İÇİNDEKİLER:
-KADINLARIMIZ KURBAN OLMASIN
–PÜRSÜN, “TÜRKLER MUCİZE GERÇEKLEŞTİRDİ”
–TÜRK İŞADAMINDAN BİRA FABRİKASI
–SELÇUK’UN ESERLERİ WALLDORF’TA
–ALACAHÖYÜK’TEN MADEN MÜZESİNE
–TÜRKLERİ BEKLİYOR
–SİYASETE SPOR SOKAN TÜRK
–WASHİNGTON TİMES’TAN PKK İSYANI
–TERÖRE BAYRAKLI CEVAP
–CNN’DE PKK PROPAGANDASI
–PEKİ 300 TERÖRİST KARAKOLA NASIL GELDİ
***
KADINLARIMIZ KURBAN OLMASIN
Ünal ÖZTÜRK / HAARLEM | 06.10.2008
Namus adına işlenen şiddet suçlarının önlenmesi konusunda kabul edilen önerisi ile ilgili olarak bir açıklama yapan Kuzey Hollanda Eyalet Meclisi üyesi Songül Akkaya, “Ne dinimizde, ne de kültürümüzde kadına şiddetin yeri yoktur. Aile içi şiddetin zararlarını toplumumuza anlatmak zorundayız” dedi.
KUZEY Hollanda Eyalet Meclisi’ndeki İşçi Partili (PvdA) temsilcimiz Songül Akkaya, namus adına işlenen şiddet suçlarının önlenmesi konusunda kabul edilen önerisi ile ilgili olarak, ‘Ne dinimizde, ne de kültürümüzde kadına şiddetin yeri yoktur. Kadınlarımız kurban olmasın. Aile içi şiddetin zararlarını toplumumuza anlatmak zorundayız’ dedi. Kuzey Hollanda Eyalet Meclisi’nin daha önce ayırdığı 100 bin Euro’luk bütçeyi 200 bin Euro’ya çıkardığını belirten Akkaya, oy birliği ile kabul edilen önergesinin namus adına işlenen şiddet suçları konusunda araştırmalar yapılmasını ve bilgilendirme çalışmalarına ağırlık verilmesini içerdiğini anlattı.
Törelere sığınmamalı
Yapılacak araştırmalardan elde edilecek bilgilerin namusa dayalı şiddet suçlarının önlenmesinde etkin rol oynayacağını ifade eden Songül Akkaya, öğrenciler ve veliler başta olmak üzere toplumun çeşitli kesimlerine yönelik bilgilendirme çalışmalarına önümüzdeki günlerde başlanacağını söyledi.
Şiddetin, namus ve töre gibi değerlere sığınılarak kadın üzerinde ruhsal ve fiziki güç kullanımı şeklinde ortaya çıktığını anımsatan Kuzey Hollanda Eyalet Meclisi’ndeki İşçi Partili (PvdA) temsilcimiz Songül Akkaya, ‘Cinsiyete dayalı şiddet büyük ölçüde kadının toplumsal statüsünün ikinci sırada görülmesinden kaynaklanmakta. Yapılacak çalışmaların namusa dayalı şiddet suçlarının önlenmesinde önemli rol oynayacağına inanıyorum’ diye konuştu.
***
PÜRSÜN, “TÜRKLER MUCİZE GERÇEKLEŞTİRDİ “
Hasan AYCI / FRANKFURT | 06.10.08
Kırk yılı aşkın bir süredir Almanyalı Türklerin içinde olan Doğan Pürsün, Türklerin Almanya’daki durumu ile ilgili olarak, ‘Geldiğimiz noktadan, bulunduğumuz, yarattığımız ve ulaştığımız noktayı incelersek, başarı grafiğimizin çok yüksek olduğunu söyleyebiliriz. Türkler Almanya’da bir mucize gerçekleştirdi. Türklerin Almanya’da imkanları çok fazla. Ben Almanya’ya geldiğimde Frankfurt’un nüfusu 670 bin idi. İstanbul’un nüfusu ise bir milyondu.
İstanbul’un nüfusu bugün 15 milyon. Frankfurt’un ise 650 bine düştü. Bunun da önemli bir oranı göçmenlerden oluşuyor. Almanya’da genç nüfus azaldı. Bu yüzden Türk gençlerinin şansı yüksek. Yeter ki imkanları değerlendirerek kendilerinin önlerini açsınlar. Bu toplum buna müsait. Fırsatlar tanıyor gençlere. Alman olalım olmayalım, on yıllardır bu toplum içinde yaşıyoruz. Bu ülkenin bir parçasıyız. Türkleri Almanya’da çok güzel bir gelecek bekliyor” dedi.
Uyum kavramının yanlış kullanıldığını vurgulayan Doğan Pürsün, “Uyum Almanya’nın refahından pay almak demektir. Bu böyle anlatılırsa kaynaşma daha hızlı gerçekleşecektir” diyor.
DOĞAN Pürsün, 1939 yılında İstanbul’da doğdu. Kabataş Erkek Lisesinde okudu. istanbul Gazetecilik ve Ticaret Okulunu 1959’de bitirdi. Gazeteciliğe, 1957 yılında istanbul Ekspres Gazetesinde ekonomi muhabiri olarak başladı. Akşam, Hürriyet, Tercüman gazetelerinde hizmet verdi.
Almanya‘da Die Welt, Bild Gazetesi ve DPA ajansında çalıştı. (1967-1969)
Tercüman Gazetesi Almanya temsilciliği görevinde 20 yıl süreyle (1970-1990) bulundu. Dünya Ekonomi Gazetesinin Almanya temsilcisi oldu. Hürriyet Gazetesi’nde ‘Emeklinin Danışma’ olarak emeklilik konusunda okuyucuların sorularını cevapladı. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ve Türkiye Spor Yazarları Derneğinden çeşitli yıllarda, üç defa gazetecilik başarı ödülü aldı. ‘Nasıl kazandılar’ kitabı, Alman Thomas Morus Akademi’si (1999) ve Türkimport (2000) tarafından ödüle layık görüldü.
Türkiye Araştırmalar Merkezi (1995), ‘Almanya’da Türk toplumunun ekonomik sorunlarını ısrarlı bir şekilde gündemde tuttuğu ve bu alanda üstün başarılar gösterdiği’ gerekçesiyle bir plaket verdi.
Nasıl Kazandılar Kitabı Thomas Morus Akademie ve Türk İmport başarı ödülleri aldı. Sosyal çalışmaları nedeniyle geçtiğimiz günlerde SOS Çocuk Köyleri Derneği tarafından 30 yıllık katkılarından dolaylı geçtiğimiz günlerde bir plaket ile ödüllendirilen Doğan Pürsün ile Frankfurt Basın Kulübü’nde görüştük.
Doğan Bey, 50 yıla yakın bir süredir yurt dışındasınız. Almanya’da kırkıncı yılınızı doldurdunuz. 1960’lı yılların başında Türkiye’den çıktınız. Bize o günler hakkında kısa bilgi verir misiniz. Gazetecilik, yurt dışı maceranız hakkında bir özet yapar mısınız?
