Cuma günü yapılan liderler görüşmesi müzakerelerin gidişatında yeni bir kapı açılacağına işaret ediyor.
BM belli ki, kapsamlı müzakereler çerçevesinde yapılan bu üçüncü toplantıdan sonra yavaş yavaş müdahaleye hazırlanıyor.
Gelişmeler aynen bunu gösteriyor.
Son toplantıda müzakerelerin basına kapalı olacağı duyurulduktan sonra BM’nin aniden karar değiştirerek, Uluslararası Lefkoşa Havaalanı’nın kapılarını basın mensuplarına açması, ileriye yönelik bir denetleme amacını taşımakta.
BM’nin Aleksander Downer aracılığıyla, medya mensuplarını görüşmeler süreci ile ilgili yazdıklarına dikkat etmeleri konusunda uyarması ise yepyeni bir gelişme. Bu, aba altından sopa göstermek şeklinde de yorumlanabilir.
Downer’in, müzakerelerin Kıbrıs’ın geleceği için çok önemli bir süreç olduğundan bahsetmesi ve liderlerin de bu müzakereleri gerçekleştirmek için çok zamana gereksinimleri olduğunu söylemesi de, BM’nin hakemlik konusunda kolları sıvadığının açık bir işareti. Belli ki her iki lidere de baskılar ya başladı, ya da yakında başlayacak.
Her hafta bir görüşme yapılması fikri her ne kadar CB Talat’ın istediği olsa da, BM’nin Rum tarafı üzerinde baskısı olmasaydı, her Pazartesi günü bir görüşme yapılması kararı bu son toplantıda çıkmazdı. Hristofyas’ın zamana oynamak istemesi ve müzakereleri AB-Türkiye İlerleme Raporu’nun açıklanacağı Kasım 2009’a kadar uzatmak stratejisi, BM’nin baskısı ile alınan “Her hafta bir görüşme yapılması” kararına rağmen hala geçerli. Rumlar ipe un sermekte çok usta olduklarından bunun da bir yolunu bulup, görüşmeleri havanda su dövmeye dönüştürüp uzamasını sağlayacaklar.
BM, müzakereler süreci üzerindeki baskı dozunu yavaş yavaş arttırmaya başladı ve alınan bu son karardan da belli oluyor ki, liderler isteseler de istemeseler de, BM Genel Sekreteri’nin Özel Danışmanı’nın New York dönüşünde ortaya koyduğu çerçeve içerisinde hareket etmeye zorlandılar.
Downer’in çizdiği bu yeni çerçeveye göre, bundan böyle her hafta yapılacak liderler arası müzakerelere ilaveten, çalışma grupları, temsilciler ve uzmanlar da müzakerelerin bir parçası olacak ve liderlerden alacakları talimatlara göre de kendi aralarında, daha alçak düzeyde ve birincil olmayan daha düşük önemdeki konularda görüşmeler gerçekleştirecekler. Bunların kendi aralarında varacakları mutabakat veya anlaşmalar, liderler kendi aralarında anlaşmış gibi addedilecek ve program dışı dahi olsa haftalık toplantıda liderlerin önüne, nihai onay alınmak üzere gelecek. Liderler önlerine gelen bu konuyu da biraz rötuşladıktan sonra onaylayarak, listeden çıkaracaklar. Böylece müzakereler 4 koldan, hızlı bir tempoda devam ettirilecek. BM’nin Ekim 2008 patentli planı aynen böyle ve duruma göre de her an değiştirilebilir.
Tabii BM, Annan Planı görüşmelerinde yaptığı gibi bu müzakerelere de hakem koymak kararını bir müddet evvel kapalı kapılar ardında aldığından, birkaç ay sonra uygun bir zamanda da bu kararını hayata geçirerek müzakerelere hakem(ler) atayacak. BM’nin stratejisinde çözümü, Rumların adanın tümüne hakim olmak amacı ile bir kez daha Rum oyun bozanlığına bırakmak yok. Ya “Birleşik Kıbrıs Federal Cumhuriyeti” kurulacak ya da adada iki ayrı devletin varlığı meşrulaşacak.
Cuma günü yapılan görüşmede, kurulması düşünülen “Birleşik Kıbrıs Federal Cumhuriyeti” adlı yeni devletin, diğer bir tanımla da “Partenojenez devletin”, Federasyon şeklinde olması mutabakatı, nasıl bir Federal yapı olacağı noktasında çıkmaza girdi.
CB Talat, “Kurucu Devletlerin” daha çok, “Merkezi Federal Hükümetin” ise daha az yetki sahibi olacağı “Gevşek bir Federasyon”u hayalinde canlandırırken, Hristofyas Rumların içinde çoğunluk olacağı Merkezi Federal Hükümetin çok güçlü, Kurucu Devletlerin ise çok az yetkide, yani muhtariyet düzeyinde olmasını istiyor.
CB Talat, ABD örneğinde olduğu gibi güçlü “Merkezi Federal Hükümet”e dönüşümün zaman içerisinde “Kurucu Devletleri” oluşturan halklar arasında güvenin sağlanması sonrasında olabileceğini ortaya koyarken, Hristofyas ise adaya egemen bir “Merkezi Federal Hükümet” istiyor ve daha işin başında çoğunluk kimde ise adayı onun idare edeceği bir sistemi oluşturmanın hedefini güdüyor.
Cuma günü yapılan görüşmede, yetkilerin neredeyse beşte dördünün “Merkezi Federal Hükümet”te olması önerilen “Deniz Taşımacılığı ve Deniz Hukuku” konusunda asıl önemli sorun “Kıta Sahanlığı”nda ortaya çıktı. Kısa adı ile UNCLOS (United Nations Convention on the Law of Sea) olarak tanımlanan “1983, III.cü Deniz Hukuku Konferansı kararlarına, Türkiye’nin, özellikle bu konferansta adalara “Kıta Sahanlığı” hakkının tanınması nedeni ile imza atmamasından dolayı, “Kıta Sahanlığı” konusu çıban başı olarak ortada durmaya devam etti.
Annan Planı görüşmelerinde mutabakata varılan, “Birleşik Kıbrıs Federal Cumhuriyeti” bayraklı gemilerin, Kurucu Türk Devletinde Gazimağusa limanına, Kurucu Rum Devletinde de Limasol limanına kayıtlı olabilecekleri gerçeği ise, bu başlık altında bir başka baş ağrısı yaratacak konu.
“Birleşik Kıbrıs Federal Cumhuriyeti”nin Başkanlık sistemi de, halen üzerinde anlaşmaya varılamamış bir diğer konu. Özetle, Rumlar nüfus oranına göre Başkanlık yapılacak senelerin Kurucu Devletler arasında paylaşılmasını önerirken, yani üç yıl Rumlar, bir yıl Türkler devlet başkanlığı görevi yapsın derken, Türkler, siyasi eşitlik ilkesi çerçevesinde bu görevin iki Kurucu Devlet arasında eşit şekilde paylaşılmasını ve rotasyon usulü ile bir yıl Rumların, bir yıl da Türklerin yapmasını istemektedir.
Orta yol bulunabilecek mi?
BM hakem koyarsa, “Evet”.
Koymazsa, benim torunum da müzakereler sürecini yaşayacak.
Prof. Dr. Ata ATUN