BARIŞ HAREKATI GEÇ Mİ GERÇEKLEŞTİ
Uluslararası bir sempozyum için hazırlık yapıyorum.
Hem de nasıl. İnanılır gibi değil.
Bildiriyi göndermenin son günü 15 Kasım ama ben daha şimdiden bildiriyi bitirmeye ve 15 Kasım’a kadar da rüyamda evirip çevirip zenginleştirmeye niyet ettim. Bu nedenle de Türkçe ve İngilizce olarak 38 kitabı yedim yuttum, buna ilaveten de haftalarca gece gündüz interneti taradım biraz daha bilgi kırıntısı bulabilir miyim diye. Sokak Rumcasından öteye gitmeyen Rumcamla, Rum sitelerine bile girdim.
Ama bildiri konum gerçekten dâhiyane bir şekilde “iyice karartılmış”. Konu hakkında neredeyse hiçbir yerde belgesel bilgi yok.
Bildiri konum “Kıbrıs adasındaki Yunan Tümeni”.
20 Temmuz 1974’de Barış Harekâtını gerçekleştirerek Kıbrıs’taki Türklerin hayatını kurtaran, yaşamlarını garantiye alan ve harekat sonrası yıllarca sıkıştırıldıkları gettolardan kurtulup topluca yerleştikleri adanın kuzeyinde, hürriyet içinde egemenliklerini sağlayan Türk Ordusuna “İşgalci” diyen Rumların, kendi anavatanları olan Yunanistan’dan gelen ve adayı 10 yıl müddetle işgal eden üstelik bir de “Darbe” yapan “Yunan Ordusu”ndan “İşgalci” diye bahsetmemeleri ve bu konuyu ağızlarına bile almamaları, beni bu kapsamlı araştırmaya yöneltti.
Nereler girip çıkmadım ki?
Şimdi bu konu için özel olarak hazırladığım klasörümde yaklaşık A4 boyutunda 500 sayfa bilgi ve belge var. Kimi Türkçe, kimi Rumca, kimi de İngilizce. Tabii bu bilgiye orantılı olarak da bolca resim geçti elime.
Bakın bulduğum belgeler içinde neler var.
İsveç’te sabahları çıkan, genelde tartışma yazılarının ve makalelerin yer aldığı “Liberal” görüşlü bir gazete olan ve günlük 345,000 baskısı ile 881,000 kişi tarafından okunan “Günün haberi” manasındaki “Dagens Nyheter” gazetesinde çıkan bir yazıda, gazetenin muhabirinin 1972 yılının başında Atina’dan aldığı çok güvenilir bir istihbarata göre ENOSİS’ci Rumların Kıbrıs’ta darbeyi yapacakları günü daha 1971 yılının ortalarında kararlaştırdıkları yazmaktadır.
Bu tarih tamı tamına 19 Şubat 1973.
Özellikle de Grivas bu tarihi saptamış.
General Grivas, hiç kabul etmediği ve “İhanet Günü” olarak nitelediği Londra ve Zürih anlaşmalarının imzalandığı 13 Şubat 1960 tarihini lanetlemiş ve bu tarihin yıldönümünde de söz konusu anlaşmalara imza koyan Makarios’u devirmeye and içmiş.
Kayıtlara geçen kararı çok açık ve net; “Kıbrıs adası, ihanetin 13. yıldönümü olan 19 Şubat’ta tarafımdan kana bulanacaktır.”
1972 yılının ilk haftalarında Kıbrıs gazeteleri ve dünya basını, adada aniden patlak veren yeni bir krizden bahsetmeye başladılar. Bu seferki bunalım Türklerle Rumlar arasında değil, “Rum toplumu içinde” bir hesaplaşma niteliği taşıyordu.
Bu yeni durum sadece Türkiye de dahil olmak üzere ilgili tarafları değil, fakat ABD ve Rusya’ya ilaveten Birleşmiş Milletleri de yakından ilgilendirmekteydi.
Durum çok kuşku çekiciydi.