“İstanbul’da lise tahsilim sırasında babam Beşiktaş ve Boğazlar gazete bayisi idi. Gazete paketleri arasında büyüdüm. Bütün gazeteler bize geliyordu. Gazetelerle günlerim geçiyordu. Onları tek inceleme fırsatım oluyordu. Oturduğumuz yerde bir İtalyan komşumuz vardı. Pul koleksiyonuna meraklıydı. Bana da pullar armağan ediyordu. Değişik ülkelerden gelen pullar ve gazetelerde dünyanın değişik ülkelerinden yer alan haberler, bende yurt dışına karşı bir merak uyandırdı. Dünyayı tanımak istiyordum. Gazeteciliği dünyayı tanımak için büyük bir fırsat olarak algılıyordum. Böylelikle liseden sonra gazetecilik okuluna başladım. Okul ile birlikte gazetelerde de çalışmaya başladım. Babamın tavsiyesi kulağıma küpe oldu. Babam bana hep, ‘Bir dil, bir üniversite diploması. Dil öğren’ tavsiyesinde bulunuyordu. Aklım fikrim yurt dışına çıkmak olduğu için bu tavsiyeye uydum. İtalyan komşumdan etkilenerek İtalyanca kursuna gittim. Bütün derdim bir şekilde İtalya’ya gitmekti. 1961’lerde gözüm dışarılarda. O yılların İtalya’da basın Ataşesi Orhan Koloğlu yakınımdı. Bana bir imkan sağladı. Üç ay İtalya’da İtalyan gazetelerinde staj yaptım. Böylelikle yurt dışı maceram başlamış oldu.”
Doğan bey, siz Almanyalı gurbetçiler tarafından çok iyi tanınıyorsunuz. Sizi yıllarca gazetelerden takip ettik. Gazeteci kimliğinizi biliyoruz. Ancak Almanya’ya nasıl geldiniz onu bilmiyoruz. Bize Almanya maceranız hakkında bilgi verir misiniz?
“Ben İtalya’da iken kız kardeşim Almanya’ya Siemens fabrikasına çalışmak için gitti. Çalıştığı sırada bir Alman ile tanışarak evlendi. Beni yanına çağırdı. Benim için çok güzel bir teklifti. Almanya beni etkiledi. Türkiye’den işçiler daha yeni yeni Almanya’ya geliyordu. Almanya ile ilgili olarak Almanya’ya gelen işçilere yönelik, ‘Uçun kuşlar uçun Almanya’ya doğru’ adlı 15 günlük röportaj hazırladım. Yıl 1964, daha Almanya’ya büyük işçi akını başlamamıştı. Röportaj üzerine çalıştığım gazetenin önünde her gün binlerce insan birikiyordu. İnsanlar Almanya’ya gitmenin yolunu öğrenmek istiyordu.”
Siz bu yazılar yayınlandığında Almanya’da mısınız?
“Bir lisan bursu ayarladım. Almanya’ya geldim. Saarbrücken ve Wuppertal kentlerinde dil kurslarına katıldım. Bu arada Die Welt gazetesine mektuplar yazdım. Kendimi tanıttım. Yapım gereği yerinde durmayan, devamlı insanlarla tanışan bir kişiliye sahibim. Türkiye’de gazetecilik derslerine giren bir Amerikalı bize, ‘İyi bir gazeteci günde en az beş kişi ile tanışmalı’ tavsiyesinde bulunmuştu. Bu tavsiyeyi uyguladım. ‘Hep yeni insan tanıyacaksın’. Bu benim için bir hayat felsefesi oldu. 20 yaşında aldığım tavsiyeyi özel hayatımda da uyguladım. Bugün emekliyim. Hala bu anlayışla yaşıyorum, her gün yeni insanlarla tanışıyorum. Almanya’da da yeni kontaklar aradım. Böylelikle Alman gazetelerine yazılar yazdım. 1967 yılında, ‘Die Welt’ gazetesi beni Hamburg’a kabul etti. O yıllarda gazetenin merkezi Hamburg’ta idi. Bir yandan Die Welt gazetesine, diğer yandan Türkiye’de çalıştığım gazeteye haber yolluyordum. Bu arada Türkiye’de evlendim. Alman şefim, ‘Eşini de getirsene’ deyince eşimi de Almanya’ya yanıma aldırdım. Hamburg’ta ikiz çocuklarımız oldu. Bu arada Almanya’da Türklerin sayısı gittikçe artı. Hürriyet gazetesi Almanya’da baskı yapmaya başladı. Çalıştığım gazete, ‘Sen Almanya’da temsilcimiz’ ol teklifinde bulundu. Die Welt’i bırakıp Türk gazetesi için Münih’e geldim. Aklımızda Türkiye’ye dönmek olduğu için Türk gazetesine yöneldim. Orada bir süre kaldım. Almanya’daki Türklerle ilgili olarak Türkiye’de patrona raporlar hazırladım. ‘Münih iyi, ama Türkler yoğun olarak Köln’de Essen’de, yukarıdaki bölgelerde yaşıyor. Bizim Frankfurt’a geçmemiz lazım. Bu bölge ulaşım açısından, haberleşme açısından ve Türklerin yoğun olduğu bölgelere yakınlığı açısından çok daha uygun’ dedim.
Frankfurt hikayesini Türk basının başına siz açtınız anlaşılan.
“Gerçekten öyle oldu. Bütün gazeteler Münih’te idi. Frankfurt’a gelmemizde katkım oldu. Bu arada Alman gazeteleri ile de ilişkilerimi koparmadım. Borken’de bir maden kazası oldu. Madenciler günlerce yer altında kaldıktan sonra sağ olarak kurtarıldılar. Kurtulanlardan biri de Türk idi. Almanya’da devamlı Almanlarla kaynaşmaya özen gösterdim. Çalıştığım gazeteyi Alman gazeteciler birliğine üye yaptım. Almanlarla dostluk içinde olmaya özen gösterdim. İlk defa Alman gazetecilerinin kongresini İstanbul’da yapılmasına ön ayak oldum. O yıllarda Türkiye’de turizm falan yoktu. İstanbul’da sadece iki otel vardı.”
Alman toplumu içinde derhal kaynaşma çabanız göze çarpıyor.
