Türkiyeli medyanın attığı sis bombalarıyla pembeleştirme operasyonunun sarhoş ettiği Türk kamuoyunun aksine, Erivan’ın soykırımın Türkiye tarafından tanınması ısrarını sürdüreceği anlaşılıyor… Hasan Cemal, Erivan seyahatnamesine 9 Eylülde nokta koyarken, boz dağların tepelerinde, ilk Hristiyanların kayalara oydukları kilisede huşu içinde, İstanbullu çiftten dinlediği Ermenice ilahilerin etkisinden uzun süre kurtulamayacağa benziyor.
Milliyet 8 Eylülde ilk sayfada ’Hasan Cemal’den naklen, Nalbantyan’ın; “Artık yolun yarısı geçildi” sözlerini manşete taşımış. Cumhurbaşkanlarının talimatıyla iki dış işleri bakanı olarak gece yarısı 2.5 saat konuştuklarını, bu ay içinde tekrar buluşup somut konuları konuşacaklarını tahmin ettiğini söyleyen Nalbantyan, Hasan Cemal’in yanında Radikal’den Cengiz Çandar, Yeni Şafak’tan Ali Bayramoğlu, Star’dan Mustafa Karaalioğlu ve Sabah’tan Yavuz Baydar’la yediği öğle yemeğinde Sarkisyan’ın 14 Ekim maçı için İstanbul’a geleceğini ve bu ziyaretin de tarihi olacağını vurguluyor.
Kesinti olmamalıymış
Babacan’la görüşmenin yarattığı heyecanla; “Bu güne kadar duraklarda çok bekledik. Artık duraklar olmamalı. Duraklamadan, kesintisiz biçimde yola devam edelim” diyor. “Peki görüşmelerde soykırım konuşulabilir mi?” sorusuna; “ Tabu konuların olmaması lazım. Herhangi bir sorunu daha açık, daha dostça, daha serbestçe tartışabilmeliyiz” cevabı, kendi tabularını dayatma kararlılığının diplomatik dille ifadesinden başka bir anlam taşımamaktadır.
Sis bombaları
Türkiyeli medyanın attığı sis bombalarıyla pembeleştirme operasyonunun sarhoş ettiği Türk kamuoyunun aksine, Erivan’ın soykırımın Türkiye tarafından tanınması ısrarını sürdüreceği anlaşılıyor. Nalbandyan’la Babacan’ın BM Genel Kurul toplantıları için gidecekleri New York’ta görüşecek olmaları oyun kurucuların tertip ettikleri, kurada torbadan çıkarıp eşleştirme yaptıkları taraflara, işin asıl sahibi olarak mekan temini anlamına geliyor. Hasan Cemal, Erivan seyahatnamesine 9 Eylülde nokta koyarken, boz dağların tepelerinde, ilk Hristiyanların kayalara oydukları kilisede huşu içinde, İstanbullu çiftten dinlediği Ermenice ilahilerin etkisinden uzun süre kurtulamayacağa benziyor. İlahilerin etkileyici tınısı kulaklarından gitmeyen yazar, iki ülke cumhurbaşkanlarının başlattıkları diyalog sürecine yazık olmaması, bir an önce diplomatik ilişki kurulması, sınır kapısının açılması ve normalleşme yoluna girilmesi dilekleriyle yazısına son veriyor.
ABD çok memnun
8 Eylül günlü Sabah’ta ABD’nin Hudson Enstitüsü Direktörü Zeyno Baran’la; Amerika için Erivan ziyareti Ergenekon’dan daha önemli” başlıklı tam sayfa verilen söyleşi Erivan seferinin ardındaki güç ve iradeyi göstermesi açısından son derece ilginç. Aynı gün Tarihi Ziyaret başlığıyla Ömer Taşpınar’ın Washington’dan gönderdiği yazıdan ziyaretin Atlantik ötesinde yarattığı memnuniyet anlaşılıyor. Nur Batur’un; “Gül: Psikolojik duvarları yıktık” başlıklı yazısından, İstiklal marşı çalınırken Ermeni seyircilerce ıslıklanıp yuhalanmasının, şeref tribününün karşısında Tanıyın pankartı açılmasının Gül’ün neşesini kaçırmaya yetmediğini anlıyoruz.
Rusya’nın bakışı
Türkiyeli medyadan bir an için uzaklaşıp, Rus Vremya Novostey gazetesinin yorumuna baktığımızda ise bambaşka bir görüntü önümüze çıkıyor. Gazete Türk-Ermeni sınırının açılması durumunda Azerbaycan’ın Ermeni işgali altındaki “Karabağ’ı yeniden kendisine bağlama şansını tamamen kaybedeceğine dikkat çekiyor!
