Yazar Dr. Yaşar KALAFAT
GİRİŞ:
Çalışmamızın metnine geçmeden evvel, konumuzla ilgili bazı açıklamalar yapmayı düşünüyoruz. Eski Türk inançları ile kastedilen nedir? Rize ve yöresi derken nereyi kastediyoruz? Belirlenen bu coğrafyada anılan inancın izlerini halk kültürünün hangi vasatlarında arayacağız?
Eski Türk İnançları tanımı çok kere de eski Türk Dini olarak geçmektedir. Bu ifadenin araştırmacıların gündemine taşınmasında bizim 20-25 yıl kadar evvel yapmış olduğumuz çalışmanın da payı olmuştu. (Y.Kalafat, Doğu Anadolu’da Eski Türk İnançlarının İzleri, Ankara 2006) Evvela belirtmek gerekir ki, halk inançları tamamen yaşanan din değildirler. Halk inançları tamamen din olmadıkları gibi, dinin de tamamen dışında değillerdir. Onlar mevcut dinlerin halka yansıyış şekilleri veya mevcut dinin halk tarafından algılanış biçimleridirler. Şüphesiz mevcut dinlerden sadece birinin değil ve aynı zamanda mevcut olmayan dinlerin de izlerini taşırlar. Bu açıklamadan sonra, Türklerin ilk dinlerinin tarihi asgari Türklüğün tarihi kadar eskidir. Zira ilk inanç ilk insanla başlamıştır. Buradan hareketle denilebilir ki, Türklerin tanış oldukları dinlerin hepsi onların şu veya bu şekilde eski dinleridir. Türklerin çok büyük çoğunluğu bu gün Müslüman iken, bu dinin kapsamına girmeyen dinlere mensup dinler de vardır. Bu dinlerin bir kısmı Müslüman Türklerin eski yani bir, iki veya üç evvelki dinleri idi. Veya Müslüman Türkler bu dinlerin bir kısmı ile sıralı tanış olmadan İslamiyet’e girdiler.
Bu izaha rağmen Türklerin eski dinleri veya inançları tabiri ile anlatılmak istenilen ne idi. Bize göre, Eski Türk inancı tepesinde Tengri/Tanrı’nın bulunduğu bir takım kültlerden oluşmuş bir sistemdi. Bu inanca Ulu Tanrı anlamında Gök Tanrı İnancı da deniliyordu. Büyücülük, falcılık, ruhçuluk anlamına da gelebilecek olan Şamanizm Türkler arasında da yayılma alanı bulmuş olsa ve Türk dini ile çağdaş olsa da Türklerin dini değildi, zira Şamanizm anlam kayması olmasına rağmen din değildi. Şaman daha ziyade ruhlarla ilgilenen bir inanç görevlisi iken Türklerin dini görevlisi bize göre Kam idi. Din görevlisinden hareketle isimlendirme gerekir ise Türklerin o dönemdeki dinine Şamanizm değil belki Kamizm denilebilirdi.
Hal bu olunca; Lamaizm, Manihaizm, Budizm, İsevilik ve Museviliğin birçok mezhebi ile Muhammedi olmadan evvel tanış olmuş Türklerin eski dinlerinden söz ederken, Gök Tanrı İnanç sisteminden bahsetmiş olacağız.
İçlerinde bid’ad, hurafe ve hatta şirkin de bulunabileceği bu tespitleri yapıp bildiriye dönüştürmenin amacına gelince, bunlar, geldiğimiz yerlerden getirdiğimiz, gelip yerleştiğimiz yerlerde bulduğumuz birlikte yaşadığımız halklarla birlikte ürettiğimiz, eğrisi ile doğrusu ile bize ait olan bizi biz yapan bizim halkımızın kültür ürünleridirler. Bunları ayıklamak, ilme, dine ve kültüre uygun hale getirebilmek de bizim işimizdir. Bunlar bize uzak geçmişimizin hatıralarıdır. Bunlardan hareketle Türk kültürlü coğrafyayı dolaşabilir ve bunlardan hareketle mitolojik dönemimize seyahat edebiliriz. Bunlardır Rizeli ile Mersinliği, Bitlisli ile Bursalıyı aynı kılan değerlerimiz.
Rize ve çevresi bazında ele alınarak yapılan bu çalışma, bir noktada metot formatı da oluşturabilir. Bu metodu bir Rizeli olan hocam Dursun Yıldırım’a borçluyum. Bu türden denemeler sürdürüldükçe, giderek tezimiz Türkiye çapında ve nihayet Türk kültür coğrafyasında uygulama alanı bulabilir. Bizim evvelce Doğu Anadolu genelinde (Y.Kalafat, a.g.e.) ve Kars örneğinde olduğu gibi iller bazında da çalışmalarımız olmuştu. (Y.Kalafat, “Eski Türk İnançlarının Kars Yöresinde İzleri” 4. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Bildirileri, Ankara, 1992, s.149-169; Eskişehir ve Yöresinde Eski Türk İnançlarının İzleri, VIII.Uluslararası Türk Halk Edebiyatı Semineri (7-9 Mayıs 2000, Eskişehir), Eskişehir 2002, 139-145; Bayburt ve Çevresinde Eski Türk İnançlarının İzleri”,Bayburt’un Sesi, Şubat 1998, S.12, s. 22-23; Kuzey Irak’da Eski Türk İnançlarının İzleri” Erciyes Üniversitesi Türk Kültür ve sanat Tarihi İçerisinde Doğu ve Güneydoğu Anadolu sempozyumu 30 Mayıs 1992 Kayseri))
Bu türden malzemenin tespit ve değerlendirilmesi, bize halk kültür dilinin önemini de göstermiş olacaktır. Bize göre millet hayatında halk kültürünün dili, halkın yerel olan anadilinden ileri bir öneme sahiptir. Zira ortak milli dilin kaynaklarından birisi halk kültürü dili iken, yerel dillerimizin farklılığına rağmen, halk kültürümüzün dili veya halkımızın kültür dili aynıdır. Rize’de veya herhangi bir yerde birçok kimse Lazca bilmeyebilir, ancak Alkarısı veya Yağmur duası inanç kültürü Lazca konuşanlarla konuşamayanlar arasında farklılık arz etmez. Zira bu halkların halk kültürleri dili birdir. Bu gerçek Zazalar ve Çeçenler için de aynıdır ve bu sonuç doğaldır. Çünkü bu insanlar aynı kültür coğrafyasının mensubudurlar.
Coğrafi sınırlama olarak; Rize merkez ilçe, Ardeşen, Çamlıhemşin, Çayeli, Derepazarı, Güneysu, Fındıklı, Hemşin, İkizdere, İyidere, Kalkandere, Pazar yöreleri ile bazen de Sürmene gibi yakın diğer ilçeleri aldık. Kullandığımız malzemeyi çıkarmış olduğumuz alandan derlenilmiş bilgilerin fişleri ve Rize yapılmış yayınlardan edindik. (Fehmi Rasim Çelik, Orhan Naci Ak, Rize Kültür Derlemeleri, Rize Halk Eğitim Müdürlüğü Yayınları 7, Rize 1999) Karşılaştırmalar ve değerlendirmeler bize aittir.
Ele alacağımız konular hayatın doğum, evlilik, ölüm gibi safhalarından olacaktır. Bu arada bereket, uğur, tılsım, güneş, ay gibi objelerden yola çıktığımız da olacak. Bunları aralarındaki bağlantılar ve Türk kültürünün içerindeki yerleri üzerinde durmaya çalışacağız.
METİN:
Türk halk inançlarında sayıları tek veya çift olmalarına bazı manalar verilir. Cenaze yerine taziyeye gidene tek tabakta servis yapılır. İkram edilen çay veya kahverinin yenilenmesi istenilmez bu yeni bir acıya işaret eder. Düğün evinde ise bunun tersi uygulanır, böylece yeni bir mutluluk temenni edilmiş olunur inancı vardır. Toplu çocuk sünnetlerinin de tek olmaması istenir. Çocuk sayısı çift sayıya tamamlanır. Aday çocuk bulunamaz ise bir horoz kesilerek dökülen kanın sayısı çifte tamamlanmak istenir. Rize Merkez ilçede, düğün alayında 7 çift 1 tek sayma uygulaması vardı. Alayın önde gelen 15 kişisini 7 çift ve 1 tek diye sayılır. Bu yapılmazsa gelinin ayaklarının dolaşacağına inanılır. (F.R.Çelik, O.N.Ak, Rize Kültür Derlemeleri, Rize, 1999, s.13)
Rize merkez ilçede baba evinden çıkan gelinin koca evine gidişinde yolu delikanlılar tarafından ip gerilerek veya sırık uzatılarak kesilir, bahşiş alındıktan sonra yol açılır, bahşiş, alan genç havaya ateş eder. (F.R.Çelik-O.N.Ak, a.g.e. s.13) Ardeşen’de yolun açılması sağlandıktan sonra yol boyunca “Yol Havası” çalınır. Düğünlerde çeşitli şekillerde yol kesmek haktır. Anadolu’nun bazı yörelerinde alınan bu bahşişe “Yol Hakkı” denir. Bazı yörelerde de gelin yeni evine giderke başka bir köyden geçmek zorunda kalabilir. Bu durumda kesilen yoldan alınan bahşişe ise, “Toprak Bastı Hakkı” denir. Bunlar aynı zamanda birer saçıdırlar. Çeşitli vesileler yaratılarak çok sayıda kişinin hayır duasını almak hoşnutluğunu kazanmak amaçlanmıştır. Nitekim Ardeşen’de gelinin kardeşlerden birisi “Kardeş hakkı” ve gelinin dayısı da “dayı Hakkı” isterler. Çayeli’nde gelin olacak kızın yakınlarına verilecek paraya “Hak” denir. “Emice Hakkı”, “Dayı Hakkı”, “Agabey Hakkı” gibi.Pazar’da gelin oğlan evinden, babasının evine bir gece klıp dönmesine ise, “Yol Açmak” denir. Anadolu’nun iç ve doğu kesimlerinde bunun ismi “Ayak Açmak” dır.
“Kapılık” ise gelin yeni evine girmeden kardeşleri tarafından kapının kesilip gelin için kayın peder veya Kayın valideden ciddi hediye alınmasıdır. (F.R.Çelik-O.N.Ak.a.g.e. s.14) Bu uygulama da kültür coğrafyamızda çok yaygındır. Ancak oğlan evinin kapısının gelinin kardeşleri tarafından kesilmesi şeklindeki uygulamaya ilk defa rastlıyoruz. Daha ziyade, gelin attan inerken veya evin eşiğinden girecekken bu talepte bulunulur ve alınır. Buna “Kapı Hakkı” denildiği de olur. Buradaki incelik ileride göstermeğe çalışacağımız diğer örneklerde de olduğu gibi, ilişkiler hak üzerine kurulmuştur. Haklaşmak esastır. Kaçınılan husus haksızlıktır.
Rize yöresindeki gelinin ayağının koca evine girdiği ilk gün eltisi veya halası tarafından yıkanması uygulamasına biz Anadolu’da pek rastlamadık. Özbekistan’dan yaptığımız tespitler arasında böyle bir uygulama vardı ki (Y.Kalafat-C.Türkeroğlu-M Muratoğlu, Özbekistan-Anadolu Karşılaştırmalı Türk Halk İnançları, Ankara, 1995) orada yanılmıyorsak kayın valide yıkıyordu. Rize’deki uygulamada gelinin çorabından yıkama esnasında çıkan parayı, yıkama işlemini yapan alır ki, bu da bir hoşnutluk vesilesidir. “Kaynana Horonu” nda kemençecinin “kemençeyi yıkaması” da bu türden bir zihniyetin sonucudur. Kemençeciye bahşiş verilir böylece onun da muhtemel kıskançlığı veya nazarı önlenilmiş olunur. Anadolu ve Azerbaycan’da mutlu olaylar ıslatılır. Terfi eden memur, sınıf geçen öğrenciden kutlama anlamında ıslatması istenir. Gelin pastasının kesilmesinde garsonlar bıçak kesmiyor veya damat tıraşında ustura kesmiyor denilerek para alınması veya verilmesi gibi bir uygulamadır.
Ayağı yıkanan gelini, yıkanması suretiyle uğuru açılmış uğurlu olması sağlanılmış olma inancını bize düşündürüyor. İnsanoğlu’nun ayağının uğuruna veya tersine inanılır.(Y. Kalafat, “Türk Dünyasında Karşılaştırmalı Ayak ve Ayakkabı İle İlgili İnançlar”, Türk Folkloru, Mart 1999, S.99, s.15-16) Ardeşen yayla yolundaki halkın öptüğü “Peygamber ayak izleri” dediği izler bu neviden uğuruna hayırına inanılan izlerdir. Topkapı sarayında Hz. Muhammedin ayak izlerinde olduğu gibi, biz İran’da Gademgah denilen mevkide Hz. Hüseyin’e ait olduğu ifade edilen ve kutsal muamelesi gören izler resimlemiştik. Hemşin’de 14 Ocak’da sağ ayakla başlatılan hareket berekete sol ayakla başlatılan ise kıtlığa delalet eder.
Rize’deki erkeklerin ve kadınların isimleri ile çağrılmayıp, kadınları eşlerine ” O adam” yaşlı ise “ihtiyar”, “uşakların babası” “usta”, “Hacı” ve erkeklerin de eşleri için “uşakların anası”, “ev sahibi” demesi veya nereden gelin gelmiş ise başlangıçta “Sürmeneli” gibi ve geriden gelenler nesillerce de “Sürmeneli Gelin”, “Sürmeneli Nene” diye seslenmesi ileride değinmeye çalışacağız gibi bir sakınma şeklidir. İsmin görünmeyen ve zararlı olabilecek güçlerden sakınılması içindir. Bu bir nevi iyi saatte olsunların nefsinden korunmak içindir. Bir çok yerde güzel çocuklara isimleri ile hitap edilmez. Çok kere onlara çirkin isimler konularak korunmaları sağlanır. Hatta yeni gelinin uzun süre kayın valide ve kayın pederin yanında sesini sakınması da bize göre bu inancın başka bir tezahürüdür. Nitekim Rize’de “kaçma sakınma” olarak bilinen uygulamada “Yedi Günü” diye bilinen bir uygulama vardır ki, buna göre bu süre zarfında gelin kaynana ve kaynatası ile konuşmaz, süre dolunca el öper hediye alıp daha sonra konuşur.İslami döneme girildikten sonra bu sakınca Allah’a sığınılarak giderilmiştir. Mesela kaç çocuğu olduğu sorulan kimse “Allah bağışlarsa 2 oğlum var” veya “Ellerinizden öper 2 oğlum var” şekline dönüşmüştür ki iki tespit arasında bize göre bir bağıntı olmalıdır. Keza eşi için Köroğlu” diyerek eşinin ismini vermekten adeta ar eden erkek esasen onu aşağılamak için değil çok kere yabancı erkeğe karşı korumuş olur. Hatta buradaki Köroğlu bize göre Ayvazın Köroğlusu değil Koroğlu’dur. Bu ocağın kor’un piri iyesi anlamında olmalıdır. Zira hanımları için erkekler evin sahibi derler. Türk kültür coğrafyasında gelin bebek yaşındaki kaynına ve aynı yaştaki eltisine ömür boyu bu saygıyı gösterir. Konunun ayrıntısına girmek uzamasına sebep olabilir (Y.Kalafat, “Kayseri Çevresi Örnekleri ile halk İnançlarımızda Korunma ve Kurtulma Yöntemler”, Kayseri ve Yöresi Kültür Sanat Edebiyat Bilgi Şölen, 13 Nisan 2001, s. 397-401).
Nazardan korunmak için Çocukların yüzlerine kömür sürülerek güzellikleri saklanırken bu uygulama bazı yerlerde çok güzel genç gelinler için de yapılır. Hatta yeni sağılmış ineğin süt kabına da bir parça kömür atılır. Kömürün hikmeti kara oluşundan ve ocak ile olan bağlantısından geliyor olabilir Pazar’da fıtık hastalığı için yumurtanın üzeri kömürle çizilerek duası okunur ve bir beze sarılan yumurta yanmakta olan ocağın önüne asılır, yumurta koruyana kadar hasta iyi olur.
Nazardan korunmak ve kurtulmak için nuska/muska yapılır. Nazar mala, canlıya cansıza her türlü imrenilen şeye vurabilir. Nuska sadece nazara karşı yapılmaz, etkilenmek istenilen her davranış ve düşünce ve his için nuska/muska yapılır.
“Vereyim sana nişan
Nuskamın gümüşünden
Niye anlamayısun
Bu sevdalık işinden”
“Bir nuska yaptıralum
Camedeki hocaya
Kaldun baban evinde
Tez gidesun kocaya”
Yumurta ile ilgili inançlar da vardır ama bunları eski Türk inançları ile bağdaştırmak çok kolay değildir. Belki Od/Ocak bağlantısı kurulabilir. Yumurtasını yiyen tavuk için eleğin içerisine ateş külü konur, bu kül kümesin üzerine dualar okunarak elenir böylece tavuğun yumurtasını yemekten vazgeçeceğine inanılır.
Türk halk inançlarında geniş yer tutan bağlamak ve bağlanmanın da Rize halk kültüründe geniş yeri vardır: Kollar Göğüsün üzerinde bağlanmaz, uğursuzluk getireceği ve kısmetin kesilmesine yol açacağı inancı vardır. Kars tarafındaki Karadenizlilerdeki bir inanca göre böyle yapan çocuk yetim kalırmış Rize yöresinde kurban bayramında eve et gireceği zaman loğusa ve bebek ayağa kaldırılır. Kurban etinin loğusayı basacağına inanılır. Çelik ve Ak’ın Hemşin’den yaptıkları bir tespite göre; Hemşin’de cenaze geçerken cenazeden daha aşağıda kalmanın özellikle kadın ve çocukları etkilediği onların üzerinde “baskınlık” denilen bir halsizliğe sebep olduğuna inanılır ve korunmak için de cenaze geçerken kadın ve çocuklar yolun veya evin üst tarafına çıkarılırdı. İç ve Doğu Anadolu’da kırkı çıkmamış kadın ve bebeğin cenazenin olduğu yerde bulundurulmaları uygun bulunmaz Bu inanç Özbekistan Türklerinde de yaşamaktadır. Kırkı çıkmamış bebeğin bulunduğu eve et getirilir ise, bebek evin üst salonuna götürülür ve beşiği ile birlikte etin seviyesinden yukarıda tutulur. Bize göre buradaki inanç inceliği ilgili hayvanın kırkı ile bebeğin kırklarının karışmaları suretiyle hayvanın bebeği basacağı inancıdır. Zira Doğu Anadolu’dan yaptığımız bir tespitte bebeğin kırkı çıkarılırken bilinen bir çok hayvanın ismi sayılarak kırklarının karışmaması istenilir. Yine kırkı çıkmamış bir bebeğin rahatsızlığının giderilebilmesi için sağaltıcı kadının tedavi süresinde bir çok hayvanın ismini söyleyip onları adeta sesleri ile taklit ederek dua ettiğini annemden dinlemiştim ki, söz konusu hasta kardeşimdi.
Pazar’da zamanı geldiği halde ayağını yere basamayan çocuğa “Basılmış” denir. Basılmış çocukların tedavisi için bunların ayakları bir iple bağlanır ve namazdan ilk çıkana bu ip kestirilir Basılmak- basmak hayatın diğer safhalarında da görülür. (Y.Kalafat, “Balıkesir ve Yöresi Örnekleri ile halk İnançlarımızda Basmak ve Basılmak Kavramları ve Mahiyetleri” Birinci Balıkesir Kültür Araştırmaları Sempozyum Bildirileri 01-02 Haziran 1998, Balıkesir 1999, s. 418-422))
Güneysu halk kültüründe “Enişteyi Bağlamak” diye bilinen ve damadın yakınları tarafından yapılan bir şaka türü vardır ki mahiyeti tamamen farklı olup, enişteden ziyafet türü bir şeyler koparmak için yapılır. Bu uygulama Pazar’da da vardır.
Eşik konusuna tekrar dönecek olmamıza rağmen Rize’de tarla işleri çimlerin kesilmesi, yaprakların toplanılması, kışlık odunun hazırlanması, gübrelerin taşınması, kendirlerin taranması harmanın ayıklanması üzüm ve benzerlerinin toplanılması komşularla birlikte yapılır cenazede, düğünde, hastalıkta çevre halkı birlikte hareket eder. Eve gelmiş misafir adeta köyün de misafiridir. Evlerde misafir yatağı, misafir yorganı, misafir yastığı, misafir çarşafı olurdu. Biz bu tespitleri Kars’ta dünyaya gelmiş ve orada yetişmiş Sürmeneli bir ailenin ferdi olarak evimizden de biliyoruz. Bu açıklamanın inanç boyutuna gelince, ev gibi, köyünde adeta eşiği kapısı vardı. Asker ve hacı uğurlamak veya karşılamak. Gelin alaylarını uğurlamak veya karşılamak keza közün eşiğinde oludu. Mesela muhtaç birisi veya düşmanlık güden birisi için “geldi kapıya dayandı” denildiği gibi “çıkıp köye kadar geldi, geldi köyün eşiğine dayandı” da denilir. Evin eşiğine dayanıp yardım isteyen suçluya farklı bir şefkat gösterilirdi o adeta sığınmıştır. Eşikten içeriye girilince kötü niyet dışarıda bırakılır. O evin, o köyün bir ferdi gibi samimi davranılır ve samimiyet görülürdü.Çayeli’nde, diğer yörelerimizde de bir şekilde yaşamakta olan “Evin Sırrı” kavramı vardır ki gerektiğinde sığınan kimse ile, evin çocuklarından saklanan husus bu şahısla paylaşıldığı dahi olmuştur. Aile veya köy için yapılan bu tanımlama vatan toprağı için de geçerli idi ve bu sınırlar kutsaldı, Halk inançlarımıza göre evi olduğu gibi ve köyü olduğu gibi vatan topraklarını da koruyan görünmeyen güçler vardı, haneyi ve yaşanılan toprağı kutsal kılan aynı zamanda bu güçlerdi. (Y. Kalafat, “Milli Sınır Anlayışımızın Halk İnançlarımızdaki Kökleri”,Serhat kültür Fahrettin Kırzıoğlu Hatıra sayısı, Mayıs-Haziran 2006, s.36-38) Her evde Cuma akşamları Yasini Şerif okunmasının veya ölünün kırkına hatimin yetiştirilmesindeki hikmetlerden birisi geçmişlerin ruhu için ise diğer bir sebep de “yüzü suyu hürmetine” felaketlerden Allah indinde koruduğuna inanılanlardı. Bunlar sadece savaş zamanı yardıma gelmiyor, kuraklıktan tutun da her türlü felaketlerde bu toprakların insanlarına yardımcı oluyorlardı.
Rize’de de eşikle ilgili inançlar vardır. Kapının eşiğine oturan kişinin iftiraya uğrayacağına inanılır. Pazar’daki “Kapılık” uygulamasına göre, gelinin indiği ata gelinin kardeşi yoksa yakın akrabalarından biri biner ve atı eşiğe sürerek bahşiş ister. Bu da bir hak türüdür ve eşikte cereyan etmiş olması eşik inancı ile ilgili olmalı. “Sofra Kesme” oğlan evine şakacıktan sorun çıkarmak için yapılan ve olmadık taleplerde bulunmanın Pazar’daki ismidir. Rize’de evlerin eşiklerinin altında evin koruyucusu olduğuna inanılan ve ev halkına dokunmayan beyaz bir yılanın varlığına da inanılırdı.
Rize yağmurlu olduğu için burada yağmur duasına pek ihtiyaç olmaması doğaldır. Rize’de ihtiyaç duyulan yağmur değil güneş olmalı. Bununla beraber, dere kenarından taş toplayıp dereye atılması veya yağmur duasında parmakların aşağıya gelecek şekilde tutulmasının örnekleri bu bölgede de görülmüştür. Araştırmacı Çelik ve Ak’ın tesbitleri arasında cenaze namazında yağmur duasının yapılmış olması da vardır ki, biz bu tespite ilk defa rastladık. Parmakların aşağıya doğru tutulması ters inancı ile ilgilidir. Erbil’de şahit olduğumuz bir duada düşmanların kahrolması hoca tarafından istenirken cemaat ellerini aşağıya doğru amin duruşunun tersine bir biçimde tutmuştu. Kara kura basan kimse ondan kurtulması için git falan değil, gel gitme gibi ifadeler kullanmalıymış. Bunun çok örnekleri vardır ve halk inanç kültürümüze ters motifi olarak geçmiştir. (Y.Kalafat, “Türk Halk İnançlarında Ters Motifi” A. Çaycı’ya Armağan, Ankara, 1995, s.297-307) Bu çalışmamızda bunun başka örneklerini de göreceğiz. Nasreddin Hoca’nın Eşeğine ters binişi de bu kara iye ile izah edilmektedir.
Rize halk inançlarında da tersle ilgili inançlar vardır. Mesela giysisini ters giyen birisinin işlerinin ters gideceğine inanılır. Evinden sabahleyin çıkan bir kimsenin işlerinin ters gitmesi karşılaşmış olduğu uğursuz kişi ile de ilişkilendirilir.Çayeli’nde elçiliğe giden kimsenin iç çamaşırını ters giyer ise işinin olacağına inanılır. Bu uygulama Kars yöresinde kız evinin olumsuz cevap vermesi ihtimaline binaen yapılır. Yani olumsuzun olumsuzluğu giderek olumluluğu doğurabileceği mantığı ile hareket edilmiş olunur. Bir dönem Fındıklı’da kız istemeye gidenler ceketlerini ter giyerlerdi. Birçok yerde olduğu gibi Çayeli’nde de bıçak makas ve köpüklü sabun ya yere konularak verilecek kimseye verilmiş olunur veya elin tersi ile uzatılır aksi halde kavga çıkacağına inanılır.Pazar’da kısmeti bağlı kişinin kısmetinin açılması için hocanın namaz kıldığı seccade ters çevrilir. Bu tespitte bağın açılması ile ters motifi bir araya gelmiş ve İslami bir giysiye bürünmüştür. Adeta kısmeti bağlayan kara iye aksi istikamete yönlendirilmiştir. Anadolu’nun bir çok yerinde namazdan sonra seccadenin köşesi kıvrılır. İfadeye göre bu yapılmaz ise şeytan o seccadede namaz kılarmış. Bu konuya uğurluluk ve uğursuzluk ayrıca kişi oğlu ile ilgili yapacağımız açıklamalar münasebeti ile de değinebiliriz.
Anadolu’nun sair bazı yerlerinde mesela Kars’ta da olduğu gibi uçan kuşun insanın üzerine pislemesi uğur alameti olarak algılanır. “Başına devlet kuşu konacak, kondu” denilir” Akşamdan sonra kediye bulaşma uğursuzluk sayılır ki, kediye bulaşma onun tekin olmaması bilhassa kara kediden sakınılması gerektiği inancı diğer bölgelerimizde de yaygındır. Eski hesap yılbaşı 14 Ocak’a “koca karı yılbaşısı” denirdi. Bu gün sabahleyin eve kimseler gelmeden bir kap su getirilir ve evin içine serpilirdi. İlk gelen kimsenin ayağının uğuruna göre o yılın uğurlu geçip geçmeyeceğine inanılırken, gelen kişi erkek ise yılın uğuruna inanılırdı. Bunu andıran inançlar ve uygulamalar az farklarla Trabzon yöresinde de yaşamaktadır. Biz Nahcıvan’da Nevruz günü sabahleyin güneş doğmadan alınıp evin dört köşesine serpilecek ” Ham Su” yun bereketlere vesile olacağını tesbit etmiştik. Yanılmıyorsak bu suya Trabzon yöresinde “Gün görmemiş Su” denilmektedir. Fındıklı halk nasihatları arasında, “yemek ağzında konuşma, kapalı yerde su içme” gibi nasihat var ki, kapalı yerde neden su içilmemesi gerektiğine bir anlam veremedik.
Basmak- basılmak, uğurlu-uğursuz olmak gibi kara iyeler içerikli bir inanç şekli de bağlanmak- bağdan kurtulmaktır. Kolları göğüste bağlanmasına değinmiştik. Rize merkez ilçe çevresinde; düğün arifesinde yere çivi çakılması, ipe düğüm atılması anahtarla bir kilidin kitlenilmesi damadın bağlanılması anlamına gelir. Çivi çakmak daha ziyade türbelerin gönderlerine niyetlenme adına yapıldığı bilinen batı Anadolu ve kuzey Afganistan’da görülen bir uygulamadır. Diş ağrısının tedavisi için 7 uyurların mağarasına çivi çakılır.
Derepazarı’nda kapı üstüne çivi çakılarak korkuluk kaldırılması tedavisi yapılır Düğüm atma iple veya parmaklarla bağlamaya matuf bir büyü şeklidir. Anahtar açmak anahtar kapamak, anahtarla kısmet bağlamak ve açmak da keza çok yaygın büğü türleridir. Damadı ve gelini başlamak, bağlanmalarına karşı tedbirler almak bağdan kurtulmalarını sağlamak halk kültürümüzde geniş uygulama biçimleri bilinen bir büyü türüdür. (Y. Kalafat, “Alanya Yöresinde Kilit-Bağ, Kitlenmek-Bağlanmak” Alanya Tarih ve Kültür Semineri III, Alanya 2004, s.492-496)
Rize merkezde olmamakla beraber yayla bağıntılı olan kesimde geçmişte “Güneş Duası” yapılırdı. Biz Fırat havzasında karın yağması veya durması ile ilgili olarak Ahmet Buran’ın yaptığı çalışmaları hatırlıyoruz. Duanın şekli ve bilhassa amacını bağlı olarak ihtiyacın mahiyeti belirlemektedir. Yağmur duası için Rize yöresinde “Bubirdak” düzenlenirdi. Bu uygulama Doğu Anadolu’daki “Godi Godi” veya “Çömçe Gelin” mahiyetli bir uygulamadır. Biz bu inancın uzantılarını Kuzey Afganistan deki Hazara Türkleri arasında da tespit etmiştik. Bubirdak’da benzerleri gibi çalı süpürgesinin kız gibi giydirilip çocukların onun arkasına takılıp evlerden yenilecek bir şeyler isteyip onları pişirilip yemesi şeklinde olur. Bu arada çocuklar kendi dillerince kafiyeli söylemlerle dileklerini anlatırlar. Ellerindeki kıl torbanın ismi “kıtlaman” ve pişirecekleri küçük kazanın ismi de “cuga” dır. Çocuklar güneş isterlerken,
“Bubirdağım bur ister
Kaşık kaşık yağ ister
Kadelden kaymak ister,
Un torbasından un ister,
Kintamandan tuz ister,
Allah’tan kırmızı güneş ister”
Derler ki, bu duanın Azerbaycan’daki bitiş şeklinde “Kızıl gün ister şeklinde ifadeler kullanılır. Bubirdak, Godi Godi veya Çömçe Gelin bir dönem mutlak olana verilen isim mi idi, veya mutlak olanın sıfatlarından birinin mi ismi idi, Beklide mutlak olanın yerel dildeki ismi veya görevli meleğin ismi idi. Bunları bilemiyoruz, konunun dışına çıkıp inanç etimolojisi de yapmayı doğru bulmuyoruz.
Bubirdak merasimi münasebeti ile asıl üzerinde durulacak husus çocuklar yemeklerini pişirirlerken, yemeğe konulacak evlerden toplanılmış yağdan bir miktarcık sağa sola ve havaya atarlarken “Allah’ım yarın kırmızı güneş ver” demiş olmalarıdır. Burada çok ciddi bir inanç fenomeni dini tabakalaşma eski inanca son din olan İslamın giysisinin giydirildiğini görüyoruz. Bubirdak Allah inancının içerisine yerleştirilmiştir. Sağa sola yağlardan birer parça atılması görünmeyenlere, od, yer ve ev iyelerine yapılan saçıdır. Adeta Ayetel Kürsüyü okuyup yeni cihete üflenilmesinin bir veriyantı mıdır? Biz Hakasya’da Altay’da piknik yaptığımız ev sahibi soydaşlarla yiyeceklerimizden çevreye sembolik saçılar yapmıştık rahmetli kayınvalidem yağ eritirken veya hamur yoğururken bir parçacık fırlatıp evin damına yapıştırırmış, Rahmetli annem de kayınvalidesinden böyle bir uygulama gördüğünü hatırlardı.
Bubirdak, Hemşin’de “Ablik-Bublik” olarak bilinir ve duası biraz farklıdır;
“Ablik Bublik ne istersin?
Bir kaşık yağ isterim,
Tekneden kaymak isterim
Verene bir koç oğlan
Ermeyene kör, topal kız,
O da yansın ateşe”
Şeklinde karşılıklı iki gruba ayrılmış çocukların eğlencesi şeklinde sürer gider.
Rize’de olduğu gibi kültür coğrafyamızın diğer yörelerinde de süpürge etrafında hayli inanç gelişmiştir. Gidenin arkasından ağlanılmayacağı gibi ev de süpürülmez, süpürge yapılmaz. Bazı yörelerimizde görülen Cuma Salası esnasında evin süpürülmeyeceği inancı Rize merkez halkında yoktur. Ardeşen’de bir kimsenin üzerine doğru süpürülür ise o kimsenin erkek kardeşine kötülük geleceğine inanılır. Kars yöresinde üzerine maksatlı olarak süpürge vurulan kimsenin iftiraya uğrayacağına inanılır. İftiradan korunmak için süpürgeye tükürür gibi tu tu tu denilmelidir. Çayeli’nde “fit öteye fit beriye fit kapının dibine” bilmece dilinde süpürge demektir. Hemşin’de evdeki ve konu komşudaki süpürgelerin toplanılıp yakılması halinde havaların ısınacağı inancı vardır. Pazar’da nazar almış inek için yapılan nazar tılsımında biber ve kömürün yanı sıra süpürge çöpü de vardır. Pazar’daki süpürge ile ilgili bir diğer inanca göre, evden birisi dışarıya çıkmış ise, kaza geçirmemesi için o gün ev süpürülmez. Nazar alan ineğin tedavisi için hazırlanan karışım bir tavada yakılıp inek tütsüsüne tutulur. Anadolu’nun bazı yörelerinde süpürge otu ve tohumu üzerlik gibi kullanılır. Süpürgeden nazarlık yapılır. Sürmene dolaylarında gece ev süpürülmez, üzerine süpürülen şahısın yavaş yavaş ölüme gideceğine inanılır. Ev süpürülürken süpürge başkasına dokunursa o kişinin büyümeyeceğine inanılır bu şerrin tesirinden kurtulmak için süpürgeye tükürmesi gerekir. (M. Bilgin, Ö.Yıldırım, Sürmene, İstanbul 1990, s.612-613)
Rize’de her yaşlı ölüm günü için “Kefenlik” diye bilinen kendirden yapılmış bir kumaş ve cenazeye dağıtmak üzere peşkirler ve miktarda definde kullanılmak üzere para hazırlardı.Bu paraya “Gömülmelik” denilirdi. Anadolu’da bunun diğer adı “kefen parası” veya “Defin Parası” dır. Taraflar arasında ihtilaf çıkar helalık alınamaz ise, haksızlığa uğradığına inanan kimse muhatabına “kefen Paran olsun” derken hayırını görme ölürsün inşallah demiş olmaktadır. Bunlara hiç el sürülmez bunlar adeta o gün için adanmışlardır. Batı Anadolu’da tabutun üzerine örtmek üzere bir halımsı kumaş dokunur. Bu da adanılmış bir örtüdür. Bu da kurbanlık hayvanın adanılıp başka maksat için kullanılmayacağı binit, sütü, yünü alınmayacağı gibi bu örtü de kullanılmadan muhafaza edilir.
Rize yöresinde ölüye yakınları sesli ağlarlar ve buna “sayı kurarar ağlama” denir.(Çelik-Ak, a.g.e. s.47) Türk inanç kültüründe yasta sesli ağlamak Gök Türk çağına kadar uzanmaktadır. İslamiyet fazla abartılı ağlamayı İslam olarak kabul edip onaylamamıştır. Türk kültürlü coğrafyada ağlamak, ağlayarak ağıt yakmak, ağıt-destanlar meydana getirmek, ağlama merasimine yuğ ve ağlamayıcı kafiyeli ve coşkulu hale getirmeye sığıtcı denildiğini biliyoruz (Abdulkadir İnan, Eski Türk Dini Tarihi, s.1, 18, 20; Y.Kalafat, Doğu Anadolu’da eski Türk İnançlarını İzleri, s.209-210) Ancak Rize’de bu tabire henüz bir anlam veremedik. Yakınları tarafından ölünün sesli ağlamasına Pazar’da “Okoresğu” denilmektedir Yerel dillerde farklılaşma olsa da halk kültürünün dili belirtildiği gibi değişmemektedir. Nitekim Pazar’da da ölünün can verdiği odaya bir bardak su konulur ve 40 gün ışığı söndürülmez ki, çok yaygın bir uygulama biçimidir.Rize yöresindeki ölünün gece defnedilmemesi adet ve inancı Türk kültür coğrafyasında çok yaygındır. Akşam güneş batıp hava kararmaya yüz tutunca yerlerin bağlanıldığı söylenir bu saatte ve ondan sonra bir çok şey yapılmaz. Bizim yorumumuza göre bu uygulamanın derinliklerinde güneş kültü ile ilgili inançlar saklıdır. Mesela bebek bezi dışarıda bırakılmaz, eşikten dışarıya sıcak su dökülmez, ağaç dikilmez. Akşamın hayrı sabahın şerrine tercih edilir. Rize’de de yaşayan bu hususla ilgili tespitlere göre gece tırnak kesilmez, aynaya bakılmaz, idrar dışarıya dökülmez tarak artığı saçlar dışarı atılmaz, bebeğin ve loğusanın çamaşırı kırkına kadar dışarı asılmaz Bu bize “Karanlığın getirdiğinden ve götürdüğünden sana sığınırım” duasını hatırlatıyor. Rize’de mezarın iki başına dikilen tahta veya taşlara “Mezar Patiları” denir. Iskat günü fakirlere havlu, peşkir ıskat olarak verilirken, çocuklara simit, fındık kadınlara tülbent dağıtılırdı. Bize göre bu uygulama da bir nevi saçı bir nevi kansın kurbandır. Hayır işlemeğe, helalık almaya varsa küskünlük giderilmeğe, sevindirerek hayır dua almaya matuftur.
Konuya girerken bir takım habis ruhlar ve bunların zararları ile korunma şekillerinin olduğundan bahsetmiştik. Bunlara halk inançları çalışmalarımızda kara iyeler diyoruz.. İslami terminoloji ile dillendirmek gerekse, bunlar için belki cin, imamsız cin, şeytan gibi tabirler uygun olabilir. Bunlar ile mikropların bir şekilde bağları var mıdır? Hepsi için aynı şey söylenilebilir mi? İnsan muhayyilesi bunları gerçeklerine rağmen ne şekillere sokmuştur? Bütün bunlar üzerinde durulması gereken hususlardır. Bizim bildirimizin öncelikli alanı kapsamına girmemektedirler.
Kara iyeler hayatın her safhasında vardırlar. Hamile kalamayan veya erkek çocuğu olmayan çocuğu veya erkek evladı yaşayamayan bazı hanımlar bunun sebebini kara iyelerde aralar. Kısmeti çıkıp evlenemeyen gençler bilhassa kızlarımızdan bir kısmı kara iyelerde sebebi ararlar. İnanca göre zifafta başarılı olamayan çiftlere kara iyeler sebep olmuştur. Hamilelik ve loğusalık dönemlerinde anne ve bebeğin uğrayabileceği hastalık ve ölümlerin de sebebi olarak kara iyeler düşünülmüş ve inanılmıştır. Kara iyelerin insanlar üzerindeki etkileri insanlar öldükten sonra da devam ettiği inancı vardır. Ayağı basamayan çocuktan konuşamayan çocuğa ve bir çok daha ziyade psikolojik mahiyetli hastalığın kara iyelerden geldiğine inanılır. İye bilindiği gibi sahip demektir. Birçok gücün çeşitli sahipleri varken, kara iyeler bazen bir ve bazen da birden fazla arazın, tersliğin, istenmeyen gelişmelerin sahipliğini yaparlar. Bunun için insanlardan onlardan korunmak ve kurtulmak için inanç içerikli bazı uygulamalar geliştirmişlerdir. Onların yaşadıkları yerler etkili oldukları günün saatleri, insan hayatının dönemleri halk inançlarında belirlenilmiştir.
Kara iyeler, sadece insan sağlığından hareketle onların hayatlarında etkili olmazlar. İnanca göre onlar berekette, kuraklıkta, fazla yağışta, güneşsiz geçen günlerde, İnsanların hastalanmalarında, çocukların ayaklarını basamamalarında, yeni evlilerin ilk gecelerinde başarılı olamamalarında hayvanların ve tarlaların verimlerinde de etkili olurlar Kara iyelerin kara tutumları gibi bir de Ak iyeler vardır. Bunlar da adeta aklayıcı paklayıcılardır. Kara iyelerin hışmından korunmak ve kurtulmak için yapılan bir takın inanç içerikli uygulamalar gibi, Ak iyelerin de hayırlara vesile olan tutumlarını sağlamak veya sağlanılmış hayırlara vesile olan tutumları için şükran belirtmek adına yapılan inanç muhtevalı tatbikatlar vardır. İslami terminoloji ile ak iyeler için belki melek benzetmesi yapılabilir. İslam her şey Allah’ın iradesindedir. Mutlak olan O’dur.
Eski Türk inançlarını devam eden uzantıları arasında kişioğlu’nun da bir kuvve içerdiği hususu vardır. Mesela uğurlu ve uğursuz kişi olduğu gibi, istemese de nazar etmeğe müsait tipler vardır. Bu güç itibariyle, erkek ile kadın, çocuk ile yetişkin ve yetişkinlerinde bilhassa özel durumlarındaki kuvve farklıdır, şeklinde inançlar vardır. Vereceğimiz misalleri iyi anlatabilmiş olma adına yaptığımız bu açıklamalar yeterli bulunmayabilir Özetle kişi oğlunda da ak ve kara iye karakterlerinin bir arada olabileceğini belirtmek istiyoruz. Kişi bizzat kendisinde bulunan bu özelliklerini harekete geçirebildiği gibi bazen de çeşitli uygulamalarla gücü nispetinde bir takım kara veya ak iyeleri harekete geçirebilir veya geçirebileceğine inanılır. Bu noktada sihir, büyü, tılsım muska gibi inanç ve uygulamalar devreye girebilmektedir. Bütün bunlarla bu alanda yapılanlar ve inanılanların semavi dinlerin tamamen dışında olduklarını söylemek durumunda da değiliz. Zira gelmiş geçmiş bütün hak dinlerinin şeriat ve akaidini de bilemiyoruz. Bir katmanlaşma ve insanlık tarihi boyunca gelişen bir fenomeni ile karşı karşıyayız.
Rize’de eskiden loğusa doğum yaptığı gece Albasmaması için sabaha kadar uyutulmazmış, uyur haldeki kimseyi albasar ise artık uyanamayacağı inancı vardır. Loğusanın bulunduğu eve ikindi namazından sonra gelenlerin ellerini ateşe veya sıcağa tutması istenirdi loğusa ziyaretine gelene güle güle denilmesi halinde sütünün kaçacağına inanılırdı.
Al karısı al arvadı, al basması inancı Türk kültür coğrafyasında çok yaygındır. Ondan korunma çareleri de az biraz farklılıklar gösterse de hemen hemen aynıdır. Şekline yaşadığı yere dair çeşitli anlatılar vardır. Bahaeddin Ögel ve Abdulkadir İnan bu inancın Türk mitolojisindeki yerine dair bilgi vermişlerdir (B Ögel, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, İstanbul, 1998; A. İnan, Makaleler ve İncelemeler, Ankara, 1998) Bu inanç Anadolu Türk kültür coğrafyasında da doğal olarak yaşamaktadır. İkindi namazından sonra akşamın olmaya yüz tuttuğu saatler için halk arasında “şer vakti” denir. Ateş halk inançlarımızda genel paklayıcı olarak bilinirken, güle güle denilmesi ile sütün kesilmesi arasındaki bağlantıya bir anlam veremedik.
Rize’de güneş ve ay tutulduğu zaman ezan okunur, silah atılır, teneke çalınarak gürültü yapılır iftar borusu ile boru çalınırdı Çelik ve Ak’ın yaptığı bu tespit de çok yaygındır. İnanca göre ayı koruyan iki köpek vardır. Bunlar uyuyunca Cıngolaz veya cıngıloz diye bilinen bir yılan ayı yemeye gelirmiş. Yapılan gürültüden amaç ayın bekçisi olan köpeklerin uyandırılarak yılanların ayı yemelerini önlemektir. Cıngıloz veya Cıngılaz da Alkarısı gibi bir kara iye olarak bilinir. Bazı yörelerimizde ayın tutulması ayın bağlanması olarak da tanımlanır.
Tavara/Davara da bir kara iye olarak bilinir ve uyuyan insanların ağız ve burunlarını eli ile kapatarak onların nefes almalarını zorlaştırır. Elinin içi delik olduğu için onların boğulmaları engellenmiş olur. İç ve doğu Anadolu’da “karakura bastı” olarak bilinen bu olay Rize’de “Tavara bindi” diye bilinir. Bu kara iye Karakura olarak da bilinir ve çok tanınan bir iyedir. Gitmesi istenince yukarıda ters motifi münasebeti ile de belirtildiği gibi gitme kal denilmeli imiş. her şeyin tersini yapan bir iye olarak bilinir Tavara’nın Hemşin’de bilinen ismi “Ağırbasan” dır. Batı Anadolu’da ise “Karabasan” olarak bilinir.
Koça veya Kopça tedavisindeki duadan anlaşıldığına göre bu hastalığa yol açan gücün de bir kara iye olduğu söylenilebilecektir. Rize’de Koço veya Kopça olarak bilinen ve bilhassa ellerde çıkan sert mantar Anadolu’nun diğer yerlerinde siğil olarak bilinir. Tedavisinde bizim Doğu ve batı Anadolu’dan yaptığımız tespitlerde kibrit çöpü kullanılır, yanılmıyorsak dolun ayda İhlas süresi okunarak tedavi edilirdi Bazı yörelerde okunurken üzerine arpa sürülür sonra bu arpalar çürümeğe bırakılır ve arpalar çürümeden koça/kopçaların düşeceğine inanılır. Rize’deki tedavide okunan dualar Abdulkadir İnan’ın eski Türk dininden yapmış olduğu dua tespitlerini andırıyor.
“İlidi düğün etti,
Liçidiyi çağırmadı,
Liçidi de dediki beni niçin çağırmadın
Ben de seni tutar okurum
Üç gün üç gece içinde kör ederim, harap ederim”
Sabah erken saatlerde yapılan bu işlemden 5-10 gün sonra koçaların döküleceğine inanılır. Rize de fasulye ve tuza İhlas süresi okunarak da Koça tedavisi yapılır ki, bu taktirde de duası Türkçe’dir ve yardım Allah’tan dilenir.
Cazı/Cazı Babaanne, Çamlıhemşin’de Geceleri faaliyet gösteren, kılıktan kılığa girebilen, süt bebeklerinin onlar diri iken ciğerlerini çıkarıp yiyen bir kara iyedir. Örümcek şekline dönüştüğüne dair efsane anlatılır. Loğusanın ve bebeğin ciğerini yediği bu işi değirmenin harkında yaptığı Alkarısı için de söylenilir.İri yarı olduğu göğüslerinin yerlere kadar değdiği tasvir edilir. Tatar Türk halk inançlarında da çeşitli şekillere giren kara iyelerden söz edilir. Cazı diye bilinen kara iye Ali Çelik hocanın Trabzon yöresinden yaptığı tesbitler arasında da vardır. Bu arada Güneysu’dan derlenilmiş bir cazı karısı masalının da varlığını biliyoruz. Hemşin yöresindeki algılayışa göre tamamen yaşlı kadın görünümünde olan cazının 1 parmak uzunluğunda bir kuyruğu vardır. Gece faaliyet gösterir her kılığa girebilir ve daha ziyade örümcek görünümündedir. Evlere bacadan girişi ile bilinir. Elindeki büyülü toprağı serpmek suretiyle derin uykuya girmesini sağladığı annenin bebeğinin ciğerini egiş diye bilinen ucu eğri demir ile çıkarıp yediğine inanılır. Bütün kara iyelerde ortak özelliklerden birisi de adeta bebek ciğeri yemektir. Anadolu masallarında “ölü toprağı” diye bilinen mezardan alınmış toprağın üzerine serpildiği insanı uyuttuğu inancı vardır.
Obur/Hortlak; Rize kötü insanları ölünce hortlağın çıkacağına inanılırdı obur çıktığı zaman beyaz kefeni sırtında olurdu mezarından çıkar evin karşısına gelir gürültü yapar, tereklerdeki soğanları yere dökermiş. Böyle hallerde “obur yerine git, yerine git” denilmesi halinde yerine gideceğine inanılır.” Oburdan kurtulmak için onun mezarına pelit kazığı ile bir sepet çakılırmış. Soğanın da sarımsak hatta turp gibi bazı kara iyeler karşısında koruyucu niteliğe sahip olduğuna inanılır.
Obur, Hemşin’de Ubur olarak bilinir hayatta iken kötülükler yapmış yaşlı kadınları öldüklerinde toprağın kabul etmeyeceği definlerin kısa bir süre mezarlarından çıkıp çıkıp eski muhitlerinde çığlıklar atarak dolaştıklarına inanılır Hortlak veya Ubur’un ceza olması için Allah tarafından ayaklarının altına ateş konulduğuna inanılır Ubur veya hortlağa silah işlemeği inancı da vardır Kendisini görenler veya sesi duyanların 3 defa “Urum eline” diye tekrarlamaları halinde güneş doğmadan mezarına gitmiş olacağı inancı yaygındır..Ubır Tatar ve Kıpçak Türk Coğrafyasında Vampir ve Ubırlı Karak da dişi vampir olarak bilinir. Bu tür kelimelerin inanç etimolojileri yapılırken diğer Türk lehçelerinden bu tür kelimelerin doğal olarak tam tetkiki yapılmadan kelimenin milli kimliğinin bulunması zor olmakta ve bu zorluğu inanç sözlüğü çalışmalarının yapılmamış olması da etkilemektedir.
Congoloz, Hemşin yöresinde varlığı bilinen bir kara iyedir. Kısa ve iri yapılı her tarafı kıllarla bir yaratıktır. Yılın son ayının son haftası ile ilk ayının ilk haftasında görülür özellikle yiyeceklere ve ambarlara musallat oluşu ile bilinir. Karadan nefret ettiği için onun çıkacağı zamanlar ambar kapıları kömürle karartılırdı. Daha ziyade ikindiden sonra ve gece insanların karşısına çıkar ve demir dili yün tarağı/tapul tarağı ile insanlara zarar verdiğine inanılır. Korunmak için onun sorularına içerisinde kara kelimesi geçecek şekilde cevaplar verilir. Masela ismim Kara Mürsel, Kara Köyden geliyorum, Kara Dağa gidiyorum gibi. Erkek ve dişisinin de olduğuna inanılan congoloz tarafından beğenilip kaçırılmaya karşı tedbirli olmak üzere kişi “adım Musa, boyum kısa, kendim köse” gibi ifadeler kullanılırmış. Congoloz sair zamanında deniz kenarında elekle ile kum edinmeye çalışırmış ve bu ona verilmiş bir ceza imiş. Congolozdaki kömür kara, çirkin görünme ve akşamdan sonra etkili olma motifleri ilginç olmalı. Diğer taraftan kara Türk halk tefekküründe adeta bir koddur.(Y.Kalafat, “Türk Halk İnançlarında Kara”, Uluslar arası 4. Türk Kültür Kongresi Bildirileri Ankara, s.274-282) Türk Halk İnançlarında Kara) Congoloz’un ismi ile Cınngoloz ismi arasındaki benzerlik de anlamlı olmalı.
Behur Hemşinden yapılmış bir tespittir. Bu tespiti de Çelik ve Ak’ın çalışmalarına borçluyuz. Behur bir özneden ziyade yapılan fiilin adıdır. Çürükay/Temmuzun son haftası ile ağustos’un ilk haftası arasında çok kısa bir yaşanır ki, yıldırım çakması gibi çok kısadır. Bu olay suyun içerisindeki canlı ve cansız her şeyi etkilemektedir. Kumaş parçalarını çürütür insanların su ile temas halindeki kısımlarında benekler oluşur. Behur’un bu tesirinden kurtulabilmek için suya bir demir parçası veya çivi atılmalıdır. Demirin Behur’u çekeceği ve canlıların zarar görmesini önleyeceğine inanılır. Demir’in Türk kültürlü halklarda koruyuculuğuna inanılan bir kod olduğu bilinmektedir. Nitekim Hemşin yöresindeki “Çuh Tedavisi” nde kızgın ateşte ısıtılmış saban demirinin bakır leğen içerisine konulduğunu ve üzerine yavaş yavaş su döküldüğünü nazardan hastalanmış kimselerin bunun buharına tutularak tedavi edildiğini biliyoruz.
Bu bölgede; gözün seğirmesi hayıra alamet sayılmazken bazı yörelerde sağ gözün seğirmesi hayıra sol gözün seğirmesi şere alamettir. Sağ elin içi kaşınır ise paranın geleceğine sol elin içi kaşınır ise paranın gideceğine yorumlanır. Çayeli nde Ocak ayının 14 inde analı babalı çocuğun ocak demirini yukarıya doğu vurması uğur sayılır ayrıca bereketle, ölüm haberi niteliğinde olan, gelecekten haber niteliğinde olan inançlar da vardır.
Zifaf gecesi gençlerin başarısız olmaları için düşmanları tarafından bağlanılmaları, muhtemel bir bağlamaya kaşı korunma ve bağdan kurtulma inancı Türk kültür coğrafyasında yaygın iken, (Y. Kalafat, a.g.m.) bu inancın bu bölgede de yaşadığını görüyoruz. Güneysu bölgesinde çeşitli bağlama şekilleri vardır. Bunlar “İple bağlama”, bıçakla bağlama” ve “Silahla bağlama” dır. İple bağlamada, damadın geçeceği yolun üzerine bir ip konur, damat bu ipin üzerinden geçince ip düğümlenir ve böylece bağlanılan damat düğüm çözülünceye kadar bağlı kalır. Bıçakla bağlamada damadın geçeceği yolun bir tarafına bıçak diğer tarafına kını konur, damat ikisinin arasından geçince bağlanır kınından çıkarılıncaya kadar bağlı kalır. Silahla bağlamaya gelince silah yolun bir tarafına kurşun karşı tarafına konur, damat ikisinin arasından geçince kurşun silaha konulup ateşlenir. Bu usulle bağlanan erkek sürekli bağlı kalır. Bağdan korunmak için damat geline elbise kesilmeğe gidileceği gün damat bir çarşafın üzerinden 7 defa geçirilir, her defasında çarşafa düğüm atılır. Bu çarşaf damada çok yakın birisi tarafından saklanır ve gerdek gecesi bu düğümler çözülür. Bunu yaptıracak erkek zifaf gecesine kadar çivi çakmaz ve düğüm atmaz. Böylece onu bağlayanların bağlanacağına inanılır.
Çelik ve Ak’ın bu konudaki tespitleri bizim yapmış olduğumuz tespitleri zenginleştirmiştir. Her üç uygulama da bizim için büyük ölçüde yenidirler Düğüm atılarak yapılan bağlama şeklinin biz evvelce farklı varyantlarını belirlemiştik. Bıçak ile yapılan uygulama daha ziyade “Kurt Ağzı Bağlama” uygulamasını andırıyor.(Y.Kalafat, “Türk Halk İnançlarında Kurt Ağzı Bağlamak” Prof .Dr. Tuncer Gülensoy Armağan Kitabı, Kayseri 2006 baskıda ) Çivi çakılmasını biz, ağrı dindirme ve yatır gönderlerine adak bazı bağlanmasından hatırlıyoruz. Bağlanmadan korunmak için alınan tedbirler bizim için yöntemin mahiyeti olarak yabancı değildi. Aslının Kerem’e olan aşkına mani olamayan Kara Keşiş, onu büğü yoluyla kendisine nikahlar/bağlar. Asrı çok istemesine rağmen daha evvel sahiplenildiği için büyüğü yaparak sahiplenen izin vermediği için kerem’e kavuşamaz. Böylece bir büyülenmeğe karşı daha evvel yapılmış büyü ile engel olunmak istenmiştir.
Hayvanlarla ilgili inançlara gelince;
Ardeşen’de çok geniş bir atmaca kültürü vardır.
İkizdere’de ayı tarafından kaçırılan ve bu kaçırılmadan şikayetçi olmayan aile kuran genç kız ve kadın hikayeleri anlatılır.
Pazar’da Kuku mevsiminde kuku sesi duyulunca eğer yemek yemiş isen, hasta olunmazmış yememiş isen kuku kuşu kişiyi yenmiş , basmış olacağı için yıl hastalıklı geçirilir.
Pazar’da siyah karga evin etrafında bağırır ise yas alameti olarak algılanır. Bu inanç Çayeli nde de vardır.
Baykuş kimin evinin önünde öterse o eve felaket getirirmiş Sürmene yöresinde Baykuş vik-vik diye öterse hamile hanımın bebeği kız olurmuş, hu-hu diye öter ise hamile hanım erkek doğururmuş (M. Bilgin-Ö.Yıldırım, a.g.e. s.613)
Kedi, bilhassa kara kedinin ursuzluğu inancı Rize ve dolaylarında da vardır. Sürmene’deki bir inanca göre kedi saç ayağının altından geçirilir ise artık yavrulayamaz imiş. Sabahleyin Kara kedi görmek o günün uğursuz geçeceği şeklinde yorumlanır (M. Bilgin-Ö.Yıldırım a.g.e. a.g.y.).
İyidere’deki bir deyişe göre “Kurdun adı çıktı çakallar baş koparayı”
Bölgede Şubat ayı Küçük ay olarak da bilinirken bu aydan 9 gün sonra kurtların kızan mevsimi başlar ki “Kurt Kızana Durdu” denir. “Kurt Kızanı” Mart ayının 9 una kadar devam eder. Sürmene limanının barınmaya çok uygun olduğundan bahseden tarihi kaynaklar burada “kurt” diye bilenen bir balık türünün kayıklara zarar verdiklerinden kayıklar burada barınamazlardı. (M. Bilgin- Ö.Yıldırım, a.g.y.)
İyidere’deki bir başka deyişe göre “el elinlan yılana tutma yılana yazıktır” Çayeli’nde Üzerinde yılan resmi/turası bulunan ve yılanlı kuruş olarak bilinen paradan kolye yapanın boğaz ağrılarının geçeceğine inanılır..Rize’deki yılan duasına göre,
“Yılan yılan afiye,
Yılan gider kafiye
Kerpetilen kel dişi
Bağladım yılan dışı”
Bu dua okununca yılan hareket edemezmiş
Bazı yörelerimizde canlı yılan yakalamak yılan bağlanır ve bunun da kafiyeli sözleri vardır;
“Yılan yılan ağıdım
Yılan benim tanığım
Yılan gördüm ağladım
Dört bir yandan bağladım”
(Prof. Dr. Zeki Başar, Halk Hekimliğinde ve Tıp Tarihinde Yılan,Ankara, 1978, s.15)
Bazı yılan türlerinin insanın gözünün içine bakarak onu büyülemek suretiyle hareketsiz hale getirdiğine inanılır.
Evin iyesi olarak kabul edilen beyaz yılan evin eşiğinin altında yaşarmış .