“Ben, içinde yaşadığım toplum ile barışık bir şekilde olmaya özen gösterdim. Yaşadığın toplum içinde yer alacaksın. Aktif olacaksın. Veli olarak çocuklarının bulunduğu toplumun dilini en iyi derecede öğrenmesini sağlayacaksın. Elbette çocuklarına Türkçe öğreteceksin. Evinde Türkçe konuşacaksın, ancak dışarıda birlikte yaşadığın, içinde yer aldığın toplumun konuştuğu dili çocuklarına öğreteceksin. Bu şekilde yaklaşımımın hep faydasını gördüm. Alman gazetecilerle işbirliğinin çok yararını gördük. 70’li yıllarda Gediz depremi oldu. Alman gazeteleri ile birlikte kampanya açarak yardımlarda bulunduk. Gediz’de bir hastanenin yapımını sağladık. Ayrıca Türkiye’nin ve Türk insanının tanıtımında da faydalı olduğumuzu düşünüyorum”
Siz Almanya’da kırk yılı aşkın bir süredir yaşıyorsunuz. Gazeteci kimliğiniz yanı sıra toplumsal olaylara olan duyarlılığınızla burada yaşayan Türkleri çok yakından tanıyan, gelişmeleri aşama aşama yaşayarak gözlemleyen birisiniz. Türkler Almanya’da 50. yılını dolduruyor. Bu yarım asırı değerlendirdiğinizde, Türkler bu süreçte nasıl bir aşama sağladı. Gelişme ne yönde oldu. Durum karamsar mı, yoksa sağlanan bir aşama var mı?”
“Almanya’ya ilk geldiğim yıllarda Almanların fabrikalarına giderek söyleşiler yapardık. İşverenler ve personel müdürleri bizlere Türklerden çok memnun kaldıklarını, işletmelerinde daha fazla Türk’ü çalıştırmak istediklerini vurgularlardı. Benden, ‘Memnuniyetimizi dile getirin. Daha fazla Türk’ün işletmemize gelmesi için gazeteci olarak yardımcı olun’ diye ricada bulunurlardı. Bizde onlara, ‘Türklerin nesinden memnunsunuz’ diye sorardık. Memnun olmalarının en büyük sebebi olarak, vatandaşlarımızın işlerini severek yapmaları, çalışkan olmaları ve güvenilir olmalarını gösterirlerdi. Vatandaşlarımız Anadolu’nun bir köyünden geliyor. Hayatında belki hiç bir makina görmeden gelmiş, Almanya’da firmaya girmiş, gelir sağladığı bir işe sahip olunca çok fedakarca çalışıyorlardı. Lisan bilmese bile Almanlarla elleriyle, bakışıyla ve davranışıyla bir şekilde ilişki kuruyor, dost oluyorlardı. Türk işçileri çok seviliyor, aranan ve güvenilen işçiler durumunda oluyorlardı. Birinci nesilin durumu böyle idi. Vatandaşımız hastalık diye bir şey tanımıyordu. Boyuna fedakarca çalışıyorlardı”
Durum iyiydi yani?
“İyiydi değil. Durum hala iyi aslında. Almanya’da yaşayan vatandaşlarımız bu süreç içinde bence çok başarılı oldular. Genel tablo olarak baktığımızda, Almanya’da yaşayan Türkler çok başarılı oldu diyebiliriz. Elbette bir takım tenkitler söz konusu. Ancak durumu, geldiğimiz noktadan, bulunduğumuz, ulaştığımız, yarattığımız noktaya bakarak değerlendirmeliyiz. O zaman başarı grafiğimizin çok yüksek olduğunu söyleyebiliriz. Gelen vatandaşlarımızın büyük bir çoğunluğu Almancayı bırakın doğru dürüst Türkçe’yi yazamıyordu. Okuma oranları da düşüktü.
***
TÜRK İŞADAMINDAN BİRA FABRİKASI
BERLIN | 02.10.2008
Almanya’nın Lünen kentindeki Maksem AG adlı şirketin sahibi Bünyamin Türksoy, Dortmund kentinde, ağırlıklı olarak Türklere yönelik üretim yapacak bira fabrikası açmaya hazırlanıyor.
Almanya’nın Lünen kentindeki Maksem AG adlı şirketin sahibi Bünyamin Türksoy, Dortmund kentinde, ağırlıklı olarak Türklere yönelik üretim yapacak bira fabrikası açmaya hazırlanıyor. Türksoy, A.A muhabirine yaptığı açıklamada, bira fabrikası kompleksi kurmayı planladığını, bu komplekse gelenlere, camların ardından bira üretimini
seyrettireceğini ve müşterilerinin kendilerini bir alış veriş merkezine girmiş gibi hissedeceklerini söyledi.
Projenin maliyetinin yaklaşık 15 milyon avro olacağını belirten Türksoy, 2011 yılına kadar tamamlanması öngörülen fabrikanın 150 bin hektolitre bira üretebilecek kapasiteye sahip olacağını ifade etti. Hedef kitlesinin Kuzey Ren Vestfalya eyaleti olduğunu ve amacının halka birayı bire bir benimsetmek olduğunu kaydeden Türksoy, 1 yıldan bu yana fason olarak piyasaya sürdüğü ‘Bey’ adlı bira markasını gelecekte kendi fabrikasında üreteceğini söyledi.
Fabrikayı Dortmund’un merkezinde kuracağını, bu kentin lojistik açıdan iyi bir yerde bulunduğunu belirten Türksoy, söz konusu fabrikanın yanına bir bar, restoran ve eğlence yeri de açacağını sözlerine ekledi.
***
SELÇUK’UN ESERLERİ WALLDORF’TA
Veli SAHIN / WALLDORF | 06.10.08
Dünyada karikatür sanatının yaşayan babası, ünlü Türk çizeri Turhan Selçuk’un eserleri Frankfurt yakınlarındaki Mörfelden-Walldorf’taki Stadthalle-Kommunale Galeri’de 24 Ekim’e kadar sergilenecek.
Almanya’nın Frankfurt yakınlarında bulunan Walldorf kasabasında önceki gün “Kültür Yazı 2008” etkinlikleri çerçevesinde ünlü çizer Turhan Selçuk’un karikatürlerinden oluşan sergi geniş katılımlı bir kokteylle açıldı.
Sergiye ilgi gösteren Türk ve Alman misafirler Turhan Selçuk’un karikatürlerine bakmanın yeterli olamayacağını, onların mutlaka okunması gerektiğini dile getirerek, “Selçuk çizer kişiliğininden 65 yıllık sanat yaşamı boyunca hiçbir zaman vaz geçmediği görülmüştür” yorumunda bulundular.
Mehmet Yolaş kanunuyla, Türk sanat müziğinden çaldığı parçalarla sergi açılışına renk kattı. Sema Yeşiltepeli ve Monica Carbe tarafından ise Turhan Selçuk’un hayatını Alman ve Türkçe olarak okudular.
Sanat uyumun aracıdır
Turhan Selçuk’un dünyadaki en büyük karatüristlerden biri olduğunu vurgulayan Walldorf Belediye Başkanı Heinz Peter Becker, açış konuşmasında, “Turhan Selçuk’un eserlerini kentimizde sergileme imkanı bulmak bizi çok mutlu etti. Mörfelden-Walldorf kasabasında 1500 Türk yaşıyor. Bunların önemli bir bölümü de Alman vatandaşlığına geçmiştir. Bu sergi aynı zamanda uyuma yapılmış bir katkıdır” dedi.
***
ALACAHÖYÜK’TEN MADEN MÜZESİNE
Yunus ÜLGER | 06.10.2008
Dr. Ünsal Yalçın (54), dünyanın sayılı maden müzelerinden olan Bochum’daki Alman Maden Müzesinde 20 yıla yakın bir süredir araştırmacı olarak çalışıyor.