Vural’a göre, Ermeni ve Kıbrıs sorunları kurtulmamız gereken bagajlarmış!..
Neşe Düzel’le yapılan söyleşide Emekli büyükelçi Volkan Vural’ın, DEVLET ERMENİLERDEN ÖZÜR DİLEMELİ beyanını 8 Eylül tarihli Taraf gazetesi manşetten veriyor. Değişik ülkelerde büyükelçilik ve bir dönem Türkiye AB ilişkilerinin birinci dereceden sorumluluğunu üstlenen Vural’ın sözleri bu açıdan önemli. Muvazzaflık dönemini de geride bıraktığından olsa gerek, diplomasinin örtülü ve mecazlı dilini bir yana bırakıp doğrudan konuşmayı seçmiş. Büyükelçinin beyanları yabancı devlet temsilcilerinin içlerinden geçirseler bile telaffuzdan çekinecekleri açılımlar içeriyor. Ermenistan’ın bu günkü yöneticilerinin de bir adım önünde dersek haksızlık yapmış sayılmayız. Büyükelçinin görev esnasında da bu düşüncelere sahip olduğu söyleşiden anlaşılıyor:
Tavsiye ettiği tavra bak!
Vural Türkiye’ye yakışacak tavrın Ermenilerden özür dilemek olduğunu, tarihi tarihçilerin değil siyasetçilerin çözeceğini, risk almaktan çekinmemek gerektiğini söylüyor. Tabuları ve kırmızı çizgileri bol olan bir ülke olmamızdan yakınıyor. Bu çizgilerin aşılması zamanının geldiğine işaret ederken, yaşananların Cumhuriyet’e yakışmadığını, kendisinin yetkili olsa özür dileyeceğini, verilen acılardan ötürü Rumlardan, Ermenilerden özür dilenmesinin zorunlu olduğunu, Osmanlı’da tehcire uğramış Ermenilere ve 6-7 Eylül’de gönderilen Rumlara devletin; ’Ben Cumhuriyet olarak sana tekrar dönme ve sana senin soyundan gelen insanlara bu ülkenin vatandaşı olma hakkını veriyorum’demesi gerektiğini, Ermeni sorununda gerçeklerin bilinmediğine katılmadığını, tarihi gerçeklerin bilindiğini, sorunun, bilinenlerin nasıl algılanıp geleceği nasıl etkileyeceği olduğuna işaret ediyor. Vural önerilerine devam ediyor: Ermenistan’la önce sınırların açılmasının gerekeceğini, bundan Türkiye’nin de yararlanacağını, sadece Gürcistan üzerinden değil, Ermenistan üzerinden de Orta Asya’ya çıkışın ve ihracatı artırmanın mümkün olduğuna işaret ediyor. CHP’nin tutumuna şaşırdığını söylüyor, bunun sorunların çözümünü istemeyen, Türkiye’yi geçmişte tutmak isteyen, ülkeye hiçbir faydası olmayan yaklaşımlar olduğuna işaret ediyor. Vural, Kıbrıs’ta nihai çözüm gerçekleşir, Ermenistan’la ilişkilerimiz normalleşirse, ağır bagajlarımızdan kurtulup rahatça koşmaya başlayacağımızı söylüyor.
Kayıtsız şartsız teslimiyet
Gazetenin iki güne yaydığı uzun söyleşinin özeti; emekli büyükelçinin Kıbrıs ve Ermeni sorunu dahil Türkiye’nin ulusal meselelerini bir an önce atıp kurtarmamız gereken ağır bagajlar olarak görmesi. Görev döneminde büyükelçiyi hayli rahatsız ettiği anlaşılan bu türden gereksiz safraları atarsak rahata erip kuş gibi afifleyeceğimiz öteden beri ABD ve AB’ tarafından dillendiriliyordu. Türkiye’nin Dışişlerinde, temeli Atatürk tarafından atılan ve yakın zamanlara kadar titizlikle korunan Cumhuriyet gelenekleri ötelenirken çöküş dönemi Osmanlı hariciyesinin düveli muazzama karşısındaki kayıtsız şartsız teslimiyet ruhunun yeniden uç vermeye başladığı anlaşılıyor.
Yarın: Gül’e tavsiye; ‘sözde soykırım’ söylemini terk et
Bir yanıt yazın