Anlamlarını Yitiren Kavramlar ve Tarihe Bakış
Bir arabanın yürümesi için en azından dört tane tekeri,
Bir direksiyonu,
Gaz, fren pedalı
Vites kutusu (otomatik, manuel)
Kontağı
Elektrik aksamı
Yakıtı
Egsozu
Fren sistemi
(çoğaltabilirsiniz)
vb. olması lazım.
Bunlardan teker patlaksa rot balans, dümen, direksiyon sistemi, motor hararet, yol tutuş, benzin sarfiyatı vd olumsuz etkilenir. Hangisie bakarsanız, hangisini tek başına incelerseniz bir anormallik olduğunu görürsünüz.
Örneğin dersiniz ki, sürücü bu kadar fazla yakıt harcayan otomobili nasıl kullanıyor.
Bu nasıl idareci ki, bir türlü düzgün yol tutturamıyor. Yolda hep zikzak çiziyor, ya birine çarpacak ya da birisinin kendisine çarpmasına neden olacak..
Veya eksozu patlaktır, bunun patlaklığını görmeden çıkan gürültüyü farklı şekilde yorumlar ve farklı yargılara varırız. Motor hakkında, araba hakkında, yenilik eskilik hakkında hatta sürücü hakkında hiç de olumlu bir şey aklımıza gelmez. Halbuki her şey tıkırındadır ama çıkan gürültü işi bozmaktadır.
Yürüyen aksam ile yürüten aksamdan bir tanesinin aksaması bütün diğer sağlam unsurları olumsuz etkiler ve aslında düzgün olmalarına rağmen sakat görüntü sergilerler.
Osmanlı İmparatorluğunu değerlendirirken, veya devlet idaresi hakkında konuşurken eskilerin tabiriyle efradını cami, ağyarını mani kabilinden kapsamlı ve detaylı ve hatta komplike düşünmek lazımdır.
Osmanlıyı herkesin kabul gördüğü ihtişamını kabul ederek değerlendirdiğinizde ve sayılan bütün unsurların sağlam ve düzgün olduğunu kabul edersek,
1. Bütün dinsel merkezlerin bizde olması harikadır. Ermenilerin patriklik kurumunu Fatih Sultan Mehmet kurmuştur ve asırlardır bu sorun olmamıştır. Bunu anlamak için Diyanet İşleri Başkanlığını Amerikalıların kurduğunu düşünün!…
2, Kapitülasyolar mükemmel bir açılımdır. Amerika’nın veya Rusya’nın müttefiklerine hibelerini veya modern haliyle kredilerini düşünün…
3. Vergi sistemi (son dönemdeki iltizam sistemi mesela) emsalsizdir.
4. Dş borç alımı yani düyun-i umumiye çok karlı bir finans teminidir. Bunun yönetiminde sorunlar olmuştur. Fakat dış kaynak bulmada müthiş bir açılımdır. dünyada ilk yabancı ve büyük ölçüde dış kaynak temin eden ülke Osmanlıdır. Bu eksiklik değildir, bir açıdan tabii ki. Çünkü Amerikan ekonomisi bir iki büyük kriz geçirirde millet paniklese borç ödeme sorunu yaşayacağı hatta geri dönülemez sorunlarla karşılaşacağı malumdur.
5. Birinci dünya savaşı kazanılmıştır.. Ordu sistemi mükemmeldir. Çanakkaleyi bu sistem kazanmıştır. VE 1918 yılı sonu itibariyle Osmanlı ordusu ve donanması hala dünyada birinci sıradaydı…
6. Padişahın saraylar yaptırmaları iyi bir şovdur ve gereklidir. Kirada mı otursalardı? Bu konu ideolojik ve önyargılı ve de ezberlendiği gibi ele alınmadığında daha iyi anlaşılıyor.