Babasının Alacahöyük Müzesindeki görevi dolayısıyla daha çocukluğunda Arkeolojiyle tanışan Dr. Yalçın, kazılarda şu taşıyarak Arkeolojiye ilk adımını attı. Bochum Ruhr Üniversitesinde Yerbilimi öğrenimi gören ve yine burada doktora yapan Dr. Yalçın, Arkeoloji ile bağını hiç koparmadı. Anadolu’da madencilik alanında çalışmalar yapan Dr. Yalçın’ın girişimleriyle Alman Maden Müzesi, Anadolu’da madenciliği ana çalışma alanları arasına aldı. Dr. Yalçın, Arkeoloji tutkusunu, Anadolu’da madenciliği ve projelerini Hürriyet’e anlattı.
Arkeolojiyle, dolayısıyla Anadolu’da madenciliğin geçmişiyle ilgilenmeye nasıl başladınız ? Tesadüf mü oldu, yoksa Arkeolojiye merakınız mı vardı?
Ben Alacahöyüklüyüm. İster istemez Arkeolog olarak doğdum sayılır. Daha çocukluğumda kazılarda çalıştım, müzede çalıştım. Babam da müzeciydi zaten, Alacahöyük Müzesinde memurdu. Aynı zamanda restatördü babam. Ben de restatörlüğü öğrendim, arkeolojik buluntuları tanımasını öğrendim. Kazıyla haşır neşir oldum. Kazılarda su taşıyarak Arkeolojiye başladım. Ardından çanak çömlekleri yıkadım. Sonra restorasyonunu yaptım. Çocukluğum Alacahöyük kazılarında geçti. Böyle başladı Arkeolojiye merakım. Almanya’ya geliş nedenim de Arkeoloji okumaktı. Aman Arkeoloji yerine Yerbilimi tahsili yaptım. Bu arada Arkeolojiye ilgim kesilmedi, hep ilgilendim. Doktoradan sonra Arkeoloji alanında çalışmaya başladım. Şu anda fen bilimleri metotlarını Arkeolojide uygulamaya çalışıyorum. Yani Arkeolojiye değişik bir gözle bakıyorum.
Çocukluğunuzda merak ettiğiniz için Arkeolojiye başladığınızı söylediniz. Bir çocuğun Arkeolojiye merak salması pek alışılmış bir durum değil. Sizi Arkeolojiye çeken neydi ?
Bunu tam olarak söyleyemeceğim. Sanıyorum, insanının geçmişiyle ilgilenmek, onların bıraktığı eserlerle haşır neşir olmak, bunları anlayama çalışmak olsa gerek. Biraz da şu tarafı var bunun, bilinmeyen bir şeyle uğraşmak, isanları çekiyor. Arkeolojinin böyle bir yanı da var. Bir buluntu oluyor, bir çanak parçası elinize geçiyor, ama bunun neyin parçası olduğunu düşünmek, bunun üzerine araştırma yapmak, kimlerin bunu hangi amaçla kullandığını, mazlemesinin nereden geldiğini ortaya çıkarmak, insana heyecan veriyor. Başlangıçta merakım bu kadar değildi, ama zamanla gelişerek şu anki uğraşımı etkiledi.
Arkeolojiye bu kadar meraklı olmanıza karşın, Arkeoloji değil de Jeoloji öğrenimi yaptınız. Bunun nedeni nedir ?
O zaman Avrupa’da okumak istiyordum. Almanya’ya gelmek daha kolaydı. Önemli bir Alman Arkeolog vardı, Kurt Bittel. Boğazköy kazılarını yönetmişti. Alman Arkeoloji Enstitüsünün Genel Müdürlüğünü de yapmış önemli bir bilim insanıydı. Türkiye’de onunla tanışmıştım. Almanya’ya gelmemde onun da etkisi oldu. Bir de Arkeolojide Alman Ekolü çok önemlidir. İyi işler yapmışlardır, ciddi çalışırlar. Böyle bir tahsilin Almanya’da da yapılacağını bildiğim için buraya geldim. Berlin ya da Heidelberg’e gitmek istiyordum, ama Bochum’a geldim, brada da kaldım. Kısmet burada kalmakmış. Ben de Arkeolojiye en yakın bölüm olarak Yerbilimi okudum. Bu da bence fena olmadı. Arkeoloji biraz daha değişik açıdan bakmak olanağı sağladı bana.
Bir müzede çalışmayı niçin tercih ettiniz ? Arkeolojik kazılardan daha cazip bir iş olmasa gerek.
Alman Maden Müzesi, aynı zamanda bir bilimsel araştırma kurumu. Bu niteliğe sahip altı müze var Almanya’da. Bir üniversite gibi araştırma yapan önemli kurumlardan birisi. Eski çağlarda madencilikle ilgili tüm alanlarda araştırma yapılıyor. Bu da benim isteklerim doğrultusunda bir çalışma alanı. Bu bakımdan müze benim için ideal bir yer oldu. Arkeometalurji, madencilik arkeolojisi ve ekonomi arkeolojisi olarak çalışma alanlarımı üç başlıkta toplayabiliriz. Bir arkeolojik buluntunun şekline, rengine ve tipolojisine bakarak değerlendirme işi arkeologun görevi. Bunun hangi madenden yapıldığı, malzemenin nereden geldiği, hangi tekniklerin uygulandığı konuları, arkeolojiyi aşıyor. Bu konuları araştırmak bir yerbilimci, bir kimyacı, bir mühendisin görevi. Benim yaptığım iş, arkeolojik buluntuları teknik açıdan değerlendirmek.
Anadolu’nun ilk uygarlıkların merkezlerinden olduğunu biliyoruz. Maden işlemeciliğinin burada başlamasını neye bağlıyorsunuz?
Yaşadığımız bölge çok önemli bir bölge. İnsanlığın yerleşik düzene geçtiği bölgenin tam içinde bulunuyoruz. İlk yerleşkeler Anadolu’da oluşmuşlar. Dolayısıyla buraya gelen insanlar, toplayıcıkları devam ettiği için çevredeki göze çarpan renkli taşları da topluyorlar. Bunları boya olarak kullanıyorlar. Yahut bakır oksitleri toplayarak mavi, yeşil boya olarak kullanıyorlar. Bakırın olduğu yerde mavi bakır da bulunuyor. Bunu toplayıp işliyorlar. Madenciliğin Anadolu’da başlaması bir tesadüf değil, buranın doğasına, jeolojik yapısına da bağlı bir yerde. Bu kabul bilim dünyasında kabul gören bir gerçek.
Bugün Anadolu, maden yatakları bakımından ne durumda ? Madenciliğin başlangıcı olan Anadolu, maden yatakları bakımından hala zengin mi ?
Eskiden ülkemizde fazla maden olmadığı düşünülürdü. Bu doğru değil. Ülkemiz bazı metal yatakları açısından şanslı diyebiliriz. Bildiğimiz kromun, bakırın, borun, demirin yanında altın, gümüş gibi değerli madenler de bol miktarda var. Bu son zamanlarda gündeme de geldi. Hemen hemen Türkiye’nin her tarafında altın arama çalışmaları hızlandı. Bilindiği gibi dünyadaki önemli bor yataklarından birisi Türkiye’de. Bor ekonomik açıdan önemli bir kaynak.
