Bedri Baykam
Deniz Feneri skandalı Avrupa’yı sarsarken, Sabih Kanadoğlu “AKP bir dış dernekten yardım almışsa derhal kapatılır” ikazını yaparken, Alman yetkililer Türk polisinin kendilerine yardım etmediğini ve zanlıların mekanlarına baskın yapma önerisine yanıt vermediklerini açıklarken, Türk savcılar ve polisler ne yaptılar, takip edebildiniz mi? Nurseli İdiz ve Sisi’ye baskın düzenleyip onları da “Ergenekonlaştırmaya” çalıştılar! Herhalde bir bildikleri vardır! Canım bu Deniz Feneri, öyle dedikleri kadar tehlikeli bir oluşum olsa, hala bangır bangır televizyonlarda reklamları yayınlanır mıydı? Hala Tarlabaşı Bulvar’ına o kocaman flamaları asıp, yardım toplamaya devam ederler miydi? Nereden bilecek bu işleri eloğlu? Zaten “Avrupa standartlarında demokrasi şampiyonu” olan koskoca Başbakanımız bile bu “kötü” haberleri veren gazeteler hakkında “Almayın bunları” diye tehdit fetvaları vermedi mi? Ondan daha mı iyi bilecekler?
Bunlar yaşandıkça neyi merak ediyorum, biliyor musunuz? Hani o meşhur “düşünce” yüklü ilaveleri dağıtan gazeteler var ya? Hani, çok özür dilerim, ahaliyi “keriz” yerine koyup, bize her gün “demokrat AKP” masalları anlatan o ünlü liberal entellerin yazdıkları yayınlar… Acaba bunların toplantı masalarında ne yaman çelişkiler yaşanıyor, hangi kavgalar yapılıyor, ya da yapılmıyor! Hangi mahcubiyetler ortaya dökülüyor… Mesela Moda İskelesi içki yasağını da “halkın sağlığını korumak üzere atılmış bir adım” olarak görenler mi ağır basıyor? Yalnız “yeni hanedanımız”a mensup bir avuç işbirlikçinin katılabildiği yeni ihale şartnamelerimizin yazılı olmayan yöntemlerini, damatları kayınpederleri, amcaları, yeğenleri, oğulları ve tüm bu “içsel ilişkileri” nasıl savunuyorlar acaba, “paradigma iflası”ndan dem vurup, “AB standartlarının yılmaz savunucusu AKP”den çıkış yapan yüce bilginlerimiz, profesörlerimiz, “post modern mahrem” yazarlarımız…
Neyse, geçin o kadersiz oportünistleri! Ne de olsa, beterin beteri var… Onların yerinde olup, o utancı içinden yaşayabilirdiniz, şükredin halinize, sizi deli ettikleriyle kalsınlar. Mühim olan onlar değil, karaya oturmuş gemiyi nasıl yüzdüreceğimiz… Bu da bildiğiniz gibi seçimlerden geçiyor. Tüm soğukkanlılığını kaybetmiş, gözünü kan bürümüş, uluslararası basın kuruluşu IPI’dan muhalefeti temsil eden gazetelere kadar, herkese ve her şeye kin kusan bir Başbakan’ın yarattığı “bürokratik tesettür” ordusundan ancak böyle kurtulabiliriz.
Bu da bizi kaçınılmaz şekilde 2007 seçimlerine götürüyor: Bildiğimiz gibi o sonuçların sandıkların kapatılmasından bir saat sonra apar topar açıklanması, özellikle en baştan farkın gülünç boyutlarda AKP lehinde olması, insanların midesini bulandırmıştı. Ayrıca evvelsi hafta çöplüklerden kitle halinde hangi mucizeyle oraya taşındıkları anlaşılamayan CHP oyları bulunmuş olmasının bizlerde yarattığı malum şüphe ortada duruyor… Peki bu üzücü durumları tekrar yaşamamak için neler yapmamız gerekli? Tabii ki şimdiden, siyasetin suyu henüz tam ısınmaya konulmadan önce, en önemli hatırlatma, 1993 yazından, yani “Taban Operasyonu” hareketinden beri söylediklerimiz. O günlerde çağrılarımıza Ecevit-Karayalçın-Baykal, ya da en azından Karayalçın ve Baykal uysalardı, Erdoğan ve Gökçek üstünden bugüne kadar yürütülen dinci hükümranlık hiç kurulmamış olacaktı. Sol partiler 1994 yerel seçimlerinde toplamda Ankara’da %36,74, İstanbul’da %34,08 aldılar. Buna rağmen bu belediyeleri %27,34 ve 25,19 ile Refah Partisi kazanmıştı. Birinci konu şu: O günden bu yana iki yerel seçimde tekrarlanan bu gülünesi bölünme komedisi tekrarlanacak mı? Bu konuda CHP inatlaşmadan ve özveriyle, SHP ve DSP ile masaya oturmalı, hatta belki, kendisine ciddi sokak ve miting gücü taşıyacak İP ile bile anlaşmalı. Artık laik oylar beşe bölünmemeli. Var mı tersini kanıtlayan? Bu felaketi öngöremeyen her vatandaş ve her siyasetçinin aklını kuşlar, peynir ekmekle yiyip gitmişlerdir.
Gelelim işin püf noktasına: Aklına ve mantığına güvendiğim hiçbir insan son seçimlerin sonuçlarına inanmadı. Diyelim ki aksi bir tesadüf sonucu bilgisayar hep aynı partinin lehine hata yaptı. Bunun önüne geçmek hiç de imkansız değil: Oy gizli verilir, açık tasnif edilir. Önümüzdeki seçimlerde yurt çapında her sandık başında cep telefonu olan iki CHP üyesi yer almalı! Her sandık için kimlerin görev alacağı, aylar önceden tespit edilmeli. CHP Genel Merkezi, bugünden tezi yok tüm il ve ilçelerde bu olayı başlatmalı, “ben bu organizasyonun altından kalkamam” diyen il başkanı varsa, onu görevden almalıdır. Tüm bu sandık denetçileri, (sandık temsilcilerinden farklı) oy sayımını sonuna kadar izleyip, aldıkları rakamları acil olarak ilçe merkezlerine, onlar da il merkezlerine bildirmelidirler. Yani YSK’nın açıkladığı her rakamı, her an, nokta ve virgülüne kadar CHP Genel Merkezi seçimin bittiği saniyeden itibaren denetleyebilmeli, varsa itirazlarını kanıtlayabilmelidir.
Bu, önümüzdeki seçimin olmazsa olmaz şartıdır ve CHP dışında ek olarak diğer sol partiler ve ADD’liler de, şimdiden aynı göreve organize olarak soyunmalıdırlar. Bu hatırlatmanın tam zamanıdır.
Bir yanıt yazın