7. Farklı etnik ve dini menşeden halkların bir arada yaşamaları güçtür, kuvvettir ve insanlığın hayal ettiği bir şeydir. (Fransız ırkı yoktur, Fransız milleti vardır… Bu konu sorunun somut örneğidir) Olimpiyatlarda iki şey dikkatimi çekti.. İngilizlerin Büyük Britanya adını kullanmaları ve Yunanlıların Hellas kelimesi forma arkalarına yazmaları… Irk ve millet kelimesinin doğru uygulandığı iki yer… Biz ne diyoruz. Milliyetçilik kelimesinin soluna hassas kelimeler ekliyoruz ve canımızın yanmasını engelliyoruz aklımız sıra! Atatürk milliyetçiliği, Türk milliyetçiliği, Pozitif milliyetçilik, Anadolu milliyetçiliği, sol milliyetçilik, bunun aşırısı da var, sağ milliyetçilik…. Daha ne olduğunu anlamadan hipnoz edilmek istenen gönüllü saftiriğin burnu hizasında gözlerinin önünde sallanan nesneye yarı şaşı yarı şaşkan bakması gibi bu milliyetçiliğin türevleri arasında gidip geliyor ve yavaş yavaş uyuyoruz…
8. Demokrasinin olmaması büyük bir şanstır. Aslında demokrasi falan diyoruz ya. Biraz da bunu tartışmak lazım. Anayasada demokratik hukuk devleti diyor ya. Kelime anayasal güvence altına bile alınmış. Bir türlü ileri geri konuşamıyoruz:)
9. Hilafetin elde olması büyük bir güç ve simgedir.
10.
11.
Bunları artırabilirsiniz.
Fakat yürüyen aksamdan bir tanesi sakat ise bu saydıklarımız her ne kadar iyi iseler de sorunlar yaratırlar.
Nitekim bunlar yeni Cumhuriyetimizin kurulma arefesinde, kurtuluş savaşı esnasında hatta o kesintisiz savaş yıllarının başlangıcı olan 1912 yılından itibaren hep sorun olmuştur. Çünkü tekerin biri patlaktı… Bana göre sol arka teker, sana göre ön sağ… Ama neticede bir teker patlaktı…
Bugün biz ne yapacağız…
Büyük olmak istiyorsak önce büyük olduğumuza inanacağız
Sonra büyüklere yakışır ve yaraşır şekilde düşünüp bu durumu özümseyeceğiz
Ve nihayetinde bu büyüklüğe uygun işler yapacağız..
Makedonya gibi, Arnavutluk gibi, Güney Osetya gibi, Gürcistan, Irak, Küba gibi kendimizi yeni dünya düzeninin küçük bir parçası olarak görüp de Siyasalda okutulduğu gibi olayları bu yeni dünya düzeninin tasarımıları gibi değerlendirirsek ona bir şey diyemem. Osmanlıya küçük unsurlar da lazım. Büyük olmak için küçük düşünenler de gerekir. Maiyetsiz kral olmaz… İlle de küçük düşünecek olanlar varsa otoritenin merhameti onları da kuşatacaktır tabii ki:)
Bu bağlamda millet ve milliyetçilik meselesini açacak olursak şu manzarayı görebiliriz.
Millet kelimesi Arapçadır. Millet-i İbrahim diye Kuran’da geçer ve etnik anlamı yoktur, ırk karşılığı değildir, halk vb gibi bir manası yoktur. Manası aynı dine, aynı mezhebe inanan demektir.
İbrahim peygambarin hanif dinine inananları millet-i ibrahimdendir derlerdi. Bunu çeviren Arapça bilen fakat Türkçe bilmeyen eski zaman adamları ile bunların yüz kararaları olan yeni zaman torunları anlam itibariyle kelimeyi ırk ile açıklama yanlışlığına düşmüşlerdir. Millet kelimesi ulus demek değildir. Halk demek değildir. Etnik köken ifade etmez. Fransadaki “milliyetçilik” akımı sosyolojik olarak incelendiğinde dört dörtlük bir şey değildir. Türkçeye yanlış çevrilmiştir.
Milliyetçilik, Türkiyede Türkçülük, Rusya’da Rusçuluk, Arabistan’da Arapçılık, İngiltere’de İngilizlik gibi uygulanacak bir şey olamaz. Ve böyle bir şey de yoktur. Rus milliyetçiliği yoktur.