Ağırlıklı olarak siz burada Anadolu’da madencilik alanında araştırma yapıyorsunuz. Şu anda bu konuda ne gibi projeleriniz var?
Benim çalışmalarımın yüzde 90’ını Anadolu’da madencilik oluşturuyor. Ben buraya başladıktan sonra müze, yıllar içinde artan ölçüde Türkiye’yi ana çalışma alanları içine aldı. Önemli bir projelerimden birisi, Türkiye’deki maden yataklarını araştırmak. Teker teker bütün maden yataklarını incelemeyi planlıyorum. Projenin amaçlarından birisi, bugünkü bilinen yatakların ilk ne zaman işletildiğini tesbit etmek. Gittiğim yataklardan örnekler topluyorum, analizlerini yapmak için. Böylece bu yatakların parmak izlerini bulmaya çalışıyorum. Ülkemizde bu alanda iyi çalışmalar yapılıyor. Dışardan gelip çalışan meslekdaşlarımız da var. Bu rağmen bilinmeyen ve araştırılmamış o kada çok maden var. O bakımdan yapılacak çok iş var. Bir de bunları sistematik olarak yapmak var. Sanıyorum bunu ilk defa ben yapıyorum.
Türkiye’de Arkeolojinin düzeyi ne durumda ? Sanki bizdeki kazıları hep yabancılar yapıyormuş gibi bir izlenim var bende.
Bizim de uluslararası çapta arkeologlarımız var. Bildiğim kadarıyla Türkiye’de yapılan kazıların yüzde 80’i yerli arkeologlar tarafından yapılıyor. Tabii yabancılar da var, gelmeleri çok doğru. Bizleri dışarıda tanıtan en iyi yabancılar oluyor. Türkiye’de Osman Bey olarak tanınan Alman arkeolog Manfred Osman Korfmann vardı. Rahmetli Troya kazılarında çalıştı. Sanıyorum Korfmann, ülkemizin arkeolojisini ve ülkemizi, birçok yerli arkeologtan çok daha iyi tanıttı. Zaten bu tip çalışmalar uluslararası çalışmalar olmalı. O bakımdan yabancıların gelmesi sakıncalı değil, bilakis daha da iyi bir şey.
Ruhr Bölgesinde yakın bir zamana kadar madenler yüzbinlerce Türkün ekmek kapısıydı. Yaşamlarını madenlerde tüketen birinci kuşağın çocukları, torunları ziyaretçi olarak müzeyle ne kadar ilgililer?
Fazla ilgili olduklarını söyleyemem. Türkler müzeye oldukça az geliyorlar. Ama bu çevredeki okullar geliyorlar, onlarla birlikte Türk çocukları da geliyor. Türkleri müzeye çekmek için özel sergiler yaptık. İki sene önce Uluburun sergisini açtık. Türkiye’den Uluburun gemisi buluntularını getirip burada sergiledik. Medyanın katkısıyla biraz Türk ziyaretçi çekebildik, ama istediğim kadar gelen olmadı. Gelenler de arkeolojiyle ilgili olanlardı. Halktan fazla gelen olmadı. İnsanların kendi geçmişleriyle ilgilenmeleri çok önemli. Geçmişini iyi bilenlerin ve bundan ders çıkaranların geleceğini iyi planlama şansları var. Madencilik insanlarla ilgili önemli konulardan birisi. Madenler en önemli hammaddeler arasında yer alıyor. Bulunduğumuz bölge maden bölgesi. Buraya ilk gelen insanlarımızın çoğu madende çalıştırılmak için getirildiler. Artık burada madencilik de kalmadı. Gençlerimizin madenciliği görebilecekleri tek yer müzeler. Herkese bu dünyanın en önemli maden müzelerinden olan müzeyi görmelerini tavsiye ederim.
Bu yıl beşincisini düzenleyeceğiniz Anadolu Madenciliği seminerleri nasıl başladı? Bu seminerleri düzenlemekle neyi amaçladınız ?
1998 yılında Cumhuriyetimizin 75. kuruluş yıldönümü kutlamaları yapılırken, biz de burada Essen Başkonsolosluğu ile birlikte kültürel bir çalışma yapalım dedik. Bunun için bir sempozyum yapmaya karar verdik. Ben zaten bir sempozyum düzenlemeyi düşünüyordum, ancak Ankara’da yapmayı planlıyordum. Burada yapalım dedik, konu olarak da Anadolu Madenciliğini seçtik. Anadolu Madenciliği dünya kültür tarihinde önemli rol oynamakta. Dünyadaki madenciliğin en eski izleri Anadolu’da. İlk sempozyumumuz çok başarılı geçti. Katılanların hepsi bunun devamı gelsin istediler. Böylece biz, her iki yılda bir sempozyum yaparak bunu gelenekselleştirdik. Sempozyumda sunulan bildirileri de kitap haline getirdik. Bu yıl 13-15 kasım günleri arasında beşincisi düzenleyeceğiz. Bundan sonra bir süre sempozyumlara ara vereceğiz, konular tekrar ettiği için. Belki beş altı yıl sonra altıncısını yapmayı düşünüyorum.
***
TÜRKLERİ BEKLİYOR
Metin ES / DUISBURG | 05.10.2008
Almanya’da Duisburg’un Hochfeld semtinde yapımı süren Ren Parkı’nda 200 metre uzunluğunda ve 15 metre yüksekliğindeki duvara kent sakinlerinin fotoğraflarının yapıştırılmasını amaçlayan “Bir Duvara Bin Portre” projesine Türkler’in fazla ilgi göstermediği açıklandı.
Duisburg Geliştirme Dairesi ve Duisburg Belediyesi’nin ortaklaşa gerçekleştirecekleri projeyle, semt sakinlerinin fotoğraflarının duvara yapıştırılmasıyla büyük boy “Duisburg am Rhein” yazısı oluşturulacak. 75×55 cm ebatlarında hazırlanacak fotoğraflar, üç yıl boyunca duvarda kalacak.
Ücretsiz çekiliyor
Fotoğrafları ücretsiz çeken Hochfeld’deki Wanheimer Caddesi, 122 numarada bulunan fotoğraf stüdyosu FOTO MEGA’nın sahipleri Virgül ve Mustafa Gemi çifti Türkler’den ilgi beklediklerini ve projenin kasım ayının sonuna kadar devam edeceğini hatırlattılar.
***
SİYASETE SPOR SOKAN TÜRK
Emine SONUGÜR / HAMBURG | 06.10.2008
Hamburg’da yaşayan sporcu ve siyasetçi mühendis Öğhan Karakaş (40) en sert spor dalı sayılan triatlon da da başarılı.
Hamburg kentinde yaşayan 40 yaşındaki sporcu ve siyasetçi Öğhan Karakaş, dünyanın en sert sporu sayılan triatlon tutkunu.
