BM’de Türkçe Konuşmak Yasak mı?

Hemen bütün dünya liderleri bugünlerde ABD’nin New-York şehrinde arzı endam ediyorlar.

Siyahı, beyazı, sarısı, kırmızı tenlisi, bakır tenlisi, melezi, asili…

Hangi rengi ve kimi ararsanız hepsi orada.

Orada bulunmalarının sebebi, güya dünyanın ortak teşkilatı ve sözde dünya barışının teminatı olan BM’nin 63. dönem çalışmalarının açılışında hazır bulunmak.

Bu sebeple Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül de orada bulunuyor.

Önceki gün de 15 dakikalık bir konuşma yaptı BM Genel Kurul’a hitaben.

Hem de ne konuşma?

Üstelik İngilizce yaptı konuşmasını.

*

Şahsen İngilizcem yok denilecek kadar az.

Çat pat dersem yeridir.

Ancak Sayın Abdullah Gül’ün konuşmuş olduğu İngilizcenin İngilizce olmadığını ayırt edecek kadar da bu dile kulak aşinalığımın olduğunu sanıyorum.

Sayın Gül’ün konuştuğu İngilizce ile bizim Mahoların konuştuğu Türkçe arasında hiçbir fark yoktur dersem herhalde abartmış olmam…

*

Peki, Sayın Cumhurbaşkanı BM Genel Kurulu’ndaki konuşmasını neden İngilizce yaptı?

Neden kendi ana dilimiz olan Türkçe ile yapmadı konuşmasını?

Devletin başındaki insan, uluslar arası platformlarda devletin resmi dilini konuşmazsa Türk Dili ve Türk Milli Kültürü nasıl tanıtılacaktır?

Yoksa BM’de Türkçe konuşmak yasak mı?

İran lideri Mahmut Ahmedinejat BM Genel Kurulu’nda şakır şakır Farsça konuşurken bizimkisi neden zar zor konuştuğu İngilizce ile konuşarak komik durumlara düşüyor?

Vilademir Putin’i dünyanın en güçlü adamı, Mahmut Ahmedinejat’ı da dünyanın saygın liderleri arasına sokan işte budur.

Yani kendi milli kültürlerine ve dillerine sahip çıkma çabaları.

Yoksa onlar da en azından Sayın Gül kadar İngilizceye hâkim olmalıdırlar.

Sayın Gül’ün konuşmasını İngilizce yapmasını, yandaş medya “BM Güvenlik konseyi geçici üyeliği için dünya ülkelerinden oy istediği için konuşmasını İngilizce yaptı” şeklinde açıklıyor.

Bu gerekçeye kargalar bile güler.

Sanki dünya liderlerinin hepsi İngilizce biliyor veya onların Türkçeyi tercüme ettirme imkânları hiç yok.

BM Genel Kurulu’nda yapılan konuşmalar hangi dilde olursa olsun, herhalde anında belli başlı dillere tercüme edilip dinleyenlerin istifadesine sunuluyor olmalıdır…

*

BM antlaşması uyarınca Birleşmiş Milletlerin resmi dilleri Çince, Fransızca, İngilizce, İspanyolca ve Rusça’dır. 

Bunlara, Genel Kurul, Güvenlik Konseyi ve Ekonomik ve Sosyal Konsey’in resmi dili olarak Arapça da eklenmiştir.

Çince, Fransızca, İngilizce ve Rusçanın BM’nin Resmi dilleri olmasını elbette anlayabiliriz.

Çünkü bu dilleri konuşan ABD, Çin, Rusya, İngiltere ve Fransa BM Güvenlik konseyinin 5 daimi üyesidir.

Bu sebeple BM’de sürekli onların dedikleri oluyor.

Bu sebeple BM’nin resmi dilini de onlar tayin ediyor.

Peki, şu İspanyolca ve Arapçaya ne oluyor da BM’nin resmi dilleri arasına girebiliyorlar?

Onlar giriyor da diğer dünya dilleri neden giremiyor?

Mesela Türkçe neden BM’nin resmi dilleri arasında sayılmıyor?

Bu sorunun cevabını, galiba bu dilleri konuşan insan sayısında aramak gerekiyor.

Zira araştırmalara göre İspanyolca dünyada 610 milyon civarında insan tarafından konuşuluyor ve İspanyolca yaklaşık 460 milyon kişinin ana dili durumunda.

Yine araştırmalara göre Arapça 22 Orta Doğu ülkesinde 350 milyona yakın bir nüfusun ana dili pozisyonunda bir dil.

Ayrıca Arap olmayan 24 Müslüman ülkede 1 milyara yakın bir nüfus tarafından da kullanılan bir dil durumunda.

Demek oluyor ki; İspanyolca ve Arapçanın BM’nin resmi dilleri arasına girmesinin sebebi, bu dilleri kullanan insanların sayısıyla alakalı bir durum.