Örneğin Rusya’da Slav milliyetçiliği vardır. Slav ne demek, temelde ortodoks olan ve tarih boyunca aynı paralelde yaşayan ırklar kümesi… Bu balkanları da kapsıyor Avrupa’nın doğusunu da.. Hatta bazı ortadoğu ülkelerine de buradan nüfuz edebiliyor… Doğrusu budur.
Fakat ne acıdır ki bir kaç küçük ve salak Balkan grupları ile Araplar ve Kafkaslarda yani dikkat ederseniz Osmanlı coğrafyasındaki küçük topluluklar bu kelimenin yanlış tercümesi ve anlamlandırılması neticesinde büyük topluluktan soyutlandırılmışlardır.
Yani milliyetçilik küçük ırkların büyük millet kümesinden yalnızlaştırılması…
Osmanlıdaki millet tanımı ve algılaması bu değildir.
Bazı milliyetçi tarihçilerin tanımları vardır. Mesela, aynı tarihi paylaşan, aynı coğrafyada bulunan, tarih birliği, kader birliği, aynı dili konuşan, kültürü olan…. beylik bir millet tarifleri vardır. Kitaplarda yazar. Siz de okursunuz.
Söz gelimi bize 1071 şeklinde uyduruk bir tarih okuttular. Biz de hamasi duygularımız kabararak ceddin dedenleri okuyarak balıklamasına daldırdık. Türkler Anadoluya 1071 tarihinde geldiler. Öyle bir geldiler ki, aslanlar kaplanlar, yürü koçum kim tutar seni…. Biz hala tezahürat yapıyoruz, maçı sahada 1-0 kazandık ama kart cezalısı oyuncu oynattığımız için hükmen 3-0 yenik ilan edildik. Olsun biz hala şampiyor Türkiye diyoruz. Türk milletinin tarifinde tarihi milat olarak da bu tarih baz alınmaktadır.
Bin yıldan beri Anadolu’dayız demiyor muyuz. Siyasilerimiz de bunu yurt içi ve yurt dışı her platformda söylemiyor mu? Yani neticede bu dayatma, siyasi karar verecek aktorlere kabul ettirilmiştir. Muhammet Safi yazacak da, onlar da yeniden okuyacak da….. Uzun iş…
Halbuki 1071 tarihini öne çıkarmak, Anadolu’daki Türk yerleşmesinin tarihni binlerce yıl geriye almak demektir. Bizim kendi vatanımızda işgalci durumuna düşmemiz demektir. Anavatan olarak da Orta Asya… Bu da ilginç…Değil mi? İstanbul’daki Karadenizliler gibi. Herkes öldükten sonra cenazesinin Rize’ye götürülmesini vasiyet eder. Aklımız hep Rize’dedir. Bir türlü İstanbul’un yerlisi olamadık. Öyle ya şu tarihte geldim, babam rize’de, öyleyse ben Rizeliyim. 1071’de geldim, atalarım Orta Asya’da ben Orta Asyalıyım. … Madem sen Anadolulu değilsin o zaman Anadoluyu terk et demezler mi? Dediler nitekim. Ama bunu demek için önce bir kural koymaları gerekiyordu. Sonra o kuralı kabul ettirmeleri ve uyup uymama durumuna düşürmeleri gerekiyordu.
Parantez arası bir ayrıntı: Kural koyalım. Masada Çatal solda, bıçak sağda olur. Sağ elle bıçağı tutup keseceksin sol elle de yiyeceksin. Kural bu… Bunu kabul edip sosyetik olursan kurala uyduğun sürece makbul olursun. Ama arkadaş benim dinimde, örgümde, adetimde geleneğimde yemek sağ elle yenir, diyemiyorsak yuf bize…
Haydi dini bir tarafa bırak, ben solağım solak.. Nasl sağ elimle bıçağı tutup kesebilirim ki, ben sol elimle bıcağı daha iyi kullanıyorum!!!