Son olarak Frankfurt’taki Iron Man triatlon yarışlarına katılan ve iki bin 800 katılımcı arasında orta sıralarda yer alan Hamburg-Altona Belediye Meclisi SPD üyesi Karakaş, ‘Benim amacım Türk gençlerine örnek olmak’ dedi. Karakaş, bu kez siyasetçi değil sporcu kimliğiyle sorularımızı yanıtladı.
Aktif spor yapmaya ne zaman başladınız?
Ben dört yaşımda bisiklet sürmeyi öğrendim. Öğrenci yıllarımda çok futbol oynardım. Ama aktif spor yapmaya bundan yedi yıl önce başladım. Ben bisikletle işe gidip geliyorum elbette havalar elverdiği sürece. Bisiklet kullanmak çok keyifli olduğunu keşfettim. Daha sonra buna koşu sporu ilave ettim. Haftada çoğu kez bisiklet sürüyor ve koşu yapmaya başladım. Her geçen gün spor yapmak bana büyük bir keyif verdiğini fark ettim. Kendimi spordan sonra daha iyi hissediyordum. İş stresini atıyor, kafamı boşaltıp enerji depoluyordum. Sağlık sorunum yok. Bunun üzerine bundan yedi yıl önce haftada üç gün gibi disiplinli olarak spor yapmaya başladım. Ağır ağır her geçen gün daha çok koşuyordum ve her geçen gün spor hayatımın bir parçası haline gelmişti. Maraton yarışmasına katılmaya karar verdim. Maraton öncesi haftada üç gün yerine dört gün spor yaparak hazırlık yapmaya başladım ve ben kendi hedefimi her geçen gün biraz daha genişletiyordum hedefimi de ulaşıyordum. Böylece 7 yıl önce ilk kez maraton koşusuna katıldım. Elbette buraya katılan binlerce kişi vardı ve bu binlerce kişinin arasından ben birinci olurum dileği ile katılırsan kendi kendini kandırmış olursun. Ben kendi hedefimi yarışmanın sonuna kadar pes etmemeyi hedefledim. Haftada 40 kilometre koşuyordum ve bu iyi bir dereceydi benim için. İlk katıldığım maratonda pes etmedim sonuncu da olmadım. İşte hedef buydu ve kendi başarıma sevindim.
Kaç spor yarışmasına bugüne kadar katıldınız?
Toplam 11 kez katıldım. Hamburg, Hannover, Köln ve Berlin’de maraton yarışmalarına katıldım. 4 kez Hamburg’da 155 kilometrelik bisiklet yarışlarına katıldım. İlk kez Frankfurt’ta bisiklet, yüzme ve koşu kapsayan Iron Man Avrupa Yarışması’na katıldım. Bu yarışmaya hazırlanmak için üç hafta izin aldım. Ön hazırlıklar çok zor oluyor. Her sabah erken kalkıp yüzme, bisiklet sürdüm ve koşu yaptım. Haftada yaptığım üç gün düzenli ve disiplinli sporun yanı sıra son hazırlıklarda sporu her güne çıkardım. Ön hazırlıkları iyi yaptım ve hedefim 12 saatin altında kalmaktı. Ama 12 saat 38 dakika oldu. Yine de ben kendimi hedefime ulaştığımı kabul ediyorum ve büyük bir zevk aldım. Yarışma gerçekten kolay değil. Yarışmada 3 bin 800 metre yüzme, ardından bisikletle 180 kilometre yol almak ve 42 kilometre maraton koşmak oldukça zor. Çok sayıda bayılanlar ve hastanelere kaldırılanlar oldu. Fakat belirli bir ölçüde hedef koyulup o hedefe ulaşmak sporun keyif verici yanıdır. Bende büyük keyif aldım. Fakat öncelikle İron Man yarışmasına katılmayı düşünmüyorum. Çünkü ön hazırlıkları çok vakit alıyor. Ama New York’ta ileride düzenlenecek tarihi henüz kesin değil ama o zaman hedefim New York’ta yarışmaya katılmaktır.
Herkes spor yapabilir mi? Sporcu nelere dikkat etmeli?
Elbette herkes kendi çapında spor yapabilir. Örneğin 70 yaşında bir bayan veya erkek atletler yarışmalara katılıyorlar. Bu çok güzel ve harika bir olay. Bizler bunları örnek olarak görmeliyiz ve bu insanlar devamlı spor yapıyorlar. Ben haftada üç gün spor yapmadan duramam bu artık bir alışkanlık haline geldi ama önemli olan düzenli ve disiplinli olarak yapmaktır. Birisi belki yüzmeyi seviyordur ve bu bir spordur. Ama düzenli, disiplinli yaparsan spordur. Spor yapmak isteyen bir insan sigara kullanmayacak, alkol içmeyecek, yağlı yemeklerden kaçınıp düzenli ve yağsız yemekleri tercih etmesi gerekir. Kilosunu düzenli tutması lazımdır. İşte bunlara dikkat eden kişi hem spor yapıyor hem de kendi kendini tedavi etmiş oluyor. Çünkü spor birçok hastalığın ilacıdır. Ben ne zaman soğuk algınlığından yatakta yattığımı hatırlamıyorum. Spor yapan bir insan sağlıklı yaşıyor ve bu bir gerçektir.
Siyaset nasıl gidiyor ve siyasetteki hedefiniz nedir?
Ben Hamburg’da 24 Şubat 2008 seçimlerinde SPD Hamburg Altona ilçe meclis üyeliğine seçildim. Siyasette amacım milletvekili veya üst düzeylerde belirli bir yerlere gelmek değil. Benim amacım her geçen gün Türk gençlerinin eğitim, meslek alanlarında başarılı olmalarına yardımcı olmak ve kendilerine örnek olmak istiyorum. Eğer gençlerin bazılarına bu yönde yardımcı olabilirsem çok mutlu olacağım. Çünkü her insan başarıyı yakalayabilir. Ama başarı kendiliğinden olmuyor azimle çalışarak oluyor. Ayrıca, göçmenler ve Almanlar arasında uyum konusunda bir şeyler yapmak istiyorum. Almanlar yaklaşmaz ve göçmenler ‘bana ne’ gibi davranırlarsa uyuma yaklaşacağımız yerde uzaklaşırız. İşte bu düşüncelerin yerini Almanya’da yaşayan çeşitli ulus insanların ve Almanların birbirlerine yaklaşmasını birlikte geleceği yönlendirmek açısından çalışmak istiyorum. Ben bu hedeflerimden dolayı siyasete atıldım. Türk gençlerine yardımcı olmak için uğraş vereceğim. Ben bir öğretmen ailesinden geliyorum. Benim annemde babamda öğretmendiler. Biz üç kardeşiz bize tavsiyeleri ‘önce liseye kadar kesin okuyacaksınız ve sonrasına kendiniz karar vereceksiniz’ derlerdi. Bizde her zaman bildiğimizi başkalarına öğretmemizi söylerlerdi. Bir insan yaşlandığında geriye dönüp baktığımda çevresinde olan insanlara bir şeyler öğretebilmişse en güzel hatıra hatta miras odur. Bende bunun için çapa harcayacağım.
