MURAT BARDAKCI , HABER TURK |
05.09.2008 17:23 |
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül yarın Ermenistan’a gidecek ya, güzide basınımız Erivan seyahati konusunda ahkâm kesmekle meşgul. Ermeni meselesinin geçmişini bilen bilmeyen kim varsa birşeyler yazıyor, fikir veriyor, derin yorumlar yapıyor.
Yorumlara hakim olan hava, şöyle: Türkiye’nin başına senelerden buyana yeteri kadar dert açmış olan Ermeni meselesi zaten çok uzamıştır, başımız gün geçtikçe daha da fazla ağrıyacaktır, dolayısıyla ayağımıza kadar gelmiş olan bu yakınlaşma fırsatını değerlendirmemiz ve biraz da alttan alıp işi tatlıya bağlamamız gerekmektedir! Hele, Türk ve Ermeni cumhurbaşkanları 1915’te can verenlerin hatırasına stadyumda bir dakikalık saygı duruşu yaptıkları takdirde, senelerden buyana devam eden tansiyon düşecek, meselenin halli konusundaki en önemli adım atılmış olacaktır. Ve en önemlisi: İşlerin bu hâle gelmesinin sebebi sadece Türkiye, daha doğrusu Osmanlı Devleti’dir; zira 1915’te Ermeniler’e karşı çok fena işler etmişizdir. Aydın yazarlarımız Ermeni meselesini bu şekilde yorumluyor, çözümü de böyle gösteriyorlar. Türkiye’de, 1915’te çok acı hadiseler olduğu, doğrudur… Bu hadiseler yüzünden yüzbinlerce kişi evini-barkını, memleketini ve çok daha önemlisi hayatını kaybetmiştir. Anadolu’nun nüfus yapısı büyük ölçüde değişmiş, bu değişme birçok sosyal çalkantıya ve 90 küsur sene sonra, günümüzde de devam eden bir “Ermeni meselesi”ne sebebiyet vermiştir. Talât Paşa’nın bende bulunan ve çok yakında tamamını yayınlayacağım belgelerine dayanarak ve açıkça söyleyeyim: 1915 yılında tehcir edilen Ermeni sayısı 924 bin, Ermeni nüfusta 1914 ile 1916 arasında görülen azalma ise maalesef daha fazla, 950 bin civarındadır. Ama, tehcir öncesi ile sonrasındaki nüfus arasındaki bu yüksek farkın tehcir sırasında bu kadar kişinin hayatını kaybettiği şeklinde yorumlanmaması gerekir. Zira, bu sayıya çeşitli sebeplerden dolayı ölenlerin yanısıra Osmanlı topraklarını terkederek başka memleketlere, özellikle de Rusya’ya, Güney Amerika’ya ve Avrupa ülkelerine göçedenler de dahildir ve bu kişilerin bir kısmı 1918 sonrasında dönmüştür. O halde 1915’te bütün bunların yaşanmasının sebebi nedir? İşte, “Ermeni meselesini artık alttan alarak halletmemiz gerekir” diyenlerin bir türlü düşünmedikleri yahut düşündükleri halde her nedense söylemedikleri husus, yani meselenin temeli buradadır. Tehcir döneminin Dahiliye Nazırı, yani İçişleri Bakanı ve sonranın Sadrazam’ı Talât Paşa, tehcirin ilhamını gördüğü bir ruyadan alıp uykusundan uyanır uyanmaz “Bugün şu Ermeniler’i bir güzel süreyim” dememiştir. Sadece Talât Paşa değil, o devirde Türkiye’nin kaderini elinde bulunduran İttihad ve Terakki’nin Doktor Nazım yahut Bahaeddin Şakir Beyler gibi liderlerinden hiçbiri bu işe durup dururken kalkışmamışlardır. Tehcir, o tarihe kadar çeyrek asır boyunca devam etmiş ve çoğu son derece kanlı şekilde yaşanmış olan ardarda gelişmelerin zorunlu bir neticesidir. Dünya Savaşı’na girmiş ve sınırlarının hemen tamamı cephe halini almış bir ülkeyi, yani o günlerin Osmanlı İmparatorluğu’nu düşünün… Doğu’da Rus Ordusu’na karşı son derece kanlı çarpışmalar devam ederken senelerdir zaten isyan halinde olan azınlık gruplardan biri savaşı fırsat bilerek cephenin hemen gerisinde bağımsız bir devlet kurmak istiyor… Bu yoldaki bütün hazırlıklar tamamlanıyor ve üstüne üstlük hem savaşan orduya arkadan saldırılılar başlıyor, hem de erkekleri askere gittiği için savunmasız kalan Türk köylerinde katliamlar yaşanıyor… Sınırlarda savaşan birliklerin kumandanları Genelkurmay’a ve Savaş Bakanlığı’na hemen her gün “Köyünün saldırıya uğradığını işiten askere hâkim olamıyoruz. Silâhlarıyla beraber firar edip memleketlerine gidiyorlar. Tedbir almazsanız orduyu iç taraflara doğru çekmek zorunda kalacağız” meâlinde telgraflar gönderiyorlar. 1915 tehciri öncesinde, Anadolu’nun doğusunda işte bunlar yaşanmış ve tehcir kararı, köylerdeki karşılıklı kıtalin üzerine Van’da Rus destekli müstakil bir Ermeni Devleti kurulmasına ramak kalmışken alınmıştır. Yani, devlet, meşru müdafaa hakkını kullanmak ve tehcir kanununu çıkartıp uygulamak zorunda kalmıştır. Bu yazdıkların aydın, entelektüel, düşünür, sivil toplumcu yahut barış aktivisti olduğuna inanan zevât tarafından “şovenist”, “ilkel”, “ucuz” veya “basit” olarak nitelense de, işin aslı böyledir. Ve, netice: 1915’te yaşananların bir facia olduğunu reddedilmesi ve Türkiye ile Ermenistan gibi iki sınır komşusunun, aralarında 80 küsur seneden buyana devam eden bu tuhaf soğukluğa artık bir nihayet vermelerinin zamanının çoktan gelmiş olduğuna karşı çıkılması tabii ki akıl kârı bir iş değildir. Ama, Ermenistan ile yakınlaşma ve dolayısıyla da Batı’dan prim sağlama uğruna bundan 93 sene önce kullanmak zorunda bırakıldığımız meşru müdafaa hakkını bir cinayetler zinciri olarak göstermeye ve böylelikle Türkiye’yi soykırım gibi aşağılık bir suçlamanın hedefi yapmaya da kimsenin hakkı yoktur. muratbardakci@haberturk.com |
Bir yanıt yazın