Kuralları kabul etmemek lazım irdelemek lazım…
Öyle başına evrensel, bilimsel, herkesin kabul ettiği, genel geçer diye uydurulan lokomotifi olmayan vagon cümleler kural olamaz. İstediğiniz kadar süsleyin o vagonlar yürümez….
Türklerin Müslüman olduktan sonra anadoluya gelmeleri 1071’dir. Bu hoşumuza gidiyor gitmelidir de.. Ama İskitler, Kimmerler, Hattiler, Kaşkalar, Sakalar, Kumanlar, Kıpçaklar vb. Müslüman oğuzlardan çok önceleri Anadoluda yaşamaktaydılar. Bu yanlış tarih bizi Anadoluda işgalci yaptığı gibi Türklerin Avrupa’dan, Küçük Asya’dan (Anadolu’dan) atılması fikrine dayalı Şark sorunun biçimlenmesinde de temen dayanak olmuştur. Milliyetçilik tarifi ile bu düşünce milli bir düşünce haline geldi ve neredeyse -hani ben bir Fransız toplum mühendisi olsaydım- Şark meselesinin, Türklerin anadoludan atılmasının gerçekleştirilmesinde kendi milletimizin de aktör olduğu sonucunu doğurdu… Vah benim başıma gelenler!
Maksatlı olarak uydurulan bir kaidenin ispatı için debelenen cahil kalemler gibi kısır düşünceli saf okuyucular da vardır tabii ki..
Şark Meselesi’nin ortaya çıkmasından bugüne kadar tarih sahnesinde ve ilim aleminde görülen hiç bir şeye inanmamak lazım.
Milliyetçilik bunlardan biridir.
Mesela Irkçılık, daha nettitr. Aynı ırktan olanlar aynı dili konuşur ve genelde aynı dine inanır ve aynı tarihi paylaşıp aynı coğrafyada bulunurlar….
Irkçılık kelimesi tarif olarak netlik olarak daha masumdur. Fakat anlam olarak değil.. Irkçılık yapmak cinayetle eşdeğerdir benim için…
Milliyetçilik kelimesi aslında tamamen insanları ve devletleri bölmek için içine zehir enjekte edilen bir sakızdır. Çiğnedikçe çeneleriniz kasılır. Ne dediğiniz anlaşılır, ne suratınız ve ne de yaptıklarınız. Biraz sonra da kaskatı kesilirsiniz..
Halbuki gerçek manasında Arapça aslındaki gibi ve Osmanlıdaki uygulaması gibi ele alınabilir ve bunun üzerinden tasarlanan oyunlar bozulabilirdi.
Anlamı kaydırılan bir kelime yani, milliyetçilik.
Demokrasi de aynı şekilde ele alınabilir.
“İnsan hakları” terimi de..
Hani çifte standart denilen şeylerin hepsi yani.
Din özgürlüğü
Fikir özgürlüğü..
Bu terimlerin tamamı sahtedir. Masum suratlı vahşi ve zararlı kelimelerdir.
Bu kelimeler bir devlet için, daha doğrusu o devleti kuran hakim güç olan unsur için zararlıdır. Günümüzdeki hukuki tarife uygun olan azınlıklar için geçerli olabilir.
Dolayısıyla üniversitelerimizde okutulan tarih, sosyoloji bilimleri ile siyasal bilgiler eğitiminin bence gözden geçirilmesi gerekiyor.
Çünkü yeni dünya düzeninin aktörleri bu düzenin devamı için kendi çıkarlarına hizmet edecek siyasi yorum, değerlendirme, kurallar ve kaideleri ders ve bilim olarak okutuyorlar. Mesela siyasal bilgiler mezunu bir öğrencinin Türk siyasal hayatı, devlet yönetimi, devlet geleneği, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi vb konularında hiç bir bilgisi yoktur.