***
WASHİNGTON TİMES’TAN PKK İSYANI
ABD’nin Türkiye’ye itidal çağrılarını yaparken Afganistan’da saldırılar düzenlenen teröristlere karşı Pakistan topraklarında operasyonlar düzenlediğine dikkat çekildi.
Washington Times gazetesinde yayınlanan bir yorumda ABD’nin yaklaşımı için “Bu inanılmaz bir çifte standart. ABD için Irak topraklarındaki PKK teröristlerinin peşinden gitmek akıllıca olurdu” denildi. Washington Times gazetesince Tülin Daloğlu imzası ile yayınlanan yorumda Aktütün saldırısına dikkat çekilirken “NATO müttefiki Türkiye’ye saldıran Kürt ayrılıkçı teröristlerinin Irak’ta güvenli bir barınak bulduğu” kaydedildi. Şehitler için düzenlenen cenaze törenlerine değinildiği yorumda “Türkler artık bıktı” ifadesi de kullanıldı. Batılı güçlerin Osmanlı İmparatorluğu’nun küllerinde bir Kürt devleti kurmayı arzuladıklarının kaydedildiği yorumda, AKP’li Vahit Erdem’in açıklamalarına da yer verildi. Vahit Erdem, ilk başta ABD’nin niyetinin bağımsız bir Kürt devleti oluşturmak olduğunu, ancak zamanla bunun bölgede İsrail-Filistin ihtilafından daha çok sorun yaratacağını görerek tutumunu değiştirdiğini söyledi. Erdem “Şimdi (ABD), samimi bir biçimde Irak’ın toprak bütünlüğünü destekliyor. İlk başta – açıkça söyleyim – desteklemiyorlardı” şeklinde konuştu.
-BÜYÜK OPERASYON OLASILIĞI-
Washington Times’deki yazıda terör örgütü PKK’nın, Irak’tan sızarak Türkiye’de gerçekleştirdiği saldırıların devam etmesinin, Türkiye’nin büyük bir sınır ötesi operasyonu düzenlemesi olasılığının gündeme getirdiği belirtilmesinden sonra şu değerlendirmesi yapıldı: “ABD, itidal çağrılarını yaparken aynı nedenle, yani Afganistan’ın içerisinde saldıralar gerçekleştiren teröristleri yakalamak amacıyla Pakistan’ın aşiret bölgesinde operasyonlar düzenliyor. Bu inanılmaz bir çifte standart. ABD için Irak topraklarında PKK teröristlerinin peşinden gitmek, akıllıca olurdu.” Yorumda bağımsız bir Kürdistan devletinin bir Kürt terörist grubu tarafından tesis edilmeyeceği vurgulanırken de, sadece hava gücü ile sınırlı kalmayan olası bir Türk sınır ötesi operasyonunun, Türkiye’nin AB müzakere sürecini durduracağı ve ABD ile ilişkilerini gerginleştireceği öne sürüldü. Yorumda Irak’ı istikrarlaştırmanın yılları alacağı belirtilerek “ABD’nin, görünürdeki gelecekte ulusal çıkarlarını korumak amacıyla Türkiye’ye ihtiyacı var” denildi. (ANKA)
07 Ekim 2008
***
TERÖRE BAYRAKLI CEVAP
07 Ekim 2008
VATANDAŞLAR MEYDANLARI DOLDURDU
Hakkari’nin Şemdinli ilçesi Aktütün Sınır Karakolu’na yapılan ve 17 askerimizin şehit olduğu hain saldırı dün yurt genelinde çeşitli sivil toplum kuruluşları ve vatandaşlar tarafından protesto edildi. Kadını erkeği, yaşlısı ve genciyle ellerinde bayraklarla meydanlara koşan vatandaşlar İstiklar Marşı okuyup, terör örgütünü kınayan sloganlar attı. Saldırının barış ve kardeşliğe yapıldığını söyleyen halk, PKK’nın Türkiye’de hakim olan barış ve huzuru asla yıkamayacağını haykırdı.
***
CNN’DE PKK PROPAGANDASI
Bölücü terör örgütü PKK’nın, Kandil dağlarındaki kampına giren CNN muhabirleri konuyla ilgili hazırladıkları haberde adeta terör örgütünün propagandasını yaptı.
PKK terör örgütünün üst düzey yöneticileri ile röportaj yapan ve örgüt yöneticilerinin sözde barış mesajlarını yayımlayan CNN, PKK terör örgütünü sanki kadın hakları için savaşan bir örgüt gibi tanıttı. CNN’in haberi, ABD’deki haber bültenlerinde özel haber logosuyla yayımlandı. Haber, CNN’in internet sayfasında manşete çıkartıldı. CNN’in internet sayfasında “Kadın Savaşçılar; Erkek egemenliğine son” başlığı ile verilen habere tepki yağdı.
Bölücü terör örgütü PKK’nın Kandil’deki kampına ekibi ile birlikte giren CNN’in kadın muhabiri Arwa Damon adeta terör örgütünün sözcülüğünü yaptı. Arwa Damon haberinde, PKK’nın eli kanlı teröristlerini, yaşamlarında erkek egemenliğine son vermek isteyen kadın savaşçılar olarak tanıttı.
TERÖRİSTLERİN ZAFER DANSI
CNN konuyla ilgili haberinde, Kandil dağı eteklerindeki PKK kampında, sınırı geçip Türk askerlerine yapılan her saldırı sonrasında, teröristlerin el ele tutuşup dans ettikleri ve bu dansın rutin bir kutlama olduğu belirtilerek, teröristlerin bu dansa “Zafer dansı” dedikleri belirtildi.
Eli kanlı PKK’lı kadın teröristleri “Kadın Savaşçılar” olarak adlandıran CNN muhabiri Arwa Damon, kadın teröristlerle yaptığı röportajlarda onların kadın hakları için savaştıklarını söylediklerini belirterek, “Kadınların daha etkin olduğu bir cemiyet, doğal bir yaşam, baskı olmadan erkek ve kadın eşitliği, insanların arasında eşitsizliklerin kalktığı bir hayat” yorumuna yer verildi. CNN konuyla ilgili haberinde babasının 14 yaşındayken Türk Güvenlik güçleri tarafından öldürüldüğünü iddia eden Rengin kod adlı kadın teröristin “Kürt hakları ve Kadın hakları için savaşıyoruz” sözlerine de yer verdi.
Haberde, PKK’nın, Türkiye, Irak, ABD ve NATO tarafından sivillere saldıran bir terörist örgüt olduğu belirtilerek, yıllardır süren çatışmalarda örgütün askeri kanat yöneticisi Bahoz Erdal ile uzun bir röportaj da yapan CNN muhabirleri, Bahoz Erdal’ın örgütün propagandasını yapan konuşmasını da yayınladı. CNN’de yayınlanan konuşmasında, barış için terör örgütün şartlarını öne süren Bahoz Erdal, Abdullah Öcalan’a karşı da tavır değişikliği isteyerek, “Siyasi çözüm olursa silah bırakmaya hazırız” sözlerine de yer verildi.