Rumların içindeki gerginlik, Başpiskopos Makarios’un adaya gizlice bazı silahlar sokmasından ve yeni bir silahlı kuvvet kurmak çabalarından kökenleniyordu. Makarios 3350 kasa otomatik silah ile 7500 kasa mühimmatı Çekoslovakya’dan sessiz sedasız adaya getirmiş ve bunları Başpiskoposluk sarayının mahzenlerinde depolayarak, adaya gizlice çıkan ve eski EOKA’cı arkadaşlarını toplayarak EOKA-B adı altında kurduğu yeni tedhiş örgütüne ilaveten, fiilen de RMMO’nun ve adadaki Yunan Tümeninin komutanı olan General Grivas’ın düzenleyeceği herhangi bir komploya karşı koymak için, Rum Milli Muhafız Ordusu’nun dışında yeni bir kuvvet kurmak girişimlerin başlamıştı.
Adayı fiilen işgal altında tutan Yunanistan Cuntası sözcüleri de, tedhişçi ENOSİS lideri Grivas’tan, “Vatansever ve Milliyetçi lider” diye bahsederek, 1970’in ilk aylarında kendi polis şefi Albay Sekellarios’u Kıbrıs’taki kuvvetlerinin başına getirmekle başlattıkları hazırlığın son halkasını tamamlayarak, amacının “ENOSİS” olduğunu açıklayan ve Cunta’nın desteğiyle silâhlı tedhiş birlikleri kuran Grivas’ı da yasallaştırıyordu.
Makarios gerçekten Grivas ve adamlarının yeni bir tertibinden, hatta bir suikast teşebbüsünden korkuyordu. Gerçekten 73 yaşındaki General, gizlendiği yerden, adanın yönetimini ele geçirme planları kuruyor, adamları silahlanıyor ve bazı eylemlere başlıyordu.
Fakat Başpiskoposum Yunanistan’a dahi haber vermeden adaya gizlice silah sokması, bütün ilgilileri endişelendirmeğe yetiyordu. Adadaki Türkler, bu silahların ilerde kendilerine karşı çevrilmesinden korkuyordu. Türk Hükümeti, bu endişeleri dile getiriyor ve gerek Atina, gerekse Birleşmiş Milletler nezdinde giriştiği diplomatik teşebbüslerle bu silahların derhal kontrol altına alınmasını istiyordu.
Atina bu fırsatı kaçırmadan Ankara ile aynı paralelde harekete geçerek Makarios’u “yola getirmek” için, Lefkoşa’ya bir ültimatom göndererek 3 şart koştu.
Silahların BM komutanlığına teslim edilmesi
Çeşitli eğilimdeki Bakanlardan yeni bir Hükümetin kurulması.
Kıbrıs Hükümetinin bundan böyle izleyeceği politika konusunda Atina’ya ayak uydurması.
Uluslararası hukuka göre gerçekte Yunanistan’ın bu ültimatomu herhangi bağımsız bir ülkeye vermesi ile Kıbrıs Hükümetine vermesi arasında hiçbir fark yoktur.
Yunanistan’ın Kıbrıs adasını, gizlice gönderdiği Yunan Tümenini adaya sokup konuşlandırdığı 1964 yılından, gene kendisinin adayı Yunanistan’a ilhak etmek amacı ile organize ettiği 15 Temmuz 1974 darbesine kadar, fiilen yönettiği ve açıkça “İşgal ettiği” belgeleri ile ortadadır.
Niye biz bu gerçekleri hiç dile getirmiyoruz?
Niye Yunan Tümeni ve Yunanistan işgalci değil de, 1974 yılında adaya “Barış Getiren” Türk ordusu ve Türkiye işgalci olarak tanımlanmaktadır. Diplomasimiz bir hatamı yaptı?
Yazımın yarın yayınlanacak bölümünde, Yunanistan’ın 1974’de yaptığı stratejik hatadan ve Amerika’nın hangi gerekçelerle 20 Temmuz 1974 Barış Harekatına onay verdiğinden bahsedeceğim.
Arşivlerdeki evraklar gerçekten konuşuyor. Yeter ki biz bu fısıltıyı duyabilelim.
Prof. Dr. Ata ATUN
Bir yanıt yazın