Afganistan veya Irak işgal edildikten sonra orada kapitalistlerin veya komünistlerin emellerine hizmet edecek bir devlet nasıl kurulur? Bunun yolları ilim olarak okutulur. Bu ilmi okuyan vatandaşlarımız da büyükelçi olur, veya bir yerlerde makam sahibi olur. Onda sonra Türkiye Cumhuriyeti’ni nasıl Afganistan gibi yeniden kurabiliriz diye ikinci üçüncü dördüncü beşinci cumhuriyetçiler…. gibi konuşur dururlar.
Durum budur.
Gayrimüslim tabiri de millet kelimesi gibi yanlış algılanıp yanlış mana yüklendirilmiş bir kelimedir.
Güçlü ve işleyen bir devlet için, Osmanlı için gayrimüslim nüfus çok pozitif katkılar sağlamıştır. Zayıfladığınızda aksayan unsurlardan birisi oldu diye tek başına sorumlu değildir.
Karamanoğlu ile Osmanı arasındaki mücadele, Osmanlı beyliğii ile diğer Türk beylikleri arasındaki mücadele, Celali İsyanlarında Müslüman halkın devlete başkaldırması, şehzade kavgaları, taht kavgaları, yeniçerilerin ayaklanmaları, viyana bozgunu, matbaanın geç gelmesi…. Osmanlının birinci dünya savaşına sokulması…
Bunların ve bunungibi daha bir çok şeyde gayrimüslimler yoktur.
Milliyetçilik akımından sonra osmanlının bertaraf edilmesi sürecinde Türkiye Cumhuriyetine de yadigâr olarak kalan Türk milliyetçiliği söylem ve teriminin kapsadığı hava sahası maalesef bilimadamlarımızın ve onları okuyan vatandaşlarımızın yanılgılarına sebep olmuştur. Yanlış tercüme edilen (ırkçılık veya etnik anlamlı) ve yanlış takdim edilen (Tanrı Türkü korusun gibi) Milliyetçilik, bir devlet için ebed müddet ve devamlılık açısından en büyük engeldir.
Azınlıklar konusu ise yinelemekte fayda vardır, Lozanda Türkiye Cumhuriyetinin yediği en büyük kazıklardan birisidir. Bir devletin halkı, müslüman da olabilir, gayri müslim de olabilir. Tarih boyunca, onbinlerce yıllık geçmişimize baktığımızda asla homojen bir devlet kurmayan Türklerin, egemenlikleri altındaki insanların ırk, din, dil, kültür ve diğer özellikleri birbirinin aynı olmayan unsunrları idare ettiğini görüyoruz. Dolayısıyla farklı dine mensup oldukları için ve farklı dil konuştukları için insanlarımızın anında ikinci sınıf vatandaş durumuna düşürülmesini düşünmeliyiz.
Madem sınırlarımız dışındaki Türklerin menfaatlerini korumak için mütekabiliyet karşılıklık ilkesine dayanarak böyle bir şey yaptık, neden Türki Cumhuriyetler hariç kaldılar. Afrikadaki Türkler, Ortdoğudaki Araplaşan Türkler…. İrandakiler…. Bunları düşündükçe işin vehameti ortaya çıkmaktadır. Memleket idare etmek kolay iş değil.
Daha sonraları azınlık statüsü kazanlar Osmanlıda gayrimüslim şeklinde nitelendiriliyor ve sadece vergi konusundaayrımcılıga tabi tutuluyordu. Onun karşılığında da kendilerine muafiyetler verilmişti. Askere almama. Aslında bu bir lütuf da sayılabilir.
Fakat bilimadamlarımız bize sapla samanı karıştırarak hep yanlış sunumlar yapıyorlar.
Gayrimüslim ile aznlıklar aynı şey değildir bu bir…. Tıpkı cariyelik müessesesi ile bugünkü metresliğin, kölelik kurumu ile bugünkü esir kelimesinin karıştırılıp karşılanmak istenmesi gibi bir şey…
Türkiyelilik konusuna gelince.
Bana kalırsa başlığını koymadan baştan aşağı bunu anlattım sanıyorum.
Fakat ilaveten şunu ifade edeyim.
Uydulup ortaya atılan kavramların içi sonradan doldurulursa vay başımıza gelenler derim.
Var olan, geleneği olan, kökü tarihin derinliklerine giden, uygulanagelen, halen var olan ve fili olarak tatbiki devam eden bir duruma, olguya ad verebilirsiniz. Veya adını modernize edebilirsiniz. Fakat öyle kabak dolması gibi oyup oyup içine ne alıyorsa koyduğunuz fikirlerle ancak -dilime doladım ya bağışlasınlar- Kosovalıları, Osetleri, Gürcüleri, Özerk bölge isteyenleri, Nahçıvan gibi, Acaristan gibi, Abhazya gibi, Arnavutlar gibi, Ermeniler gibi küçük ve tarihte hep başkalarının artıklarıyla beslenmiş, başkalarının kudreti altında gölgelenmiş yalaka devletçikler ile ırkları kandırabilirsiniz. Bu yeni dünyanın terimleri Türkler için geçerli değildir.
Devletlerin ve milletlerin (millet, aynı dine inanan, aynı dili konuşan…demektir, ırk demek değil) hayatında onlu yıllar gün gibidir.
Geleneklerimizin devamlılığı ümidimizdir. Sallandığıında kıvrım kıvrım olan kırbaç, düz değnekten daha çok acıtır.. Zaman zaman geleneklerimiz kıvrımlara uğrasa da istikameti cihan hakimiyeti mefkuremizdir. Zaman zaman vuku bulan askeri darbelerin de kesinti kelimesiyle değil tarihimizin kıvrımları diye düzeltilmesi lazımdır…
Bu kırbacın sapı tarihimizdir, ucuna denk gelenler düşünsün… Bizim yerimiz bellidir. Saptan yanayız..
Kıvrımların estetiğini, açılarını, sapmalarını, kosinüslerini, seslerini, yansımalarını, gölgelerini…. aşklarını şiirlerini merak edenler uğraşsın çözsün.
Ucu kime dokunacaksa o düşünsün, ağzına odun mu koyar, bükülmüş bez mi yerleştirir dişlerinin arasına, çığlıklarını Kürtdilili hicazkar mı atar, rock tarzımı yoksa blue mu, ben bilmem…
Bildiğim kırbacın sapı onbinlerce yıl geriye, ucu da benden yani milletimizden başkasına… dayanıyor.
Sonuç olarak, Türkiye üniversitelerinde YÖK ile uğraşmaktan ziyade yeniden bilimsel bir yapılanmaya gitmelidir.
Bugüne kadar okutulan tarihi, edebi, sosyal ve iktisadi bilimler ile hukuk bilimi yeniden dizayn edilmelidir. Osmanlı arşivi açıldıktan sonra nasılki tarih diye okutulanlar karga hikayelerine dönüştü, dünya ile yarışmaya başladığımız andan itibaren de sosyal, edebi, iktisadi ve hukuki alandai komikliklerimiz de kral çıklak gibi bizi utandırmaya başladı.
Tez elden ezber bozan şekilde yeni ve güçlü bir bilim reformuna ihtiyacımız vardır.
Devletimizin ve milletimizin temellerin oluşturan değerlerin bilimsel olarak yeniden ele alınıp bir araya getirilmesi, bunların öğretilmesi ve milli değerlerimizin milli menfaatlerimizle paralel hale getirilmesi gerekmektedir.
Buzdolabını dışardan alabilirsiniz ama asla bir Japona bozlak okutamazsınız…
Okullarımız var, nüfusumuz müsait, beklentilerimiz ve açlığımız yeterli talebi oluşturmaktadır.
Arz güvenliği ve zenginliği için büyük Türkiyeye ve Büyük Türk milletine yakışır insanların büyük ve milli düşüncelerini ortaya koymak ve yeni nesillerin de bunları uygulamak zamanı gelmiştir de geçiyor..
Damarlarımızdaki asil kana güvenmeliyiz.
Anlamlarını yitiren kavramlarla değil manalarını muhafaza eden mefhumlarla, kökleri tarihin başına dalları istikbalin sonuna ulaşan geleneksel hayatımızı sürdürmeliyiz.
—
Muhammet Safi