuriyet Gazetesinin matbaasında basılan: “GAZİNİN VECİZELERİ” adlı yapıttan derlenen ve kitapta yer alan bazıları dünya basınında çıkan yazılar ile önemli şahısların Atatürk hakkında sözleri. (Cumhuriyet Matbaası, 1930)
2) Moral ve Motivasyon bölümü sözlerini derleyen: E. Dz. Kur. Alb. H.Vural Vural
Bir yanıt yazın