Arapçanın, Arap olmayan 24 Müslüman ülkede 1 milyara yakın bir nüfus tarafından kullanıldığına ilişkin bilgi ise son derece isabetsiz bir tespittir ve bu, tamamen İslam’ın kutsal kitabı olan Kur’an’ın ve diğer bazı temel İslami kaynakların Arapça olmasından kaynaklanmaktadır.

Oysa Kur’an-ı Kerim’in Arapça olması, bu kitaba inanan insanların Arapçayı kullandığı anlamına gelmemektedir.

İbadet dilinin Türkçeleşmesine ve anadilde ibadete ısrarla karşı çıkanlara ithaf olunur ki; onlar böyle yapmakla, dünya çapında Arapçayı kullanan yaklaşık 1 milyarlık bir nüfusa en azından 70 milyonluk bir katkı yapmaktadırlar…

 

*

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) tarafından 1980’li yıllarda yapılan bir araştırmaya göre ise dünyada tüm Türk lehçelerini kullanan insan sayısı 250 milyon olarak tespit edilmiştir.

Aradan geçen çeyrek asırda bu sayının çok daha arttığı kabul edilmelidir.

Demek oluyor ki; Arapçanın ve İspanyolcanın BM’nin resmi dili olmasının sebebi, Türkçe için de pek ala geçerlidir.

Ancak bunun için çalışmak ve her fırsatı değerlendirmek gerekiyor.

Bunun için Türkiye Cumhuriyeti’nin en tepesindeki isim olan Abdullah Gül’ün uluslar arası platformlarda İngilizce değil, imkân buldukça Türkiye Cumhuriyeti’nin değişmez ve değiştirilemez ilkelerinden olan Türkçe konuşması gerekmektedir.

Türkçeye sahip çıkmak, albümünde Türkçe deyim ve atasözlerine kullandı diye şarkıcı Tarkan’a plaket ve madalya vermekle değil, devlet adamlarımızın başka dillere vakıf olsalar bile yabancı muhataplarının yanında ısrarla Türkçe konuşmalarıyla gerçekleşir…

 

*

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 3. maddesi şöyledir:

Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Millî marşı ‘İstiklal Marşı’dır. Başkenti Ankara’dır.”

Anayasanın  “Değiştirilemeyecek hükümler” başlıklı 4. maddesi ise şöyledir:

“Anayasanın 1 inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile 2 nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.”

Demek oluyor ki; Türkiye Devleti’nin resmi dilinin Türkçe olduğu anayasal bir hükümdür ve anayasa bu hükmün değişmez, değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez hükümlerden olduğunu düzenlemiş bulunmaktadır.

Anayasa’nın 104. maddesinde ise şöyle denilmektedir:

“Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eder; Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir…”

Yani Anayasa diyor ki; Anayasayı hükümlerini uygulamak ve korumak en başta cumhurbaşkanının görevidir.

Bu da demektir ki; BM’nin 63. Genel Kurul toplantılarının açılış töreninde yapmış olduğu konuşmayı Türkçe yerine İngilizce yapan Sayın Gül, Anayasa’nın 104. maddesinde zikredilen görevlerinden birisini ve de en önemlisini yapmamıştır.

Özetle demek istersek;

Anayasa’nın 134. maddesinde belirtildiği şekliyle “Atatürkçü düşünceyi, Atatürk ilke ve inkılâplarını, Türk kültürünü, Türk tarihini ve Türk dilini bilimsel yoldan araştırmak, tanıtmak ve yaymak ve yayınlar yapmak” sadece Atatürk Araştırma Merkezi, Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu ve Atatürk Kültür Merkezinden oluşan, “Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu”nun görevi değil, her Türk vatandaşının, en başta da Sayın Cumhurbaşkanı’nın görevidir.

Dolayısıyla biz, Sayın Cumhurbaşkanı’nın New-York’ta, özene bezene Fethullah Gülen cemaati tarafından hazırlanan iftar yemeğine katılmak yerine, BM Genel Kurulu’nda yapmış olduğu konuşmayı İngilizce yerine Türkçe yapmasını beklerdik. Bize göre Cumhurbaşkanı, Türkiye’de önemli toplum kesimlerinin muhalif olduğu Fethullah Gülen cemaatinin iftarına katılmak şöyle dursun, Anayasa’nın 104. maddesindeki “Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eder…” hükmüne uygun olarak, bu iftara özellikle katılmamalıydı. Üstelik Dış İşleri Bakanı olduğu sırada, Türkiye’nin dış temsilciliklerine resmi yazı yazarak Gülen Cemaati’yle yakın ilişkide olunmasını istemesi, AKP hakkında açılan kapatılma davasında dava sebeplerinden birisi olarak gösterilmişken ve AKP kapatılmaktan kıl payı kurtulmuşken…

 

25 Eylül 2008

 

Ömer Sağlam

Mustafa Kemal Atatürk

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir