Kısa ve öz olarak Rumlar, adanın tek ve tartışmasız hâkimi oldukları 1974 öncesine dönmek istiyorlar ve biz Kıbrıslı Türklere de azınlık gözü ile bakıyorlar. Başkaca hiçbir hedefleri de yok. Gerisi sadece oyalama taktiği.
|
ATA ATUN
Doğrudan müzakereler yaklaştıkça, Rum tarafında ve de özellikle Hristofyas’ın kurduğu Koalisyon Hükümetinin içindeki ortakların düşünceleri de yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı.
Aslında, 2004 yılında niye Annan Planına “Hayır” dedikleri de, bu sözlerin ve görüşlerin içinde yer alıyor. Mantık aynı mantık, kafa aynı kafa.
Rum tarafında, çözüm şekli, müzakere masasında görüşülen konular ve Rum tarafının görüşleri konusunda, Hristofyas’ı destekleyenler ve desteklemeyenler olmak üzere iki grubun var olduğu, yavaş yavaş elle tutulur ve gözle görülür bir şekilde su üstüne çıkmaya başladı.
Doğrudan müzakerelerin başlama günü yaklaştıkça da Rum tarafındaki tartışmalar giderek sertleşmeye başladı.
Tartışmaları masaya koyan tarafın ve sesini yükselten tarafın Hristofyas’ın muhalifleri olduklarını zannedeceksiniz ama gerçek hiçte öyle değil. Bağırıp çağıranlar, 24 Şubat sonrasında Hristofyas’ın kurduğu AKEL, DIKO ve EDEK Koalisyonunun içinden. Zaten daha 17 Şubat gecesi, yani 1.ci turun yapıldığı Pazar gününün gecesi, Hristofyas Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanabilmek için DIKO ve yandaşı EDEK’e verdiği niyet mektubu ile bunlara gebe kalmış, boynuna da ilmeği geçirmişti. İlmek Hristofyas’ın boynunda, ipin ucu da DIKO’da. DIKO’nun ilmeği çekiştiren eli de EDEK’in avuçları içinde.
Hristofyas’ın Koalisyon ortağı DIKO’nun Meclis Grup Sözcüsü Andreas Angelidis’in sözleri, müzakerelerin geleceğinin ne olabileceğinin işaretlerini şimdiden vermekte. Zaten sadece Angelidisi’in sözleri de değil, tüm siyasilerin görüşleri ve sözleri müzakerelerin nasıl geçeceğinin ve sonucunun ne olacağının kehanetini şimdiden yapıyor.
Angelidis, “bizim muhatabımız Türkiye’dir, Kıbrıs’lı Türkler muhatabımız değil, ortağımız da değil sadece bizim tabamızdır” diyerek hem kendinin hem de partisi DIKO’nun müzakerelere bakış açısını ortaya koyuverdi. Yutulacak ve pek de hazmedilecek bir tanımlama değil bu.
Angelidis sözlerine devamla, “Ortaklık tanımı yanlıştır. Çünkü 1960’’ta kurulan ortaklık değildi, bize dayatılan ve hiçbir zaman ortağımız olmayan azınlığa aşırı haklar tanıyan bir anlaşmaydı. Kıbrıs Türk tarafı ortaklık terimini, 1960’ta kurulanın 1964’te geçerliliğini kaybettiğini ve Kıbrıslı Türklerin Kıbrıs Cumhuriyeti devleti tarafından temsil edilmediği tezlerini haklı göstermek için kullandı.” sözleri ile de 1960 Kıbrıs Cumhuriyetine nasıl baktıklarını ve 1960’da kurulan ortaklığı nasıl değerlendirdiklerini özetleyiverdi.
Angelidis’ göre, dönüşümlü Başkanlık da kabul edilemez ve Başkan hep Rum olmalı.
Hadi koyduk diyelim DIKO’yu bir kenara, aşırı sağcı bir partidir diye, Papadopulos’un partisidir diye. Ya AKEL Milletvekili Yannos Lamaris’ ne demeli. Hristofyas halen AKEL’in Genel Sekreteri ve Lamaris de, bizdeki Siyasi Partiler Yasasına göre Hristofyas’ın Parti Başkanlığı görevini yaptığı AKEL’in milletvekili.
Lamaris olası Federasyonda “Genel oylamanın” da temel bir unsur teşkil ettiğini ve başkanlık sisteminin mevcut olduğu tüm devletlerde devlet başkanların bu şekilde seçildiklerini söyleyerek, çoğunluk oylara sahip Rumların verecekleri oylarla Türk Devlet başkanının seçileceğinin ipucunu verdi. Adamlar kapalı kapılar ardında ne hinlikler tezgahlıyorlar, inanılır gibi değil. Rumlar, verecekleri oylarlara öyle bir Kıbrıslı Türk’ü seçecekler ki, Rum çoğunluk oyları ile seçilecek Türk Devlet başkanı, dönüşüm sırası kendisine geldiği vakit Rumlar için çalışsın. Zaten Rumlar da böylesi karakterde birinden başkasına da oy vermezler.
KS EDEK Başkan Yardımcısı Sofoklis Sofokleus’da hiç geri kalır mı? O da partisinin görüşlerini ortaya koydu ve dönüşümlü başkanlık konusunda “nüfus oranının ciddi bir şekilde göz önüne alınması gerektiğini” ortaya attı. Sofokleus’a göre 4 yıl Rumlar, 1 yıl da Türkler Başkan olabilirmiş ancak. Bu nasıl bir ortaklık olacaksa?
Türklerin haklarını dikkate aldıklarını iddia eden DİSY partisinin Başkan Yardımcısı İonas Nikolau ise tam kestirmeden gitti. Nikolau, bir anlaşma sonucunda oluşacak federal devletin “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin devamı şeklinde olması ve devletin egemenliğinin, bağımsızlığının ve toprak bütünlüğünün her türlü taksim veya bölünmeye karşı garanti altına alınmış olması gerektiğini” söyleyerek, partisinin görüşünü ortaya koydu.
Nikolau sözlerini, biri Kıbrıs Türk diğeri ise Kıbrıs Rum olmak üzere iki saf bölge şeklinde, etnik ve dini kriterler temelinde ayrım yapılmasının, insan haklarını, geri dönüş hakkını ve üç temel özgürlüğü ortadan kaldıracağı için kabul edilemez olduğunu söyleyerek sonlandırdı.
Adı var oyları yok Rum Ekologlar ve Çevreciler Hareketi Genel Sekreteri Yorgos Perdikis ise “başkanlık konseyi veya dönüşümlü başkanlık önerileri ile halkın ve devletin bütünlüğünün altının oyulduğunu, ırkçı ayrımcılığın güçlendiğini, etnik toplular arasındaki uçurumun büyüdüğünü” iddia ederek, “seçimle gelecek ve parlamentoya (meclis ya da parlamento) hesap vermekle sorumlu olacak bir hükümetin yer alacağı parlamenter demokrasi” kurulmalı diyerek, kimin oyu fazla ise, kurulacak yeni devleti o idare etsin düşüncesini ortaya attı. Yani Rum çoğunluk devleti idare etsin iddiasında.
Geri kalanların neler dediğini bunda öteye yazmama gerek yok.
Kısa ve öz olarak Rumlar, adanın tek ve tartışmasız hâkimi oldukları 1974 öncesine dönmek istiyorlar ve biz Kıbrıslı Türklere de azınlık gözü ile bakıyorlar. Başkaca hiçbir hedefleri de yok. Gerisi sadece oyalama taktiği.
NOT: Geçiş döneminde yazılarımı kaçarın veya bulamayan meraklı okuyucularım, veya sitelerinden geriye dönük olarak tüm yazılarımı ve günlük KÖŞE yazılarımı okuyabilirler.
Bir yanıt yazın