Loğusaların göğsünde süt birikmesi olarak bilinen “yılancık” hastalığı okunup üflenilerek tedavi edilir. Bu isimle bilinen ve kemiğe kadar işleyen tedavisi zor bir iltihabı hastalık da vardır.
Rize yöresindeki yılana duyulan güvensizlik anlatılırken “Elun elinlan yılanı tutma yazıktır” denir.
Çakalın çıkardığı gaz ağacın dalında tünemiş olan tavuğu bayıltıp aşağıya düşürürmüş.
Çakalın kuduz olup olmadığını test etmek için ısırılan kimse 40 gün uyutulmamak için Çakal Düğünü yapılırdı.
Erkek çakal uluduğu kapıya uğursuzluk getirir. Keza en köpeğinin uluması da ölüm haberi sayılır.
Pardi/Dişi Çakal bağırdığı zaman yas beklenirmiş.
Cazı, örümcek şekline girerek ocağın bacasından eve girermiş.
Ninnilerde ve çocuk nazlatmalarında Kurt/börü’ye de yer verilir.
Diğer bazı inançlar, Yumurcak sevimli anlamına geldiği gibi Azrail anlamına da gelir.(Y.Kalafat, “Van Gölü Havzası Örnekleri ile Halk İnançlarında Ölüm Meleği” II.Van Gölü Havzası Sempozyumu, Bitlis, 04-7 Eylül 2006) Doğu Karadeniz’de ailemden bildiğim bet duada “çor vursun o muncurlara” denirdi. Çor Rusça’da kara anlamına gelirken, bu dile Kıpçakça’dan geçtiği de ifade edilmektedir. Yine “Daun/Davun vura o yüzü” denirdi Daun/Taun hastalığı bağlantılı mı? Kars yöresinde “Baba çıka sıfatına/suratına denir. Buradaki baba, türbedeki aziz anlamına da gelen baba mı, yani babanın hışmına gelesin manasında mı? (Y.Kalafat, “Türk Halk İnançlarında Baba İyesinin Mitolojik Boyutu” VII. Milletlerarası Türkoloji Kongresi,8-12 Kasım 1999, İstanbul) “Yumurcak vursun o muncurlara” tarzındaki Rize bedduasındaki yumurcağın inanç etimolojisi nasıl yapılmalı? Keza ander ve kaybana kelimelerini ailemden biliyorum “ander kalasun veya ander kaybana kalasın” ölüm temenni edilince söylenirdi. Bunlardan ander, Kars’ta andır olarak bilinir ve “andıra galasan” şeklinde söylenir. Bu ifadelere çağırım yapan bir de Kada kelimesi vardır.Doğu Karadenizde “Gadanı alsın” Kars ve çevresinde “Gadanı belanı savsın alsın” denir. Bu ifadelerden “Gada” nın iyi bir şey olmadığını anlayabiliyoruz. Bize göre gada da bir kara iye ve kedi ile ilgili olmalı. Zira, Sürmene halk Türkçesinde bazı kelimelerin arasında Kada kelimesi de var ve bu kelime kedi anlamında kullanılmaktadır ki, kedinin tekin olmadığı inancı yaygındır.
İyidere’de Hurma Hastalığı olarak bilinen hastalığın tedavisinde bıçakla 100 daire çizilerek 3 kere dönülür, “Kaf Dağının ardına” denilerek bıçak üflenir ters istikamete arkaya doğru atılır. Bu esnada; “Oğurma oğumra..” diye başlayan bir manzum okur. Bu okumayı yapacak kadın ise uygulamayı erkekten, erkekse kadından öğrenmeli.
“Gelin Kaynana Efsanesi” ndeki taş kesilme motifi kültür coğrafyamızın sık rastlanılan bir motifidir. Ancak aynı adla bilinen diğerlerinde çok kere iyi olmayan kaynanasından kurtulmak için taş edilmesi için gelin Allah’a dua ederken bu tespitte, Kaynana kötü gelin gibi taş olmak üzere dua etmektedir (S.Sakaoğlu Anaolu Türk Efsanelerinde Taş Kesilme Motifi ve Bu Efsanelerin Tip Katalogu, Ankara, 1980).
Hemşin’in Üskürt Dağı tepesinde yayla yolu yayla yolu üzerindeki Gürgen ağacının dibine geçenler tarafından ufak taşların atılması ile yorgunluğun gidereceği inancı vardı Biz benzer bir tespite de Petekli-Sürmene yayla yolu üzerinde şahit olmuştuk. Burada da yaylaya çıkanlar yolun kenarındaki çukurumsu yere “iyi derler” inancından yola çıkarak ufak taşlar atarlardı. Obo’lar bilindiği gibi, Altay Türkleri tarafından yola çıkanlarca adak taşlarını yol iyesi için attıkları taş yığınlarıdır. Buralardaki çalılara adak çaputu bağlandığı da olur. Biz bu uygulamalara Hakasya incelemelerimiz münasebeti ile şahit olduk. (Y.Kalafat, Altaylardan Anadolu’ya Kamizm Şamanizm, Yeditepe, İstanbul 2004)
Hemşin’de Cuma günleri cami minberinin altından geçmenin hastalıklara iyi geleceği inancı vardır. Altından geçme kara iyeleri aldatma için yapılan bir alem değiştirme olayıdır. Bu maksatla, gökkuşağının, atın, gelinler kaynananın, yenilen pehlivan yenenin koltuğunun altından geçer. Kaya deliğinden, delikli taştan, ağaç kovuğundan geçildiği olur. Cami etrafında geliştirilmiş eski dinlerden İslam’a sokulmuş bu tür yüzlerce inanç vardır. (Y. Kalafat, İslamiyet ve Türk Halk İnançları, Kültür bakanlığı, Ankara, 1996)
İkizdere’de “Dağ Tutması” inancı vardır. Yaylaların çakıllı dik yollarında aniden durup yürüyemeyen hayvanlar için bu tabir kullanılır. Çözümü dağ tutan hayvanın sol arka ayağından alınmış toprağın ağzına sürülmesidir. Bize göre bu inanç ve uygulama tamamen dağ Kültü ile ilgilidir. Dağ iyesi ceza verebilir çare de olabilir.
Pazar’da şifa aranılacak yerlerden birisini de şehitlikler olduğuna inanılır. Çeşitli ruhi sorunları olanlar bu arada basamayan çocuklar mezarlara bastırılır, taştan taşa atlatılır, mezarların etrafında gezdirilir. Şehitliklerin sahipli olduğuna inanılır. Sahiplilik halk inançlarımızda bir koddur. (Y.Kalafat, “Kocaeli ve Çevresi Örnekleri ile türk Halk İnançlarında Adanmışlık/Sahiplilik” I. Uluslar arası Kocaeli ve Çevresi Kültür Sempozyumu, (Kocaeli, 20-22 Nisan 2006) Pazar’da 14 ocak’ın ismi “Çalagani” dir Bu gün sabahleyin daha eve kimse gelmeden evin erkeği sağ kapıdan dışarı çıkar, üç kez evin etrafında dolaşır soldan içeri girer. Halk inançlarımızda tavaf da bir kültür kotudur. (Y. Kalafat, “Diyarbakır ve Çevresi Örnekleri İle türk Halk İnançlarında Tavaf/Dönme” II.Uluslararası Diyarbakır Sempozyumu, (Diyarbakır 15-18 Kasım 2006)
SONUÇ:
Bu kadar kapsamlı bir konuyu Rize gibi kültürel katmanlaşmış bir coğrafyada eksiksiz yorumlamak, karşılaştırmalar yapmak, kaynak göstermek hakikaten bizi zorlamıştır. Böylesi araştırmayı bildiri kapsamına almak da kolay olmamıştır. Bununla beraber evvelce derlenilip tasnifi büyük ölçüde Çelik ve Ak tarafından yapılmış olan bu bilgiler hakikaten bizi heyecanlandırmıştır. Bu sahadaki çalışmalarımıza ilmek kattığı kanaatindeyiz. Bu bilgileri de katarak yapacağımız yani çalışmaların halk inançları araştırmaları itibariyle yararlı olacağına inanıyoruz.
Bildirimizde vesileler yaratarak ilgili kaynaklara atıf yapmaya çalıştık. Bununla amacımız halk kültürü-milli kültürel kimlik arasındaki paradigmanın oluşturulmasını sağlamaktır. Elimizden geldiğinde mitolojik dönem ile bağlantı kurmaya çalıştık. Kültür çoğrayamızın gelişim ve oluşum sürecine ışık tutalım istedik. Bu alanda yapılacak yeni çalışmaların kolaylaşmasını amaçladık.
Dr. Yaşar KALAFAT (Halkbilim Araştırmacısı)
POST:
Muhammet Safi
Basbakanlik Osmanli Arsivi Uzmani
muhammetsafi@gmail.com
Yazıları posta kutunda oku