CNN’E TEPKİ YORUMLARI: İĞRENÇ BİR HABER
Haberin CNN televizyonunda yayınlanması ve internette manşet haber olarak yer bulmasının ardından, haberle ilgili yorum bölümüne tepkiler yağdı. Yorumların bazıları şöyle:
-CNN’in terörist propaganda işinde olduğunu bilmiyordum.
-Türkiye Irak sınırında 15 Türk askerinin öldürülmesinin henüz bir gün sonrasında. CNN’in anasayfasında böyle bir haberi vermesi utanç verici.
-Bunlar beyinleri yıkanmış çocuklar, Arwa Damon bizim bunların direnişçi olduğuna inanmamızı mı istiyor. İnsan haklarını savunan hangi kişi çocukların eline silah verebilir. İğrenç bir haber.
-Terörist bir gurubu nasıl olur savaşçılar diye tanıtırsınız?
-Size olan güvenimi azalttığınız için tebrikler CNN.
***
PEKİ 300 TERÖRİST KARAKOLA NASIL GELDİ
7 Ekim 2008
Hepimizin aklında aynı soru:
– ABD ile istihbarat paylaşımı sürüyor mu?
Ve diğer soru:
– Sürüyorsa karakolun dibine kadar yaklaşan 300 kişilik terörist grubunu nasıl atladık?
Bana ilk gelen bilgiler istihbarat paylaşımının kesintiye uğradığı şeklindeydi. Az önce ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’ndeki basın sözcüsü Kathy Schalow konuştum…
Aynen şöyle diyor:
– Türkiye ile sürdürdüğümüz istihbarat paylaşımı programı hiçbir şekilde kesintiye uğramadan devam etmektedir.
Soruyorum:
– Peki her metrekareyi, Kuzey Irak’taki her gelişmeyi, uyduyla takip edip 24 saat istihbarat sağlamak mümkün mü?
Kathy cevap veriyor:
– Size bu konuda detaylı bilgi veremem. Ancak şunu bilmenizi isterim ki Türkiye ile ABD arasındaki istihbarat paylaşım programı dünyadaki en iyi programlardan biridir.
Daha ne desin…
ABD Büyükelçiliği açıkça en gelişmiş şekilde istihbaratın Türkiye’ye sağlandığını söylüyor…
Kathy’nin vurgulamalarından da anlıyorum ki ABD bu konuda üzerine düşeni yapıyor…
Bu durumda geriye çok daha önemli bir soru kalıyor:
– ABD teknolojisi uydu üzerinden Kuzey Irak’taki büyük grup hareketlerini rahatça gözleyebildiğine göre ve istihbarat desteğinin tam olduğu açıkça söylendiğine göre bu 300 kişilik terörist grup nasıl sınırı geçip Aktütün Karakolu’na kadar ulaşabildi?
– Bu grubun hareketi istihbarat olarak Türkiye’ye ulaşmış olabilir mi?
– Ulaşmış ve önlem alınmasına rağmen bu kayıplar verilmiş olabilir mi?
Evet sevgili hurriyet.com.tr okurları; bu sorular gerçekten çok önemli. Daha da açarsak şöyle diyebiliriz. ABD Büyükelçiliği sözcüsü istihbaratın dünyadaki en iyi programlardan biri olarak sürdüğünü söylüyor…
Bu durumda terörist grubun hareketi tespit edilmiş olmalı…
Eğer bu istihbarat Türkiye’ye ulaştıysa Aktütün Karakolu’nun üst tarafındaki Bayraktepe’de bir mevzii oluşturulmuş ve oraya takviye yerleştirilmiş gözüküyor…
Demek ki istihbarat var ve önlem alınmış…
İhtimal dahilinde buradan çıkan sonuç böyle olmalı…
Bütün bunları “eğer” ifadesiyle söylüyorum…
Bu durumda soru işaretleri daha da keskinleşiyor…
Ulaştığımız nokta şu:
– Eğer ABD Büyükelçilik sözcüsü Kathy‘nin söylediği gibi istihbarat tamsa ki ben buna inanıyorum, bu durumda terörist grubun hareketi Ankara tarafından biliniyordu…
Elbette Türk Genelkurmay’ı bu konuyu uzun uzun inceliyordur; o karargâha güvenimiz tam…
Bu soruların mutlaka bir açıklaması vardır. Çünkü Türk Silahlı Kuvvetleri’nin geleneği hiçbir soruyu cevapsız bırakmayacak kadar köklüdür…
Bu arada bir konuyu da belirtmem gerekiyor:
– Biliyorum hemen herkesin ağzında şu söz ve şu soru var:
– ABD, PKK’ya göz mü yumuyor?
– Teröristlere destek mi veriyor?
– ABD izin vermeden Kuzey Irak’ta kuş uçmayacağına göre bu nasıl oluyor?
– Bu işlerin arkasında ABD mi var?
Sevgili okurlar bu soruları ben de en az sizin kadar sorabilirim…
Zamanında çok da sordum…
Ama şimdi görüyorum ki bu olayda ABD üzerine düşeni yapıyor…
Yani verdiği sözü tutuyor…
Bu yüzden hiç boşuna komplo teorileri üretip başkalarını suçlamayalım…
Sonuçta bu sorun bize ait…
“Bu işleri ABD karıştırıyor” gibi bir ucuzluğun içine düşmemek gerekiyor…
Bu gerçeği size Mustafa Kemal’in çok sevdiğim bir olayını anlatarak aktarmak istiyorum…
VON KRESS PAŞA’NIN DÜRBÜNÜ
Mustafa Kemal Suriye cephesindedir…
O dönem Osmanlı Genelkurmayı, Alman Genelkurmayı’nın etkisi altındadır ve Suriye cephesine Alman General Von Kress gönderilir…
İşte o cephede bir gün Mustafa Kemal, Von Kress Paşa ve genç bir Osmanlı zabiti düşman cephelerine bakarlar. Von Kress Paşa’nın elindeki dürbün son Alman teknolojisidir. Alman general dürbününü alır ve Mustafa Kemal’a “Buyurun bir de bununla bakın” der…
Mustafa Kemal dürbünden bakar. Gerçekten de düşman cepheleri bütün detaylarıyla görünmektedir…
Sonra dürbünü genç Osmanlı zabiti alır…
O da bakar…
Ve hayretle şöyle der:
– Komutanım, Komutanım. Şu hale bakın bizim göremediğimiz bütün detaylar, düşman tabyaları, mevziileri açıkça görünüyor… Von Kress Paşa’nın dürbünü her şeyi gösteriyor…
Mustafa Kemal gülerek genç zabite şu cevabı verir:
– Elbette cepheyi o dürbünle gözle. Olanı biteni incele. Ama sakın ola ki dünyaya Von Kress Paşa’nın dürbünüyle bakma…
Bilmem anlatabildim mi…
Tekrar hepimizin başı sağ olsun…
Bir yanıt yazın